Eşcinsel Terapi Forum - Psikolog www.huseyinkacin.com

Genel => Psikoloji => Konuyu başlatan: psikolog - 01 Nisan 2021, 11:36:47 ös

Başlık: DİYET TERAPİSİ: ZENCİ ÇOCUK ve BEYAZ EKMEK
Gönderen: psikolog - 01 Nisan 2021, 11:36:47 ös
ZENCİ ÇOCUK VE  BEYAZ EKMEK

Zenci,    itilmiş- hor görülmüş- aşağılanmış- görülmemiş- farkedilmemiş-önemsenmemiş-sevilmemiş- takdir görmemiş- engellenmiş- yok sayılmış- ihmal edilmiş-sevilmemiş bir çocuğu temsil ediyor. Ten renginden değil, maruz kaldıklarından…

           Bendeniz zenci muamelesi gören çocuğun ruhu…Ruh hiç yaşlanmazmış, yıllar geçtikçe bunu gördüm. Ne saçlardaki beyazlıklar, ne göz altı torbaları, ne de birkaç kırışıklık ruhu çok da olgunlaştırmıyor. Hele de bu ruh çocuklukta zenci muamelesi görmüşse. Çocuklukta yaşanılan ufak tefek kötü yaşantılar yıllar sonra travma şeklinde karşımıza çıkabiliyor. Bu küçük gibi görünen kötü yaşanmışlıkların tahribatı belki uzun yıllar onarılamıyor.

           Şu an yaşadığım ve hep yaşamakta olduğum ciddi sorunların temelinin beyaz ekmek olduğunu çok sonra anladım. Biliyordum ama çözemiyordum. Anlatacaklarım sıradan gelebilir. Özellikle psikolojik -dram filmlerin revaçta olduğu şu sıralarda…Ama benim için sıradan değildi. Kalabalık ve çok fakir bir ailede doğdum. Önceki yazılarımda duygusal açlıkta ve sebep oldukları hakkında uzun uzun yazmıştım. Şimdi de bedensel açlığın bendeki hasarlarını itiraf edeceğim. Çok fakirdik ama canımızı acıtan bu değildi. Babam çok bencildi. Evdeki yemekleri beğenmez dışarda yerdi. O hep toktu. Yer sofrasında önce davranan karnını doyururdu. Hep hatırladığım annemin biz doyup kalktıktan sonra sofraya oturup kalanlardan atıştırırdı. O kadar çocuktan bir şeyler kalmışsa tabi.  Yıllar sonra anladım annemin hep neden sofraya en son oturduğunu. Zaten bir şey olmazdı, önce biz doyalım isterdi.  Tavuklarımız vardı, bazen keserdik yerdik ama annem ve biz kemikleri kemirir yalarken butları babama verirdi annem. Mümkün olduğunca onu hoşnut etmeye çalışırdı. Ki belki doyar, mutlu olur, az döverdi-söverdi- az yolardı saçlarını …Fayda etmezdi. Tavuk budunu yıllar sonra tattım. Piyasadaki en kötü unu alır, ondan ekmek yapar yerdik. Köyde değildik ama fırında satılan normal beyaz ekmek lükstü bizim için. Evde yaptığımız ekmek ilk piştiğinde sıcakken yenirdi ama birkaç günde anca biterdi ve kaya gibi olurdu. Lezzetli de değildi. Babam tabiki bu ekmekten yemezdi. Her gün kendine taze beyaz ekmek alırdı. Zaten kendine yetecek kadar aldığından dokunamazdık, yiyemezdik. 3-4 yaşındaki küçüğümüz bile o ekmeğe dokunulamayacağını bilirdi. Ben küçüktüm,  gizli gizli babamın ekmeğini elime alırdım, koklardım, anlamayacağı kadar kırıntı alırdım ağzıma ama hemen yutmazdım. İsteyemezdik de… Çok korkardık. Annem de hep aman ha diye tembihlerdi onun ekmeğini yemeyin diye. O dedikçe daha çok merak eder, yemek isterdim. Belki kardeşlerim de… Ekmek dışında çay içmek de yasaktı+. Çünkü bitermiş ve pahalıymış. Yıllar sonra içmesem bile her gün çay demlenir şu an evde. O zaman her şey normal gelirdi. Yıllar sonra büyüdükçe, başkalarının aile hayatlarını gördükçe anlamaya başladık. Komşu çocuklarının yaşantılarına, giydiklerine, yediklerine hep imrenir ağlardım kendi kendime. Bazen bedensel açlığıma, bazen duygusal açlığıma…

