İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 78 79 [80] 81 82 ... 89
1186
Yelkin Diker Coşkun, Emel Ulukaya, Şeyma Uzun


Yeditepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü, İstanbul

Özet

Psikolojik danışma ve rehberlik alanında çalışacak olanların bu alanın temel anlayışlarından olan varoluşçu yaklaşımı tanıması, genel kabul oluşturması beklenmektedir. Bu araştırmanın amacı PDR öğrencilerinin varoluşu yaklaşıma ilişkin görüşlerini, günlük yaşamda karşılaşılan çatışma durumlarında bu yaklaşımı kabul düzeylerini saptamaktır. Araştırma 2010 bahar döneminde Yeditepe Üniversitesi farklı sınıf düzeylerinde öğrenim gören PDR ve psikoloji öğrencileri ile yürütülmüştür. Çalışma nitel araştırma yöntemlerinden görüşme tekniği ile gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara (n=15) varoluşçu yaklaşım ve bu yaklaşımın yaşam pratikleri hakkında soruların yer aldığı yarı yapılandırılmış görüşme formu uygulanmıştır. Araştırma sonucunda öğrencilerin genel olarak varoluşçu yaklaşımla ilgili bilgi sahibi olduklarını düşündükleri, varoluşçu yaklaşımın kullandığı temel savlara genellikle olumlu yaklaşıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

Giriş

Varoluşçuluk, PDR alanında Son yıllarda artan problemler nedeniyle ve insanlarımızın bilinçlenmesiyle birlikte psikolojik danışmanlık mesleğine verilen önemin arttığı gözlenmektedir. Sosyal statü ve üstlenilen görev itibariyle psikolojik danışmanlık mesleğinin ülkemizde çok tercih edilen bir meslek olması nedeniyle psikolojik danışman adaylarının her anlamda kendilerini çok iyi yetiştirmesi ve geliştirmesi beklenmektedir. (Gültekin, 2006 s. 8) Varoluşçu yaklaşımla örtüşen PDR ilkelerinin (koşulsuz kabul, özgür irade, bireysel sorumluluk vb) olması nedeniyle bu yaklaşımın psikolojik danışman adayları tarafından bilinmesi ve bazı ilkelerinin benimsenmesi gerekmektedir. Psikolojik danışman adaylarının bu yaklaşıma ilişkin bilgi sahibi olmaları, yaklaşımı işe vuruk hale getirmelerine yardımcı olacaktır. İlkeleri benimsemenin önemini Gültekin (2008:vi) şöyle açıklamaktadır:

Psikolojik yardım mesleklerindeki etik ilkeler, evrensel prensiplere göre yapılandırılmış, temel unsurları toplum, kültür ya da bireye göre farklılık göstermeyen ilkelerdir. Bu alanlarda çalışan bireylerin mesleki gereklilik doğrultusunda dışsal bir zorunluluk olarak değil, değerlendirilmiş ve içselleştirilmiş bir anlayış doğrultusunda bu ilkelere uymaları, hizmet verdikleri bireylerin değerlendirme biçimlerini anlayabilme, olaylara onların bakış açılarından bakabilme ve daha doğru bir değerlendirme yapabilme imkanı sağlar. Bu durum hizmet alan bireylerin iyi oluşlarına önemli bir katkı sağlayabilir. Bu bağlamda psikolojik yardım meslekleri alanlarında eğitim gören bireylerin ahlaki yargı yeteneklerinin gelişmesinin desteklenmesi, verilen hizmetlerin kalitesinin artırılması açısından önem taşımaktadır.
Yukarıda önemi açıklanan temel ilkeleri oluşturan hümanizm, varoluşçuluk gibi yaklaşımların daha yoğun biçimde incelenmesi gerekmektedir. “Varoloşçuluk, insanın zihinsel yapısının ve dünyayı algılama şeklinin bir izah tarzıdır” (Tekneci, M. 2009). İnsan, elinde olmadan bu dünyada var olmuştur. Varlığını fark edebilen tek canlıdır. Varlığını fark etmeyle beraber varlığının neden ve niçinlerini sorgulamak durumundadır. Bu durum, insanın varlığına anlam arama sürecidir. Varlığa anlam aramak doğuştan gelen bir ihtiyaçtır. Psikolojik danışmanlık alanında çalışan bireylerin bu konudaki farkındalıklarının gelişebilmesi için varoluşçuluk felsefesi özümsemesi gerekmektedir. Varoluşçu yaklaşım insanın biricik oluşu ve özgün olma özelliğini hiçe sayarak bir nesne gibi ele alan yaklaşımlara karşı bir tepki olarak doğmuştur. Varoluşçu düşünce insanın kendini yaşamakta olduğu zaman içinde var edebileceği ve değiştirilebileceği ilkesine dayanmaktadır (Koçak, Gökler, 1998 s. 91)
Gençtan (1996) varoluşçu felsefesinin temel öğretisinin birey ve özgürleşmesi olduğunu açıklar. Buna göre “evrende kendi varlığını kendi yaratan tek varlık insandır ve insandan başka tüm varlıklar varoluşlarından önce yaratılmışlardır. Daha açık bir deyişle, ağaç ağaçlığını kendisi yapmaz, ama insan insanlığını kendisi yapar ve nasıl yaparsa öylece var olur, değerlerini kendi yaratır, yolunu kendi seçer. İnsan yaşamaya başlamadan önce yaşam yoktur ve yaşama anlam veren yaşayan insandır. Gerçekte doğada insana yol gösterecek kendinden başka hiç birşey yoktur. O halde insan özgürdür, yaşamını hangi biçimde isterse çizebilir, ne var ki insan kendi sorumluluğunu yüklenebildiği derecede özgürdür.”
Varoluşçu yaklaşımın temele aldığı bazı kavram ve ilkeler vardır. Bunlar bireysellik, özgür seçim, sorumluluk, varoluş anksiyetesi, nedenselliğin reddi, somut gerçekliktir (Gençtan, 1996; Koçak, Gökler, 1998) Bu kavramlar çerçevesinde incelendiğinde varoluşçu yaklaşımın temelde bireyi varoluşu nedeniyle kendine özgü çatışmalar yaşayan, olumlu ya da olumsuz somut gerçekliği değerlendirerek özgür seçimler yapabilecek varlık olarak tanımladığını görebiliriz. Psikolojik danışma sürecinde de bireyin bu özelliklerle değerlendirilmesi gerekmektedir.

