İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: [1] 2 3 ... 88
1
Hüseyin KAÇIN / AFFEDİCİ'NİN AFFIYLA
« : Bugün, 01:15:02 öö »
AFFEDİCİ'NİN AFFIYLA

yağmuru yaratan Allah
taneler içinde damlaların özünde
bereketi de yaratmışsa
acıdan akan gözyaşlarında
tebessümleri gizlemiş saklamıştır


ağladıkça bahar bahçemiz
içimizde cenneti yaratan Allah
yüzümüzü de gönlümüzü de güldüren

koşun çocuklar koşun
göklere doğru uçun
meleklerin kanatlarına sığındıkça

kapısından içeri gireceğiz
cennetin
nisan ayının bereketiyle
çicek açan ağaçların aşkıyla
sarıp sarmalayan sevdaların
yüzü suyu hürmetine


kuş olup gideceğiz
bu dünyadan
affedici'nin
affıyla....

29 Ayşe Nisan 2024
01:10
İstanbul

2
Bülent 22 buçuk yaşındayım diyor sanki elli yaş edasıyla. Olgun, ağır başlı, saygılı bir genç. Üç saate yakın geçen görüşmemizde toplumun feminen diye tanımlayabileceği hiçbir şey dikkatimi çekmedi.
Tıp fakültesi öğrencisi.  Zeki olduğu her halinden belli, özellikle gözlerinden fışkırıyor. Tus sonucuna göre branş seçecek, nöroloji, sinir bilimi düşünüyor. Tıp öğrencisi olması bir yana çok aktif hobileri ve kursları olduğu için benimle zaman konusunda baya pazarlık etti randevulaşmak için yazışırken. O yüzden vakit kıymetli hemen konuya girdik.
Baba asker anne ev hanımı 1 abisi var. Babanın işi gereği Bülent 8 aylıkken Manisaya taşınılıyor. Okula orada başlıyor 4 cü sınıfa kadar orada okuyor.
‘’Manisa kapalı bir toplumdu sadece lojman içinde yaşadık dışarıyla alakamız yoktu.  Kopuş noktam orasıydı diye düşünüyorum son yıllarda, çünkü benim o döneme dair hiç anım yok. Çocukların olur hatırladıkları ama benim yok.  Topluma şehre insanlara dair bir anım yok. ‘’ diye özetliyor o dönemi.
Ardından Batman,  5 yıl da orada yaşamış. Oraya dair hatırladığı tek anı; ‘’karşı komşumuzun çocuğuyla birbirimize dokunduğumuzu, bedenimizi tanımak keşfetmek için bir birimize çıplakken ellediğimizi hatırlıyorum. Öncesi yok oradan başlıyor her şey. En erken hatırladığım bu. Birkaç defa olmuştu hepsi o kadar.
Ailesinin çocukluğuna dair anlattıkları arasında 4 yaşında komşunun kızıyla çok fazla oynarmış hatta öpmüş kızı bir iki defa ve bu evde gündem olmuş. Hatta resimleri varmış o kızla. Ama Bülent bunları da hatırlamıyor.
Biraz anlatır mısın hatırladığın kadarıyla çocukluğunu ve aileni?
Geleneksel bir mahalledeydik. Batman da ev sahiplerimizle aynı apartmandaydık ve herkes orda komşuluktan öte akraba gibiydi. Ama annem yine de eve erken gelmem gerektiği konusunda üzerimde ciddi baskı kurardı.
Alt komşunun oğlu 18 yaşındaydı ve annem beni hep onunla korkuturdu. Bak İsmet seni döver eve erken gel!  Şiddet içeren bir korku vardı üzerimde yıllarca süren.
İsmet sarışın açık mavi gözlü iri yarıydı. Ben şu yaşta hala çok açık mavi gözlü birine bakamam, hele göz teması hiç kuramam.
Çocukluğum ondan korkarak geçti, sokakta oynayan bir çocuktum ama eve hep en erken dönen bendim. Hep bir İsmete yakalanmama korkusu.
Hemcinslerimle iletişim kurmakta zorlanmaz, onlarla her tür oyunu oynardım ama daha az tercih ederdim. Erkek gruplarının içinde rahat edemezdim ama yakın arkadaşlarım hep erkekti. Futbolu oldum olası sevmedim ilgi duymadım ama abim ve babam çok severdi, ben beceremediğim içinde beni oynatmazlardı zaten.
Çekirdek aile olarak yaşadık hep kalabalık akraba içinde değildik. Bayram seyran bir araya gelinirdi akrabalarla.
Narsizst biri babam, beş kardeşler ama ailesinin içinde en az fark edileni babamdır.
Ailede birisi okumuş diye sevilmiş, biri en küçük olduğu için çok sevilmiş, birisi çok iyi eş seçtiği için çok sevilmiş ve öne çıkmışlar ama babam ailesinde en fark edilmeyen en etkisiz eleman gibiydi ve bunun bilincindeydi. İstisna da olsa babaannemle konuştuktan sonra bir iki defa tüm narsizliğine rağmen bu sıkıntısını dışa vuran sitemler etmiştir. O yüzden sürekli bir şeyler ispatlamak üzerineydi sohbetleri, her lafa s her sözüne ben ben diye başlardı hep babam.
Ailesinin gözünde kendini gösterip onay alabileceği bir meziyeti olmadığını hissettiği içinde evde bize karşı ne yaparsa yapsın yine de kabul edilme, onaylanma, ya da hep kendini öne çıkarma isteği geliştirmişti. Bunu bize dayatırdı. Bazen bir konuda abimle ya da onun arkadaşlarıyla kıyasıya tartışırdı. Komşularla birlikte olduğumuzda da babam hep ortamın en çok konuşanı en çok ben diyeni olurdu. Ben şöyleyim ben böyleyim ben onu da bilirim bunu da bilirim. Büyüdükçe babamın insanlara ne kadar itici geldiğini daha net görüyordum.
Annem de aşırı baskı kurar hep eleştirirdi babamı, hep eleştiri alan babam sesini yükseltir bu durum kavgaya dönüşürdü. En çok da para üzerine dönen kavgalar hiç eksik olmazdı. Aslında sürekli her şey için kavga ederlerdi.
Mesleki bir tahakküm kurmadı üzerimizde, yani askeri disiplin uygulamadı bize ama işte o yine narsiztliğinden dolayı bizimle yarışır her konuda illaki tartışırdı.
Ya annen?
Annem şükür eden ama hep evhamlı yapıdadır. Evi o çekip çevirir. Hayatı ezikti aslında annemin, istemediği bir evliliğe zorlamış dedem. 20 yaşında hiç tanımadığı ve Iğdır da yaşayan babama vermiş. Kayseri de ailesiyle yaşayan 20 yaşında bir kız olarak hiç tanımadığı bir adama gitmiş annem. Sonra hamileliğinde taravmatik şeyler yaşamış, hep mücadele etmek zorunda kalmış. Babam sosyal biri hep dışarda, ya da iş yerinde. Yıllarca annem çok yalnız kalmış oralarda. Doğru dürüst duygusal ihtiyaçlarını karşılamayan bir koca ile ömür geçirmiş bir kadın işte benim annem.
Ben çok küçük yaşlardan beri annemin derdini anlattığı içini döktüğü çöp kutusuydum. Yani bilmek, duymak isteyip istemediğimi düşünmeksizin bana yalnızlığını, mutsuzluğunu aktardı. Sanki kız kardeşi, kız çocuğuymuşum gibi dertleşti benimle hem de her konuda.
İlkokul 5 de çıkış zili çalsın bir an önce annemin yanına eve gidiyim diye ağladığımı hatırlıyorum, önceleri hep sokakta oynayan bir çocuktum ama Batman’da kültürel bir şok yaşadım, her şey farklıydı herkes farklıydı ve ben okuldan çıkıp koşarak eve döneceğim saati beklerdim dört gözle. Hep evde olayım, çok yemek yiyeyim, çok okuyayım tek odağım bunlardı. Çok kilo aldım o dönem ve bu durumlar beni hemcinslerimden uzak tutmaya başladı.
Annem günlere götürürdü. Sevilen uslu, sakin, söz dinleyen çocuktum herkesin gözünde.
Senin kızın yok ama Bülent var derdi kolu komşu hep. Övünürdü, sevinirdi annem bunu duyunca. Bu telkinlerle çok karşılaştım ben. Kızın yok ama bak sana yardım eden, hiç seni üzmeyen Bülentin var.
Neydi sebep böyle denmesinde? Ne hissederdin anımsıyor musun?
Ben anneme temizlik işinde, mutfakta yardım ederdim. Geleneksel bir toplumdaydık ya erkek para kazanır, evi kadınlar çekip çevirirdi ya ama ben aslında hiç öyle düşünmezdim. Anneme yardım olarak bakardım olaya, zaten babam onu hep üzüyordu ben hep evdeydim nasılsa, boş zamanımda annemi mutlu etmek için yardım ederdim.
Sonrasında da kendimi eşitlikçi gördüğüm için yapıyorum sanıyordum. Onların ne sandığını bilmiyorum. Bizim ailede bu tavrım bir cinsiyet rolü olarak görüldüğü için sanki ben bu eşitlikten yana olunca kadın rolünü benimsemişim gibi davranılıyordu ve buda benim erkekliğimin ezildiğini hissettiriyordu ve beni rahatsız ediyordu çünkü abimden böyle bir şey beklenmezken benden beklenmesi garip geliyordu. Yani abime bir çay koy demezlerdi ama bana derlerdi. Abin toplamamış hadi sen odanızı yatağınızı topla denirdi. Hala bile annem ne zaman mutfakta olsa gel şunu ayıkla yardım et diye seslenir bana.
Abimde şimdilerde yardım ediyor ama bunu bir yetişkin olarak kendi isteğiyle yapıyor ama bana çocukluğumdan beri bu empoze edildi, benden bu hep istendi. Aklı başında yetişkin biri olarak eşine annesine yardım etmesi ayrı benim gibi cinsiyet kimliği gibi üzerime bu işlerin yıkılması ayrı. Yani annemin bu davranışı resmen yanlışmış. Ben sessiz sakin uslu çocuğum diye anneme acıyorum onu sevindirmek istiyorum diye, ailemi üzmüyorum sorun çıkarmıyorum, çalışkanım diye mi yaşadım bunları bilmiyorum.
Şimdilerden geriye bakınca o dönemlerinde hareket ve tavır açısından kendini feminenleşmiş hissediyor musun?
Geçen gün bir video izledim o yıllara dair, hareketlerimde bir şey yoktu ama konuşmam biraz feminendi.  Çocuk sesi aslında ama bana şuan ki farkındalığımla biraz feminen geldi.
Annen ya da yakınların buna dair bir bildirim yapmışlar mıydı sana? Yani senin fark ettiğin bu hafif feminenlik onlar tarafından fark edildi mi o yıllarda?
Ailede fark edilmemiş demek ki. Hiç ima da bulunmadılar bir tepkileri olmadı.  Ama akranlarımın arasında oluyordu. Sen erkek misin top çeviremiyorsun, maç edemiyorsun denirdi bazen.
Annemin bunu fark etmemesini önemsemiyorum. Ben annemle yakın değildim, annem benle yakınmış, şimdi bakınca geriye ben anneme dertlerimi açabilirim diye düşündüğümü hiç hatırlamıyorum, açamadım da zaten hiçbir derdimi. Annemdi dertlerini açan taraf, ben hep onu dinleyen ve üzmeyendim.
Bu durum ergenlikten sonra kendini bastırılmış hissettiriyor ve patlamalara sebep oluyordu çok kavga ettik bir dönem. Annemin istediği çocuk olmaya çalışırken kendimi bastırmam içten içe beni rahatsız ediyordu sonra alakasız küçücük bir şeyden patlıyordum. Dengesiz biri oldum bu yüzden. Babam da makul bir adam olarak görünmezdi bana. Keşke o beni fark etse yanımda olsaydı. O bana erkek olmayı öğretseydi. Abim kadar beni de teşvik etseydi keşke erkeksi konulara ve aktivitelere.
Şimdilerde bu durumuma bakınca çok travmatik geliyor. Sanki aralarında çocukları paylaşmışlar babam abimi almış annem beni. Babamın beni bir yerlere götürdüğünü hiç hatırlamam. Abime ısrar ettiği gibi bana da futbol oynamam konusunda ısrar etseydi belki çok farklı gelişirdim.
Bülent 18 yaşına gelmiş, okuyor başka ilde ve tatil de ailesinin yanına gidince hala anneyle uyuyormuş. Çocukluğunda babasının nöbette olduğu zamanlarda onunla uyumasına onay veren annesi, yaşı 18 olmuş ama birlikte uyumaya bir son vermemiş. Şimdi bilinç düzeyi yüksek ve terapi gören haliyle 22 yaşındaki Bülent bakın neler hissediyor bu konuda:
Annem sanırım sezgisel olarak evlatları arasında onun duygularını anlayıp ona destek olabileceğimi düşündüğü için bilerek kurdu benimle bu fazla yakın bağı. Çocukken duygusaldım evet çok sessizdim, artık değilim ama o zaman öyleymişim.
Annem o yalnızlığının o duygusal boşluğunun içinde bu halimi sanırım kendine yakın buldu. Beni farkında olmadan özellikle seçti annem ve duygusal olarak kocasında göremediği şeyleri benle besledi. Onu üzmeyen, hep sevindiren, onun için iyilik yapan, onu dinleyen ondan sıkılmayandım onun gözünde. Bir nevi farkında olmadan duygusal istismar yapmış oldu.
Neden annesi abisine böyle davranmadı da Bülent’e böyle davrandı diye düşündüm bir an. Abisi babacıydı, Bülent anneci, abi babayla büyümüştü. Babanın ilk evladıydı, üstelik erkek evlattı, baba o heyecanla fazla mesai yapmıştı oğluyla. Abi babayı örneklemişti, özellikle futbol üzerinden, kavga dövüş filmleri üzerinden, siyaset üzerinden. Abi komşu oğlu İsmet ten korkmayandı, hiç evde durmaz sürekli gezerdi, söz dinleyip eve erken gelmezdi. Anne ile değil babayla çok zaman geçirmiş, çok ortak yön geliştirmişti.
Babamla çok paylaşımım yoktu nasıl olsun ki zaten, annemin babamı hep kötülemesiyle babaya karşı soğuk biri olmuştum yıllar içinde. Ne zaman annemle çok kavga etse ağlatsa annemi içimden bir gün büyüyeceğim seni öldüreceğim diye düşünürdüm çocukken, ilerleyen yaşlarda elime bıçak almışlığım var. Yani, bunlar hep yaşandı bizim evde iklim hanım.
Oysa babam beni topu topu bir iki kere dövmüştür o kadar. Hiç şiddet görmedim güllük gülistanlıktı diyemem ama öyle çok fazla ve sürekli de diyemem. Yaşadığım şiddet çoğu zaman annemi korumak isterken arada kalarak gördüğüm şiddetti. Kişisel yaramazlıktan dolayı değildi.
Ailede durum böyle devam ederken içinde neler oldu. Komşu çocuğuyla ilk keşiften sonra cinselliğin nasıl ilerledi neler hissedip neler yaşadın?
Komşumuzun çocuğuyla bedensel keşfimiz fiziksel değildi, dedim ya çok da net hatırlamıyorum. Birkaç kere dokunmuştuk birbirimize.
12 yaşıma kadar aslında erkek olmakla bir derdim yoktu, kendimi kabullenmiştim, sorun yoktu bende. Sadece erkeklerin arasında onlarla aynı mıyım, işte bu soruyu çok sorar cevap arardım kendimce. Kadın olmadığımı biliyordum ama sürekli kadınların içindeydim. Bu biraz rahatsız etmeye başlamıştı o yaşlarda. Büyük erkeklerle iletişim kurmayı sevmezdim, sürekli futbol ya da siyaset konuşulurdu. Ben anlamazdım bir şey zaten. Aramızda sadece 3 yaş fark olması bana az gibi gelirdi ama buna rağmen abim çok erkekti ben çok çocuktum, böyle hissederdim.
Kadınların yanında daha rahat hissediyordum evet ama kendi tanımıma göre kadınların yanında da bir erkek olarak iyi hissediyordum. Ben bir erkektim ama erkeklerle rahat iletişim kuramazken kadınlarla daha rahat konuşuyordum, böyleydi yani sorun yoktu aslında benim içimde.
Abım babacı ben anacıydım. Mesele bu kadar basitti. Sadece akranlarım sınıf maçı olunca beni oynatmıyordu ama akıllı ve çalışkan çocuğum diye beni hakem yapıyorlardı. Yine sorun yoktu yani benim açımdan.
Beden derslerinde maç yapmaz ya kızlarla oynar ya da test çözerdim. Bir gariplik yoktu, kendimce böyle zevk alıyordum ve zaten ben çalışkandım her fırsatta ders yapmamda sıkıntı yoktu.
Futbol oynadığımı hiç hatırlamıyorum. Sevmiyordum öyle vahşi olmayı, çelme takmayı bağırıp çağırmayı. Futbol oynayanları kaba saba, öküz gibiler diye aşağılıyordum, hem benden üstünler gibi hissediyordum. Tüm bu kafa karışıklığımı çokta düşünmeden devam ettim yaşamıma.
Ergenlikte ben daha bu rüyalanma dedikleri şeyi yaşamamıştım hiçbir şey bilmiyordum ama yaşıtlarım pornodan konuşuyordu. Sanırım 8 ci sınıfın yaz tatilinde 14 yasındayken tanıştım ilk pornayla.
Duygusal olarak kadınlara kızlara ilgi duysam da cinsel olarak erkek pornosu izleyip mastürbasyon yapıyordum, erkek bedenini erotize ediyordum, beğendiğim erkeklerin fantezisini kurduğum oluyordu nadiren. Bu kimlik karmaşamı irdelemek ya da benimsemek yerine konuyu geriye atıp sadece cinsel ihtiyacımı gidermeye odaklandım; porno mastürbasyon porno mastürbasyon geçiştireyim gitsin diye.
Bir şeylerin yanlış olduğunu düşünüyordum ara sıra ama önceliğim hep akademikti. Benim sınav kazanmam lazım, derece yapmam lazım, tıp kazanmam lazım diyerek bu yanlışı arkaya atıyormuşum. Aldığım terapilerde fark ettim. O zamanlar ne kadar farkındayım tartışılır ama bu şekilde geçirdim ergenliğimi.
Bu arada duygusal olarak kızlara da ilgi duyuyormuş Bülent. Beğendiği kıza arkadaşlık bile teklif etmiş ama şişkosun diye reddedilmiş. Uykularını hatta iştahını bile kaçıracak kadar âşık olmuş iki defa.
Sadece odasına kapandığında izlediği, mastürbasyon boyutundan ileri gitmeyen bir durummuş eşcinsel porno izlemek. Sosyal yaşamında erkekler tarafından kabul görmemek ise sınav hazırlığı kadar meşgul etmiyormuş kafasını. Tam o sıralarda babanın tayini çıkmış tekrar taşınmışlar. Bu defa Karadeniz’e. Adetlerini, esprilerini hatta konuşmalarını bile pek anlayamadığı için hepten asosyal olmuş o dönem Bülent. Yine bir başka kültür ve coğrafya şoku yaşarken bu defa diğerlerinden daha fazla zorlanmış. Nedeni şöyle dile getirdi:
Hem kıllanma, hem boyumun uzaması, hem sesimin kalınlaşması bu döneme denk geldi. Geç ergenlik geçirdim ben. Çok kiloluydum memelerim ve koca bir göbeğim vardı. Hiç erkeksi hiç yakışıklı hissetmezdim kendimi.
Akademik süreci geçme peşindeydim sınav stresiyle mücadele ediyordum, yine bir kıza âşık oldum, tabi ki yine reddedildim. Romantik duygusal açıdan kıza çok âşıktım belli de ediyordum ama cinsel anlamda erotize ettiğim şey yine erkek bedeniydi. Yani benim olamadığım, benden daha erkeksi, düzgün vücudu olan belki birazda maço erekler.