Babam hep agresifti, neye neden kızdığını hiç bilmezdik. Kaçardık, görünmezdik. Anneme olan sözlü ve bedensel şiddet erkeklerden nefreti körüklerken kendim de nefret etmeye başlamıştım. Annemin acizliğini görüp ona destek oldukça babamın sevgisizliği daha çok arttı bana karşı. Çünkü annemin dayanak noktasıydım. Annemin masumane bana sığınması, medet umması yıllar boyu devam ederken farkında olmadan ben de sömürülmeye başlanmıştım. Küçük bedenim ve ruhum küçük yaştan itibaren sorumluluk almaya başlamıştı.  Bunun bana olan tahribatları yıllarca giderek arttı. Ta ki annem vefat edene kadar. Ondan sonra da hafiflediğimi hissettim ve asıl sorunumun çözümü için hocamıza başvurdum.

Evet ekmek aşkı geçmişten kalma yani. Ulaşılamayan aşktı. Şimdi çoğuna göre sıradan bir şey. Ama o küçük çocuk için çok önemliymiş…Çocuk bunu yıllar sonra anladı. Gel zaman git zaman o evden üç üniversiteli çıktı.  Ben de İstanbul’da üniversiteyi kazandım. Sınava girerken  babam bana güvenip okumayın, sınava girmeyin, kazansanız da benden bir şey beklemeyin dedi. Okul hayatım boyunca ondan bir kuruş görmedim. Annem bağ bahçede bir şeyler yetiştirir-satar biraz gönderirdi ama o para hiç mi hiç yetmezdi. Bazen gönderdiği parayı çekmek için gidecek yol parası da olmazdı. Devlet yurdu yemekhanesi pahalıydı. Kantinden çeyrek beyaz ekmek, en kötüsünden poşette birkaç zeytin alıp, karanlıkta  kimsenin görmediği bir banka oturur yerdim. Bazen iştahla, bazen gözlerim dolarak. Üniversitede öğle yemeği çok ucuzdu ve yemekleri güzeldi. Tek öğün yiyebiliyordum ve okulda adamakıllı karnımı doyurmalıydım. Haliyle ekmeğe dadanırdım ki ertesi güne kadar tok kalabileyim. Beyaz ekmek tıkınması böylece ayyuka çıktı. Zaten geçmişte bir engellenme vardı. Özgürdüm kendimce, zengindim, izin almama gerek yoktu, yemekhanedeki ekmeklikten istediğim kadar yiyebilecektim.