Varoluşçu yaklaşım önceleri bireysel psikolojik danışmalara uygulanmasına rağmen daha sonraları birçok farklı alanlarda başarılı bir biçimde uygulanmaya başlanmıştır. Varoluşçu yaklaşım bir tür zihinsel etkinliklerin açımlanma sürecidir. Grup lideri psiko terapiyi yürütmek yerine onu yaşar. Danışman yorumlama, değerlendirme ve yargılama yerine kendisi o anda yaşanan etkileşime açar ve bu yaşantıdan anladıklarını paylaşır. Varoluşçu grup etkileşiminde şu anki yaşantılar üzerine yoğunlaşılır. Geçmiş şu anın doğru bir şekilde aydınlatılmasında işe yarayabilir. Geçmişe takılıp kalmamak geçmişi geleceği tesis etmek için kullanmak önemlidir. Varoluşçular psikolojik rahatsızlıkları bir hastalık değil dinamik varoluşsal bir baskı olarak yorumlarlar ( Koçak, Gökler, 1998 s. 96).  Bu yaklaşıma göre bireyin sahip olduğu özgürlük ile sorumlulukları arasındaki ilişki önemlidir. Bir birey özgür olduğu müddetçe davranışlarının sorumluluğunu da üstlenmek durumundadır. Seçimlerinde ve eylemlerinde sorumluluk alması beklenen insanın özgür olmaması bireyin çeşitli çatışma durumlarını yaşamasına yol açacaktır. Bu durumu Sartre “özgürlüğe mahkûmum” sözüyle vurgulamaktadır. 

Varoluşu psikolojik danışma ise bireye yapılan psikolojik yardım sürecini insanın var oluşunda, özünde yer alan dört büyük konuya ( ölüm- özgürlük-yalıtılmışlık-anlamsızlık ) odaklaşan dinamik bir süreç olarak görmektedir. Bireyin seçimleri ve eylemlerinde özgür olduğu bu nedenle de seçimlerinin ve eylemlerinin sorumluluğunu alması gerektiği anlayışı vurgulanmaktadır. Biz insan olarak koşulların kurbanı değiliz çünkü her türlü koşullarda biz olmayı ya da olmamayı seçtiğimiz şeyizdir. Psikolojik danışma sürecinin amacı danışanların seçtiklerini keşfederek farkına varmaları ve bunların sorumluluğunu almalıdır. Birçok danışan için kendilerini var eden seçimlerini fark etmeleri değişimin, iyileşmenin başlangıcı olmaktadır. Bir insan olarak biz koşulların pasif bir kurbanın olarak kalmak zorunda değiliz ve bunu fark ederek sürekli biçimde kendi yaşamımızın mimarı haline gelebiliriz (Yalom, 1980, akt. Koçak ve Gökler, 2008). Varoluşçu yaklaşımın özgür irade, özgürlük ve sorumluluk, kimlik bunalımı, çatışma nedenleri gibi üzerinde durduğu olguların psikolojik danışman adayları tarafından nasıl anlamlandırıldığı ve yorumlandığı önem taşımaktadır.

 Araştırmanın Amacı

Psikolojik danışmanlık ve rehberlik alanında çalışacak uzmanların karşılaştıkları durumları objektif değerlendirebilmeleri için öncelikle bireyin özgür iradesinin olduğunu ve bireyin kararlarını kendisinin alabileceğini düşüncesini benimsemelidirler. Bu bağlamda, psikolojik danışmanlar varoluşçuluk felsefesinde yatan özgürlük, sorumluluk alma, şartsız kabul ve  özgür irade gibi temel düşünceleri  özümsemiş olmalıdırlar. Yapılan araştırmada PDR bölümü öğrencilerinin bu görüşleri ne kadar benimsedikleri, almış oldukları eğitimin bu süreçte öğrencilere neler kattığı ve kendi yaşantılarında ne kadar uygulayabildikleri saptanmaya çalışılmıştır. Bu araştırmanın amacı PDR öğrencilerinin varoluşu yaklaşıma ilişkin düşüncelerini saptamaktır. Araştırmanın problem cümlesi şu şekilde belirlenmiştir: “Öğrencilerin varoluşçu yaklaşıma ilişkin düşünceleri nelerdir?”

