Gönderen Konu: YILDÖNÜMÜ AMA BİLDİKLERİNİZDEN DEĞİL ( KİM KORKAR TERAPİDEN? )  (Okunma sayısı 7881 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
İnsan olma ızdırabı çekerken neler yaşıyorum? (başlık bana yollanan bir e mailden alınmıştır teşekkürler kendisine)
İnsan olmaya başladığım hissediyorum. Yalnızlığım katlana katlana artıyor ve ben bütün bunlardan tuhaf bir haz alıyorum, deliriyor muyum, değişiyor muyum (evet değişiyorum), ne yaşıyorum bunlara henüz net bir anlam veremedim. Yeni bir ‘ben’ oluyorum.  
 Saldırı savaşları hep daha bir heyecanlı geçer ya aynen onu yaşıyorum hayatımda. Artık savunma, boyun eğme, tepkisiz kalma zamanlarını geride bırakmak istiyorum. Bunları yaparken, diğer insanlardan biraz fazla bildiğimi gördükçe, biraz fazla güce sahip olunca işler karışıyormuş. Halbuki ben işler daha da yoluna girecek sanmıştım, yanılmışım. İşler yoluna giriyor aslında ama ben bu yeni hayatıma alışmakta zorlanıyorum, doğal olarak. Bir şeyleri yok sayarken boyun eğerken hayat daha kolay gibi görünüyordu, sonuç belliydi, ama şimdi sonucu belirleyecek olan ben olduğum için daha çok çabalamam gerekiyor, şimdi yıllardır almadığım sorumlulukları alıyor, yıllardır görmediğim zorlukları hissediyorum. Yüz üstü yere çakılıp duruyorum aslında bir yandan. Diğer yandan da hoppala diye kalkıyorum, kimsenin elinden tutamıyorum artık, çünkü elinden tutacağım kimse yok ki. Böyle birinin olacağına dair inancım da pek yok diyebilirim. Bazen böyle birine ihtiyacım olmadığını da düşünüyorum.
 Bir zamanlar neredeyse taptığım babam bile gözümde gittikçe değersizleşiyor, sevgi olarak hala aynı yerde, ama bir insan olarak babamın her gün aynı şeyleri yapması, hep aynı şeyleri düşünmesi, benim hayallerimi anlamaya çalışmak için zerre kadar çaba göstermemesi, ama bir yandan kendi havasını atmak için profesör olmamı istemesi ağırıma gidiyor esasında, ya da bir yandan bir şeylerle oyalan, kimsenin işine bulaşma, devlete kapağı at diye akıl veren insanların etrafımda bahçedeki ot gibi türemesi beni bu konuda engelleyen duvarlar gibi. Kendileri yapamadıkları için benim de yapmamı istemiyorlar mı? Ya da şimdiye kadar bana kaşık kaşık yedirilen bırak başkası yapsın düşüncesi bu kadar mı kabuk bağlamış şekilde yerleşmiş herkese. Bütün bunları yaşamak beni bir yandan alt etmeye çalışırken, bir yandan da güçlü kılıyor. Bazen gümlesem de, sonradan bunu fark edip bir şeyleri düzeltmeye çalışıyorum en azından. Artık kararlarımı alırken, başkalarından onay almaktansa önce kendimin ne istediğini sormayı tercih ediyorum, bir de acele etmenin çok anlamsız olduğunu anlıyorum. Bu sene mezun olacağım, herkes iş iş diye koştururken, ben henüz karar vermediğimi ve biraz daha düşünmem gerektiğini biliyorum. Ama o çok bilenler, çalışmaya başlayınca alışırsın düşüncesindeler, nasıl olacaksa. Bu zihniyetten midir, Pazar akşamı herkes internete of yeni dönem başlıyor, ay tatil ne güzeldi diye yazdı. Gerçekten sevdiği işi yapan insanlar böyle bir isyan içinde değiller. E demek ki ben de bu insanlardan olmak için acele karar vermemeliyim. Mecburiyetten dolayı yaptığım işlerden şimdiye kadar zevk almadım, tam anlamıyla yapmadım, isteksizdim, bunları bile bile yaşamak istemiyorum tekrar. İnsanların yaşadıkları şeylerin çoğunun da mecburiyetten kaynaklandığına pek inanmıyorum artık, nerede kaldı seçim yapmak o zaman, ama hep mecbursun kelimesi ile yaptırılmaya çalışıldı bir şeyler bana da birçok insana da. Ders çalışmayan çocuğa da hep böyle yaklaşılmadı mı?