3
ŞANSLILAR

öncelikle ben eşcinsel ve trans biriyimdim ayriyetten okb,borderline ve depresyon hastalıklarım mevcut. bence bu saydığım şeyler bana tanrının lütfu çünkü ben hep
güzel ,iyi ve güçlü biri olmak istedim ve ne kadar kadar kötü gözüksede bunların hepsi çözüldükçe insan gelişiyor. fikirlerimi tek tek söyleyeceğim canınızın
istediği kısmı okuyabilirsiniz. öncelikle ´

TRANS OLMA
bence eşcinsellikle birlikte gelen bir duygu tabi bir sürü faktörü var öncelikle değersizlik duygusu toplumda ne kadar söz edilmese de kadın bir tık değersizdir erkek her zaman
daha güçlü daha başarılı ve daha egemendir. bir trans birey bu konuda bilinçaltında şöyle ilerleyebilir. eğer erkekse değersizlik duygusuna biraz daha gerçek değersizlik ekleyip
(kadın olmak) toplumda da değerini düşürmek(sonucunda ise toplumca güçlü gözüken bir erkeğe hayatını bağlamak). kadın ise daha değerli olabilmek için erkek olarak toplumda değer
elde etmeye çalışır. bundan kurtuluş yolu ise kişinin kendine değer vermesi ve kendini küçümsememesi kişi bir şeyler başardığında zaten o duygu oturmakta. işin bir diğer ucunda ise kadın
veya erkek figürünün oluşmaması. bu çocukluktan gelen anne baba ile ilgili çocuğun alamadığı ya da ebebeynin sağlayamadığı bir durum ama bence çocuk eğer ebebeyne bir sevgi
hissetmiyorsa zaten ebebeynin gösterdiği figürü benimsemeyecektir. eğer çocukta sevgi yoksa çocuk bunu ebebeynine karşı bilinçsizce olsa bile intikam almak için
kullanacaktır. bunun çözümü ise anneyle ya da babayla girdiği güç yarışını sağlıklı bir biçimce yenmesidir.

GÜZELİK TAKINTISI, KADINSILIK, ERKEKSİLİK VE CİNSİYETSİZLİK
güzellik takıntısı kişinin kendini beğenmemesi, ezik ve değersiz hissetmesi, ilgi beğeniye açlığıyla meydana gelir. kişi ne kadar kendi öznelinde güzel olursa olsun
en ufak bir değeri yakalamak için böyle takıntılar yaşayabilir. çözümü ise bedeniyle barışmasıdır. seni seven seni kişiliğin için sevmeli.
kadınsılık ve erkeksilik yönelimden bağımsız bir şekilde oluşabilen şeylerdir. hetero ilişkilerde erkek kadınsı, kadınsa erkeksi olabiliyor.
cinsiyetsizlik konusu ise kişinin belli bir kalıpta kendini tutmaması gerektiğini düşünüyorum örneğin erkeğin makyaj yapması ne kadar tuhaf karşılansa da aslında belli bir
bir standartta yapılabilecek bir şeydir (tabi yere göre) yada bir kadının erkek kıyafeti giymesi tuhaf karşılanmıyorsa erkeğinde kadın kıyafeti giymesinde sakınca yok.

YETERSİZLİK DUYGUSU
aslında kişinde bu duyguya yer vermesi ile de oluşuyor ama bu herkeste olan ve çevrenin verdiği tepkilere de bağlı ama unutmayın hiçbir zaman kimseye yetemeyeceksiniz
ve sizden daha fazlasını isteyecekler. o yüzden kendinize dönün ve en doğrusu ve iyisini yapın zaten devamı da gelecektir.

EŞCİNSELLİK
translıktada bahsettiğim gibi rol modelin olmaması değersizlik ,sevgisizlik ve cinsel tercihlerin doğru yapılamaması sonucu oluşuyor.

BORDERLİNE
ailenin yetiştirme şekli ve çevreyle oluştuğunu düşünüyorum. ne yaşandığını atlatmak istemesem de çözümünün kişinin yine değer duygusuyla alakalı olduğunu düşünüyorum.
eğer kişi kendinden fazla başka birine değer vermezse hayatını kurtarır ama onun dışındaki özellikler bizimle birlikte. kişi kendine güvenmelidir.

4
Ben ses taklitçisi,  eşcinsellerde “bear gay” diye tabir edilen kıllı kilolu adamlardan biriyim!

Cemil 39 yaşında  İki sesi var. Biri tam bir kadın sesi diğeri ise tam bir erkek sesi.  O bunu itiraf edene kadar beş saat yan yana koltuklarda oturmamıza rağmen hiçbir şey anlamadım. “Erkek sesini çıkarmak için ömrümü verdim ve gayet kalın bir erkek sesi çıkarabildim. Beni görmeyen biri sadece kadınsı sesimi duyduğunda travesti olduğumu dahi düşünmeden direk kadın sanır.”
Baştan anlatır mısın “ses taklitçisi” olmanın sebebini?



5
Bu konuyu uzun zamandır araştırıyorum fakat internette bu konu üzerine yazılmış değil türkçe herhangi bir sağlam bilgi bulamadım.7 yıldır araştırıp okuduğum onlarca makaleyi kısa bir zaman önce hem kendi deneyimlerimden hem de başkalarının deneyimlerinden yapboz gibi birleştirdim.İşte size bilimsel açıklaması; tedavisini buldum hocam.
 Kabullenemediğim durum beni hergün akşam öldürüp sabah tekrar aynı acıyı yaşamama sebep oluyordu, bir sorun vardı intrinsik olarak biliyordum.Bakın bilinç yanlış giden bir şeyler olunca evrimsel açıdan savunma pozisyonuna geçer ve bu sizi cendereden çıkmak için her şey mübah anlayışını getirir.Travmaların insan psikolojisi üzerinde etkisi bir numaradır sizi şekillendiren etmendir.Herkesin bir travması vardır ve bu kişiliği hamur gibi şekillendirir.Bir insanın en zayıf noktası,derinlere gömdüğü mahzeni, travmalarıdır.Bunun tabi ki sebepleri küçüklükten itibaren aile ile olan ilişkilerdir ve bu süreç tüm hayatını etkiler derken cinselliğide etkiliyor
Eğer küçükken domine edilmiş biriyseniz ki benim hikayemde beni domine eden kişi annem olur, bu sizi mazoşist birisi yapar.Erkekte güç önemlidir fakat kişilik açısından feminen yetişmişseniz (buna daha sonra geleceğim) bu cinsel hayatında erektil disfonksiyona kadar gider, cuckold, ensest, travestik fetişizmden tutun pedofili birisi bile olabilirsiniz. işte bu nokta cidden işin ilginçleştiği kısım.Nasıl olurda bir travma senin dopamin salınımını etkiliyor! Bu teorik olarak imkansız. evrimin temel amacı üremek bu yüzden cinsellik önemlidir toplum sağlıklı bir cinselliğin üzerine inşa edilir maskülen erkek ve feminen kadın toplumu oluşturur. Yani arkaşlar cinsellik saptığı zaman kişilik bozukluklarını da beraberinde getirir
Tabi eğer kendini baştan inşa etmek istiyorsanız bu travmalardan kurtulmanız gerekir.
Arkadaşlar size bu yazımda bir grubun tedavisini yani sonradan eşcinsel ve diğer kategorilere kaymaların çözümünü anlatacağım üstüne bi kıyak geçip kadın erkek ilişkilerini de sansürsüz anlatacağım
kendimden başlamak istiyorum önce: Tıp okuyorum 20 li yaşlarındayım. Anadolunun bir kentinde doğdum. Anne görebileceğiniz en dominant kadınlardan baba ise bir o kadar pasif birisi; bu çok klişe oldu gerçi bu sitede.2 ablam var ve babam benimle pek ilgilenmezdi yani dışarıda takılırdı bu da evde feminen kişiliklerin arasında büyümeme neden oldu.Feminen birisi değilim ama bazı davranışlarımın feminen olduğunu kabul etmem lazım.Özgüvensizdim etrafımda rol model alacağım bir erkek yoktu. Babamın evde sözü geçmezdi bazen dikte ettirmeye çalışır fakat bu kendisine daha çok nefret etmemize sebep olurdu. Evet babamı sevmiyordum küçükken ama buradaki sorun dominant annemin. Bizi babamdan soyutladı.Babamda zeki birisi olmadığı için olayı kontrol edemedi ve içten olarak tüm çocukları ondan nefret etmeye başladı.Evde herkes annemden korkardı ve annem dindar birisi olduğu için bizi de zorlardı yani kişiliğimi annem şekillendirdi. Arkadaşlık ilişkilerime gelelim:Ortamda lider ruhlu olmak güzel bir şey olmalı çünkü her zaman imrenirdim arkadaş ortamında kuyruk gibiydim ön planda değildim.Hatta şu da var ciddi manada narsist bir insandım. Her şeyde en iyi olmak istiyordum olamadığım zaman büyük bir hırs yapıyordum eğer yine olamazsam aşağılık kompleksine giriyordum ve kendimi pornoyla uyuşturmaya çalışıyordum. Evet tüm bu olanlar hayatımın 7 koca yılını, deneyim elde etmem gerekirken boşa harcadığım 7 yılı porno yüzünden kaybettim.
İlk pornoyla tanışmam 12 yaşında oldu kısa bir süre sonra hetero pornodan bdsm pornosu, ensest pornosu izlemeye başladım. Daha sonra travesti kategorisine kaydı. Bu oldukça sık olan bir şey fakat insanlar farkında değiller.Bunun literatürdeki ismi kategori kayması.Hetero birey gay pornosu izleyerek gay olabilir ya da trans pornosu izleyerek trans, ensest pornosu izleyerek annesine kardeşlerine ilgi duyabilir, bdsm pornosu izleyerek sadist mazoşist olmadığı halde öyle olabilir.yani bir bakıma fetiş geliştirirsiniz. pornonun değiştirici gücü küçümsenmemelidir çünkü dopamin sistemine doğrudan etki eder.Beyin bir süre sonra bu dopamini sağlamak için edinilen deneyimleri beynin hipokampüs bölümüne aktarır yani vakti gelince tekrar hatırlaması için önemli kategoriye koyar, hangi porno sitesine girmen gerektiğinden tutun hangi kategoriye kadar.
Az çok bendeki durumu anlamışsınızdır.Transvestik fetişizm var bende. Evet eğer o ilk başta travesti pornolarını izlemeseydim trans olmak istemezdim ama bunun suçlusu ben değilim.
Kendimi en iyi ben bilirim ve bir şeye kolaylıkla bağımlılık geliştirdiğimi biliyorum. Eğer sağlıklı bir aile dinamiğim olsaydı bir şeye kolay bağımlılık geliştirmezdim. Eğer o trans pornolarını da izleseydim ilgi duymazdım o porno türüne.