Yöntem

Araştırmaya katılan kişilerin duygu ve düşüncelerinin öğrenilmesinde nitel araştırma en çok kullanılan yöntemlerden biridir (Yıldırım & Şimşek, 2004). Bu araştırmada öğretmen adaylarının meslek bilgisi derslerine yönelik düşünceleri nitel araştırma yöntemlerinden açık uçlu soru tekniği kullanılarak belirlenmiştir. Elde edilen veriler ortak yönleri esas alınarak kodlanmış ve kategorilere ayrılmıştır. Elde edilen bilgiler doğrultusunda, veriler yeniden düzenlenerek araştırma ile ilgili literatür incelemesi ışığında analiz edilerek yorumlanmıştır.

Çalışma Grubu

Araştırma 2009-2010 akademik yılı bahar döneminde Yeditepe Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik ve Psikoloji bölümlerinde öğrenim gören 13 öğrenci ile yürütülmüştür.

Tablo 1. Çalışma grubuna ilişkin bilgiler

   Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü   Psikoloji Bölümü
2. sınıf   2   -
3. sınıf   3   2
4. sınıf   3   3
Toplam   8   5

Veri Toplama Araçları

Öğrenci Görüşme Formu: Öğrenci görüşme formu, araştırmacılar tarafından geliştirilmiştir. Form geliştirilirken öncelikle varoluşçuluk felsefesi, psikolojide varoluşçuluk ile ilgili kaynaklar incelenmiştir. Psikolojik danışma ve rehberlik alanında varoluşçuluk anlayışını oluşturan ögeler ve özellikler göz önünde bulundurularak psikolojik danışma ilke ve uygulamaları dikkate alınarak görüşme soruları (n=22) hazırlanmıştır.
Formda koşulsuz kabul, çatışma durumları, sorumluluk ve özgürlük kavramları, aile uyumu ve kişisel özgürlük, kimlik bunalımı konularını temele alan sorulara yer verilmiştir. Örneğin; Bireyi koşulsuz kabul ilkesi hakkında ne düşünüyorsunuz?, Sizce bireyler neden çatışma yaşarlar?, Bireyin sorumluluk sahibi olması için özgürlüğünün de olması gerektiği fikrine katılıyor musunuz? Neden? Sizce toplum bireyi yok ediyor mu? Özgür olmaya mahkumum sözü sizce ne anlam ifade ediyor? Kimlik bunalımı kavramı size neleri çağrıştırıyor? Özgür seçimler risk taşıdığı için sizi tedirgin eder mi? Sizce aile uyumu kişisel özgürlükten önce gelmeli mi? Varoluşçu yaklaşım sizin için ne ifade ediyor? Üniversitede aldığınız eğitim varoluşçu felsefenin tanımı ve anlamı ile örtüşüyor mu? Varoluşçuluk felsefesini kendi yaşamınıza uygun buluyor musunuz? Neden? Oluşturulan görüşme formunun geçerliği için uzman kanısına başvurulmuş ve iki öğrenci ile soruların anlaşılıp anlaşılmadığı kontrol edilmiştir.

Verilerin Analizi

Araştırma kapsamında öğrencilerle yapılan görüşmeler ses kayıt cihazı ile kaydedilmiş ve görüşmeler bilgisayar ortamına aktarılmıştır. Dinlenen ifadeler metne dönüştürülmüş, metinler birkaç kez okunmuş ve görüşmelerde geçen kavramlara, olgulara ilişkin sıklık çizelgeleri hazırlanmış daha sonra kodlar oluşturulmuştur. Ardından kodlar bir araya getirilerek ortak yönleri bulunmuş, temalar (kategoriler) ortaya çıkarılmıştır. Belirlenen temalar altındaki kodların birbiriyle ilişkileri gözetilerek analiz edilmiştir. Araştırmacılar tarafından yapılan yorumları desteklemek ve katılanların görüşlerini yansıtmak amacıyla görüşme metinlerinden örnek alıntılara yer verilmiştir.

Bulgular ve Yorum

Görüşmelerin çözümlenmesi sonucunda, öğrencilerin varoluşçuluk yaklaşımına ilişkin düşünceleri temelde üç ana kategori altına toplanmıştır (Tablo 2). Bu temalar varoluşçuluğa yüklenen anlam, varoluşçuluğun temel söylemlerini kabul, yaklaşımın çatışma durumlarında uygulanması olarak belirlenmiştir. Temalar ve temaların altında toplanan kavramlar Tablo 2’de verilmiştir.