 Ben hep annemin, babamın, ağbimin, diğer insanlarınki gibi bir hayatım olacak zannediyordum, sıradan, aynı düşünceler, evlilik değil evcilik tadında. Şimdi bunlar değişmeye başladı kafamda, meyvesini de yiyorum sanki yavaş yavaş. Kendi başıma düşündüğüm staj başvurum, zor insanlarla çalışma merakım, seçimlerimin sorumluluğunu almaya çalışma bunların bazı örnekleri. Ama bu yazıyı okuyan kimse zannetmesin ki bunlar benim için kolay, hadi yapayım dediğimde yapıyorum. Hiç kolay değil, hala eski derimden kurtulmaya çalışıyor, sinirlendiğimde eski ben gibi bir tepki verme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor, kalp atışlarım hızlanıyor, hala hata yapıyor ki insan olmanın en belirgin özelliği bence, yani hala ızdırap çekiyorum değişmek için. Bu zamandan sonra vazgeçmek benim için vicdan azabı oluyor, ne olursa olsun kalıp savaştıktan sonra bir şeyler olmazsa, en azından başım dik dolaşır yaptığıma inanırım. Ama ne zaman ki yapmıyor, kaçıyorum eskisi gibi, işte o zaman o kaygı, sıkıntı, başarısızlık gibi eski duygularım beni sarmalıyor. Bu yazıyı yazarken kaç kez duruyorum, vazgeçiyorum, kaçmaya çalışıyorum, ama ellerim yine klavyeye gidiyor, artık ancak böyle iyi hissediyorum kendimi. Eski oynadığım oyunlarda birilerine iyi görünmek için övgü almak için yaparken bunları, şimdi ise kendime iyilik yapmak için, değişmek istediğim olmak istediğim ‘ben’e yapıyorum bunları, ve artık özellikle de erkeklerin hayatlarında yaptığı her şeye sosyal faaliyetinden, ibadete kanmamaya çalışıyorum, herkes bunu kendisi için yapmıyor mu? Benim yaptıklarım, yazdıklarım tabi ki ilişkilerimi, birilerini etkileyecek ama bunları ben yapıyorum, kendim için. Bunu da gayet narsistçe söylerim, kimseyle de paylaşmam. Artık insanların yerine bir şeyleri yapmak da saçmalık olarak geliyor bana, o da bir insan, ben de insansam benim yapabildiğimi o da yapabilir. İşe yaramayan düşünceler, ego savaşları, oyunlardan kurtulmaya çalışmak, bunları fark etmeye başlamak ile başlanabilir.
7 Şubat 2012  /gokkusakgok@mynet.com

YILDÖNÜMÜ AMA BİLDİKLERİNİZDEN DEĞİL

Bugün 23 Ekim 2011i geride bıraktığım ilk saatleri yaşadığım gece. 23 Ekim 2010 benim hayatımın her alanındaki birçok şeyi değiştirdiğim terapi sürecime başladığım gün.
 Boyumun 3 katına ulaşmış korkularımla evden çıktığımı, ve o güne nasıl başladığımı o kadar iyi hatırlıyorum ki, dizlerimdeki titremeyi hala hissediyorum düşününce. Ben zannediyordum ki, biten ilişkimi konuşacağız, erkek arkadaşımın benden aldığı kendime güveni yerine getireceğiz, konuştukça rahatlayacağım, üzerine para vereceğim, o beni daha da çok rahatlatacak, ve bu iş de kısa sürede bitecek. İtiraf ediyorum ki bunları düşünüyordum. Ama baktım ki ilk seanstan çıktığımda hissettiğim sahte rahatlama hissi, yerini 2. 3. 4. seanslarda eve geldiğimde istediğim uyuma, çektiğim baş ağrısı gibi şeylere dönüştü. Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyordum kendimi. Allah’ım bıraksam mı acaba, nasıl olsa psikolojik danışmanlık okuyorum, bundan sonrasını kendi kendime halledebilirim. Hem ne var ki hayatımda yatıp kalkıp şükredeyim halime, yediğim önümde yemediğim arkamda. Bunun gibi aklımdan geçen düşünceler arttıkça, kendimi daha çıkılmaz bir yola soktuğumu anladım ve birçok insan terapiye devam etmeye cesaret edemezken, ben ise bırakmaya cesaret edemedim. Sonrasında yaşayacağım pişmanlık eminim ki çok şiddetli olacaktı ve bununla baş edemezdim. Ben bu kadar güçlü değilim. Taptığım bir babam, ölümünün yasını tam tutamadığım bir annem, narsist bir ağbim, kişiliğinde ciddi sorunları olan bir üvey annem var. Yanımda bana destek olacak kimse yokmuş aslında. Göbek bağım mı gönül bağım mı bir şeyler kopmuş aslında çoktan bunlarla. Çölde tek başına atının üstündeki bir kovboy gibiyim.
  En önemli şeylerden biri ben bir erkek terapiste gidiyorum, erkekleri kötüleyeceğim, tanıdığım erkeklerin hepsi kötüydü çünkü, kadın olsaydı bana hak verir beni anlardı, biraz da erkek dedikodusu yapardık, hele ki bekar kadın olsaydı ooh neler kaynatırdık. Bu adam üstüne üstlük evli.
 O kadar ufak hissettim ki zaman zaman kendimi o seans odasında. Karınca bile benden daha güçlü herhalde dedim. Onaylanmayı, evet haklısın cümlesini duymayı o kadar çok bekledim ki bir zamanlar. Ama şimdi iyki o cümleyi duymamışım diyorum. Hayatım boyunca duydum da ne oldu ki, günlerce arkadaşlarıma erkek arkadaşlarımla olan sorunlarımı anlattım, benim haklı olduğumu o erkeğin bana layık olmadığını söylediler. Demek ki bu da yetmedi. Hayatımda bir şeyler eksikti.