Beyin cidden karmaşık bir yapıdır ve hala onu çözebilmiş değiliz.Eğer onu çözebilecek kadar zeki olsaydık onu çözemeyecek kadar aptal olurduk . Bu karmaşık yapının en ilginç noktası hormonlar ve feromonlar. Sosyal ilişkilere farklı bir boyut katan işin içerisine duygu romantizm katan sizi sevindirip zevk almanızı sağlayan, heyecanlandırıp strese girmenizi sağlayan sizi hayatta tutan yapı hormon sistemidir.Her hormon kendi başına bir dünya gibidir.Mesela eğer çikolata yerseniz ya da sevdiğiniz kişiden bir iltifat alırsanız serotonin hormonu salgılanır ve bu sizi mutlu eder ama öte yandan serotonin hormonunun doyma hissi oluşturduğuda bilinmektedir. Bir diğer yönüde dopamin salınımı arttığı zaman serotonin salınımı azalmaktadır yani tersine çalışan iki hormondur bunlar. Size burada tedaviyi bilimsel anlatıyorum.Genelleme yapmıyorum, aramızda porno bağımlıları var zaten toplum olarak pornoya bağımlıyız. bu söylediğim bilgiler internette toplayıp yazanı hiç görmedim, bu bilgiler cidden çok değerli hayatta en çok değer verdiğim bilgiler arasındadır çünkü sorunun kaynağı benim için burada yatıyordu. İnternette türkçe kaynak olarak hiçbir şey yoktu. Bu bilgiler altın değerinde. Konumuza geri dönelim
Size pornonun neden kişiliği öldürebileceğini anlatayım:Porno izleyince zevk almamızın sebebi dopamin hormonudur. İzlediğimiz o görüntüler bir süre sonra dopamin salınımı çok arttırır ve sizi buna bağımlı yapar.Porno seansından sonra boşaldığınız için beyne ciddi manada dopamin yüklemesi gerçekleşir.Tebrikler! artık bir porno bağımlısısınız.
Bu konuyu 4 evrede incelemek istiyorum
1. evre porno izlemden önceki evre: sizi strese sokan bir durumla karşı karşıyasınızdır ve beyin dopamin almak ister çünkü dopamin beyni uyuşturur.Uyuşturucuda pornoyla aynı etkileri sergiler. Siz derinlerde yatan sorunlardan kaçmak için porno izlemek istersiniz çünkü beyin öğrenmiştir.Artık onu hipokampüsteki bilgiyi alır ve prefrontal kortekste işler
2.evre porno izleme evresi: Porno izleyip hiç tanımadığınız 2 kişinin sevişmesinden zevk alıyorsunuz.Olayın ne kadar etik olduğunu sorgulamıyorum bile.İğrendiniz değil mi! Eğer o dürtü halinde olsanız bunu sorgulamak oldukça güçtür nihayetinde porno iradeyi de kırıyor. Artık iradeyi kullanamıyorsunuz.Adım adım beyin sizden aşırı doz dopamin istiyor. Porno izlemek için ekranı saatlerce kaydırıyorsunuz aradan bir süre geçtikten sonra istediğiniz ilginç pornoyu buluyorsunuz. Dikkatinizi çekerim ilginç pornoyu... İlginç olmasının beyinle alakalı. Yeni bir porno size heyecan katar ve daha fazla dopamin salgılarsınız hele bide bu kategori sizin kişiliğinizle bağdaşmışsa yani domine edilen kişinin sado mazo (bdsm)pornosu izlemesi gibi.Eğer bir süre daha bu seviyede devam ederseniz kategori kayması kaçınılmazdır.Şanslı olanlar milf ya da bdsm kategorilerine kayıyorlar ama ben cidden pornonun en derininin derinini gördüm.Sissy porno kategorisi porno camiasının en derin çukurudur kurtulmak çok zordur çünkü artık sadece haz için orada değil beyniniz yıkandığı için de oradasınızdır.Oradan kurtulmak için cidden büyük emek verdim.Trans porno kategorisinin derinliklerinde sizin bile tahmin edemeyeceğiniz fetişler yatıyor bunun en dibi beyin yıkama hipnozudur.Daha önce oradan kurtulan sadece 2 kişi  buldum internette.Bu öyle küçük bir kategori değil milyonlarca insanın takipçisi olduğu bir şey.Ona rağmen bundan kurtulan insan sayısı çok az.Travesti kategorisi zaten 8 milyarlık dünyada yaklaşık 1 milyar kişi tarafından izleniyor.Düşünün lütfen bu konu üzerine ingilizce yazılmış kaynaklar çok çok az o yüzden bu bilgiler altın değerinde.O dehlizden kurtulmak için gerçekten denemediğim şey kalmadı ama hep finalde kendimi o pornoyu izlerken buldum. pornonun etkisi uyuşturucuyla aynı dedim. İzleyen kişilere 'e izleme o zaman' deseniz bile işe yaramayacaktır ancak güçlü bir irade oluşturup onunla kurtulmak mümkündür fakat sorun şu ki pornonun iradeyi zayıflattığı bilimsel çalışmalarla desteklenmiş.Porno bağımlısı bireylerde prefrontal korteksin gösterdiği işlev uzak duran insanlarınkinden çok daha az.İrade duygusal bir güçtür ve fikirlerin onu etkileyebilmesi için tutkuyla desteklenmesi gerekir.Cimri biri bütün fiziksel zevklerden vazgeçer;ucuz yemekler yer,sert bir yatakta yatar,arkadaşlarını bırakır,zevksiz bir yaşam sürer ve bunların hepsini para sevdası için yapar.durum böyle olunca neden daha alçak bir fikir kaderimize şekil verecek güce sahip olmasın.Kişisel kaderimizi tamamen yerine getirmek istiyorsak kendimizi çok yakından tanımalıyız
3.evre ejeculation
Porno izlenmiş yapılması gereken tek bir şey kalmıştır.Artık beyin o yüksek seviyede salgılanan dopamin daha da yüksek seviyeye çıkarmak istiyor ve boşalıyorsunuz. Şimdi bu evre en ilginç evre işte size önceki evrede söylediğim kategori kaymasının biraz daha derinlerine ineceğim.Boşalınca 3 tane hormon salgılanır:
dopamin
oksitosin
progesteron
Dopamin:az çok bahsettim size bu hormonu. iyi kullanılırsa hayatta cidden ileri bir seviyede olmanızı sağlar. Eğer hormon aşırı salgılanırsa salgılatan şeye bağımlı hale gelir.Dopaminin uzun süreli ve az salınımları sizi geliştirir, anlık salınımları sizi reel hayattan uzaklaştırır.Porno mastürbasyon dopamin sistemini uyuşturur bir süre sonra dopamin sistemindeki nötonlar salgılanan fazla dopaminden ölmemek için dopamin reseptörlerinin bazılarını kapatırlar yani örnek olarak 3 seviyesinde bir salgılanma size zevk verirken artık 5 seviyesinde bir salgılama size bir şey hissetirmez. Bu sizi depresyona sokabilir çünkü dopamin artınca serotonin azalır ve doğal olarak depresyona girersiniz.Serotonin azaldığı için doyma hissinden uzaklaştıkça tekrar porno izleyip boşalmak istersiniz tekrar mastürbasyon tekrar porno izlemek bu döngü devam eder. Yetmedi mi farklı kategori arayışları içine bile girebilirsiniz.Dopamin bir de merak edilince salgılanır.Yeni bir şey öğrendiğinizde özellikle. Ne kadar müthiş bir şey değil mi? muazzam kompleks bir şey.İnsan yeni bir şey öğrenince ideal miktarda zevk alıyor ama sistem bozulursa bu durumu yaşayamazsınız. O yüzden porno bağımlısı toplumların ortak kaderi kendilerini geliştiremezler ve maalesef toplumumuz ağır bir porno bağımlısı
Oksitosin: bu hormon hem erkeklerde hem kadınlarda salgılanır. kadınlardaki 2 işlevi vardır biri kadınlarad gebelikten itibaren salgılanmaya başlar doğum anında pik yapar bir diğeri bağlanma için önemlidir yani bir nevi aşk hormonudur.Erkekte  bağlanma güdüsüyle çalışır. yani sex yapınca özellikle kadınların sex yaptığı kişiye bağlanması bu hormon yüzündendir.Çünkü hormon boşalınca çok salgılanır ve bu karşınızdaki kişiye karşı duygu oluşturur.O yüzden bir kadının kocasının aldatması bir erkeğin karısını aldatmasından daha kötüdür çünkü kadın bağlanır.Porno izleyip boşalınca karşınızda kimse yok ama oksitosin yine salgılmaışsanızı ne olur peki.Çok basit bu sefer kategoriye bağlanıyorsunuz.izlediğiniz kategori sizin benliğinizi oluşturmaya başlıyor. O yüzden porno ve mastürbasyondan kaçınmak gerekiyor
Progesteron: bu hormon herhalde benim hayatımı kurtardı.çok şey borçluyum. o kötü zamanlarımda beni korkuyan şey bu hormondu .benim savunma mekanizmamı harekte geçiren o kötü durumdan hipnozlardan koruyan bu hormondu.geriye dönüp bakınca her şey korkunç bir şaka gibi geliyor ama ben yaşadım bunları o kabustan uyandım korkunç bir şey gerçekten. Bu hormonun birkaç işlevi var ama konumuzla ilgili olan kısmı anlatacağım.Erkeklerde boşaldıktan sonra salgılanır ve sizi bulunduğunuz ortamı terketme hissine sokar, libidoyu düşürür, sizi biraz duygusallaştırır.Evrimsel açıdan olay şöyle işler zaten: Erkek gelir kadını döller ve kenara çekilir.Eğer kenara çekilmezse diğer çiftleşmek için gelecek erkekle savaşır. Bu hormonun sağladığı fayda neslin devamı için gereklidir.
4.evre post nut orgasm:
Orgasm sonrasında hiçbir şey yapmak istememe gergin olma, anksiyete artması, sağlıklı düşünememe evresidir.Porno erektil disfonksiyon yapar.Özellikle trans pornosu izlerseniz sizi erken boşalmaya kadar götürebilir.Genç ve yaşlı erkekler arasında yapılan bir araştırmaya göre yaşlı erkeklerde porno bağımlısı ve erektil disfonksiyonu olan kişiler pornoyu bıraktıktan sonra iyileşme süresi 3 ay; genç erkeklerde 9 ay ya da 1 yıl arasında değiştiği gözlemlenmiş.Sebebi de beyinin o yaşlarda bilgileri hala taze tutmasıdır. O yüzden porno bağımlısı olmayı yenmek zordur ama tedavisi bir o kadar basittir. Yapman gereken şey gözünün önündedir ulaşmak istersin ama ulaşamazsın bir distopyanın içinde gibi hissedersin ulaşman gereken bir ütopya vardır.
Tedavisini buldum arkadaşlar.Yıllarca araştırdım buna değdi. Üzüldüğüm nokta 14 yaşından 20 yaşına kadar elde edinmem gereken deneyimleri tadamadım kız arkadaşım olmadı porno yüzünden, özgüvensizdim porno yüzünden, aşağılık kompleksine girerdim porno yüzünden.
Hayatımdan çok şey çaldı bu dürtüler fakat geriye dönüp bakınca farklı bir seviyeye çıktığımı görüyorum.Eğer 2 yıl önce hüseyin hocanın yanına gitmeseydim hala o çamurda debeleniyor olurdum.Kim bilir belki trans olmuştum. Hüseyin hocamın üzerimdeki emeği beni yetiştiren anne babamın emeğinden kat kat fazladır.
Öğrenilmiş cinsellik her zaman anılarımda duracak sadece etkisi azalacak.Uyuşturucu bağımlısı gibi düşünün.Kurtulan var ama kurtulan kişiye tekrar uyuşturucu verseniz eski seviyesinden başlar.Bu dürtülerden kurtulmak mümkün fakat geri dönememek kaydıyla size nofap yapmanızı öneririm.Kadın erkek ilişkileri üzerine konuşmamı bir diğer yazımda yazarım.
Kendinize değer verin