Yıllar geçti, devlet memuru oldum. Para kazandım, evim arabam oldu şükür ama içimdeki çocuğu doyuramıyordum. Gözüm hep aç gibiydi. Sonra yiyemem, iyice doyurayım karnımı diye yerleşmiş yaşantımı değiştiremedim. Evde şükür çeşit yemek oluyor ama gözüm hep ekmekte. Doymuyordu içimdeki çocuk. Birkaç kez diyetisyene de gittim zayıflamak için, zayıfladım da ama ekmeğin engellenmesi beni psikolojik olarak çok gerdi. Ekmeğe olan engelleme beni daha çok hırçınlaştırdı. Yemeliydim, çünkü bu şekilde ezikliğime, engelime, isyan edebilecektim….Yani ruhum öyle diyordu. Ama kilo artıyor, sağlığım bozuluyordu. Aynalara düşman oluyordum zaman zaman. Giydiğim yakışmıyor, kendimi çirkin buluyor, kendi bedenimden de uzaklaşıyordum. Bunun da nelere sebep olduğu, en azından nasıl pekiştirdiğini yaşadım gördüm. Sorunun farkındaydım ama bu da bir çeşit bağımlılıktı. Kısırdöngü içinde gidip geldim yıllarca. Zayıfladığım zamanlarda kendime güvenim arttı, çok mutlu oldum. Ama bu kilo kayıpları istikrarla devam etmedi. Bir ekmek almak için girdiğim fırında oyalanmayı, koklamayı çok seviyordum ve çıkarken 30 liralık ekmek çeşidiyle çıkar oluyordum genelde. Bir nevi cinsel sapmalar gibi... O hayatı yaşıyorsunuz, o an çok mutlusunuz belki ama gerçekte hiç mutlu değilsiniz. Çünkü sevilmiyorsunuz, saygı görmüyorsunuz, vazgeçilmez değilsiniz, sadakatle bağlanmayacak kimse size.... sadece birkaç dakikalığına kullanılacaksınız. Aslında bundan daha büyük onur kırıcı bir şey olamaz. Daha ideal vücutlar arama, daha fazlası, daha çok kişi, daha yakışıklısı-güzeli vs ama o mutluluk hep ütopik kalacak. En fazla mutlu olacağını-olduğunu zannedeceksin. Tarif edemeyeceğin bir boşluk hep olacak. Doğanın doğal bir sonucu olan ve mutlaka hortlayacak olan eş-baba-anne- aile özlemi arzu ettiğin her mutluluğun üzerinde olacak. Bunu anladığında belki iş işten geçmiş olacak.