 Devam eden zamanda, bu terapi işi eğlenceli olmaya başladı, güzel şeyleri gururla anlatmak, bakın bunu da yaptım bakın bunu da yaptım, bugün yatağımdan kalkarken hiç zorlanmadım, terapiye gelmeye üşenmedim demek, beni güçlendirdi. Artık terapistim bana gücünü koru gibi cümleler kuruyordu, çok şükür demek ki pilim dolmaya başladı. Yazmaya başlamak gittikçe keyif verici oldu. Eğer bir gün hayatımı roman yaparsam, bunları kullanacağım. Artık benim de bir hikayem var. Acılarım var yine içimde, ama artık seçtiğim kelimeler, acılarımdan çıkardığım anlamlar, gözlemlerim, deneyimlerim, nasıl yandığım yazıyor içinde bu hikayenin. Gündeki anneler gibi sızlanmalarım, şikayetlerim, tatminsizliğim yok içinde. İçimden bunlar tam anlamıyla gitmedi tabii ki, ama artık o kadar uzaklaştılar ki, el sallıyorlar ama ben umursamıyorum onları. O anneler yazımdaki annelerin azmi var artık hikayemde. Gözyaşlarım akarken gururla akıyorlar artık. Hissetmenin gururuyla, saklanmıyorlar kimseden. Ne var ki bunda onların da görünmeye ihtiyaçları var belki. Ağlamak da gülmenin kardeşi değil mi. Öylelermiş, bunu da öğrendim.
  Köleydim, efendi pozisyonuna yükselmeye başladım, bir ara rehavete kapılıp ben de mi birilerine gücümü göstersem dedim, sonra dedim ki geldiğin yerini unutma. Köleyken efendini sevmiyordun aslında. Efendileri hiç sevmedin. Güç, para benim tapacağım şeyler değil. Yükseldikçe terapistimin koltuğu da aşağı inmeye başladı. Sıradan biriymiş o da benim gibi. O da çok acı çekmiş. Çok ilginç, psikologlar hiç acı çeker mi. Hem onun tuzu kuruydu, mesleğini eline almış, işi tıkırında gidiyordu. İşin aslı bu değilmiş tabii ki. Buram buram deneyim ve acı kokan biriyle çalışıyormuşum aslında. Ve ona dürüstüm artık, muhalefet olmayı da seviyorum ona. Güvenim de var en özel şeylerimi ona anlatabiliyorum. İyi bir erkekmiş her şeyden önce. Dünyada iyi erkekler de varmış. Eminim ki benim iyi olmamı içtenlikle istiyor, gelişimimi gördükçe o da mutlu oluyor. Babam sordukça bu psikolog işi ne zaman bitecek diye, sertliğimle daha zamanı var diyorum. O terapiler benim çocuğum gibi oldu artık çünkü. Onları korumak, kendimi korumak demek. Ayrıca madem ki bu kadar uğraşıyorum kendim için, önce bir adım önümdekini sağlama almalıyım.
  Biriktirdiğim erkek koleksiyonunu sadece terapistim biliyor birçok detayı ile. Koleksiyon ismini de kendisi verdi buna. Biraz utandım gibi sanki bunu konuşurken ama sonra beni yargılamayacak kişinin o olduğunu bildiğim için de onunla paylaşabildim bunu. Şimdi koleksiyon yapmayı bıraktım, bugüne kadarkiler bana yetti dedim. Aşk güçlü kadınların işidir demiştim, ama ben henüz tam olarak güçlenmedim ki, neden bir ilişkinin hazin sonucunu görüp yine kendimi suçlayayım. Evet yine beni terk ettiler. Yine başaramadım demenin hiçbir faydası yok bana. Ve gerek yok artık böyle bir şeye. Ben kendimi birçok alanda kanıtladım zaten. Akademik yaşantımdaki başarım, yaptığım ve yapacağım gönüllü çalışmalarım, insanlarla ilişkim. Hepsinde başarım var. Aileme başkaldırdım ve kabul ettirdim kendimi. Birçok arkadaşıma da öyle. Bunları yaptıkça yalnızlaştım ama, daha çok üşür oldum tepelere çıktıkça. Farklı düşünmek, görünmeyeni görmek, üzerime aldığım sorumluluklarını yerine getirmek, hepsi bir değişik etki yaptı bünyemde. Neden mavi kapak biriktiriyorum belediyeye ya da başka bir yere göndermek için, neden evde çöpleri ayırıyorum, kağıt çöplerini başka yere atıyorum, neden suyu daha az harcıyorum, neden insanların açıklarını yüzlerine vurmuyorum artık, neden bazı şeyleri her yerde söylemiyorum, neden insanlığa nasıl faydalı olabileceğimi düşünüyorum, neden kendimi mutlu etmeyi istiyorum, neden artık keyif aldığım şeyler değişiyor, neden maneviyata daha çok yöneldim, neden dünyanın iyi bir yer olduğuna inanmak istiyorum, neden hayata bu kadar tutunuyorum, neden bir anda içimden eğitim uğruna işi uğruna dayak yiyen bir öğretmen gibi olmak, onun yaşadığı tutkuyu yaşayabilme isteği geliyor, neden sıra dışılıklar bana artık daha sıradan geliyor, neden sınırlarımı, duvarlarımı artık yıkıyorum, neden artık bir erkek arkadaş istemiyorum, neden artık babama tapmıyorum, neden artık ağbimi eskisi kadar umursamıyorum, neden kendimi ona ve diğerlerine kabul ettirmeye çalışıyorum, ben buyum diyorum, neden cesaretimi arttırmak için uğraşıyorum, neden yüksek lisans ve doktora yapmak konusunda daha hırslıyım, neden bazen bunların hepsinden vazgeçip, güne sabah programı ile başlayıp, akşamı dizi ile kapatmak istiyorum, neden insanların sahte gülüşlerini, iltifatlarını daha kolay fark edebiliyorum, neden bunların hepsinin YAŞAM’ın kendisi olduğuna inanıyorum artık?