Ateist, Deist ve Eşcinseller: "Sesimizi Duyan Yok mu? Benim Ailem 9. Bölüm Fragman 2

https://www.youtube.com/watch?v=yVzCkclfdJA&list=PLAABaL9f17rX11VATx98ruU7_iIuzgOZK&index=1

konuşan kişiyim izleyebilirsiniz

6
Nedim 25 yaşında. Aile Doğu Anadolu kökenli ama o İstanbul da doğmuş büyümüş. Bilinç düzeyi çok yüksek çok fazla kitap okuyan idealist bir genç. Babasının üçüncü eşinden olan çocuğu. Bir sürü abisi ablası ve yine bir sürü de kardeşi var.
Biliyorsunuz artık benzerlikleri; tekrara düşmek istemiyorum. İstisnalar hariç çoğunlukla aynı hikâye; Baba sakin, silik, pasif.  Anne dominant, kontrolcü, aşırı düşkün.
Nedim şöyle özetliyor bu aile durumunu kendince:
‘’Çocuk aklımla çok etkilenmiştim o yüzden aile denince aklımdan hiç çıkmayan yüzlerce örnek içinde size ilk şunu anlatıyım. Babamdan bir gün bisiklet istedim. Yazlıkta kuzenler akrabalar hep birlikteyiz, hepsinin bisikleti var ben de istedim. Anneme daha yeni araba alınmıştı. Maddi durumumuz hep iyiydi, buna rağmen babam: ‘’oğlum annene araba aldım ya, nereye istersen annen seni götürür’’ demişti. Babam o an benim gözümde fezaya konuştu sanki.
Babamla pek bir anım yok, çok görüşmezdik işkolik olduğu için eve çok gelmezdi, zaten çok eşli bir insan olduğu için de az görürdük yüzünü. Bir sevgi bağı kurulamadı aramızda çocukken.
Yaygındır bizim oralarda çokeşlilik, farklı bir kafa yapısı, anlamakta zorlanıyorum ama kendimi bildim bileli her şeyi anlamaya çalışıp empati yapmak zorunda hissediyorum ve bu büyük bir yüktü omzumda. Bu empati olayı bizim gibilerde çoktur, herkesi anlamak isteriz, anlaşılmayı beklediğimizden dolayı. O yüzden çok yorucudur. Toplumda empati yoksunluğu çok ama biz de bunu uçlarda ve yoğun yaşıyoruz.
On yaşına kadar annemle birlikte yattık, kardeşim doğdu ilgi ona kaydı. Allahtan öyle olmuş çünkü annemin ilgisi biraz tehlikeli bizim için. Kendini hırpalar ama bize de zarar vermiş o aşırı sevgisi, bunu hep birlikte şimdilerde anlıyoruz.
Hala aynı kafada şimdide kardeşime aynı şeyi yapıyor. Aynı aşırı korumacılık, üstümüze titreyerek yaşıyor anneliğini. Bize bağımlı bizi de bağımlı yapmış kendine. Pamuklara sarılmak denen şey güzelmiş gibi algılanır dışardan ama sonuçları kişilik gelişimini çok etkiler.
Bizim annemizde babamızda, annemdi. Onunla baş başaydık her konuda onunla muhataptık. A dan z ye her şeyimizi kontrol altına alan, sürekli gözetleyen sürekli yaptırım uygulayan. Beşkardeşiz en büyüğü benden dört yaş büyük ve benden sonrada 3 ve 4 yaş küçük kardeşlerim var.
Babamın tavrı tüm çocuklarına karsı aynıydı ama annemin tavrı öyle değildi.
Baba silik evet ve bu büyük bir faktör ama benim bu sorunu yaşıyor olmamın sebebi annemin aşırı dominant olması. Diğer kardeşlerimde bu farklılık yok ama hiç birinin de ruh sağlığı yerinde değil. Hepsinin psikolojik sorunları var. Terapilerden sonra anladım önceden kardeşlerimin özel olduklarını düşünürdüm ama artık onları da görüyorum, aşamadıkları çok sorunları var.
Artık aşağı yukarı anladınız değil mi benzerliği? Nedim de o çocuklardan işte; sessiz sakin, köşe yastığı gibi oturan, sürekli anne eteğinde, anne ne derse onu yapan, içe kapanık uslu çocuklardan. Annenin her açıdan zapturapt altına aldığı.
13 yaşlarında sezinlemiş kendisindeki farklılığı Nedim.  Ama hiç irdelememiş hiç kafa yormamış.
‘’Ben farklıyım demeden, hiç yadırgamadan karşılamıştım kendimi ve bir çare ya da anlam arayışım yoktu, çok uzun süre bunun normal olduğunu düşündüm. Cinsellik buydu. Başka tanımım yoktu.  Hiç bir hissim yoktu. Kendi cinselliğini keşfetmek düzeyinde olağan dışı bir duyguya kapıldığımı hatırlamıyorum; korku endişe yoktu. Sıradandı yani ben farklı olduğumu hiç düşünmedim öyle algılamadım demek ki.’’ Diyor.
Sonra seni terapiye yani bir nevi arayışa iten ne oldu peki?
Zaten çok az ve öz arkadaşım vardı liseye kadar, onlar tarafından hiç dışlanmadım akran zorbalığı yaşamadım.
Lise zamanında hislerimde dozaj arttı ama o zamanda çok üzerine düşmedim aslında. Lise sona doğru değiştim, yıpranmaya başladım ve bunun biraz zor bir durum olduğunu hissetmeye başladım. 15 yaşındaydım. Erkek arkadaşlarım kız tavlamak için büyük çaba içindeydiler. O çaba ben de yoktu, o zaman sanırım içimden normal bir şey yaşamadığımı anlamıştım.
Dozaj arttı derken neyi kastediyorsun? Neydi seni yıpratan?
Hiç internet yazışması, buluşması yaşamadım, frenledim hep kendimi. Bir defa çok istedim ama yapmadım. Yükledim o uygulamaları bir gün sonrada sildim. Bir daha da hiç yüklemedim. Millet internette gezerken ben hamamlarda gezdim.
Hamam mı?
Evet Hamam gezilerim çok sıklaşmıştı. Hamama gidip orda vakit geçirmek hoşuma gidiyordu. Ufak tefek bir şeyler birkaç kere yaşandı ama anal bir duruma gelmedi hiç. Hamamdaki tanışmaları dışarıda görüşmelere döndürmedim. Tecrübeleniyordum aklımca ve tabi zevk alıyordum. Benim cinsellikten anladığım mastürbasyon şekli buydu. Daha çok izlemek, görmek dokunmak şeklinde ilerliyordu her şey. Hamamın kıyısında kösesinde kaçamak heyecanlar, dakikalık flörtler yaşanıyordu. Bu da yetiyordu.
Hüseyin hocayla konuşun bu hamamlar kısmını ona uzun uzun anlattım. Hamamlar hakkında söyleyecek çok şeyi vardır ama ben şimdi size anlatmakta zorlanıyorum hocaya sorun lütfen.
Ben zaten normal bir eşcinsel değilmişim bunu söylüyor hoca.
Hayatım konusundaki kararsızlıklarım gibi cinsel tecrübe konusunda da kararsızlıklarım başladığında daha hiçbir kadınla deneyim yaşamamışken ya da anal fiziksel bir ilişki denememişken kafam son derece sisliyken bir boşluk anımda ilk defa oral bir ilişki yaşadım.
Bir kere oldu ama sonrasında aylarca çok rahatsız oldum, duygusal süreç benim için çok zordu. Aylarca fiziksel kısmı da beni benden aldı. Çok büyük kabusum olmuştu o deneyim.
Buluşmadan önce merakıma yenildim o kadar romantik o kadar sevgi doluydu ki tam olarak istediğim şeyi sunmuştu, buluşmaya kalktım ama asla evine gitmem diyordum! Evine kadar da gitmiştim! Sürüklendim, resmen akışa teslim oldum. Evde yaşananların bana olan tavrının sevgiyle romantizimle yakından uzaktan alakası yoktu. Evden çıkıp metroya yürürken gerçekten çok büyük ruhsal çöküntü yaşadım ve bunu hiç unutmadım. Tanımadığım biriydi evine gittim deneyimledim ama her şey çok feciydi, korkunçtu. Sadece oral yaşanan bir ilişki bu kadar zul geldiyse tamamını yaşadığımda ne hissedeceğimi düşünmekten bile kaçtım.
Kararsız bir insanım, hayatımın her aşamasına nükseden bir kararsızlık sorunum var. Suçu kimseye atamıyorum belki öyle olsa daha rahatlayacağım. Ben de taciz, tecavüz gibi bir yıkılma yok, olanlar daha çabuk iyileşiyor ama ben de çok derin bir duygusal boşluk var, sevgisizlik var. Hep arafta olma hali benimki.
Anne zaten dramatize etmeyi seven biri ve aşırı ilgi, duygu, sevgi yüklemiş hep bana,  baba ise duygusuz sevgisiz biri. Babadan kaynaklı o boşluk hiç dolmuyor içinizde hem de öte yandan anneden dolayı eş zamanlı narsisizm eviriliyorsun bu denli şımartılma içinde.
Boşluğu dışarıda arıyorsun; dernekte, sosyal etkinlikte, topluluklarda arıyorsun işte. O içimdeki boşluğu böyle doldurdum. İnanın en ufak bir ilgiye kapılıp gidiyoruz biz. En küçük şefkatte yamuluyoruz en küçük bir ihanette bunalıma sürükleniyoruz. Sevildiğimizi düşündüğümüz biri çıkarsa ve sonra o kişi bize şaşırtırsa çok fazla dibi görüyoruz.
Nedim babanın kendi annesi ile arası nasıldı var mı bir fikrin ya da bilgin?
Babaannemi yeni kaybettik çok ilişkimiz yoktu hatta ismimi bilmezdi. Beni simayen torunu olarak bilirdi ama inanın adımı bilmezdi. O kadar çok torunu vardı ki suçlayamayız onu. Tanıdığım kadar şefkatli biriydi, anneme kaynanalık yapmazdı.
Dominat değildi, rahattı. Misal annem her şeyi yapar bizim için, öyle bir verir ki kendini, kendini yok edercesine ama babaannem öyle değildi.
Bir konuda çok eminim, amcalarım içinde en çok babam düşkündü annesine. Babamı bir kere ağlarken gördüm oda cenazede.
Ve işin ilginç yanı dedemden hiç bahsetmezler, ne babam ne amcamlar babalarından hiç bahsetmez. Ben de tanımadım dedemi çünkü erken ölmüş. Dedemin mezarı nerde bilmem, o kadar söyleyeyim, yani bizi dedemin mezarına hiç götürmediler ama babaanneye 2 yıl oldu 5 kere götürdü babam mezarlığa ziyarete.
Amcamlarım babamı babaları sayarlar, onlara babalık yapmış, onlarda baba görürler. Oysa o benim babam ama ben babalık hiç görmedim.
Adamlar kaç yaşına gelmiş babamdan 2 yaş sadece 2 yaş küçük amcam kaç yaşına gelmiş hala her derdinde gelir babama anlatır babam manevi destek olur hatta dünya kadar parayı hiç iplemeden verir onlara ama bana bir bisiklet almamıştı işte.
Annemi de yeni yeni anlamaya çalışıyorum, görseniz yaşını göstermez 50 yaşında Arapça ve Farsça öğrenmeye çalışan bir kadın, en önemlisi de ben teşvik ettim. Eve kapanıktı hep, sadece çocuklarıyla baş başa ama ben terapiden sonra bir şeyleri fark edip yönlendirdim annemi. Artık kendine zaman ayırıyor annem, onun kadar inatçı bir kadın olamaz dünyada inanın ama şuan benim gazımla liseyi bitiriyor dışardan. Sağlıklı sevgiyle düzgün iletişimle çok şey değişiyor, bunu yaşayarak anladım terapilerde.
Çıkış noktam eşcinsel yönelimlerimdi ama bakın ben ne çok şey öğrendim, resmen dönüştüm. Aileme bile dokundum. Annemi bile dönüştürdüm.
İşte bu yüzden heyecanlıyım biz değiştireceğiz çok şeyi, en azından yakın çevremizde, kendi hayatımızda ve dedim ya uzaya bile çıkacak bizim nesil.
Karşıt bir fikrin olması gerek, artık sadece ‘’kabullenin’’ demekle olmuyor, kabullenmiyoruz İklim hanım.
Değişmek değiştirmek istiyoruz!
Arafta kalmak bizimkisi. Hangi tarafı seçeceğimize dair sağlıklı karar verme hakkımız yok mu bizim?  Özgürlükse bu da bir özgürlük değil mi? Bizim niye bu hakkımız elimizden alınıyor?
İşte bu yüzden ben sizinle uzun uzun terapi ile başlayan sürecimi konuşmak, nasıl olumlu yönde yol alışımı anlatmak için görüşmek istedim. Çünkü benim için önemli olan kısım bu. Benim gibi sıkıntılarla sınananlara ve bu kitabın okuyucusuna katkım bu olsun isterim.
Sen nasıl istersen Nedim, çünkü içinizden geldiği gibi anlattıklarınızı dinlemeyi çok önemsiyorum. O yüzden sözünü kesmedim. İlk deneyimin olan o evden çıktın kendini çok kötü hissediyordun. Lise sondaydın kafa iyice karışmıştı orada kaldık oradan devam edelim istersen.
Tabi İklim Hanım sırayı çok bozmayalım beni yönlendirin yoksa ben sabaha kadar anlatırım.
Sabaha kadar dinlerim hiç sıkılmam.

7
BÖLÜM 9:

Bunca yıllık terapi hayatımda bu kadar önemli bir terapi yapmamışımdır herhalde. Bu terapi evrenin var oluşunu keşfetmekten farksızdı. Kendimi, hayatı, bilinçaltı oyunlarını keşfettim. Tanrı'yı keşfetme serüvenim bile bu terapide başladı. Bu terapinin diğerlerinden farklı olan bir diğer noktası da terapiyi dışarıda yapmamızdı. Terapiyi bir AVM'nin kafesinde yaptık. Dışarıda terapi yapıldığını duymamıştım daha önce. Ne yalan söyleyeyim? Biraz tedirgin oldum başlarda. HK standart psikologlardan çok farklıydı. Hem bir dost gibi yaklaşıyordu, hem de profesyonelliğini bozmuyordu.

-   Evet, söz sende Emre.

Hep böyle başlamıyor muyuz zaten terapilere? Söz bende olunca çok zorlanıyorum yahu. Ben sussam da o konuşsa olmaz mı hep? Ben gelir giderim yine. Ama o ne yapıyor? Ben konuşmaya başlamadığım sürece sadece "Söz sende." diyor basitçe. Lanet HK! Konuşunca benliğim yıkılıyor! Açıklarımı görüyorum ve mükemmel bir şekilde planlanmış olduğunu düşündüğüm hayatım adeta çöplük haline geliyor. "Bütün insanlar kötü." diyemiyorum. Tıpkı diğerleri gibi "Ben de kusurlu bir insanım" demek zorunda kalıyorum. Tanrı olma şansım azalıyor. Özetle, terapilere bu açıdan bakınca onlardan nefret ediyorum.