Tablo 2. Öğrencilerin varoluşçuluk yaklaşımına ilişkin düşünceleri

Varoluşçuluğa yüklenen anlam   Varoluşçuluğun temel söylemlerini kabul   Yaklaşımın çatışma durumlarında uygulanması
Kendini sorgulama   Özünü belirleme potansiyeli   Özgürlük ve sorumluluk dengesi
Özgür irade   Koşulsuz kabul   Birey ve aile çatışmaları
Yaşamın sorgulanması   Kimlik bunalımı   Birey ve toplum çatışmaları

Araştırma bulguları tabloda yer alan temalara göre sunulmuştur. Birinci tema “varoluşçuluğa yüklenen anlam”dır. Bu tema ile ilgili görüşler öğrencilerin varoluşçuluk yaklaşımını bireyin özgürlüğü, kendini ve yaşamı sorgulaması, seçimlerinde özgür irade sahibi olması gibi kavramlarla ilişkilendirdiklerini göstermektedir. Örneğin; G2: “ Varoluşçuluk kişinin hayattaki amacını bulması ile ilgilidir. Bunun için en temel şey kendini ve yaşamı sorgulamasıdır. Ancak böylece ben kimim, neyim, ne istiyorum ve ne yaparak mutlu olabilirim gibi soruları yanıtlaması mümkün olur”, G4:” Davranışın ortaya çıkarabileceği olumlu ya da olumsuz sonuçları yine birey kendisi üstlenmek zorunda olduğunu düşünüyorum.” G7: “Doğumla başlayan özgürlük ve özgür olma sürecinde kişi bedeniyle beraber zihnini de pekiştirmeye devam ederse hiçbir mahkûmiyete izin vermez.” G11: “Zaman zaman tedirginlik yaratsa da özgür iradeyle seçim yapmanın verdiği haz bu riski almaya çoğu zaman değer.” G12: “ Hayatının başkasının yönlendirmesi altında şekillenmemesi kişinin bireysel gelişimi ve gelecek yaşamı açısından daha sağlıklı olacaktır.” Belirtilen görüşlerden yola çıkarak öğrencilerin çoğunluğunun varoluşçuluk yaklaşımının söylemlerini varoluşçulukla ilişkilendirebildiğini ve bu söylemleri içselleştirdiğini söyleyebiliriz.