 Cevap basit, ben E. Üniversite son sınıfta okuyan, hayatını şimdiye kadar pek gözden geçirmemiş, geçirse de hep olumsuzluklarımı görmüş, suçu hep başkasında aramış, 24 yaşında çocukluktan henüz çıkmış, nasıl başladığını kendisi de hayal edemeyen, ama risk almayı seven ve terapiye gitmeye başlamış, 1 yılını doldurmuş kıdemli olma yolunda ilerleyen bir danışanım. Yolunda emin adımlarla ilerliyor, daha da ilerleyeceğine inanıyor, çok baltalanıyor, çok darbe alıyor, bazen çok kaygıları var, korkuları var, ama artık kaçmıyor, inadına gidiyor üzerine. Bu dünyada tek başına yaşamadığını, ama bir o kadar da tek başına olduğunu öğrendi, bu ağır gelmesine rağmen, omzunun bir yerine koydu.
 İçtenlik, cesaret, umut, korku, hüzün, sevinç gibi duygularla yoğrulmuş bir yazı yazdım bugün. Kendime dokunarak yazdım.

iletişim: gokkusakgok@mynet.com
« Son Düzenleme: 07 Şubat 2012, 03:09:06 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
 Dizlerim hiç böylesine ağrımamıştı. Neredeyse 7 saat boyunca Van’a toplanan yardımları kolilemek için çalıştım. Oraya acı çeken, evsiz kalan, parasız kalan, çocukları gözleri önünde enkazdan çıkarılan ölü veya diri, ya da annesi babası, kardeşi, dedesi, n,nesi için üzülen insanlara okyanustaki 1 damla kadar da olsa yardım etmek için gittim. O 7 saat, ne korkularım, ne kaygılarım, ne yaslarım, ne acılarım geldi aklıma. Çabalıyordum, çabalıyordum ki hayatımda aradığım anlama biraz daha yaklaşayım. Kendim için çabaladığım hayatımda, biraz da başkalarına gerçekten bir mutlu an kazandırayım. Bugüne kadar hizmet ettiğim ’efendi’ lerin hiçbirine kalıcı bir mutluluk sağlayamadım yaptığım kölelikle. Onlarınki anlık mutluluktu. Ama gönderdiğim paltoyu biri giydiğinde, hazırladığım koliyi biri açtığında, bunu hazırlayana şükranlarını sunacak. İşte bana bir deneyim daha çıktı. Cesaretimin, düştüğüm yerden kalkmamın ekmeğini bir kez daha yedim. Kimileri de aman o yardımlar insanların eline geçiyor mu ki diye soruyordu bana. Geçmeyeceğini nereden biliyoruz. En azından safımı belli ettim, karınca misali. Kaldı ki, nasılsa yardımlar gitmeyecek diyip kenara çekilmenin ne faydası olacak.
 Evet belki, bu şehirde de deprem olacak ve o zaman da ben muhtaç olacağım düşüncesiyle korkum olduğu için yardım ettim, bunu düşünmedim değil. Ama korkup oturmadım, bir kez daha korkumun üstüne gittim. Artık korkularımdan uzaklaşmak, halının altına süpürmek daha çok korkutuyor beni. Belki de bu nedenle son ilişkimi yaşadığım erkeği kendime hayran bıraktım. Bıraktım da ne olduysa. Bana bir faydası olmadı belki diye düşünürken, aslında şunu anladım bir kez daha, korkan insan tehlike çanlarını çalıyor benim için, tam olarak korkan değil aslında korkularına sığınıp bir şey yapamayan demek daha mantıklı. Belki yine benzer bir eleştiri alır bu yazım. Bu kadar kolay mı 1 senede level atladığımı zannedenler olacak. Hiçbir gerçek terapi 1 senede böyle level falan atlatmıyor tabii ki de. Korkularla yüzleşmek, onlarla başa çıkmak da hiç de kolay olmuyor. Ama nasıl yapacağım, bilmiyorum, yapamıyorum sızlanmalarındansa harekete geçtiğiniz gün zaten başlarsınız ve eğer bunu gerçekten istiyorsanız vazgeçmezsiniz. İşte şimdi gerçekten güçlü bir erkeği istediğime, çünkü kendimin güçlenmeye başladığına inandım. Son koleksiyon parçasından sonra. Çok özel, diğer insanlardan farklı olduğumu düşünürüm çoğu zaman. Hayır, aslında biyolojik olarak ne farkım var, 2 el,2 ayak, 2 kolum, 2 gözüm var. Anılarımla yüzleşecek, kendimle hesaplaşacak cesaretim var farklı olarak. Sanırım bazen de fazlasıyla risk alıyorum. 2 haftadır tanıdığım bir çocuktan 7 yıldır kimseyi götürmediğin annemin mezarına beni götürmesini istedim. Bir erkekten istedim bunu. 1 soru bile sormadı gidene kadar. Kime gidiyoruz, nereye gidiyoruzu sormadı. Bu çocuk beni anladı. Bir şekilde bana dokundu. Annemle konuştum, duamı ettim geldim, fena da olmadım. Tabi ki yokluğu her gün daha çok dokunuyor bana annemin, ama bu konuda yapacak bir şey yok elimden gelen. Bununla baş etmeyi öğrenmekten başka. Beni mezarlığa götürmesini istersen kalbim o kadar hızla çarptı ki, bakışlarımla anlattım herhalde. Soru sorma, lütfen soru sorma, sadece gidelim ve yanımda ol. Şimdiye kadar hayatımda 5 6 senedir olan arkadaşlarımdan bile isteyememiştim bunu. Belki hazır değildim, belki onlara güvenmedim, ama şimdi 2 sini de yaptım.