-   Konuşalım tamam.
-   Tamam.
-   Ben başlayamıyorum ama.
-   Sen başla!
-   Üç gündür başka bir yerde kalıyorum. Karaköy'deki halamın oğlunun yanında. Ama anladım ki  halamın oğlunun yanında kalmamam lazım.
-   Niye?
-   Teyzemin oğlunun evi çok baskıcıydı ama bu da çok serbest. Deli gibi içtim burada.
-   Ha! Öteki evde olsan içki içemez miydin?
-   İçemezdim.
-   Burada?
-   Komaya giriyordum. Alkol komasına giriyordum.
-   Şimdi ne var? Suçluluk mu, pişmanlık mı?
-   Artık yok.
-   Orada kalırken mi vardı?
-   Evet, orada utanç içindeydim.
-   Nasıl bir suçluluk?
-   Kendi yaptığım bir hatadan dolayı ortalığı mahvettim.
-   Hangi hata?
-   Fazla içmek. Fazla içmenin ardından zaten...
-   Onlar içmedi mi?
-   Hayır, içmediler.
-   Votkayı sen mi aldın?
-   Evet, ben aldım.
-   Bir şey demediler ama?
-   Hayır, demediler.
-   İçme nedenin neydi peki?
-   Bilmiyorum.
-   Sıkıntı gidermek mi?
-   İnsan mutlu oluyor içince, o yüzden.
-   Ne anlamda?
-   Hiçbir şeyi umursamıyorsunuz içtiğinizde. Dünya umurunuzda olmuyor.
-   Kafanın içi çok dolu, ondan mı?
-   Herhalde.
-   Kafanın içi git gide karışıyor. Öyle mi?
-   Evet.
-   Neden karışıyor?
-   "Acaba yapabilir miyim?" diyorum kızlarla.
-   Bu kafanın karışması ve içmen için yeterli değil mi?
-   Yeterli herhalde. Başarabilirim artık ama kızlardan korkuyorum.
-   Nasıl bir korku?
-   Bilmediğim türde bir korku. Bilsem zaten korkmam.
-   Üstünü aç biraz ama. Onlara karşı güçsüz mü olursun?
-   "Beğenmezler" falan diye. Geçen konuştuğumuz konu.
-   Beğenmezlerse "erkekliğimi yetersiz görürüm." diye. Peki "ben yetersiz gelecek miyim?"
-   Evet.
-   Yetersiz bir erkek olduğunu nereden fark ettin?
-   Hiçbir kızla çıkmadığımdan dolayı.
-   Neden çıkmadın?
-   Hiçbir fikrim yok.
-   Kendini beğenmediğin için mi?
-   Yani, kendini beğenmemekle beraber o zamanki aile baskısı.
-   Nasıl bir baskı?
-   Hani "Kızlarla arkadaşlık kurma, bizim ailemize yakışmaz." gibi bir baskı.
-   Kim yapıyordu o baskıyı özellikle?
-   Annem.
-   Ne diyordu?
-   "Kızlarla yakın olma, arkadaşlık kurma." diyordu.
-   Kaç yaşındayken?
-   On on bir yaşlarındayken.
-   Kızlarla arkadaşlık kurarsan ne olurmuş?

8
BÖLÜM 8:

Yalanlarla dolu bir bölüme daha hoş geldiniz. İnternet üzerinden tanışıp İstanbul'da buluştuğum ve ardından fazlasıyla bağlandığım Alperen'le daha çok vakit geçirmek için İstanbul'da çok da iyi olmayan bir üniversiteyi kazanmaya çalışma çabalarımı, bunu gerçekleştirmek için kendime ve HK'ya söylediğim yalanları, ani ve büyük etkilere sahip değişimlerimi görmek için doğru yerdesiniz.

   Bazen bunlardan dolayı kendimden gerçekten utanıyorum. Bir insan hayatındaki keskin dönüşleri hiçbir şey olmamış gibi yapabilir mi? Çok kısa bir süre öncesine kadar hayatımın amacı ticaretken, bir bakıyorum ki tek amacım İstanbul'da okumak olmuş. Öyle ki önceki terapilerde iddia ettiğimin aksine HK'ya ticaretle uğraşmamın ne kadar saçma olacağından bahsetmişim. Peki "Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir." ifadesi bu sekilde mi uygulanmalıydı? Hayatımdaki her şeyi bir çırpıda değiştiriverdim çok kısa bir dönem aralığında. Değişmeyen tek şey ise "bendim". Galiba hata yaptığım nokta da bu oldu.

   Ticaret demişken, nereden başlayacağımı tam olarak bilmiyorum ama dayımdan başlasam iyi olur galiba. Dayım kumral, mavi gözlü, orta boyda yakışıklı denebilecek bir görünüşe sahip. Karizmatik bir duruşu vardır pozisyonunun da getirisiyle.  Dayım dağıtım işiyle uğraşıyor -gıda, temizlik vs. hemen hemen her kalemden ürünün dağıtımı. Bazı yaz tatillerinde şirkette çalışma imkanım oldu. Şirkete ilk olarak depodaki ayak işlerini yapmakla başladım. Malları araçlara yüklemeleri için dağıtımcılara yardım ediyordum. Dağıtıma çıktıklarında depoda Kur'an, hadis ve fıkıh dersleri çalışıyordum. Bu dersleri ilişkim olan kuzenimle beraber çalışıyordum. Dayım, oğluna nasıl davranıyorsa bana da öyle davranır, ayrım yapmazdı ama personel, patronun oğluna benden ayrı bir müsamaha ve sevgi gösterirdi. Benim canımı sıkan ve çalışma şevkimi bozup kıskançlığa iten sebepler bunlardı. Lanet işçiler ve pazarlamacılar! Bir de müdür vardı. Şirkette beni kanser edebilecek yegane adamdı. Diğer personelden de beterdi o! Yıldızımız hiç barışmadı onunla. Bana çöp muamelesi yaparken patronun oğluna kibarca davranıyordu.

   Zaman geçti, şirket büyüdü. Şirket büyüyünce daha büyük bir binaya taşındık. Büyük bir mutfağımız, ofislerimiz vardı artık. Sekreter odası, toplantı odası, muhasebe odaları... Şirket biraz daha kurumsallaşmıştı yani. Dağıtımcılık işinde de bulunduktan sonra yarı beyaz yakalılığa terfi etmiştim ve kuzenimin gölgesi altında değildim. Şirkette, mal kontrolü, iskonto ve prim hesaplamaları gibi işlemleri yapıyordum. Üretici şirketlerin oluşturduğu çevrimiçi ulusal bir sistem vardı. Satılan ürünün fatura fatura stoktan düşülmesi, iskonto bilgisinin girilmesi gibi birçok işlemi vardı. Bu işi ilk yapmaya başladığımda önümde binlerce fatura vardı ve bu da yetmezmiş gibi her gün yüzlercesi de üzerine ekleniyordu. Bu işin kolay bir yolu olmalıydı. Kısa bir sürede sadece klavye kullanarak çok hızlı bir şekilde veri girişi yapmaya başladım çünkü bir hafta içinde iki yüze yakın ürünün kodunu ezberlemiştim ve ezberden giriyordum. Böylece birikmiş tüm dokümanları bitirdim.

   Bazen, dayım ofisine çağırırdı beni ve benimle sohbet ederdi. Yeni binaya taşındığımız için ona bir tablo hediye etmiştim. Odaya girdiğimde hediyemin karşımda durduğunu görür gururlanırdım. Şirketle ilgili de konuşurduk, başka şeyler hakkında da. İşlerin nasıl yürüdüğünü görmek için işçiler ile sıkı ilişkiler kurardım. Dayım "İleride şirketi yönetirsin." gibi birçok şey söyledi. "Okulunu oku ve gel, sonra istiyorsan şirketin başına geçersin." dedi. Babamın bana bırakabileceği çok maddi şeyi yoktu. İlişkimiz de berbattı. Şirket hayali güzel geliyordu. Öyle ki altı ay boyunca terapiye gelmememin sebebi de şirkette çalışmamdı. HK'ya göre terapiye gelmemek için bahaneydi bu ve şirketi eşcinsel düşüncelerden uzaklaşmak için araç olarak kullanıyordum. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı elbette. İş hayatı iyi giderken tüm olumsuz düşüncelerimden uzaklaşıyordum, bu beni eşcinsellikten alıkoyuyordu. Ama bir şeyleri uzun süre bastırdığım için iş hayatında da benim sebep olduğum problemler çıkmaya başlıyordu. Bu sebeple, eşcinselliği bastırmak için başka şeyleri araç olarak kullanmak dibine kadar eşcinsel olmamı sağlayan şeylerin başında geliyordu. Şirkette çalışmamın uyuşturucu kullanmaktan ya da içki içmekten farkı yoktu.

-   Sen karıştırmış olmuyor musun hayatını?
-   Kendi isteğimle karıştırdım ben. (Bu yalanlar yüzünden öleceğim galiba bir gün.) Öyle ki bu sorunlarla yüzleşirken Çin'den mal getirmeye başladım. İlk partideki mallardan kar ettim ama ikinci parti hala elimde. Battım açıkçası.
-   Bunu niye yapıyor olduğunu konuşmuştuk seninle.
-   Güç.
-   Gücü biraz erken aramak değil mi bunlar?
-   Aslında güçten çok, biraz da uzaklaşmak için bunlar.
-   Neyden?
-   Eşcinsellik meselesinden. Hani kendimi ne kadar meşgul edersem o kadar uzaklaşırım diye düşünüyorum.
-   Atıyorum, bir kıza aşık oldun ve kız da seni terk etti. Onu unutmaya ya da ondan kurtulmaya çalışırsan başaramazsın. Uyutmaya çalışmayacaksın.
-   Yolda yürürken bir yakışıklı erkek geçtiği zaman ona bakıyorum ben mesela. Beni rahatsız ediyor bu durum.
-   Bir sorunu çözmek istiyorsan o soruna odaklanacaksın. Burada bir savaş gerekiyor diyelim, sen bunu bırakıyorsun ve unutarak çözmeye çalışmak adına bütün enerjini iş hayatına veriyorsun. Güç kazandığında kendine özgüven geliyor ama bir sorun çıktığında yine eşcinselliğe dönüyorsun. Kimileri ne yapıyor? Birilerine açılınca "Evlen, geçer." diyorlar. Doğru kadını bulursan ki o da çok düşük bir ihtimal yani yüzde bir, binde bir. Evlendin diyelim. İlk bir ay güzel geçiyor, eşiyle sevişiyor falan. Daha sonra bir çatışma çıktığında tekrar eşcinselliğe yöneliyor. Yani bunu çözmek adına başka bir kapıya gitmeyeceksin! İşte eşcinsellik! Evlen geçer. Hayır, geçmez! Namaza başla, geçer. Hayır, geçmez! İş hayatı... Güçlen, geçer. Hayır, geçmez! Bu eşcinselliğin nedeni, senin kendi kişilik problemin.
-   Evet.
-   Kökeninde ne var? Niye bu kadar güçlü olmaya çalışıyorsun? Kendine değer veriyor musun?
-   Hayır.

9
BÖLÜM 7:       

Bu terapide nedense aptalca bir mutluluğum vardı. En azından öyle söylüyordum ama daha rahat davrandığım çok bariz. Bence mutluluktan çok, boş vermişlik var artık. Biraz da aşırı özgüven. Tabii bu özgüven genelde olduğu gibi zeka ile alakalı olan şeylerde var sadece. Sınav stresi yaşamadığımdan, sınavda başarılı olacağımdan emin olduğumdan bahsetmişim özetlersek eğer. Boş vermişliğe gelirsek, umutsuzluk kaynaklı olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Çünkü başarmam gereken her şeyi başarmışım da yaşayacak başka anılar yokmuş gibi davranıyorum.


- Kötü şeyler var mı peki?
- Düşünüyorum da, kötü bir şey yok hocam. Hep iyiydi.
- Kötünün kalkması sana güç mü veriyor ya da güven mi?
- Bir korku var aslında içimde, kötü şeyler olmadan garip hissediyorum.
- Şaşırıyor musun yani buna?
- Yani, şaşırıyorum. Fazla iyi çünkü!
- Eskiden "Bir ayın üç haftası kötüydü, bir haftası iyiydi." diyelim. Şimdi dört hafta da iyi mi?
- Aynen öyle, size en son geldiğimden beri kötü bir şey olmadı.
- Bu sana ne kattı peki? Sorguluyor musun neden oldu bu diye?
- Benim kanaatime göre terapinin faydası bu.
- Faydası ne?
- Ben değişmiş olmalıyım ki insanlarla ilişkilerim daha düzgün yürüyor. İnsan ilişkileri tek taraflı değil neticede. Ben de diğerlerini değiştiriyorum.
- Bu terapi sana bir şeyler kattı ve sen de ailene ya da çevrene olumlu şeyler kattın yani.
- Aynen öyle.

Gerçekten diğer insanlara bir şeyler katmış mıydım veya gerçekten ilişkilerim daha sağlıklı mıydı? Bence hayır. Ama dünyaya daha beklentisiz bakıyordum sanki. İnsanlıktan bir umudum kalmamıştı. Tabii ki yukarıda da anlaşılabileceği gibi müthiş bir korku vardı. Hayatım boyunca bu kadar uzun süre boyunca sıkıntısız bir dönem geçirmemiştim. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm adeta. Bir insan sürekli sıkıntılar yaşamadan nasıl yaşayabilirdi? Bunu bilmiyordum henüz. Ayrıca huzurun ve mutluluğun ne olduğu bilmediğim de aşikar. Çünkü o zaman gerçekten mutlu ya da huzurlu değildim. Sadece mutsuz değildim ve diğer duyguları bilmediğimden dolayı ne hissettiğimi açıklamakta güçlük çekiyordum. Ama ne olursa olsun, mutsuz olmamak da iyi bir şeydi sonuçta. Bunu kaybetmekten korkuyordum fazlasıyla ve bu beni gerçekten huzurlu olmaktan alıkoyan şeylerin başında geliyordu. Düşünsenize, hayatınız boyunca kendinizi iyi hissettiğiniz bir an olmamış ve içinizde cılız bir umut yeşermiş. Ama o kadar yenisiniz ki bu hayata, ne yapacağınızı ya da ne düşüneceğinizi zerre kadar bilmiyorsunuz. Diyeceksiniz ki "Olur mu bu kadar abartı?" diye. Fakat bu bir abartı değil maalesef çünkü iyi hissettiğiniz bir anın ilerisinde kötü bir olayı seziyor ya da biliyorsanız, o iyi hissi yaşayamazsınız. Kelimenin tam anlamıyla böyle bir psikoloji içerisindeydim o gün.

- Bana göre babamın ailesinin de hepsi sorunlu. Bu yüzden çocukları da sorunlu.
- İlişkileri nasıl peki?
- İlişki yok denecek kadar az. Bayramdan bayrama belki görüşürler.

   Sorun aslında babamda değil yani. Adam nasıl iletişim kuracağını bilmiyor çünkü dedemin evlatlarıyla sağlıklı bir iletişimi olmamış. Babamı karşısına alıp da konuştuğu olmamış, olduğunda da ya tartışmışlar  ya da dedem ona şiddet uygulamış. Babam kendi babası gibi olmamak için bana bir fiske bile vurmadı ve çok yumuşak davrandı. Ama bu da sağlıklı bir iletişime neden olmadı. Asıl suçlu dedem de değil ama! Her şey Adem ile Havva'dan başladı. Kesin bir yanlışlık yaptılar çocuk eğitiminde de ondan geliyor başımıza bunlar. Böyle olmadıysa dahi yasak meyve olayı var değil mi?