Malum sorunlarla hocamızın kapısını çaldığımda bu durumu besleyen bir etkendi yemek… Bir filmin repliğinde şunlar söylenmişti  " Bir insan çok yiyorsa karnını değil, aç olan ruhunu doyurmaya çalışıyordur..."  Aynen öyleydi. Hele de bu açlık çocukluktan kalma bir açlıksa doyması çok zordu. Her ne kadar bu açlık bedensel gibi görünse de tamamen duygusal bir açlıktı.... sevgi açlığıydı. Her şeyi belki bir taravmaya bağlamak doğru değil ama benimki sevgi açlığı travmasıyla bu hale gelmişti. Bilinçaltım babama olan öfkeyi, başkaldırmayı, hesap sormayı "yeme" şeklinde gösteriyordu. Fakirliğe, ezilmeye, yok görülmeye, ilgisizliğe  başkaldırıydı yemem. Ama yedikçe beden şişerken ne sevgi açlığım son buldu, ne de öfkem. Babamı cezalandırayım derken yine bedenime, ruhuma zulmediyordum. Bu sefer ruhun da, bedenin de, iraden de ezikleşiyor, aşağılık kompleksine kapılıyor, cinsel kimliğimden de uzaklaşıyordu. Her açlık buna sebep olmaz belki tabi ama cinsel kimlik bunalımlarına bir çok sebebin etki ettiği aşikar. Özgüven eksikliği , aşağılık kompleksi, eziklik....  ve sonrası başka bedenleri-yüzleri-cinsiyetleri yüceltme şeklinde hemcinslerinizi putlaştırmaya başlarsınız. Kendinizi batırdıkça, hemcinsinizi yüceleştirirsiniz. İnsan kendine değer vermeye başladıkça, içinde olan ama kendisinin de farkında olmadığı ezikliği gidermeye çalıştıkça irade güçlenecektir. İradeye hükmedip kendinizi frenledikçe daha güçlü bir kişilik oluşacak. Dikkat ettiyseniz çok kilolu insanlar ciddi şekilde zayıfladıktan sonra değişim sadece bedenlerinde olmuyor. Tarif edilemez bir mutluluk, özgüven, sosyallik, başarma egosu da hortluyor... Bu sadece yemekle ilgili değil tabi... Alkol, sigara, kötü ve düzeltilmesi zor davranışlar, cinsel sapmalar  gibi birçok alışkanlıkların, saplantıların, bağımlılıkların temelinde benzer travmalar gizli. Bunların sonuçları da kişiden kişiye değişiyor. Kiminde meydana gelen eziklik ve aşağılık kompleksi erkeğin "erk" liğini elinden alıyor. Kimisinde de başka bir şeyi...Yani sanırım tüm bu alışkanlık veya saplantılar bazen cinsel kimlik sorununun sebebi, bazen de sonucu olabiliyor.
        Hocam …artık aç değilsin, yedikçe mutlu olacağını sanıyorsun ama mutlu da olmuyorsun. Yedikçe …özellikle de ekmek yedikçe babana isyan etmiş zannediyorsun kendini. Ekmek yedikçe o adamın oğlu olmaya devam edeceksin. Ya da ekmeği bırakıp sen olmayı seçeceksin dedi. Bunda irade gösterebilirsen asıl sorunun çözümüne de destek sağlamış olacaksın dedi. Evet sorun sevgi açlığı ve artık bu açlığın yemekle giderilemeyeceğini ruhuma kazımam lazım. Belki irademle bir iş başarmanın mutluluğuyla kendime güvenim artacak ve terapi sürecini daha verimli geçireceğim. Kim bilir…Şu an 107 kiloyum. Ne kadar irade gösterebilirim bilmem. Çok zor benim için. En azından mücadele için hocama söz vermiş oldum. Kiloyu buraya yazayım ki mücadelem farz olsun. Ama sevgi açlığımla yüzleşmek, bunu da halletme yoluna gitmeliyim. Halen boşluktayım bazen. Babam artık hayatta yok ama keşkelerim çok ve engel olamıyorum. Kendim baba oldum ama ölen babama şunları haykırmak istiyorum " Baba hala sana ihtiyacım var, rüyada bile olsa gel ve geçmişi telafi et. Sıcak ve sert sarılmalarına, vereceğin güvene çok ihtiyacım var. Benim değil, içimdeki çocuğun buna çok ihtiyacı var. Çok büyüdün artık ihtiyacın yok diyorum, dinlemiyor. Sıkı sıkı sarılmak, dokunmak, sendeki gücü hissetmek, sağlam bir dağa yaslanmak istiyor, senin tarafından sevilmek istiyor. Asıl açlığım bu... Zenci çocuk gibi kaldım beyaz çocukların içinde... Farklıyım ama gururlu-mutlu değilim. Diğer zenci çocuklarla ilişkiler kurup yaşamak çözüm mü bilemiyorum. Belki ten rengim hiç önemli olmayacak ve güçlü irademle, karakterimle "ben de varım " diyebileceğim. Bunu artık babasız gidermeliyim.  Hiç babanın olmaması zor bir durum ama baba varken yokmuş gibi bir babanın  olması daha da kötü. Çünkü öfken birikiyor, soracak hesapların artıyor, affedemiyorsun... Kendime söz verdim...senin gibi bir baba asla olmayacağım. Dokunacağım, yüreklendireceğim, öfkelenmeyeceğim, küçük şeyler bile olsa etkinlikler yapacağım, güven vereceğim, göğsüme yaslayacağım, sırtını sıvazlayacağım,  en önemlisi sevgimi göstereceğim. Annelerini çok sevip, bir kadını nasıl sevileceğini öğreteceğim.