 Ağır yüklerle, deneyimlerle ekildi toprağım, o kadar bereketli ki, ömür boyu yetecek, ömür botu hatırlayacağım şeyler var orada. Onlardan öğrendikçe öğreniyorum.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: YILDÖNÜMÜ AMA BİLDİKLERİNİZDEN DEĞİL ( KİM KORKAR TERAPİDEN? )
« Yanıtla #2 : 07 Aralık 2011, 12:23:25 öö »
4 Aralık 2011

Psikolojik danışmanlık okuyan biri olarak terapist ile danışanın arasındaki o ‘ilişkinin’ ne olduğunu bugün anladım. Ah ah sevgili hocalarım ne kadar mekanik şeyler öğretmişsiniz bize. Ben de ne güzel dahil olmuşum bu oyuna, iyi oyuncuymuşum.
 2 aydır kendimi çok iyi zannedip terapiye gitmemem ve bunu terapistimle paylaşmamak ne güzel duvara çarptırdı bugün beni. Terapistlerin de değer görmeye, saygı görmeye ihtiyacı olduğunu, aslında herkesin buna ihtiyacı olduğunu bir kez daha düşünmem gerektiğini gördüm. İlişkinin, evliliğin dizginleri ele almak, almazsam öyle gider zihniyeti üzerine kurulduğunu öğrenmiştim çocukluğumdan beri, haliyle şimdi forumdaki yazıyı okuduğumda, hiç de sağlıklı olmadığını gördüm etrafımdaki ilişkilerin büyük çoğunluğunu. O kadar da sütten çıkma bir ak kaşık değilmişim aslında.
 Hep istediğim olsun, ama mümkünse ben pek uğraşmayayım hayalim vardı. Hatırlıyorum eski sevgililerimin Pazar kahvaltısı için yalvardığını, benim ise uykumdan fedakarlık edemediğim için gitmediğimi. Düşüncem, sen uyumak istiyorsun, uyumayıp onun istediğini yaparsan, boyun eğmiş olursun muş. Halbuki şimdiye kadar köle olan hep bendim, hep hakaret yiyen, güçsüz olan taraf ben değil miydim? Evet işte ben onlar mıydım aslında? Eleştirdiğim, böyle yaptıkları için zaman zaman nefret ettiğim, egemenlik kurmaya çalışan, sömürücü, kan emicilerden miymişim esasında? Babamdan bazı zamanlarda o kadar korkardım ki, birçok insanın anlayışlı melek gibi biri olduğunu düşünmesine rağmen, adamı korkulası biri yapmışım o anlarda, kızarsın diye düşünmüştüm diye de saf saf söylerdim. Neden bazı ieyler küçücük bir tepecikken gözümde dünyanın en yüksek dağına dönüşüyor ki? Neden bazen çok basit sıradan düşünemiyorum. İlişkilerime de öyle bakıyorum galiba, stratejik davranılacak bir güç oyunu sanki benim için ilişki. Çok geniş bir koleksiyonum var, baktığımda bana köle olanı da bıraktım, benim köle olduklarımı da bıraktım. Umursamadım, ya da yanlış şeyleri umursamışım aslında. Psikoloğuma da gerçek ve sağlıklı bir değer verseydim uzun süredir gitmememin sebebini açıklardım, böyleymiş demek ki kural. Terapi denilen o mucizevi gibi görünen şeyden de beklentim aslında aynıydı. Beni iyi yapsın, terapistim beni iyi yapsın, herkes benim iyi, harika kusursuz olmam için uğraşsın.
PEKİ E.... SEN NE YAPIYORSUN BU ARADA. İşte kendimden bir kez daha utandığım soruyu soruyorum kendime. Bugüne kadar bir şeyler benim yerime hep yapıldı, ben yapamam, beceriksizim böyle dediler hep bana. Ama gerçek dünyaya geldiğimde aaa burada insanlar kendileri için çabalıyorlar, kendi işlerini kendileri görüyorlar. Pazar sabahı kahvaltıya gittiklerinde sevgilileriyle bir yerleri eksilmiyormuş. Ne kadar da şaşırtıcı. Veya karşılarındakine haber veriyorlarmış, durumu bildiriyorlarmış. Aman nasıl olsa o biliyor benim durumları deyip, oturmuyorlarmış tembel tembel. Gösterişi severim. Yaptığım işleri göstermeyi, övülmeyi, tanınmayı, popülariteyi seviyorum. Ama ben ilişkilerimi de sükse için yaşıyorum galiba. Galibası yok evet. İlişkilerle ayrı bir hava geliyor bana sanki. Kime caka satıyorsam halbuki. Tabii hava yüksek olunca sönmesi de kolay oluyor ve bitince yıkımım da acı verici oluyor.