- Biz toplantı yapmaya başladık, Berk'in babasıyla falan.
- Ne toplantısı?
- Dedemin vefatından sonra çocuklar dinden mahrum kalmasın diye cuma akşamları toplanıyoruz. Her şeyi kendimiz hazırlıyoruz ve büyükler müdahale etmiyor. Çocuklar sıkılmasın diye oyunlar da ekliyoruz.
- Büyükler kimler peki?
- Biri annemin erkek kardeşi, biri de teyzemin eşi.
- Babandan bağımsızlar bunlar ve babanı benimsemiyorlar değil mi?
- Evet.
- Kaynaşma oldu mu peki? Kalıcı olarak devam eder mi sence?
- Kalıcı olur kesinlikle. Gelemeyeceksek haber falan bile veriyoruz artık.
- Herkes de benimsedi. Orada bir benimseme, bir duygusal hava var yani.
- Evet, var.
- Bizimkinden daha faydalı olduğunu düşünüyorum açıkçası.
- Ben de onu soracaktım. Sizinkinde ne eksik o zaman?
- Sadece bir kişi anlatıyor.
- Dinleyen kişilerde ne eksik?
- Anlayamadığım şey şu, haydi ben oğlu olduğum için kendimi gitmek zorunda hissediyorum, canı sıkılmasın diye. Fakat dinleyen kişiler, babamın sürekli aynı şeyleri anlatmasına rağmen, neden sıkılmıyorlar anlamıyorum. Sıkılmamak için orada mutfağa gidiyorum. Allah'la dostça konuşuyorum.
- Ne demek bu yani?

10
BÖLÜM 6:

Her zamanki gibi "Nereden başlasak yine?" faslından sonra evden bir hafta kovulmamı anlatmaya başladım. Hayatımda ilk kez oluyordu ve o zamanki anlatış tarzıma ve tonlamalarıma baktığımda, bu durumla gurur duyduğumu fark ettim. Galiba "asi çocuk" olmak sevindirmişti beni

-   Evden uzaklaştırıldığın bir hafta ne kattı ve ne götürdü?
-   Bir şey götürdüğü söylenemez bence. Kuzenlerim falan da kaldı benimle birkaç gün, satranç  oynadık. Böyle devam ettik ve sonra eve döndüm. Farkına vardım ki babamı çok yanlış değerlendirmişim.
-   Enteresan! Babaya bir yöneliş mi var o halde bu durumda?
-   Yani...
-   Sana güç mü katıyor ya da duygusal bağ mı oluştu?
-   Duygusal bağ diyebiliriz.
-   Daha önce olmayan bir bağ yeni yeni mi oluşuyor?
-   Evet.
-   Tarif et bağı.
-   Mesela Merkez'e gittiğimde kimsenin benden istememesine rağmen çay falan yapıyorum. Hizmet ediyorum kısacası.
-   Eskiden olsa peki?
-   Yapmazdım.
-   Neden?
-   Gereksiz gelirdi herhalde.
-   Babandan mı kaynaklanıyor bu?
-   Olabilir, düşünceleri ve yaptıkları çok saçma geliyordu bana. Şu an öyle bakmıyorum pek.
-   Nasıldı bu düşünceler ve eylemler?
-   İnsanlardan uzak durması, insanlara farklı bakması gibi.
-   Ne gibi? Küçümseme mi?
-   Küçümseme değil de, yanlışlıklar... Ne bileyim yahu. Kendimi niye iyi ifade edemiyorum bugün? Ona hak veriyorum bu konuda. Ben onun sosyal olmamasından dolayı falan zannederken, bilinçli bir şekilde böyle davrandığını fark ettim.
-   Ruhu kirlenmesin diye mi yapmış böyle yani?
-   Yani, böyle diyebiliriz.
-   Bu kovulma işinden sonra anlayış sahibi mi oldun ona karşı?
-   Evet ben ona, o da bana. En azından itiraz etmeden dinliyorum onu.
-   Nasıl bir şeymiş itiraz etmeden dinlemek?
-   Yaptıkları biraz daha doğru gelmeye başladı onu biraz dinleyince.
-   Babana bir şans mı vermiş oluyorsun?

Terapi kayıtlarını dinledikçe görüyorum ki, aptalca kendinden emin, mesleki yaşamına karar vermiş biri gibi konuşuyorum, siyasetçiler gibi yani. Gerçekten de çok aptalmışım, o zaman söylediğim ve hedeflediğim şeyler şu an aklımın en ücra köşesinde bile yer almıyorlar. Demek ki neymiş? HK'nın da dediği gibi "Kendinle inatlaşmayacaksın ve kesin konuşmayacaksın. Çünkü yanılma ihtimalin çok yüksek."

-   Gelelim tiklerine.
-   Düşündüm geçen haftadan sonra. Şimdi diğerini geçirdim ama yenisi başladı.
-   Neyden kaynaklanıyor sence?
-   Stresli bir dönem geçiriyorum. Evde su tesisatı falan değişiyor, bu yüzden huzursuz oluyorum büyük ihtimalle.
-   Evdeki düzensizlik sende ne etki bırakıyor? Sende neyi çağrıştırıyor? Dağınıklık gözüne nasıl görünüyor?
-   Evde açık olan bir musluk oluyor mesela, duş almak falan işkence haline geliyor. Stabil olsun istiyorum her şey.
-   Bu da seni germiş mi oluyor?
-   Evet, eninde sonunda her şeyin yoluna gireceğini biliyorum ama yine de bu sürede gerginlik oluyor.
-   Bu yakın zamanda biriyle yakınlaşma oldu mu?
-   Evet oldu.
-   Dayı oğlu muydu?
-   Evet, yine o.
-   Kim başlattı?
-   Ben başlattım.
-   Neden ihtiyaç duyuyorsun?
-   Bilmiyorum.
-   Baş başasınız ve aklına cinsellik mi geliyor?
-   Evet.
-   Sonrasında ne oluyor? Pişmanlık mı?
-   Evet, hatta en son kendimizi cezalandırmak için birbirimize kemerle vurduk. Bir daha aklımıza geldiğinde bu acıyı hatırlayalım diye.
-   İradeyi baştan koymanız gerekmez mi? Sonradan cezalandırmak yerine anlaşsanız ve "Hangimiz başlatırsa diğeri onu durdursun." diye. Birisinin durdurması gerekmez mi kemerle vurmak yerine?
-   Mantıklı ama bence kemerle vurmak daha iyi oldu.
-   Tamam bekleyelim ve görelim. Ama cezalandırma ters de tepebilir. Bence anlaşmalısınız dediğim şekilde.
-   Onu denedik zaten. Hep konuşuyoruz bu iş bittikten sonra. "Şöyle yapalım, böyle yapmayalım." muhabbetleri geçip duruyor hep.
-   Birisinin durdurması lazım, tek çözüm bu. Seni orada tetikleyen şey babanın evden kovması olabilir belki. Gerginken stresini yöneltmiş olmuyor musun ona?
-   Evet.
-   Elinin altında hazır, hükmedebileceğin biri, gel dediğinde sana teslim olabilecek biri... Cinsellik ne demek? Ona sahip olmak, hükmetmek değil mi?
-   Evet.
-   Evden kovulmandan kaç gün sonra oldu bu olay?

11
BÖLÜM 5:

   Önceki terapiden bu yana bir aydan fazla süre geçmişti. Anlatacak çok şey vardı haliyle. Bence en önemli olan kısım terapinin düzenini bozmam. Terapinin düzenini bir kez bozduğunuzda, bir daha düzeltemiyorsunuz kolay kolay. Terapinin içeriğine geçmeden önce size daha önce bahsetmediğim ufak bir ayrıntıdan bahsetmem gerek. Çocukken minderlerle falan ev yapıp evcilik falan oynarsınız. Hah! İşte biz de onu oynuyorduk kuzenimle. Sonra minderleri kullanmamıza kızınca annem, biz de çarşafı aldık ve balkonun üstünü kaplayıp çadır gibi yaptık. Biraz oynadıktan sonra oyun oynamaktan yorulmuştuk ve biraz uzanmaya karar verdik. Sonra nasıl olduysa konu cinselliğe geldi. O günü hayal meyal hatırlıyorum. Birbirimizin penisini elledik ve üstümüzü çıkarıp sarıldık. Lakin henüz mastürbasyon yapmayı bile bilmiyordum, onun benden üç yaş küçük olmasını da göz önüne alırsak, o hiç bilmiyordu. Bu yüzden ilişkimiz birbirimize sürtünmeden öteye uzun süre geçemedi. Eşcinsellikte cinsellik günlerimin başlangıcı bu olmuştu ama psikolojik olarak çok daha önce eşcinsel olmuştum galiba.

- Çok şey geçti başımdan hocam.
- Ne oldu? Anlat.
- Geçmişte ilişki yaşadığım kuzenim vardı ya. İşte yeniden yaşamaya başladık.
- Sen mi başlattın yoksa o mu başlattı?
- Ben başlattım.
- Peki nasıl oldu?
- Bilmiyorum işte, oldu.
- Tamam da, hani buna sen mi gerek duydun?
- Evet.
- Bir can sıkıntısı mı veya bir arayış mı?
- Can sıkıntısı.

Daha terapinin ilk dakikalarındayken yalanlar havada uçuşmaya başladı. Bilinçaltım kendisini korumak için savunma mekanizmalarını acımasız bir şekilde kullanıyor. Hayır, neyin can sıkıntısı? İnsanlar can sıkıntısı yüzünden yanındaki kişiyle sevişmeye mi başlıyor hemen? Can sıkıntısı başka bir şeyler yaparak geçmiyor mu? Geçiyor elbette, fakat kolay cevabı vermek adına "can sıkıntısı" diyorum kısaca çünkü diğerini söyleseydim HK bana çok daha fazla soru soracaktı. Terapi sürecimin uzun olacağı buradan bile belli oluyor.

- Bu arada bayağı sorun çıktı.

Savunma mekanizmasının ikinci aşaması olan konu değiştirmeye şahit oluyorsunuz. Kuzenimle yaşadıklarımı örtbas etmek için daha büyük sorunların olduğu izlenimini verdim ve ebeveynim arasında geçen klasik kavgadan bahsettim. Ne kadar da olağandışı bir konu bulmuşum. Helal olsun bana!
-   "Siz kavganıza devam edin, ben gidiyorum" dedim. Onlar da "Otur önce. Konuşalım biraz." dediler. Ben de "Yahu siz başlı başına problemsiniz, neden boşanmıyorsunuz hala? Zaten en büyük hatanız da yıllar önce boşanmamış olmanız. Eğer boşanmıyorsanız huzurlu bir ortam sağlayın, yoksa ben gidiyorum." dedim.

-   Bunları daha çok babana mı söyledin, annene mi?
- Babama.
- Peki bugüne kadar boşanmak istemiş de boşanamamış mı?
- Boşanmak istememiş de boşanmamış. Bence işine geliyor böyle olması. Evi silen, süpüren var, yemeğini yapan var, çamaşırını yıkayan var. Bu yüzden boşanmıyorlar.
- Kendisi söylüyor mu bunu? Yoksa senin yorumun mu?
- Benim yorumum.
- Bu olay seni ne kadar gerdi peki?
- O günün içerisinde sinirlendim fakat ondan sonra geçti.

Gördüğünüz üzere kuzen muhabbetini sıradan bir olay için değiştirmiş oldum. Amacımın konuları saptırmak olduğu çok açık bence. Çünkü kendim hakkında neredeyse hiçbir şeyden bahsetmiyorum. Sürekli başkaları üzerinden konuşuyorum, başka olayları anlatıyorum.


-   Galiba üniversiteyi şehir dışında okusam iyi olacak. Yeni yeni tikler üreyip duruyor bende. Yaşadığım ortam beni harap ediyor.
-   Hazırlık yapıyor musun peki sınava?
-   Bir şeylere çok hazırlık yaptığım söylenemez pek. Rutinimi bozmuyorum.
-   Tamam da çalışman gerekmiyor mu?
-   Bizim bölüm pek ağır değil bence. Yapacağımı düşünüyorum
-   Şehir dışı olarak İstanbul'u düşünür müsün?
-   İstanbul'da okumayı düşünmüyorum hocam.
-   Neden?
-   Kalacak yer falan her şey hazır burada ama çok karışık geliyor İstanbul.
-   Karışıklık altı ay sürer maksimum, sonra buranın doğasına alışırsın. İstanbul'u yaz bir kenara.
-   Zaten düşünüyorum İstanbul'a gelmeyi. Eskiden Ankara'da okumak istiyordum, şu an sadece memleketimi ya da İstanbul'u tercih etmeyi düşünüyorum.

Bir insan yalan söyleyebilir ya da bir insanın fikri değişebilir. Ama bu kadar da değişken olunmaz ki! İstanbul'a gelmeyi düşünmediğimi söyleyeli daha bir dakika bile olmamışken fikrim nasıl da değişmiş hemencecik. Karşıdaki insana uyumlu ve iyi biri gibi gözükebilmek için bukalemun gibi değişebiliyorum.

12
BÖLÜM 4:

Babam bürosunda bir kadınla görüşüyordu ve kadının elini tutarken görmüştüm bir keresinde. Kadın geldiğinde babam beni bürodan çıkarıyordu. En sonunda "Babam bir kadınla görüşüyor." diyerek bunu anneme söyledim. Babam eve geldiğinde annem ona bu durumu sordu. Bunun üzerine hayatında ilk ve son kez bana vurma girişiminde bulundu. Karnıma doğru bir tekme attı fakat ıskaladı beni. 10 yaşındaydım, yanlış bir şey yapıp yapmadığımı dahi bilmiyordum halbuki. Şimdi tekrar düşündüğümde keşke hiç söylemeseymişim diyorum. Çünkü hem bir erkek kardeşim olabilirdi hem de anne-babam boşanmış olurdu ve belki de daha iyi bir hayatımız olurdu. Kafamdaki bir diğer olay da şuydu; annem ile babamın bu kadar yakın olduklarını hiç görmemiştim. Babamla başka bir kadının yakınlaştığını görmek bende tarif edemeyeceğim bir his oluşturmuştu. Çünkü ebeveynim yıllardır aynı yatakta bile yatmamışlardı. Bir hafta daha geçmesin ki ben yine bir terapiye gitmeyeyim. Bu sefer HK'nın verdiği ödevlerin bir kısmını yapmıştım. Bu yüzden içim daha rahat gittim.