Görüşmeler sonucunda belirlenen temalardan ikincisi “Varoluşçuluğun temel söylemlerini kabul” için elde edilen görüşme bulguları incelendiğinde görüşme yapılan öğrencilerin varoluşçuluk yaklaşımı hakkında genel bilgilere sahip olduklarını düşündükleri, varoluşçu yaklaşımın kendi yaşamlarında ve mesleki uygulamalarda önemli olduğu görüşünde oldukları anlaşılmaktadır. Bu noktada öğrencilerin varoluşçuluğun temel söylemlerini kabul ettikleri düşünülebilir. G1: “Varoluşçuluk felsefesini kendi yaşamıma uygun buluyorum. Çünkü insanın kendini gerçekleştirmesi özgür düşünebilmesine bağlıdır. Varoluşçuluğunda belirttiği gibi her insan kendisini nasıl oluşturursa, öyle olur; insan özünü kendisi belirler ve insan içinde bu potansiyeli barındırır.” G4: “Evet, bence benim düşüncelerimle paralel bir akım. Her insan kendinden sorumludur. Tabii ki toplum içinde uyum da önemli ama bireyin kendine özel alanı da kaybolmamalı bence.”
Kimlik bunalımı kavramı gibi varoluşçuluğun temel kavramları hakkında PDR öğrencileri genel olarak ergenlik dönemini çağrıştırdığını ya da bir sorunu çağrıştırdığını belirtmişlerdir. Örneğin G1: “Kimlik bunalımı ergenliği çağrıştırıyor. İnsanın kim olduğunu, ne olduğunu en çok sorguladığı, her şeyi değiştirecek gücü kendisinde en çok hissettiği dönemdir.” Ancak öğrencilerin bazısı varoluşçuluk felsefesinin yaşamda uygulanabilirliği konusunda tereddütlerinin olduğunu belirtmiştir. G2: “Ben hiçbir zaman bütünüyle sadece bir felsefeye ya da teoriye inanmadım. Varoluşçuluk felsefesi de insanın kendini keşfetmesi gibi çok önemli bir misyonda insanlara yardım ediyor olsa da çok sert bir şekilde insanları ölümle ve yaşamla hatalarla ve doğrularla karşılaştırması açısından bana uygun olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle hem evet hem de hayır diyebilirim.”  Bir öğrenci ise varoluşçu yaklaşımın uygulanabilirliği konusunda olumsuz görüş bildirmiştir. G12: “Varoluşçuluk bunalım yaşamanın insanın varoluş özelliği olduğunu söylüyor, her ne kadar bizim mesleki çıkış noktamız olsa da ben bu anlayışta değilim. Ailede bunalım yaşayacak diye aile kurumunu yok sayamayız. Söylemleri toplumumuzun gerçekleri ile örtüşmüyor gibi”
Varoluşçuluğun temel söylemlerinden olan koşulsuz kabul ile ilgili olarak öğrenciler çoğunlukla ilkenin önemi ve değerini kabul etmişlerdir. Örneğin G6: “ Psikolojik danışma yapacak herkesin kabul etmesi gereken ilk kural olması gerektiğini düşünüyorum.” G8: “Eğer birbirimizi koşulsuz olarak kabul edebilirsek, toplumdaki sağduyu ve hoşgörü artacaktır.”  G2: “Bir kişiyi tamamen olduğu gibi kabul etme noktası kolay olmasa da başarıldığı zaman ilişkileri sağlıklı kılacak en sağlam yöntemdir.” Belirtilen görüşler öğrencilerin koşulsuz kabul ilkesini benimsediklerini göstermektedir. Ancak bu ilkeyi farklı biçimde yorumlayan bir öğrenci de şu şekilde görüş bildirmiştir. G13: “Kimse kimseyi koşulsuz kabul edemez. Herkesin mutlaka karşısındaki insandan beklentileri vardır.”
Görüşmeler sonucunda belirlenen temalardan sonuncusu “Yaklaşımın çatışma durumlarında uygulanması” ile ilgili bulgular incelendiğinde öğrencilerin yaklaşımı günlük yaşamlarıyla tam olarak örtüştüremedikleri saptanmıştır. G6: “Kişiler öznel varlıklar olmaları nedeniyle özgürlüklerini ve kararlarını kendilerinin vermeleri gerektiğine inanıyorum” G10: “Bir çocuk değişir, Türkiye değişir’ sözünde olduğu gibi, özgür, kendini bilen, boyun eğmeyen insan yaşadığı toplum için yeni bir umut, tarihe ve gündemine yeni bir yöndür.”   
Katılımcılara bireyin özgürlüğü ile sorumlulukları arasındaki ilişki sorulduğunda farklı görüşlere sahip oldukları saptanmıştır Örneğin; G1: “Kendisiyle ilgili sorumluluk alabilmek zaten özgürlüktür.” G2: “Eğer bir birey özgür hissetmiyorsa sorumluluk olarak kabul edilen şeyler birilerinin ona dayattığı zorunluluklar olarak görülür” G3: Başkalarının boyunduruğu altında sorumluluğu olması mümkün değildir. Zaten böyle bir durumda sorumluluk başkasında olduğu için de özgür değildir.” G4:”Birey toplumu kısmen yönlendirmelidir. Ancak bu yönlendirme asla bireyin özlük haklarına müdahale edecek kadar yoğun olmamalıdır. G5: “Temel kurallar zaten bireyi farkında olmasa da yönlendirmekte bence. Temel birlikte yaşama kuralları açısından bireyin yönlendirilmemesi bireyin bir şekilde dışlanmasına neden olabilir.” G6: “Bireylerin toplum ekseni içinde ortaklaşmaları toplumsal huzur ve uyum için gereklidir.” G7: “Bireyi toplum yönlendirmemeli aksine bireyler toplumu şekillendirmeli ve bu doğrultuda bir toplum oluşmalıdır”
Ayrıca öğrenciler varoluşçu yaklaşımın aldıkları eğitimin bir parçası olamadığını ifade etmiştir.G5: “Ne yazık ki ezberci bir sistem içinde yer aldığımız için, kurallar ve prosedürler bizim isteklerimizden önce geldiği için bu soruya olumlu bir yanıt veremeyeceğim. Yapmamız gerekenler, almamız gereken dersler her zaman okul tarafından dayatılan şeyler oldu. Eğitimin içeriğine baktığımızda ise projelerden ziyade ödevlerimiz vardı. Araştırmak istediğim konulara ancak ders dışı vakit harcadığımda ulaşabildim.”


TARTIŞMA

Varoluşçu yaklaşımla ilgili olarak öğrencilerle yapılan görüşmeler sonucunda öğrencilerin genel olarak varoluşçu yaklaşımla ilgili bilgi sahibi olduklarını düşündükleri sonucuna ulaşılmıştır. Görüşmelerde varoluşçu yaklaşımın kullandığı temel savlara genellikle olumlu yaklaşıldığı belirtilmiştir. Bu durum öğrencilerin varoluşçu yaklaşımın benimsenmesi ve kendi günlük yaşamlarının bir parçası olarak uygulanması açısından önemlidir. Koçak ve Gökler (2008) araştırmalarında varoluşçu yaklaşımın grupla psikolojik danışma süreçlerinde etkili olarak kullanılabileceğini belirtmektedir. Bu noktada psikolojik danışman adaylarının yetiştirilmesinde öğrenme-öğretme süreçlerinde varoluşçu yaklaşımla ilgili daha yoğun çalışmalara yer verilmesi uygun olabilir.   


KAYNAKLAR


Gençtan, E. (1996) Varoluş ve Psikiyatri (5.baskı),Remzi Kitapevi, İstanbul
Gültekin F. (2008) Psikoloji, Rehberlik Ve Psikolojik Danışma, Sosyal Hizmet Öğrencilerinde Üniversite Eğitiminin Ahlaki Yargı Yeteneğine Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi,  Sağlık Bilimleri Enstitüsü.

