Gönderen Konu: Ömer Tuğrul İnançer ile  (Okunma sayısı 5202 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4076
    • Profili Görüntüle
Ömer Tuğrul İnançer ile
« : 11 Aralık 2013, 03:01:34 öö »
Ömer Tuğrul İnançer ile

Sair zamanlarda görmezden geldiğimiz ‘biz’i bize bağlı olmadan daha bir görünür kılıyor Ramazan. Hazır yüz yüze gelmişken ihtiyaçlarımızı bir daha gözden geçirmek gerekiyor. Ömer Tuğrul İnançer tek reçete sunuyor: Efendimiz’i (s.a.v.) tanımak…
Ramazan bir huzur iklimi gibi giriyor hayatımıza. Daha tadı damağımızda iken gözden kayboluyor sonra. Süresini uzatmak kabil değil, eyvallah. Peki, üzerimizde bıraktığı etkinin uzun ömürlü olması mümkün mü? Vaktin kıymetini bilir, gerektiğince istifade edersek damaklarımızda bugünlerden bir lezzet kalır mı? Bu soruların peşine düşüp kendimizi mutasavvıf / yazar Ömer Tuğrul İnançer’in karşısında bulduk. Şu günlerde Ramazan-ı Şerif’le sınırladığımız ufkumuzu bütün yılı kapsayacak şekilde genişleten İnançer’in tesbitleri, öncelikle kavram kargaşasından kaynaklanan bir savrulma içinde olduğumuzu ortaya koyuyor: “Sadeleştirme adı altındaki fukaralaştırma faaliyeti neticesinden artık kavram sahibi olamadığımızdan fikir binası icra edemiyoruz. Onun için papağan ve hoparlör seviyesinden yukarı çıkamıyoruz.” Yıl içinde bir seyir yaptırdıktan sonra bizi Efendimiz’in eşiğine bırakıyor İnançer. Bütün sorularımızın tek bir cevabı var aslında: Rasulullah Efendimiz (s.a.v). Sair yerlerde oyalanmak vakit kaybından öte mana ifade etmiyor…

-Ramazan-ı Şerif’te yaşanan hallerin bereketli ve uzun ömürlü olmasını sağlamak mümkün mü?

Müslümanlığın tabii ve fıtri bir din olduğunu bilip bu nevi bir birini takip eden hallerin çok fazla bir özellik taşımadığını öğrenmemiz lazım. Önemli olan vaktin gereğini yapmaktır. Okuyuculara bir merak konusu olsun, ebu-l vakt ve ibnü-l vakt kavramlarını tetkik etsinler. İçinde bulunulan zamanın en gerekli şeyini yapmaktır yaşamak. Uyku zamanı uyku, namaz zamanı namaz, oruç zamanı oruç, tatil zamanı tatil, eğlence zamanı eğlence… Hiç birini birbirine tercih etme yok. Hepsi gerekliliğinde, gerektiği kadar, gerektirdiği yoğunlukta.

-Ramazan-ı Şerif’i diğer vakitlerden ayıran hususiyetler yok mu?

Elbette belli özellikleri var. Bunları kendimiz keşif ya da icad edemeyiz. Okumayla, öğrenmeyle falan olmaz. Efendimiz (s.a.v) ne yapmış diye bakmak zorundayız. Herkesin kendi miktarınca sarf edeceği gayretlerle öğreneceği bilgiler insanı ancak çukur olmaktan, çukurda kalmaktan kurtarır. Yükseltmez. Yükselmenin yolu Efendimiz’in (s.a.v) ayaklarına, eteğine tutunmaktır! Müsaade buyurursa eline tutunmaktır…

-Ramazan’da ne yapmış Efendimiz (s.a.v.)?

Oruç tutmuş, biz de tutuyoruz. Tabii onun orucu ile bizimki aynı değil, o ayrı mesele! Her zamankinden daha çok ve muntazam namaz kılmış, teravih! Niye Ramazan’da diye gıllı gışa lüzum yok. Demek ki Ramazan’ın bir önemi var. Bu kapıdan girer, buradan düşünmeye başlarsak Efendimiz’i de dinimizi de öğreniriz! Zaten Efendimiz’i (s.a.v) öğrenmeden dinimizi öğrenemeyiz. Onları öğrenince de yapmak hevesi gelir. Çünkü hepsi çok güzel. Yapınca da adam olursun! Bu kadar basit… İş bâb-ı Muhammed Mustafa’dadır.