Artık zenci değilim…Zenci çocuk büyüdü…Özgürüm…sahibim yok… Destek olabilecek ne babam ne de rüyalarım var artık. Babamdan göremediğim sevgiyi aileme, dostlarıma göstereceğim. İhtiyaç gibi görünen "yemek" arzularımın artık gerçekten ihtiyaç olmadığını anladım terapiler sayesinde. Sorguluyorum artık... imkanım var artık ama gerçekten bedenin  ihtiyacı var mı şu anda zenci çocuğun arzularına …Yok!  Geçmişe dönemem, ve o çocuğu mutlu edemem. Ama yine başka zenci çocukların varlığından haberdarım. Onlar yaşadıklarımı yaşamasın diye yakın çevremde küçük organizasyonlar yapıp ayakkabı, kıyafet, erzak, kırtasiye desteği yapıyorum sürekli. Ancak bu şekilde içimdeki zenci çocuk mutlu olabiliyor… Diyetin sadece yemekle ilgili değil, bu açlıkla ilgili duygular, beklentiler, saplantılar, alışkanlıklarla ilgili olduğunu da anladım. Bunlarla da savaşıp bununla ilgili de diyet yapmalıyım.  Ama  baba, ne yapsam, ne kadar yol alsam ... seni affettiğimi söylesem de  kalbime hükmedemiyorum. Beni yarım bırakıp gittin. Kendimi tamamlama mücadelesi veriyorum şimdi. Babalığı, eş olmayı, erkek olmayı öğreniyorum H.K.' dan. Eş olmayı hocam sayesinde inanamayacağım şekilde çok şükür öğrendim. Şimdi sıra baba olabilmekte... Sonra erkek gibi erkek olacağım tamamıyla...



http://escinselterapi.net/forum/index.php?topic=2030.0
Başlık: Ynt: DİYET TERAPİSİ: ZENCİ ÇOCUK ve BEYAZ EKMEK
Gönderen: psikolog - 06 Nisan 2021, 03:40:53 ös
ONLAR YANLIŞ BİLİYOR…   BU BENİM SUÇUM DEĞİL !

Bu gün 6. Terapiye geldim. Önceki yazım, terapideki diyet konusuyla ilgili olduğundan tekrar yazma ihtiyacı duydum. Diyette iradeli davranabilirsem belki asıl sorunda başarı sağlayabilirim. Bu terapide  benzer asıl sorunlarla boğuşan bir danışanla tanışmamız benim için önemli bir tecrübeydi. Beni en iyi anlayabilecek bir kişi, ilk defa karşımdaydı. Kader yaklaşık aynı… böyle olunca sanki yıllardır tanıyormuşum gibi. Sonra da yazıştık-konuştuk-dertleştik. Ona “ İyi bir insansın ve senin gibi bir adamın mutlaka cennete girmesi lazım…” dedim. Herkes layıktır  cennete tabi de o an aklıma  nedense böyle bir yorum geldi. Umarım o da ben de hedefimize ulaşır, dünyamızı ve ahiretimizi kurtarmış oluruz. Maşallah onu daha motivasyonlu görüyorum. Allah yardımcısı olsun, muvaffak etsin inşallah. Kusura bakmayın neysem neyim ama inançlı da biriyim. Cümlelerim, düşüncelerim bu yönde. Rahatsız olan, tasvip etmeyen okumasın zaten. Ama korkmayın hocamız terapilerde  din- diyanet, cennet-cehennemden girip lut kavminden çıkmıyor. Tedavi sırasında bunlar materyal ya da yöntem olarak kullanılmıyor. Bahsedildiği gibi bir yeşillik yok yani.  Yeşil olmazsınız, emin olun. 😊 Bilakis argonuz gelişir. Çoğu gibi terbiyeli, saygılı, idare eden, susan, fedakarlık eden vs bir çocuktuk ya….Söyleyememişiz, anlatamamışız, haykıramamışız… hep içimize atmışız ve ezdikçe ezmişiz kendimizi. Hocadan ömrümde toplamda duyduğum argoyu terapi süresince duyuyorum. Da bana göre öyle… Ama bir rahatlatıyor anlatamam. İnsanlar kendilerini rahatlatacak mekanizmalarını kendileri geliştirir. Kimi küfür eder, kimi kırar geçirir, bağırır çağırır, kimi dışarı atar kendini, kimi içer vs. Şahsen hiçbirini yapamamışım. Efendi olmak bir nevi ezik de olmakmış…. Neyse…