Koçak R. Gökler R. (2008) Varoluşsal Yaklaşımda Psikolojik Danışma ve Gruba Uygulanışı. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. 2, 91-107.
Tekneci, M. (2009) Varoluşçu Psikoterapi. http://www.psikoterapi.info/index.php/varolucu-psikoterapi.html.  Alındığı tarih: 05. 07.2010

1187
hayattan nefret ediyorum

sürekli cinnet getirdiğimi ( sorumlu olmamak için aklımı kaybetmek istiyorum ) ve bi mektup yazıp intihar ettiğimi hayal ediyorum
mektubumda nefret ettiğim insanların tek tek isimlerini söylemeyi , ömür boyu onları bu lekeyle yaşatmayı istiyorum
içimde bi türlü dindiremediğim bi hırs var, kimden alacağımı bilemediğim ve farklı şekillerde reaksiyon veriyo
mesela en son ............ sınavından kaldım , ve bütün hırsımı bi türlü ulaşamadığım ( cool cool davranan aptal hetero arkadaşlarımdan ) insanlardan nefret ederek çıkarmaya çalıştım , çok saçma gelebilir ama sürekli onları gebertmek istedim ve sonunda facebook u kapattım hiçbirinin suratını görmemek için
öğrenim hayatım, başarım da sürekli kafamın aptal aptal şeylerle dolu olmasından etkileniyor
proftan önceki sınavdan 85 almıştım, "oha 85 aldı , proftan 70 falan alır bu" dediler sonra o sınavdan 60 bile alamayanlar sınavı geçti ben 3 gün öncesinde hastalandım ve sınavdan kaldım , konudan sapmış gibi görünsem de çok alakalı
kafamın içi çok dolu, hiçbişeye odaklanamıyorum , sürekli bu düşüncelerle dolu , bazen iyi bazen kötü
bazen ders çalışırken cinsel fanteziler, bazen kendimi soyutladığımı bi daha asla bu dünyaya dönmediğimi , kuşlar gibi özgür olduğumu , ama genelde birincisini geçekleştirmek çok daha kolayıma geliyo
geçici de olsa kendimi beni sahiplenen birinin kollarında mutlu huzurlu güvende hissediyorum
bir kadından 100 kat daha duygusal olabiliyorum , bi dizide birinin öldüğünü gördüğümde bile yanımda birileri varsa zor tutuyorum kimse yoksa ağlıyorum , hayatmdaki her olayı esc olmama bağlayıp depresyon sebebi yaratabiliyorum
ani ataklarıma , gereksiz çıkışlarıma insanlar anlam veremiyo kimi zaman
annem ve babam dışında etrafımdaki herkesin benden bi yarar sağladığı için yanımda olduklarını düşünüyorum , dostlarıma her zaman kendimi mükemmel gösterme çabası içersindeyim . çünkü en küçük bi hatamda , düştüğüm en küçük bi komik durumda hayatımdan çıkıp gitceklermiş gibi hissediyorum
etrafımdaki herkes önemli , herkes bi amaca hizmet ediyo , ben ise adeta bomboş amazsızca yaşayan hiçbi değeri ( sevgi , namus , şeref , haysiet ) kalmamış bi insanım sanki
sürekli acaba?? acaba bilseler duysalar görseler ne derlerdi , bunları kafamda kuruyorum , bana nefretlerini nasıl püskürdüklerini , yaptığımın nasıl adice bişey olduğunu yüzüme vurduklarını kelimesi kelimesine hayal edip kendime bunalım yaratabiliyorum ve bu sepepten dolayı artık profesyonel bir yalancıya dönüştüm , hayatımın her safhası özenle yazılmış hikayeler , itinayla işlenmiş yalanlarla dolu, internetten tanışıp düzdüğümü söylediğim ama kimsenin asla görmediği kızlar, geçmişte birsürü kızla çıktığım ve onlardan ne sebeplerden ayrıldığımın ayrıntılı hikayeleri , sıradan bi olaymış gibi anlattığım sevgili diyalogları , işte bu sebepten de kendimin şizofreni olduğunu düşünmeye başladım
asla kabul etmeyeceğini bildiğim bi kıza teklif ettim ve olayı büyüttüm , kocaman hediyeler , şiirler , sürekli ilgilendiğimi gösteren iltifat dolu mesajlar , her fırsatta onunla ilgili bi çok bilgiyi bildiğimi gösteren muhabbetler, bi tanesini içimden gelerek mi yaptım diye sorun , hayır , tek amacım etrafımdakilerin benim bunu yapabilcek güçte olduğumu görmeleri
şu an yazarken bile ne kadar aptal olduğunu farkedebiliyorum, harbi neden yaptım bunu , ama üzülmem hayatımdaki tek anlamsız şey bu değil
yaptığım her fiili olayda , aşşalık arkadaşlarımın bana yönelttiği suçlamalar kulaklarımda çınlıyo , daha hiçbişey yapmadan önce bana ettikleri iftiralar, şimdi onları haklı çıkardığım için kendimden nefret ediyorum
izlediğim her dizide filmde ya da klipte , öpüşen bi kadın ve erkek gördüğümde hep o kirli sakallara sahip dudakları  , o kocaman omuzları olan o mahlukatı öptüğümü düşünüyorum , sonra o boyalı dudaklara bakıyorum , yok , en ufak bi kıpırtı yok ve o rujlu dudaklara sahip yaratığın ne kadar şanslı olduğunu neden benim de bu hakkım olmadığını düşünüyorum ve aylar süren kriz sebebi
etrafımda evlenen insanlara bakıyorum , ah tanrım , o taş gibi çocuklarla , dağ gibi yakışıklı adamlarla bi ömür geçirebilcek olmak ne kadar süper evlilik ne kutsal şey diyorum , sonra düşünüyorum ben yanlış taraftayım böyle bişeye kalkışsam ben onlarla değil , diğer taraftaki fondotenli plastiklerle hayatımı geçirmek zorundayım
ilk defa bu kadar açıktan ve bu kadar utanmadan yazdım yazımı ve sanırım kendimi durduramıcam
ahım şahım olmasına gerek yok sıradan bi adamla bile bi olasılığı olduğunu düşünüyorum bi ömür geçirmenin , ama diğer taraftan karşımdaki kadın olcaksa sharon stone ya da angelina jolie olması bile benim için hiçbişey ifade etmiyo
sonra kafam dank edince bağırarak ağlamak istiyorum , günlerce , aylarca ağlamak
bunun bi sonunun olmadığını düşünürken , hep 1-2 saat sonrasında hep biraz daha kaybetmişlik duygusuyla sonuçta 50-60 sene uslu dursam nolcak sanki derken , biri çıkıyo ve beni alt üst ediyo
Allahım nasıl olur , görmek bile yerlebir olmama yetiyo , Allahım nasıl bu kadar çekici yaratabilirsin bir erkeği i
her ayrıntısı bende hayranllık uyandırıyo, saçlar kirli sakalı , dudakları , kolları göğsü göbeği kalçaları bacakları ayakları
giydiği jean tişörler, erkek kokan herşey bende afrodizyak etki yaratabiliyo
böyle olunca merak etmeden duramıyorum , acaba eşc olmasam yine bu kadar tutku dolu olur muydum kadınlara karşı , acaba evlenene kadar kendime hakim olabilir miydim , bir kadını gördüğümde günlerce üzerine düşünüp kafayı yiyebilcek seviyeye gelir miydim , o zaman gerçekten vicdanım rahat olurdu da kendimle gurur mu duyardım
küçükken topuklu ayakkabı falan giyerdim ama aklım baliğ olalı hiç kadın olmak istemedim , yani erkek bedenimle hiç savaş içinde olmadım , kendimi de arzu ettiğim tipler gibi görmeyi çok seviyorum
sakallı suratım , kısa dağınık ve maskülen saçım , feminenleşmek asla hoşuma gitmiyo en azından bu yönden şanslıyım galiba, şanslıyım erkek olmaktan mutluyum ama bu diğer hemcinslerimi arzulamama engel olmuyo malesef
sorular sorular , karanlıklar karanlıklar , anılar , acılar , nefretlerim ve ben :(
                                                                                                        21.06.2010  ( 03.52 )