-Başka?

O zamana kadar nazil olan ayetleri Cebrail (a.s.) ile karşılıklı okumuşlar. Bunu neden başka bir zamanda değil de Ramazan’da yapıyor? Demek bunda da bir iş var. Mukabelede bir kişi okuyor, diğerleri dinliyor. Aynı şeyi Efendimiz’le Cebrail (a.s.) yaptılar. Bu ne demek? Mukabele okuyan ve dinleyenler bazen kâim makam-ı Rasulullah, bazen kâim makam-ı Cebrail (a.s) olurlar. O kadar ciddi, mübarek ve yüksek bir iş. Bazıları mukabele caiz değildir falan diyorlar ya, hey cahiller! Efendimiz’i (s.a.v) tanımadıklarından böyle söylüyorlar. Efendimiz, “Recep Allah’ın, Şaban benim, Ramazan ümmetimin ayı.” diyor. Demek ki ümmete ait başka özellikleri de var. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de bu kadar uzun boylu izah yok. “Sizden evvelki ümmetlere farz olunduğu gibi size de Ramazan orucu farz olundu. Ramazan hilalini gördüğünüz zaman oruca başlayın! Bayram hilalini görünce orucu bırakın!” Bu kadar. Geri kalan her şey için Efendimize (s.a.v) muhtacız.

-Burada sünnet giriyor devreye değil mi?

Sünnetle farzı ayırmak şaşılıktır! Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) herhangi bir fiili veya sözü Allah rızasına muhalif olabilir mi?

-Haşa!

Peki, Kur’an’da ayrıca “Habibim size ne verdiyse onu alın, neden kaçınmanızı istediyse ondan kaçının!” diye ayet var mı? Veya “Kim ki Rasulullah’a itaat etti, hakikatte Allah’a itaat etmiş oldu!” deniyor mu?

-Eyvallah!

Daha ne o zaman! Neden bu ayırım! Bu kavram ulemanın izah babındaki sınıflandırmasıdır. Yani bazı sünnetleri Efendimiz de arasıra terk etmiştir. Ama farzları asla terk etmemiş. Bizim O’nu örnek alarak farzı terk ettiğimiz zaman olmayacak. Sünneti de irademizle değil ama gereklilik durumda terk edeceğiz ancak. Rasulullah’ın hayat tarzı nasıl onun sünneti ise, bizim de hayat tarzımız ona benzeyecek. Bunu ibadet sünnetlerine indirgemek bizi yanlışlıklara sürüklüyor.

-Sünnet-i Seniyye’nin hayatımızdaki temel karşılığı nedir?

Ahlak ve hayat tarzı sahibi olmak için muhtacız ona! Sünnet-i Rasulullah, hayatın karşılığıdır. Biz yaşama dini olan İslam’ı ibadet etme, tapınma dini haline indirgedik. Hâlbuki tapınmak için yaratılmadık! O fikir bir yanlış tercümeden kaynaklanıyor. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım!” Biz Türkçede ibadet etme lafını namaz, oruç, zekât, hac diye anlıyoruz. Hâlbuki ayetin kastı ibadet değil. “Bana kul olsunlar diye!” Allah’a kul olmak sadece seccade üstünde, Ramazan ayında ve cami duvarları arasında mıdır?

-Bugün maalesef biraz o hale indirgenmiş durumda.

Öyle olduğu için de bu yanlış anlamalar, onların telafisi için yanlış sualler, yanlış suallerin doğru cevabı olmayacağı için de yanlış cevaplar var elimizde. Bir türlü İslam’ın yaşama dini olduğunu öğrenemedik. Ne dua dinidir, ne tapınma dinidir! Yaşamanın içinde zaten dua ve tapınma vardır. Tartı, terazi; çarşı, pazar; metre, ölçü; astronomi, tıp… Hepsi yaşamın parçasıdır ve hiçbiri dinin dışında değildir.