Candan Erçetin’in bir şarkısı var… Çok da severim “ Onlar yanlış biliyor, kimsenin suçu değil bu, bu benim suçum…”   Evet benzer kaderdeki insanlar için bu durum, genelde herkesin yanlış bildiğidir bence. Ama bizim kendimizin de  bir aşamadan sonra yanlış değerlendirmesidir. Acizane kanaatim bunlar, tabi ki katılmayabilirsiniz. Biz ruh hali ve dürtü aşamasında suçlu değiliz… Bu tercihimiz değildi. Muzdarip olduğumuz ya da öyle olduğunu düşünenler için bunu tercih etmek çok akıl karı değil. Tekrar dünyaya gelinse kimler tercih eder bu ruh halini, geçmişteki yaşantıları, hüzünleri, mücadeleleri… Ölümcül bir hastalığa yakalanan kabullenemez, önce ruhsal sonra bedensel  şiddetli acılar çeker… Nihayetinde en sonunda ölür. Şahsen ben her gün öldüm. Bitmedi, azalmadı … Kim niye bu zorlu hayatı  tercih etsin ki… Tercih ettim, kendimle barışığım diyen kaç kişi acaba?  Mutluluk sadece cinsellik mi? Sağlıklı bireylere sorulsa kimler  tercih eder? Kaç kişi evet der? Oysa bu bir tercihse, ortada bir sorun yokken ben bu  ruh halini ve yaşantıyı seçtim, mantıklı geldi  diyebilecek çıkmaz mı? Çıkması gerekirdi elbet.  Bir araştırma bu tür yaşantıları özgürce yaşayan ülkelerde bile ruhsal çıkmazlardan, yaşantılardan intihar olayları az değilmiş. Oysa devlet ve toplum her türlü özgürlük ve koruma sağladığı halde. Yine bir araştırmada çocuğunuzun bu durumda olmasını ister misiniz diye sorulduğunda, ben çok mutluyum bu durumdan, tabi ki çocuğum da faydalansın diyebilecek az kişi çıkmış. Birkaç popüler kişi dışında mutlu yaşayan kaç kişi vardır.  Ortak hedef için saf tutanlar kendi içlerinde acaba aş-eş-iş-barınma- sadakat-tutku vs bakımından ne kadar birbirlerine destek oluyorlar. Mutlu olanlara şimdi değil de insan ömrünün belki son demlerinde- hastalıkta-yaşlılıkta- güzellik ve yakışıklılık gittiğinde- mal ve mülk olmadığında- sex bittiğinde sormak lazım. Aşk ve sadakat asıl burada başlar… Mutlu olanlara saygı duyuyor,  mutluluklar dileyerek  mutlu olmayanlar-olamayanlar üzerinden yazmak istiyorum. Allah-ahirat inancı olmayanlar hiç okumasınlar, çünkü tasvip edeceğiniz düşünceler değil zaten. Yanlış anlaşılmasın kimsenin  inançsızlığı beni ilgilendirmez. Ama maneviyatsız, inançsız mücadele şahsen benim için zor bir yöntem. Elbet başaranlar da vardır. Kim neyi isterse yaşasın ve nasıl olmak istiyorsa olsun, nasıl mutlu olacaksa olsun. Ama bizim gibi kabullenmeyen, bunu tercih etmek istemeyen, kurtulmak isteyenlere, çözüm arayanlara, bu yolda mücadele edenlere de tukaka denmemeli-eleştirilmemelidir. Bu da bizim gibilerin tercihidir. Psikolog kapılarını aşındıran pek çok kişi mevcut durumlarından kurtulmak için çabalıyorken kabullen ve yaşa, çare arama  nasıl  denir? Özgürlükse biz de hasta olduğumuzu kabul ediyoruz kime ne? Tıp otoriteleri ne derse desin. Tıp ve ilaç sektörü kapitalizmin kölesi olmuşken,  na kadar güvenilir tartışılır. Yıllardır var olan hastalıklara çare bulunamazken maşallah bir yıl içinde iyi kötü birkaç ülke corona aşısını buldu. Hal böyleyken belki boşa kürek çekeceğiz, belki amacımıza ulaşamayacağız, belki oyalanacağız …. ama istememeye devam edeceğiz. M. Merter HZ. İnsan der….Tercihiniz ne olursa olsun yine de insan olarak kutsalız. Herkes…. Varsa bir bedel, herkes kendi öder. Kınama! Alay etme! Kabul et! Dışlama! Bunları herkes, herkes için  uygulamalı…Herkesin tek bir hayatı var ve isteyen istediği gibi yaşasın.