 Rahatlamaya geldik terapiye, daha mı kötü oldum ne diye düşünürdüm ilk zamanlar. Demek ki hayat pembe tonlarda değilmiş her zaman. O odada yaşadığım utançlar, hatalarımı itiraf etmek o kadar zor ki. Değişimin verdiği sancıyla kaç çocuk doğuracağım bilmiyorum açıkçası. Ama bu yolun bir öğrenme süreci olduğunu da düşünürsem, her gidiş bir öğrenme, her deneyim, ve en önemlisi sadece kötü şeyler yaşanıldığında gidileni kötü anıların konuşulduğu bir yer değil aslında orası.
 Ben yeterli değeri göstermedim belki, ama değer gördüğümü anladım. Ve son seansıma kadar gördüm ki ben de klasik bir kibar danışman adayıymışım. Vakit yok, param yok bahanelerine kanıp seansa devam edip paramı alacakmışım. Ama durum bu kadar basit değil. Bu adam bir şeylerin beni kemirdiğini anladı. Neyse şimdi burada devam edelim demedi. İlk defa son konuşmamızda ne var ne yok dedi. Telefonda uzaylı biriyle konuşur gibi hissederdim bazen kendimi seans randevusu almak için aradığımda. Ne var ne yok dediğinde kekeledim. Ve ilk defa çıkarken elimi uzun süre sıkan bir psikolog. 10 15 saniye sürmüştür herhalde. Sadece sıkılan elim değildi. Kalbimi de sıktı sanki. Bir çeşit silkeleme, bir çeşit dürtme, ama bir yandan da güven verici bir eldi o. İçimde her ne kadar kolayı tembelliği seven bir taraf olsa da zoru sevmek zoru başarmak bana değişik bir haz veriyor. Bu haz olmasa zaten neden uğraşayım ki bu seanslarla ve böylesine derinliği olan bir terapistle. Yok elimi sıkmış da, yok bana ne var ne yok demiş de. O olmuş da bu olmuş. Bunlara ben mi bir anlam atfediyorum ya da atfettiklerim doğru mu hep bir ikilemdeyim. Sorular, cevaplanması zor sorular hep kafamda. Yok yok iyiyim böyle. Bu bol malzemelerle güzel yemekler yapacağım. Yapmaya başladım da.
« Son Düzenleme: 07 Aralık 2011, 12:26:06 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: YILDÖNÜMÜ AMA BİLDİKLERİNİZDEN DEĞİL ( KİM KORKAR TERAPİDEN? )
« Yanıtla #3 : 08 Aralık 2011, 10:40:51 ös »
  TERAPİLERİ YAZMAK

Organlarımı bağışlamış gibi hissediyorum, her seanstan sonra bir şeyler yazdığımda. Başlangıçta kim okuyor diye düşünürken, yazılarımın aldığı yorumlar, mailler beni mutlu etti sanki. Okudukça ‘tek ben değilmişim bu saçmalıkları yapan, çok daha yoğun duygular yaşayanlar var, başa çıkabilenler var’ gibi cümleler içimden geçiyor. Ve en önemlisi yazdıklarım birilerine umut olabiliyor, hem kendimi iyileştiriyorum, hem de şu ömrümde birilerinde iz bırakacak bir şeyler yaşamışım ve başkalarını iyileştiriyorum. Bulmak istedikten sonra her cümleden, kelimeden bir şeyler çıkarılabiliyor demek ki. Satırların aralarında da yaşanmış şeyler var. Ve yaşanmaya devam edecek

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: YILDÖNÜMÜ AMA BİLDİKLERİNİZDEN DEĞİL ( KİM KORKAR TERAPİDEN? )
« Yanıtla #4 : 10 Aralık 2011, 08:55:19 öö »
         Sıradan Bir Akşam, Sıradan olmayan bir telefon görüşmesi
 
  Sıradışı terapinin ne olduğunu anlamak için Halley i okumaya gerek yok, sizin gibi biriyle terapi yapmak yeterli sanırım. Kalp atışlarım yüksele yüksele eşinizi aradım 4 sefer falan çaldı, kapatacaktım ki, yok kaçmiyim gideyim üstüne dedim, açtı,karşımda oldukça temiz, tok bir ses. önce kendimi tanıttım, o kısmı kolaydı da, neden aradığım kısmında biraz sıkıntı vardı, deli miyim yahu, tutmuş kadını aramışım, sizin kocanız çok meşhur bir psikolog, ben de merak ettim nasıl oluyor da hiç kıskanmıyor musunuz,eşinizin mesleğine nasıl bakıyorsunuz diye soracağım. neyse ki anlayışlı bir kadın var biraz kem kümledikten sonra beni anladı. nasıl olur da bu kadar rahat oluyorsunuz diyemi soruyorsunuz dedi. kendine güvenen olgun bir kadın gördüm karşımda. işin sırrı da burada galiba. laçkalaşmış, saygısı bitmiş, güveni gitmiş iyi ilişkileri görmeye o kadar hasret kalmışım ki, karşımdaki kadının cümleleri pek bir değişik geldi bana. bu kadınla tanışmak istedim sahiden. beni hiç yadırgamadı. insanlarla tanışmanın en güzel şey olduğunu söyledi ve telefonda da olsa tanıştım ne güzel dedi. ben de rahat rahat bir gün onunla tanışmak istediğimi ziyaret etmek istediğimi söyledim, ne cesurmuşum. 1 senedir birlikte yürüdüğüm terapistimin hayatını tabii ki de merak ediyorum, bunu ona da söyledim. en mahrem şeylerinizi anlatıyorsunuz tabi ki merak edersiniz dedi. demek ki samimi olmak anlayan insanlarda kapıları açıyor. şimdiye kadar ki bencilliğimi bir kenara bıraktım ve istemezseniz cevap vermeyebilirsiniz diye de tercih verdim bu kadına. neticede özel soru soruyorum. ne üstüme vazife ki. ama masum, içten bu güzel konuşmanın karşılığında o da içten ve insan sevgisi duygularıyla kucakladı beni.