-Ramazan’la ilişkimiz doğru mu?

Ramazan’a mahsus ibadet tarzları vardır ama bu ayın hürmetine içkiyi bırakıp bayramın birinci günü hadi bilemedin dördüncü günü başlayanlar aslında kendilerini kandırıyor. 30 gün tahammül ettiğin şeye 31. gün de tahammül edersin. 30 gün Ramazan’dan başka diğer 11 ayda da nice mübarek günler olduğunu bilirsen kıyamazsın. Şevval’de oruç tutan var mı? Birkaç kişi dışında… Recep ve Şaban’da, Muharrem’de? Haa! Bir de Ramazan orucu tutmayanların tuttuğu Muharrem orucu var! Boşuna aç kalıyorlar! Ramazan orucunu inkâr et, Muharrem’de oruç tut! Farz yok, sünnet var! Farzı olmayanın sünneti olur mu? Bitti. Müslümanlık adama 365 gün, 24 saat lazımdır. İmsakiye gibi Ramazan’dan Ramazan’a kullanılacak bir şey değildir. Aynı şekilde Efendimiz de öyle. Hayatımızın dışına çıkarmışız ‘Rasulullah başımızın tacıdır’ diye diye. Rasulullah’ın başımızın üstünde yeri yoktur. O’nun yeri, gönlümüzün ta içidir ve hayatımızdır. Başımızın üstünde demek, dışımızda demektir. Yüksekte de olsa dışında değil, içinde olacak. Allah’ü zü-l Celal öyle buyuruyor: “Sen onların içinde olduğun müddetçe onlardan önceki kavimlere verdiğim toplu cezayı vermem!”

-Ramazan’da belli haller yaşıyor, içimize dönüyor, dünya ile aramıza mesafe koyuyoruz ister istemez. Yaşadığımız değişimin adını koymak ve tesirini bereketli kılmak maksadıyla ne yapılabilir?

Ramazan’a mahsus hâlleri tam yaşadığımız gibi diğer ayların da hakkını verirsek Ramazan’da lezzetine vardığımız hâlleri bütün yıl sürdürmemiz mümkün olur. Ramazan’daki hâl Ramazan’da kalır zaten. Ayrıca kendi kendimize asli olmayan birtakım şeyler icad ediyoruz. Mekke ne zaman fethedildi? Ramazan’da! Bedir ne zaman oldu? Ramazan’da! Tebük ne zaman oldu? Ramazan’da! Bunları biliyor muyuz? Biz Ramazan’da, hayatı biraz rölantiye alıyoruz. Rasulullah (s.a.v.) böyle yapmıyor. Bakın siz birtakım suallerle geldiniz. Röportaj yapacaksınız. Şunu bilin ki bütün suallerin bir tek cevabı vardır; Rasulullah! Bitti, o kadar. Efendimizi tanırsak, ama amiyane tabirle dım dızlak bir adam olarak değil, arkadaşlarıyla, akrabalarıyla, zevceleriyle, çocukları, damadı, kayınpederiyle, düşmanlarıyla! Hepsini birden tanıdığımızda bu suallerin hiçbirine hacet kalmaz.

-Vaktin hakkını vermek nasıl mümkün olur?

Şevval’de günlük hayatın devam ederken arada bir 6 gün oruç tutacaksın. Arkasından Zilkade geldi. Bir kere her ayın başı, ortası ve sonu Efendimiz’in fiili sünneti olarak tutulur. Bu ayda hac hazırlığı yap. Yalnızca hediye listesi hazırlama ama. Orada ne yapacağını oku, öğren. Hediye listesi hazırlayacaksan Kâbe’den ne getirebilirim? Rasulullah’tan ne getirebilirim? Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali Hazeratından, Fatıma’dan, Aişe’den (r.a.) ashab-ı Bedir’den, ashab-ı Cenneti Mualla’dan, Ashab-ı Cenneti Baki’den, Hatice Validemiz’den ne getirebilirim? O listeyi yap! Zilhicce’de zaten hac ve kurban var. Ondan sonra kurban yerine çocuk okutsam olur mu gibi saçma suallere cevap hazırla. O da bir ibadet.