-   Neden ayrı yattıklarını sordum hocam.
-   Eee nedenmiş peki?
-   Annemin bir rahatsızlığı varmış.
-   Sen buna inandın mı peki? Psikolojik miymiş cinsel miymiş?
-   Açıklamadı neden olduğunu. Çok inandırıcı gelmedi tabii.
-   Sonra?
-   Sonrası malum, konuyu saptırmak için din konusuna girdi yine. Zaten tartıştık sabahlara kadar.
-   Tartıştıktan sonra ne oldu? Aranız bozuldu mu? Küstünüz mü?
-   Hayır, tam tersi daha da yakınlaştık. Ertesi gün balığa gittik zaten beraber.
-   Gerekli miymiş yani? Sana bir şey katmış mı?
-   Gerekliymiş ve iletişim sorununa olumlu yönde etki etti.
-   O zaten uzak duruyordu, sen de uzak durmaya başlamıştın. Şimdi mesafeyi sen mi kapatmaya çalışmış oldun?
-   Evet.
-   Aramız iyi dedin, yani duygusal bir şeyler mi var?
-   Bilmiyorum.
-   Yani yakınlaştınız sonuçta, bu ne hissettirdi?
-   Güvende hissettirdi galiba.
-   Yani sorun babanla iletişim kopukluğuymuş. Çevreye karşı yalnız hisseden çocuktun sen. Bu sorun da babayla iletişim kopukluğu yüzünden olmuyor mu? Güvensiz hisseden kişinin insanlarla iletişimi sağlıklı olmaz. Umutsuzluk, karamsarlık kapsar içini.
-   Zor yolu tercih etmek nasıl bir şey?
-   Bir anlamda iyi bir şey ve daha net çözümleri de beraberinde getiriyor.
-   Zoru aştığını nereden anladın? İyi olduğunuzu nasıl anlıyorsun?
-   Kurallar koydu evde mesela. Otorite kurdu biraz en azından. Arkadaşımdan bir farkı yoktu önceden. Şu an baba-oğul olduk biraz da olsa. Otoriter olması daha hoş geliyor açıkçası. Dışarıda da otoritermiş onu gördüm.
-   Eskiden öyle değil miymiş?
-   Öyleymiş de ben hiç bakmıyordum ki.
-   Nasıl bir otoriteymiş mesela?
-   Ne bileyim insanlar sayıp seviyor. Saygı gösteriyorlar. Mafya babaları bile tanıyor onu. Mafya hikayesi gibi bir şeyleri varmış yaşadıkları hatta.
-   Neymiş? Anlat bakalım.
-   80'lerde Kürt ve Türk polis arkadaşlarıyla bir oluşum kurmuşlar. Hani devletin muallakta olduğu dönemde. "Robin Hood" çetesi gibi bir şey bunlar ama. Hani uyuşturucu kaçakçılığına savaş açıyorlar, mafyaları dize getiriyorlar. Hatta küçük bir hikaye de var bununla ilgili.
-   Onu da anlat.
-   Birgün bir adam dolandırılıyor. Bu çetecikten yardım istiyor. Bunlar da gidip dolandıran adamı bagaja tıkıyorlar. Adama, dolandırdığı miktar kadar senet imzalatıyorlar başına silah dayalı halde. Ne bir kuruş eksik ne de fazla.
-   Ne kadar sürdürmüş? Ne zaman bırakmış?
-   O kadar ayrıntılı bilmiyorum vallahi.

Sınıftaki işleyişe geri dönelim isterseniz. Çünkü bahsettiğimiz konuyla sınıfta yaşananlar birbiriyle alakalı.  Sınıfta okuyan diğer öğrenciler bana tehditler savururken ''Abim şöyle, böyle.'', ''Babam şöyle, böyle.'' gibi şeyler söylerlerdi. Ben de bir "piç" gibi hiçbir karşı argümanda bulunamazdım. Korkardım onlardan ve bu yüzden de ezerlerdi beni. İşin garip tarafı şu ki bunları aileme hiç anlatmadım. Kendime güvenme konusunda bana destek vermek bir yana, beni daha da korkak biri yapmışlardı. Yaptıkları şeyden dolayı böyle bir yaşam sürdüm. Onların inşa ettiği hapishanedeki bir mahkumdum ve herkes bilir ki hapishanelerde tecavüze uğranabilir. Ben de bunun mağduru oldum ve onlara yaşadıklarımı anlatma gereğini duymadım. Ne oluyormuş demek ki? İletişim kurmak için geç de olsa, biraz patırtı ve gürültüden sonra iletişim kurulabiliyormuş. Hem de ilişki olumlu yönde  ilerleyebiliyormuş. Bu bana ne öğretti? Babam aslında çok otoriter bir insanmış ama bana karşı hiç uygulamamış bu otoriteyi. Çocukluğumda da bu otoriteyi sezseydim bu kadar korkak olmayabilirdim belki. Bu yüzden onları içten içe suçlamaktan vazgeçemiyorum. Lanet çocukluk yılları!

-   İş hayatım konusunda bile konuştuk.
-   Düşünceleri mi vardı geleceğinle ilgili?
-   Hayır, benim hayallerimi destekledi. Şirket kurma hayalimi.
-   Üniversite düşündün mü?
-   Evet, kendi şehrimde okumayı düşünüyorum.
-   Neden peki?
-   Okurken çalışmak istiyorum, ileriye yatırım yapmak istiyorum. İngilizce öğretmeni olmak gibi bir hayalim yok. Okul konusunda çok lakaytımdır ama iş konusunda çok prensipliyimdir. Girişimciyimdir, ticari konularda uzmanlaşmak için fazla çaba sarfediyorum. İhracat-ithalat işiyle uğraşmak istiyorum hatta.
-   Böyle hayali olan insanlar okulda da başarılı olmaya çalışır genelde.
-   Belki ama şansım yaver gitmedi. Lise beklediğim gibi değildi. Ben de ticarete yöneldim. Dayımın şirketinin yanında fabrika vardı. İşimi erken bitirdiğimde meyve suyu ve su tezgahı kurardım. Soğuturdum hepsini önce, sonra da satardım. Daha önce de böyle şeyler yapmışımdır. Babam Suriye'ye gider gelirdi. Gelirken getirdiği şeyleri Kur'an kursundaki çocuklara satardım.
-   Peki ne katıyor bunlar sana?
-   Zevk alıyorum satmaktan. İyi hissettiriyor, güçlü hissettiriyor.
-   Peki ya satamazsan ilerideki bir işte?
-   Satarım.
-   Ya satamazsan?
-   Satarım.
-   Velev ki?
-   Başka bir şeyle denerdim. Ama moral bozukluğu olmazdı.(Palavra)
-   Daha fazlasını istemenin sebebi fazlasıyla şımartılman olabilir mi sence? Herkesten

13
BÖLÜM 3:


   Geldiğim ilk iki terapide eniştemle beraberdim. Bu terapide ise yalnız başıma geldim. Bir şeyi kimseden yardım almadan yapmanın gururu vardı içimde. Hayatımda ilk defa kendimle gurur duymuştum belki de. Güzergahı öğrenmiştim artık ama kendime olan güvenimi daha da arttırabilmek için güzergaha farklılıklar katmalıydım.  Bunu gerçekleştirmek için, Mecidiyeköy'e ulaştığımda doğrudan HK'nın ofisine gitmek yerine önce çevreyi gezdim. Garip bir his vardı içimde ve daha önce bu hissi tatmıştım ben. Ailemle beraber gezerken onlardan uzaklaştığımda hissediyordum bu şekilde. İşte, aynısını bilmediğim yerleri gezerken de hissettim. Kendimi her ne kadar girişken bir insan olarak göstersem de aslında tam anlamıyla öyle olmadığını biliyordum. Bu duygu da kanıt niteliğindeydi. Çünkü bu, ailemden uzaklaşmanın beni ne kadar korkuttuğunu bir kez daha ispatlamıştı. Lanet savunma mekanizmaları!

   Çevreyi gezip dolaştıktan sonra HK'nın ofisine doğru yola koyuldum. HK'nın odasına girdiğimde farklı bir durum meydana geldi ve  bu sefer suskun bakışlar olmadı aramızda. Ne konuşacağımı biliyordum ve konuyu ben açtım hemen. Konuşmak istediğim konu stresli dönemlerimde ortaya çıkan ve yıllardır nüks eden tiklerimdi. Sürekli tekrar eden sekiz-on tane tikim vardı. Fakat dönemlere has olarak ortaya çıkan farklı tiklerim de olmuştu. Bir film repliğinde oyuncunun "Say ulan!" demesi gibi  HK da saymamı istedi aynı şekilde. HK'ya yaptığım gibi size de sayayım bari; boyun çatırdatma, omuz silkme, dudak yalama, burun çekme, dil ısırma, parmak çıtlatma, tırnak yeme ve diğer muadilleri... Kısacası say say bitmeyecek garip tiklerim olmuştu. Hepsi sıkıntıdan ve stresten... Bunları nasıl çözebileceğim konusunu gündeme getirme şansımız yoktu pek. Çünkü asıl sorunlarım çözülmeden bunların bitmesi de pek  muhtemel değildi. Ama üç aşağı beş yukarı bu tiklerin nereden çıktığını inceleyebiliriz. Öncelikle ev ortamımdan bahsetmem gerek. Bir odam yoktu, babamla aynı odada kalıyordum çünkü babam  neredeyse doğduğumdan beri annemle aynı yatakta yatmıyordu. Bundan dolayı benim de belirli bir düzenim yoktu maalesef. Sabaha kadar televizyon izlerdi, bu yüzden uyku düzenim oluşmadı bir türlü. Hatta ışıksız ve sessiz bir ortamda uyumak benim için hala işkenceden başka bir şey değil. Ayrıca ben de babam gibi geceleri uyuyamıyorum. Yani kısacası babamın kopyası olup çıktım. Sürekli aynı odadaydık ve sabaha kadar beraber oturuyorduk ama ne vardı biliyor musunuz? Birbirimizle hiç konuşmazdık. Hatta eşcinselliğimi öğrenmeden  önce benimle gezip dolaşmazdı da. Mesela balığa gidiyoruz arada sırada ama yine de pek muhabbet etmiyoruz. Bu mesele babamla çözülebilecek bir mesele de değil aslında. Adam nasıl iletişim kuracağını bilmiyor çünkü dedemin evlatlarıyla sağlıklı bir iletişimi olmamış. Babamı karşısına alıp da konuştuğu olmamış, olduğunda da ya tartışmışlar  ya da dedem ona şiddet uygulamış. Babam kendi babası gibi olmamak için bana bir fiske bile vurmadı ve çok yumuşak davrandı. Ama bu da sağlıklı bir iletişime neden olmadı. Lanet kelebek etkisi ve tahmin edilemeyecek kadar karmaşık olan sonuçları!

   En iyisi biz çekirdek ailemin ortamına geri dönelim. Hangi ebeveyn kendi aralarındaki sorunları çocuklarına anlatır ki? Ailedeki psikolog görevini üstlenmekten bir bıkkınlık oluştu elbette. Babam gelir ''Annen şöyle! Annen böyle!'' der. Annem gelir "Baban şöyle!! Baban böyle!'' der. Babama da anneme de "Haklısın." demekten başka ne çarem var ki benim? Çocuğum ulan ben! Bana ne sizin kendi aranızdaki problemlerden! Ne halt yapıyorsanız yapın kendi aranızda! Bu problem bir tek bende etki bırakmadı elbette. Bu problemin diğer çocuklarda nasıl sonuçlara neden olduğunu haydi hep beraber inceleyelim.

Zeynep: 30 yaşında, güzel olmasına ve birçok kişinin onu istemesine rağmen hala bekar olan kız. Evlenememesinden dolayı sürekli yakınır durur. Geceleri ağlar ve Tanrıya yakarışlarda bulunur genelde. Küçücük bir olaydan sonra hastalık derecesinde sinir krizleri geçirir ve ölü gibi gezmeye başlar. Duygusal yönden çok güçsüzdür.

Fulya: 28 yaşında, ne bahtsızlıktır ki o da bekar. Onun evlenememekten dolayı dışarıya yansıttığı bir sorunu olduğunu görmedim. Soğuk kanlıdır. Öyle soğuk kanlıdır ki bazen seri katil olduğunu düşünürüm. Duygularını okuyamam çünkü hayata mantık penceresi haricinde bir yerden bakmaz. Onun bu durumunu hala çözebilmiş değilim. Belki de sosyopattır.

Elif: 25 yaşında ve evli. Ailemizde psikolojisi en az bozuk olan kişidir herhalde. Bende olduğu gibi onun da öfkesi var tüm sülaleye karşı. Bunu da onlara karşı sergilediği hareketleriyle hissettirir. O da benim gibi bu sülaleye ait olmadığını hisseder.

14
BÖLÜM 2:

   Tekrar gelmeyi düşünmemiş olmama rağmen gelmiştim ikinci terapiye. Büyük ihtimalle eniştemin  terapiye gitmem için yoğun bir şekilde telkin etmesine uymuştum. Tabii ki birileriyle konuşup içimdekileri anlatmaya ihtiyacım da vardı. Terapinin açılışını HK'nın sözü bana bırakmasıyla yaptık:

-   Babama söyledim.
-   Ne zaman? Nasıl?
-   Buraya gelmeden birkaç gün önce söyledim.
-   Ne kadar sürdü konuşmanız?
-   Birkaç saat sürdü gece yarısından başlayarak.
-   O mu sordu sen mi söyleme ihtiyacı hissettin?
-   Babam sürekli ne sorunumun olduğunu sormaya başlamıştı. Israr etti ve ''Ben senin babanım, her şeyi anlatabilirsin bana.'' dedi. Ben de anlattım.
-   Sana nasıl yaklaştı peki söyledikten sonra?
-   Yakınlaştı bana ve "Beraber balığa gidelim, beraber gezelim." demeye başladı.
-   Babanın "Beraber takılalım." demesi senin için ne anlam ifade ediyor?
-   Gereksiz ve anlamsız bence. Çünkü zamanında bir şey yapmamışsın. Bu saatten sonra yaptıklarının benim için bir anlamı olmayacak ki.
-   Ne yapabilirdi peki sence?
-   Ne bileyim beraber bir şeyler yapmak işte. Babam sosyal bir insan değil. Akrabalarla dahi bayramdan bayrama görüşür. Beraber ne yapabiliriz bilmiyorum bu yüzden.
-   Yani affetmeyecek misin?
-   Affetmem için yapılabilecek bir şey yok ki.
-   Ona söylediğinde nasıl hissetti?
-   Şok oldu, ''Biz de seni evlendirecektik daha.'' dedi. Sonra psikolojisi daha da bozuldu.
-   Onun mutsuz olması sende nasıl bir his uyandırdı?
-   Sevindim aslında. ''Bu zamana kadar ben düşündüm, şimdi düşünme sırası onda.'' dedim.
-   Nasıl bir sevinç? Rahatlattı mı seni?
-   Evet, üstümden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim.
-   Yani, bu yük sende değil de onda mı olmalıymış?
-   Evet.
-   Yük onda devamlı mı kalmalı yoksa bir zaman sonra kalkmalı mı?
-   Kalkmalı bence. Çünkü ben ona bu sorundan kurtulmak için yükledim yükleri. Ben düzeldikten sonra onda kalmasının bir anlamı olmaz.
-   Peki bu intikam mıymış?
-   Ya aslında intikam da değil, çünkü bana yine yükler bindi. ''Aman oğlum kimseye söyleme, bu ortaya bir çıkarsa ailemizin adı lekelenir, ben de şehri terkederim.'' gibi şeyler söyledi bana.
-   Eee?
-   ''Vallahi benden hava hoş, hayat senin hayatın. Terketmek istiyorsan terket!'' dedim içimden.
-   Seni anlamadığını mı düşünüyorsun?
-   Evet anlamıyor beni. Olayın itibar meselesinden ibaret olduğunu düşünüyor. Dinden uzak kaldığımdan dolayı böyle bir şeyin ortaya çıktığını düşünüyor.
-   Dinle alakası yok yani.
-   Ben bu olay yüzünden dinden uzaklaştım zaten, tam tersi değil. Beş vakit namazında biriydim ama canıma tak etti. Hani inatlaşma gibi biraz. ''Sen bu sorunu kaldırmazsan ben de sana ibadet etmem.'' olayına getirdim işi.
-   Yani ona karşı da bir öfke mi var?
-   Gibi gibi. Bu sorunu o verdi sonuçta. Sizin videolarınızı izledim ne demeye çalıştığınızı anladım. Önce Tanrı'yla sorun...
-   Hayır yanlış görmüşsün o zaman. Önce babaya öfke başlıyor.