1188
27 Mart 2011 Pazar akşamı TV5 Ana Haber Bültenindeki söyleşide
"eşcinsellik hakkında"
gündemdeki eşcinsel parti adaylarının varlığını konu alarak konuşma yaptı.


http://www.youtube.com/user/escinselterapi tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#


Heyecanlandım ... Hem de çok heyecanlandım... Bu kadar erken tahmin etmiyordum...


Az önce Sinan aradı, yarın mesaiye gelemicem dedi.
Bu haber hiç hoşuma gitmedi ama duygularımı gizleyerek "tamam" dedim, durakladım. Bir kaç gün önce birlikte Taksim'e gitmeye karar vermiştik. Yarın gelemeyecek oluşu canımı sıktı. Ben çok eğleniyorum ve mutlu olurum Sinan'la birlikte vakit geçirmekten.
 
"Yarın gelmicem ama istersen öğlen işe gelirim beraber Taksim'e gideriz" diye devam etti.
Sevindim aynı zamanda heyecanlandım. "Olur" dedim. Tabii ki gideriz"
<< Heyecan verici bir duygu bu. Mesaiye gelmiyor ama benimle görüşmek için Beykoz'dan 2 saat otobüsle seyahat ederek yanıma geliyor. Benimle birlikte vakit geçirmek istiyor >>
 
"Orda Taksim'de kız bulabiliriz de mi Emre Ağbi" derken sesi titriyordu Sinan'ın.
Ben her zaman ki klasik cevabımı verdim : "Tabii ki buluruz. Sen iste yeter ki Sinan! Orası kız kaynıyor. Tanışırız"
 