  Hayatımda ilk kez yaşadığım bir deneyim ve doğru seçimin ne zararı var sorusunun cevabını bulduğum bir deneyim. evet hocam gördüm ki bir zararı yokmuş
 

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: YILDÖNÜMÜ AMA BİLDİKLERİNİZDEN DEĞİL ( KİM KORKAR TERAPİDEN? )
« Yanıtla #5 : 22 Aralık 2011, 12:49:39 öö »
Babam Cesarete, ben kuvvete, 21 aralık en kısa gündüze…

 Kendimde bir şeylerin değişmeye başladığının uzun zamandır farkındaydım. Ama artık benim dışındakilerde de bir şeylerin değişmeye başladığını görüyorum. Bahsettiğim kişi babam. Hayatımda en büyük rolü alan, tapacak derecede sevdiğim bir zamanlar, yeni yeni göbek bağımı kesmeye başladığım adam. Annem öldüğünden ve 6 yıl sonra babam evlendikten sonra neredeyse tüm akrabalarımızın bana düşman olması ile birlikte ben de çamura taş atmayayım üstüme sıçrar mantığıyla onlarla ilişkimi kestim. Zorunlu kalınan durumlarda, telefon görüşmesi, ya da bayramlarda bizim eve yapılan zoraki ziyaretler. Özellikle soy ağacımda teyzem ve dayım olarak görünen 2 insanla. Soyağacımda görünen diyorum, çünkü onları manevi olarak çoktan dayı ve teyzelikten çıkardım. Büyüklerimiz bize hep ne öğretti, sen küçüksün, o seni aramasa sen ara, elini öp, gönlünü al. Ve bunları yapa yapa büyüklerimizin egosunu o kadar şişirdik ki, küçük değil mi aramak zorunda, bana saygı gösterecek gibi bir havaya büründü hepsi. Tıpkı benim şu anda değiştirmeye çalıştığım ilişki kurma şeklim gibi ilişki kuruyormuş hepsi. Tek taraflı, bana hizmet etsin, bana ilgi göstersin. Hep ben hep ben. Ama o ‘BEN’ hiçbir şey yapmasın, ya da çok az şey yaparak katkıda bulunsun. Lütfederek tabii ki. Babamın karısının ağzının biraz gevşek olması bazen işime yarıyor. Babamın benden sakladığı şeyleri, çok kolay söylüyor bana, ben söylemesini talep etmeden, kendiliğinden dökülüyor. Babam haftasonu teyzemin çocuklarından biri ile görüşmüş, ve ben ameliyat olduktan sonra neden aramadığını sormuş. Onların her zamanki savunması, benim teyzemi aramamam, algıları bu kadar sınırlı olduğu için, o büyüğünü aramazsa biz de onu aramayız tavrına giriyorlar. Çok muhtacım sanki onların aramasına. Babamın hala devam eden düşüncesi bütün kuzenleri bir araya getirmesi, ve herkesin eteğindeki taşları döktürmesini sağlamak. Babam bunu dile getiriyor, ama belki utandıkları için, belki kimse bununla uğraşmak istemediği için yanaşmıyor. Onların tavrı suçlamak. Benimki ise hiç tepki vermemek. Bu durumda ben daha çok karşı tarafı öfkelendiriyorum. Bu arada ağbim ve ailesi ile araları gayet iyi, gidiyorlar, geliyorlar birbirlerine. Normaldir, hepsi aynı zihniyette. Ve ağbimi kandırabiliyorlar. Ama ben dişli, edepsiz çıktım. Üniversiteyi bitiyorum, çalışacağım, tek başıma şehir dışına çıkıyorum, başımı kapatmadım ve hala evlenip çocuk doğurup, evde oturup taze fasulye pişirmiyorum. Onların teyzelerinden kalan yetim kızla ilgili hayalleri buydu çünkü. Kendi evlerine yakın bir yere taşınmamızı istiyorlar ve beni de böylece rahatça o istedikleri forma sokacaklardı. Babamın hayatta en cesur davrandığı anlardan biridir herhalde bunu kabul etmemek. Babamla bambaşka bir yere taşındığımızda da çok bozulmuşlardı, onlara evi önceden göstermedik diye. Bahsettiğim 2 kuzen babamın çocuğu olacak yaşta, ama kendilerini o kadar başarılı, bilgili zannediyorlar ki, ölmüş babalarından kalan parayla devam ettirdikleri şirketi kendileri kurmuşlar, tırnaklarıyla kazımışlar gibi havalardalar. Kaza geçirdiğimizde bizim yardımımıza ilk gelen onlardı, bunu bile bana üzerine basa basa söyleyen, hastaneye gelen farklı görünümlü arkadaşım için böyle insanlar bizim aileye yakışmaz, kendine gel diyen ve bunu annemin öldüğü günün ertesi günü söyleyen, başları seccadeden kalkmaz, bilmem kaç kez ümreye giden, sürekli Allah ve din konuşan, çocuklarına dini isimler koyan, onları dini okullara gönderen sevgili kuzenlerimdir. Tabii ki ben onların hoşuna gitmem. Haftasonu telefon konuşmasında babam benim psikoloğa gittiğimi, ne halde olduğumu hiç düşündüklerini sormuş kuzenime, o kadar sinirlenmiş ki 7 senedir biriktirdiği her şeyi söylemiş. Ben bunu bildiğimi belli etmedim hala babama. Babam bu konularda ketumdur, eşini de ispiyonlamış gibi olmak istemedim.