Babamın eşcinsel olduğumu ilk öğrendiğinde verdiği tepkiyi ve söylediği sözleri de anlatmazsam olmaz.

-   Baba ben eşcinselim, erkeklerden hoşlanıyorum.
Uzunca bir duraksamadan sonra söyledikleri can alıcıydı(!).

-   İslamda böyle olanlara ne yapılır biliyor musun?
-   Evet biliyorum.
-   Bir oğlum var diye düşünüyordum, o da yokmuş...
-   Ben hala senin oğlunum.
-   Ne yapacaksın gidip köprü altlarında kendini mi becerttireceksin?
-   Yahu ne alaka? Benimkisi duygusal.
-   Ne halin varsa gör.

Görebileceğiniz üzere bir patlama yaşadı baba figürümüz. Bunu yapmakla bana değer vermesinin tek nedeninin erkek olmam olduğunu anlıyoruz.

-   Geçen hafta bahsettiklerimize baktın mı?
-   Evet, galiba sınır kişilik bozukluğuna daha yakınım. Hani İbrahim mevzusunu göz önüne alırsak...
-   Kendini cezalandırma mevzusu? Oyunlar oynama?
-   İbrahim'den sonra koluma sigara basma, kalem batırma gibi şeyler vardı sonuçta. Bu yüzden sınır kişilik bozukluğuna daha yakınım tanrımı kaybettiğim için.
-   İbrahim'e söylemeseydin ne olurdu peki?
-   Şu an çok iyi dost olarak kalırdık.
-   Pişman mısın peki?
-   Hayır değilim. En fazla bir yıl daha sürdürebilirdik dostluğumuzu bence. Sonra üniversite falan var nihayetinde. Ağır laflar da söyledi zaten sonradan.
-   Ne söyledi?
-   Yani aslında sert laflar etmezdi o ama ben biraz paranoyak olduğumdan sert olarak algılıyorum lafları.
-   Ne söyledi tam olarak?
-   Dost olabileceğimizi ama eskisi gibi dost olamayacağımızı söyledi. Ben sınır tanımayan biriyim. Bir ilişkim olacaksa sınırı olmamalı. "Sınırı olacaksa hiç olmasın." diye düşünüp ilişkiyi sonlandırırım.

15
ÖNSÖZ

   Her şey nerede başladı? Bu kitabı nasıl yazdım? Uzun bir hikayenin başlangıcını yapmayı nasıl başardım? "Ne var ki bunu yapmakta?" diye düşünebilirsiniz belki. Fakat burada önemli olan şey, benim gibi hayatının her dönemecinde kolay yolları seçen birisinin bir şeyler başarmış olması. Sürekli kestirme yolları seçip neredeyse hiç emek sarf etmeden buralara kadan gelen ben ve benim gibi insanlar tembelliğin ne demek olduğunu gayet iyi bilirler. Tembelliğimi büyük ölçüde yenip bir adım attım ve bu kitabı yazmaya başladım. Kitap yazmanın bu zorluğunu bir kenara koyarsak, yazdığınız kitabı okuyucunun beğenip beğenmemesini de düşünmek insanı kitap yazmaktan alıkoyacak güçlükte engeller. Kitabı yazma amacınızın ne olduğuna bağlı gerçi bu. Kendim için bahsedersek eğer, bu kitabı maddi kazanç için mi , şöhret için mi ya da insanlar için mi yazdım? Hepsi için biraz yazdım galiba. Bir yandan insanlara ulaştırabileceğim yararı düşünürken, bir yandan da ortaya koyduğum emeği düşünmeden edemiyorum.

   Bazen bir günde tek bir satır yazamazken bazen de sayfalarca yazıyı saatlere indirgeyebildim. Kimi yazarlar ilham için içkiye, kumara veyahut diğer ilham kaynaklarına başvururlar. Ben de o yazarlar gibi ilham için çeşitli kaynaklara başvurdum ama en önemlisi ilhamımı bizzat kendi hayatımdan çıkardım. Bu kita,p bir masalın uydurulmuş sözlerinden oluşmuyor ya da yaşanılabilecek olayları ele alan bir roman da değil.  Yaşanılan şeylerin verdiği ızdırapla ve daha birçok duyguyla bezenmiş uzun bir hikaye... "Ne için yazdım ben bu kitabı?" diye kendi kendime sormuştum hani. Galiba en ağır basan sebep, insanların yüzlerine karşı anlatamadığım şeyleri özgürce yazarak anlatabilmenin verdiği ferahlığı tatmak oldu.

   HK gittiğim ilk terapide bana "Yazı yazmalısın." demişti ve ne yazık ki benim ilk yazımı yazmam neredeyse bir yıl sonra oldu. Yazıyı bitirdiğimde anladım ki "Düşünceleri kelimelerden daha iyi ifade edebilecek ne var ki?" İnsanlar için ifade yöntemleri çeşit çeşittir. Kalemi elime alıp, hiç kimseye anlatamadığım şeyleri, neredeyse duraklamadan yazdığımızı gördüğümde, sözler, mimikler veya jestler benim için anlamsız hale geliyor. Adeta somut dünyadan soyut dünyaya açılan bir pencere keşfettiğimi düşünüyorum.

   Kitap yazmanın belli kuralları falan vardır ya, hepsinin canı cehenneme! Eğer yazdığım kitabın kurallarını belirleyebilme gibi basit bir inisiyatife sahip değilsem, o halde yazdıklarım nasıl bana ait olur? Konuları kronolojik olarak ele almaya çalışmış olsam da konudan konuya hızlı geçişler de olduğunu fark edeceksiniz. Bu tarzımdan kafanız karışırsa gayet normaldir. Çünkü amacım, kendi dünyamın ve zihnimin nasıl işlediğini, bütün karışıklıkları, oyunları, duyguları ile olduğu gibi aktarmaya çalışmaktı.

   Kitap okumaktan, hele ki önsöz okumaktan bir hayli muaf olan toplumumuzun affına sığınarak bu önsözün yeterince uzun olduğuna kanaat getiriyor ve sözü hayat hikayelerime bırakıyorum.

   









BÖLÜM 1:



1994 yılının bir Eylül akşamı kendisinden önce doğan üç kızın ardından doğan çocuk; Emre Furkan Saraç. Babasındaki sevinç ve bilhassa gurur görülmeye değerdir bence. Emre, gelecekte başından geçecek kötü durumlardan haberi olmayan beyaz tenli, ipek gibi sapsarı saçlarla donanmış yeşil gözlü bir çocuktu. O günlere dönüp o çocuğu doyasıya kucaklamak, bir saniyeliğine bile yanımdan ayırmamak için gerçekten sahip olduğum ya da olacağım her şeyi verirdim. Bu çocuk  masumiyetimi anımsatan bir anı, belki de arayışında olduğum kişinin geçmişten yansımasıdır ama her halükarda kendime acıma duygusunun fikirlere dönüşmüş halinden başka bir şey değil. Normal insanlar geçmişlerine baktıklarında gördükleri kişiyi farklı bir insan olarak addetmezler. Lakin, ben geçmişe baktığımda olduğum kişiyi farklı karakterler olarak görmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hepsine teker teker acıyorum, doyasıya sarılmak ve ağlamak istiyorum. Hem de her saniye! Adeta onları sığınma limanım yapmak istiyorum. Çünkü kendimi diğer karakterlerimle beraber hayal edince asla yalnız hissetmiyorum. İşte bu, "Benden bir tane daha olsa ne olurdu?" sorusunun cevabını çok iyi veriyor. Kesinlikle aşık olurdum ama bu kusursuz olduğumu düşündüğümden olmazdı. Sebebi, aşık olmaya değecek ve değerimi yeterince kavrayacak insanların olmadığını düşündüğümden olurdu. Gerçek potansiyelimi görebilecek tek kişi benden başkası olamaz. Belki  fazla kibirliyim ama en azından bunu itiraf edebiliyorum. Hayatımda defalarca yalan söylemiş olabilirim ve belki de hayatım yalanlar üzerine kuruludur. Fakat duygularım hakkında yalan söyleyemem, iki yüzlülük yapamam ama kendimi aldatmama kendim de inanıyorsam bu bir yalan sayılmaz. Genelde de böyle olmuyor mı zaten? Hep inanıyorum, her şeyime, her duygu müsveddesine.

   Biraz da kendimi çözümleme işine nasıl başladığımı, daha doğrusu bu işe beni kimin ve nasıl sevk ettiğinden bahsetmemde fayda var. Aslında her şey ablamın benim eşcinsel olmamı öğrenmesi ve beni eniştemle konuşmak için ikna etmesiyle başladı. Eniştemle konuşmamın ardından Eniştem, Hüseyin Kaçın adında psikolog olan bir zatın yanına gitmemin faydalı olacağı kanaatine vardı. "Kanaatine vardı." diyorum çünkü hayat benim pek de umurumda değildi o sıralar. Sadece kaybedecek bir şeyim kalmamıştı ve "Gitmemem için ne sebep var ki?" diye düşündüm.

   Birinci terapi bir korku filmini yaşamak gibiydi benim için. Hem İstanbul'a ilk defa gidiyor olmamdan dolayı bir merak hem de dünyadan kaçmak istercesine çabalayan zihnim vardı. Üstelik HK'nın yanına gitmekle alakalı endişelerim oluşmaya başlamıştı. Ayaklarım gerisin geriye yürümeye çalışıyordu. İlk defa uçağa binmiştim. Biraz da ürkeklik vardı içimde ama bir yanım uçaktan atlamayı düşünüyordu. Yükseklik korkumdan dolayı atlamamın pek de mümkün olmayacağına karar verdim. Ama ne vardı biliyor musunuz? Uçağın düşmesi için dua eden bir tek ben vardım herhalde koca uçakta. Çok "havalı" bir ölüm olurdu. Ben bunları düşünüp ölümle ilgili güzel hayaller kurarken gözüm bir adama takıldı. Bir insan koltuğuna oturduktan hemen sonra ağzını "hipopotam" gibi açıp uyur mu yahu? Ağzına baktığınızda bağırsaklarındaki yemek kalıntılarını görebilirdiniz neredeyse. O görüntüye bir daha şahit olmak istemiyorum. Betimleme yapmayı seven biri değilimdir. Bu yüzden uçağın havada nasıl süzüldüğünü, kanatların genişliğini ağdalı bir dille betimlemeyeceğim size. Kısaca “Uçak kalktı ve indi.” diye uçak macerasını özetlesek kâfidir. İstanbul'u ikimiz de bilmiyorduk. Bu yüzden İstanbul'a gelmeden evvel Google Haritalar ile bütün güzergahımızı çıkardık. Öncelikle Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan çıktık ve Havaş'a bindik. O zamanlar Havaş'ın İstanbul'da çalışma izni henüz vardı. Yaklaşık 1 saat 45 dakikalık yolculuğun ardından Havaş’ın son durağı olan Taksim’e vardık. Oradan metroya bindik ve iki durak sonra Mecidiyeköy’e  ulaştık. HK'nın ofisini bulmak için etrafa bakındık bir müddet. Ama çok da zamanımızı almadı, nihayetinde işimizi kolaylaştırmak açısından haritanın çıktısını dahi aldık. İçeriye adım attığımız an, yolculuğa çıkmadan önce başlayan  korku hissim üç dört kat artıverdi. Bu adama ne anlatacaktım ki ben? HK'nın odasına girerken kendimi idam sehpasına giden bir mahkum gibi görüyordum hayal dünyamda. Son anlarımı yaşıyormuşçasına dilim tutulmaya başladı. Ağzım kuruyordu. Elimi sıktı ve kaba sesiyle ''Hoşgeldin.'' dedi. Ardından beni sorguya çekmeye başladı. "Adın ne, kaç yaşındasın?" gibi birçok soruyu sorduktan sonra sadede gelmeye başlamıştık. İlk terapi adeta çorba gibiydi, birbirinden alakalı alakasız demeden içimi döktüm ona. İbrahim'e karşı hissettiklerimi anlattım mesela. Kendimle ilgili birçok övgüde bulundum olması gerektiği gibi. Ticarette ne kadar iyi olduğumu, ne kadar zeki olduğumu söyledim ona. O da boş durmuyordu tabii, konuşmak istemediğim konulara yönlendirmeyi başarıyordu. Annemle aramdaki ilişkiyi sordu önce, daha sonra da babamla aramdakini, kısacası tüm aileyi sordu.

-   İntikam benim için gerçekten çok önemli.
-   Peki ne yapıyorsun? Hemen mi intikam alıyorsun yoksa planlar mı tasarlıyorsun?
-   Aylarca sürebilir duruma göre. Mesela Furkan vardı ya bir ara. Başka birileriyle problemi olmuştu ama acısını benden çıkarmıştı. Üç aydır konuşmuyorduk hatta. Birgün Almanca yazılısı olmak için bizim sınıfa geldi. Sınıfımızda bir bilgisayar vardı. Oraya oturdu ve yazılıya başladı Furkan. Almanca hocamız pek bakmazdı yazılı olan kişiye. O da anlamadığı Almanca kelimeye internetten bakmaya başladı. Bir şeyler yapmalıydım onu mahvetmek için. Ben de bilgisayarın şalterini indirdim. Böylece düşük not almasına neden oldum.
-   O senin yaptığını biliyor muydu peki?

Sayfa: [1] 2 3 ... 88