-Vaktin hakkını verebilmek için içinde bulunduğumuz zamanın neye tekabul ettiğini iyi bilmemiz gerekiyor o halde?

Gayet tabii. Mesela Muharrem’in birinci gününe hicri yılbaşı ve hicret deniyor. Hayır! Hicret ne zaman başladı, ne zaman bitti? Hâlâ camilerde Muharrem ayının ilk cumasında hicret konuşuluyor. Ayıp ya hû! Hicret 26 Safer Perşembe gecesi başlamış, 12 Rebiülevvel Cuma ikindi vakti bitmiştir. Muharrem’le ne alakası var? Ve hicretten taa 17 sene sonra Hazret-i Ömer’in hilafeti zamanında tarih karışıklığına mani olmak için bir başlangıç belirlenmiştir. O zamana kadar rakamsal tarih yok. Senenin en önemli hadisesinin ismi veriliyor yıla. Muharrem’in yılın ilk ayı oluşu ise asırlardan beri öyleydi. Hicretle alakası yok.

-Karışıklığın sebebi bu demek!

Karışıklık değil, cehalet bu! Muharrem, Allah’ın muhterem ilan ettiği bir ay, haram aylardan. Bunun sebebini tetkik et, öğren, idrak et. İlk 10 günü oruç tut! Yani zaman, mekân, ortam ne icab ettiriyorsa onu yap. Ezan okununca artık çalışmanın vakti ortadan kalkmıştır, ibadet vakti girmiştir. “Efendim, çalışmak da ibadettir” diyenlerin kulakları çınlasın. Para kazanmak için çalışman ibadet değildir. Allah rızası kazanmak için çalışmak ibadettir. O esnada para da kazanabilirsin. O ayrı mesele. Ramazan birtakım güzel davranış biçimlerini uzunca bir müddet talim ettiğimiz bir dönemdir. Bu talimden istifade ile mesela Ramazan’ın son günü akşamı teravih yerine hiç olmazsa tesbih namazı kılalım. Nasılsa 20 rekât teravihe vücut alıştı. Niye hemen terk ediyorsun ki! Üsküdar Mevlevihanesi son şeyhi Ahmet Remzi Dede Efendi bir nutkunda “Rah-ı Hakkı kullara talim-i Yezdan’dır gelen.” diyor Ramazan için. Bu ihsandan istifade edebilmek, Ramazan’ın son akşamı paydos etmemek demektir. Rabbimizin bir hâl hariç amel yakma âdeti yoktur amma istifadeden mahrum kalırız Allah muhafaza.

-Nedir o hal?

Rasulullah Efendimiz Hazretlerine edepsizlik etmek. Allah’ü zü-l Celal açıkça beyan ediyor, “Habibime edepsizlik yaparsanız, mesela huzurunda sesinizi yükseltirseniz amelleriniz boşa gider…”

-Efendimiz’in huzurunda bulunmayı nasıl yorumlamamız gerekiyor?

Her an Rasulullah’ın huzurunda olduğunu bilecek, O’nun hükmü üzerine hüküm koymayacaksın. Mesela son zamanlarda çok konuşulan bir lakırdı var. Efendimiz’in mescidinin minaresinden daha yüksek minare yapacağım demeyeceksin. Terbiyesizliktir bu. Cenab-ı Hakk “Habibime terbiyesizlik yaparsanız amellerinizi yok ederim.” diyor. Öyleyse edep amelden üstündür diyebiliriz. Edep, amel noksanını kapatır. Edep muhabbetin izharıdır. Sevdiğine saygısızlık yapabilir misin? Tepesine de çıksan o saygısızlık olmaz. Çünkü bilir, sevdiğinden yapıyorsun. Efendimiz’e itiraz etmek mümkün değil, değil mi? Ama Hazreti Ali itiraz etti!

-Ne zaman ve neden?