 Tüm bu olanlara tepkim ne diye soruyorum kendime. Öyle bir duyarsızlaşma yaşıyorum ki verecek tepki bulamıyorum. Evet, bazı insanlar teyzelerine, amcalarına, halalarına, dayılarına gittiklerinde, kuzenleriyle görüştüklerinde çok imreniyorum. Ama görüşmekteki akraba olmaktaki amaç ne, akraba olmak ne demek, göz oymak, can acıtmak, ego savaşı yapmak, kıskanmak, fesat düşünceleri tatmin etmek. Tabii ki bunlardan hiçbiri değil, ama benim akrabalarım böyle. Herkes birbirinin arkasından konuşuyor. Herkesin birbirine duyduğu sevgi eksik. Ama söze gelince herkes canını feda edebilir. Canını istemiyorum kimsenin, hayatayken anlamlı, güzel  2 satır sohbet istiyorum. Bu maalesef ki gerçekleşemiyor. İlk senelerde denedim, babamın zoruyla arıyordum, ama baktım ki hiçbir karşılık yok, karşılık beklemem hata mıydı diye düşündüm, ama karşılıklı olması gereken bir şey olsun ki bir ilişki kuvvetlensin. Çoğu başına kalırım, bir şey olur, benimle ilgilenmek zorunda kalırlar diye korktu. Bu noktada hep şükrettim, paramı da kazanıyorum, bana destek veren bir babam ve ağbim var. Aramız onunla bile bir ara bozulmasına rağmen, o da bir şeyleri fark etti, yengem de aynı şekilde, daha sık arıyorlar, ihtiyacım olup olmadığını soruyorlar. Kimseye gidip de onların dedikodusunu yapmadım, içimde tuttum genelde. Onlar yapıyorlarsa kendilerinin düşünmesi gereken bir şey. Hadlerini bilmeye başladı diyebiliriz onlar için. Diğerleri henüz bunu başaramadı. O kadar cüretkarlar ki, para, ev, mal mülk işlerimize de karıştılar vakti zamanında. Ben şimdi o kadar kuvvetlendim ki, artık arayıp bana söylenemiyorlar, söylendiklerinde alacakları cevaplar da hazır. Belki de bu hesaplaşmayı Allah’a bıraktım. Cezayı veren de O, ödülü veren de O. Benim yapacağım, yapmak istediğim bir şey yok. Çünkü böyle insanlarla istediğim bir ilişkim, aram düzelsin diyebileceğim bir şey yok. Hoşgörü sahibi olabilirim, başka insanlara olabiliyorum belki, ama madem ki büyük, her şeyi bilen onlar o zaman neden bunu onlar hiç yapmadılar şimdiye kadar.
Artık insanları düzeltmek, iyilik meleği olmak, hiçbir sorun olmasın, her şey yolunda gitsin gibi ütopyalarım yok. Şimdi artık gerçekleri görüp onları gerçekten görerek, tutarak kabullenmeyi, ve ona göre davranmayı istiyorum insanlara. Bu daha az yıpratıcı gibi görünüyor. Ama benim daha aktif rol aldığım bir şey, daha inandırıcı geliyor artık.
 1 hafta önce ameliyat oldum, şaşılacak bir sakinliğim vardı ameliyathaneye giderken, beklentilerim azaldı mı ne oldu anlamıyorum, belki de hayata alışmaya mı başladım nedir. Yukarıda bahsettiğim insanlardan aramalarını beklemiyordum, aramadılar da, gelmediler de. Neden bekleyeyim ki, adamların düşünceleri belli, narsist kişilikleri belli, bencillikleri ortada. Herkesten her şeyi beklememek lazımmış. Hak edenlerden beklemek daha doğru belki de, ya da gerçekten değer verilen insanlardan. Tabi onlara da gereken değeri göstermek gerekiyor. Benim bir zamanlar yaptığımı yapmamak gerekiyor. Bir bina nasıl ki bilmem kaç tane işçinin, kaç tane mimarın, mühendisin çalışmasıyla ortaya çıkıyor, ilişki de aslında 1 kişinin çabasıyla çürük bir bina gibi olmaz mı. Sadece kendileri özveride bulunan kadınlar veya adamlar hep bundan şikayet etmezler mi. İlişki için çabalamaya bile üşenen, her şeyde tembel olan insanların değer görmediğini anladım artık. Ve her fırsatta önünüze gelecek bir ayıp gibi bu. 1 haftalık evde dinlenme sürecinde bulduklarım bunlar. Bugün en kısa gün, ama yazılacak çok şeyin olduğu bir günmüş.