Evet onlar yanlış biliyor, bizim tercihimiz değildi. Hastalıklı ailelerimizden bize kalan kötü olan her şeyi  redd-i miras tercih etme hakkımız yok maalesef. Bu aşamada aile suçlu, ama faturası bize kesilmiş. Şanslı olanlar ailesiyle yüzleşir, suçlar- suratlarına haykırır ve bir şekilde sorumluluğu- varsa suçu  yüklemiş olur. Ama ortada artık yüzleşecek bir ailesi yoksa kendi halletmek zorunda. Hesaplaşacak ailem yok, çoktan affettim. Kırgındım ama o da yok artık. Kendimi suçlamayı öğrendim yıllar önce ve yapıştı artık üzerime.  Evet bu aşamada yaşadığımız durum kişinin kendi durumu yanında mücadele edip-etmeyeceği  ile ilgilidir. İş bundan sonra başlıyor… Dürtüler, arzular, düşünceler fiiliyata geçmedikçe mes’ul değiliz. Belki kendimizi  frenleyip yapmadıkça sevap bile kazanılır. Bu ağır ve başa çıkması zor bir imtihan. O Allah ki yapılacak her mücadelenin karşılığını verecektir. Belki bu mücadelemiz en güzel ibadetimiz olacak.

Evet ahkam kesmek kolay buraya kadar…Diyeceksiniz güzel akıl veriyorsun sen halledebildin mi? Bilmiyorum bazen çok umutlanıyor, bazen yerlerde sürünüyorum. Tekrar kalkıp çözüme yönelme arzusuyla ızdırap çekiyorum. Belki sonuca hiç ulaşamayacağım ama mücadele ederken ölmek de benim için sonuçtur. Bu yolda yalnız mücadele zor, profesyonel yardım almak şart tabi. Ama kimsenin sihirli değneği yok, çakılan bir kıvılcımdan yangın çıkarabilmek için yine bize iş düşüyor. Olmadı bir daha, olmadı bir daha… Benim de 10- 15 terapi değil belki hatrı sayılır uzun bir süre sonraki yazılarım daha önemli olacaktır. İşin başındayız, heyecanlı- umutlu-gayretli olabiliriz ama sonra ne durumda olacağım bilmiyorum. Forumdaki paylaşımları okuyorum, umut veriyor evet ama  mesela 15-20. Terapi görüşleri yok mesela. Acaba bunlar mücadelelerine son verenler, o gücü devam ettiremeyenler,  o yönde bir hayatı tercih etmeye mi karar verdiler…Yoksa tamamen arzu ettikleri hayatlarına, hayallerine kavuştular, evlenip çoluk çocuk sahibi oldular ve dürtüleri sona mı erdi. Geçmişi unutup artık konuşmak mı istemiyorlar. Sonuç neyse öğrenmek isterdim. Eğer arzu ettikleri yönde bir başarı sağlamışlarsa bu tecrübelerini paylaşmaları bir vefa borcudur. Şahsen bir gün ben de kurtulursam inşallah, bir şekilde yardım isteyenlere haddim olmasa da  destek olmak isterim. Keşke öncesinde başarabilsem…. Hiç bir zafere çiçekli yollardan gidilmiyor…

 

“ De ki: Ey kendilerine karşı aşırı giden kullarım!Allah2ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayan , çok merhamet edendir.” ZÜMER :39/53