Mekke’nin fethedildiği gün, Kâbe’nin içindeler. Efendimiz putları temizliyor. Yukarıda bir tane var ki asa da yetişmiyor. İçeride Hz. Ali ve Hz. Bilal var. Hz. Ali’ye “Çık omzuma, indir o putu ya Ali!” buyuruyor Efendimiz. Hz. Ali itiraz ediyor: “Yok ya Rasulallah çıkamam! Siz benim omzuma çıkın!” Efendimiz, “Bugün celalliyim ya Ali! Taşıyamazsın.” buyuruyor. Bu kat’i bir söz. “Çıkıp indirdim!” diyor Hz. Ali. Bir şey daha söylüyor: “Efendimiz’in omzuna bastığım zaman başım arş-ı âlâya değdi zannettim…” Kendimizi bedenden ibaret görmekten vazgeçmeliyiz.

-Beden kaydından kurtulmaya da vesile olabilir mi Ramazan-ı Şerif?

Eyvallah. Allah’ü zü-l Celal’in kullarından istediği namazdan, niyazdan, oruçtan, hacdan gaye ne? Tevhid... Namaz kılalım, oruç tutalım diye yaratılmadık. Bunları ve diğer emirleri yerine getirmek suretiyle Rabbimize yaklaşalım diye yaratıldık. Mahlûkla bir olmayan Halik’la bir olamaz. Tevhid-i İslam diye konuşulan şey o. Bu tevhid ibadette çok belli oluyor. O yüzden Allah cemaatle namaz kılmaya çok önem verdiğini beyan buyuruyor, müjdeliyor. Öyle mi? Peki bakıyoruz en uzun namaz ne kadar? Ramazan’ın son günlerinde Mekke’de hatimle teravih kılıyorlar. Saat tuttum, 2 rekat 25 dakika kadar sürüyor. En uzun namaz bu. Peki oruç? Kaç milyon kişi aynı anda ibadet halinde? Ramazan’ın en büyük özelliği, esası bu.

-Hislerimiz bu tevhidin etkisiyle mi oluşuyor?

Evet. İşte sair meselelerde de böyle ehl-i tevhid olsak yerden bir karış yukarıda yürürüz. Mutluluktan dolayı tabii. Yoksa Müslümanın ayağı yere basar, havada gitmek marifet değil. Bakü’den Saraybosna’ya kaç milyon insan aynı anda oruç ibadeti üzere? Uyusa da, çalışsa da, abdest bozmada da olsa! Efendimiz ne buyuruyorlar? Oruçlunun uykusu ibadet, susması nasihattir. Kaç milyon insan aynı hal üzere? Bir tefekkür edin. Peki, iftar vakti girdikten sonra müştereklik azalıyor mu? Hayır. Tokyo niyetleniyor bu kez de. Çin’de 100 milyondan fazla Müslüman var, onlar başlıyor. Bir ay boyunca bu devam ediyor. Hiç ara verilmeden…

-Diğer mahlûkata da sirayet eder mi bu hal?

Eder elbette. Biz insanız. Her şey bizim için, biz Allah için yaratıldık. Güneş de, ay da, yıldızlar da bizim emrimizde. Ve dünya da bir yıldız. Dolayısıyla bizim o halimiz gökteki yıldıza bile tesir eder. Toprak altındaki tohuma da tesir eder.

-İnsanın kulluğu sadece Allah’a karşı vazife değil, mahlûkata karşı da borç o halde…

Gayet tabii. Vazifeyi ihmal zulümdür ve insan bundan da mes’uldür. En çok kendine zulmediyor. Hep hukuku ibad, kul hakkı konuşuluyor. Hukuku nefs nerede, hukukullah nerede? Allah’ın hakkından, senin sana olan hakkından hiç söz etmiyoruz. Senin, senin üzerindeki hakkın ve senin sana karşı olan vazifelerin nerede? Bunlar konuşulmuyor. Birbirinden ayrı değil ki bunlar iki gözüm. Kim dedi kul hakkı daha mühim diye. Hak önemlidir. Sadece Ramazan değil, hergün bunları tefekküre vesile olsun inşallah…

Kaynak: Aksiyon