<< Ben hiç de inandırıcı bulmuyorum , yani şimdi Sinan kızlarla tanışmak için mi onca yoldan geliyor benimle Taksim'e gidiyor???
Mesaiye gelmemesinin sebebi çok yorgunmuş, üstü ter kokuyormuş banyo yapamamış, sabah saç traşı olması gerekiyormuş ve uykusunu tam alamamış. Sabah geç kalkıp, banyo yapıp, traş olup yanıma gelecekmiş. Yanıma gelmesi öğleni bulurmuş. Yaww Sinan BiTanem araya ne diye kız muhabbetini sokuşturuyorsun. Sen açık ve seçik olarak benim için geliyorsun, bunu itiraf et artık. Yani sen şimdi ağbi Taksim'de kız buluruz de mi diye sorunca ben Sinan ne kadar heteroseksüel bir erkek diye düşünebileceğimi mi sanıyorsun. Ya da sabahtan akşama kadar karı kız muhabbeti edince, ya da ne bileyim her gördüğün kız için ağbi bak ne kadar güzel dediğinde benim bu tür manipülatif atakları yicemi mi tahmin ediyorsun; diye içimden geçirdim.>>
 
Benim kız buluruz cevabımdan sonra, Sinan durakladı. "Abi" dedi. "Ev boş ailem yok. Yarın birlikte bize gidelim. Gece bizde kalırsın değil mi?"
<< Nihayet ağzında ki baklayı çıkarmıştı. Bütün derdi benimle birlikte geceyi geçirmekti aslında. Ama bunu kendine bile itiraf edemiyor. Bu Sinan bana deliler gibi aşık değilse ben hiçbir şey bilmiyorum. Aslında ben de ondan çok hoşlanıyorum. Hem de bu zamana kadar hiç kimseyi sevmediğim kadar seviyorum onu. >>
 
"Tabii ki kalırım" dedim. "Gece sizde kalırım. Babamdan izin alayım"
 
<< Öff aslında bir sürü problem var, Özkan Bey . Babamı tek başına bırakmak istemiyorum. Ve asıl sorun babama nasıl izah edicem geceyi başka yerden geçirmeyi. Babama çok ayıp olucak. Onu tek başına bırakmak. Ayrıca haftalardır ertelenen hızlı okuma seminerini kaçırmış olucam. Peki kazancım ne olucak? Sinan'la başbaşa kalıcam. Gece içicez, muhabbet edicez. Bu sıcak havalarda insanı uyku da tutmaz.  >>

1189
27 Mart 2011 Pazar akşamı TV5 Ana Haber Bültenindeki söyleşide
"eşcinsellik hakkında"
gündemdeki eşcinsel parti adaylarının varlığını konu alarak konuşma yaptı.


http://www.youtube.com/user/escinselterapi tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#



EşcinselTerapisini  Face'de Keşfettim.


Erkek Arkadaş bulmak için face de gezinirken Eşcinsel Terapisi dikkatimi çekti.
Aslında uzun zamandır rahatsız oluyordum, kendi durumumdan.
Bir çok defa cinsel dönüşüm için teşebbüse geçmiştim.
Ve hepsi de fiyaskoyla sonuçlandı.


Artık kendimi kamufle edebilmek için evlenmek istiyorum.
Bunun içinde önce BiSexüel (her 2 cinsle de ilgilenen) olmam gerekiyor.


Belki bu adamın tedavisi benim işime yarayabilir.


Hem zaten böyle bir terapinin olduğunu 1 yıl önceden duymuştum. Hatta Onarım Terapisi kitabını aldım. Ve bir köşede duruyor. Okumadım bile doğru düzgün o kitabı.




Hüseyin Bey'den randevu


Hüseyin Bey'in verdiği msn adresini ekledim.
Psikoloğu test ettim.
Çeşitli sorular sordum.
Aslında dönüp dolaşıp aynı soruları tekrar tekrar sordum.
Aklıma yatar gibi geldi.
Bir de bu terapiyi deneyim.
İşe yarar yada yaramaz.
Yararsa hetero olucam, yaramazsa artık dönüşmek için elimden geleni yapmış olucam günah benden gidicek :)


Seanstan önce


Yaw bu adamdan seans almak için bi tarih belirledik.
Gitsem mi gitmesem mi.
Adama da ayıp mı olur acaba gitmesem.
Ona ayıp olmazda bana ayıp olur aslında.
Çünkü tarih saat herşey belli.
Senin seansına gelicem dedim.
Gideyim mi acaba?
Nerden randevulaştım. İptal etsem de olmaz ki a.q
Galiba gidicem onarıma.


Seanstan bir gece önce
Bu gece bari erken yatayım.
Her gece sabahlara kadar internetde sanal sex yapıyorum.
Sabahları işe hortlak gibi bembeyaz suratla gidiyorum.
Uykusuzluk, yorgunluk ve sinirlilik had safhada.
Bari terapinin ilk günü dinlenmiş olarak gideyim.
İyi bir imaj çizeyim terapiste.
Olmuyor olmuyor olmuyor.
Saatler geçiyor.
Ben hala PC başında  sanal sex yapıyorum.
Biri bitiyor diğeri geliyor.
Hepsi de birbirinden yakışıklı.
Web cam karşında soyunuyorum.
Milletin her türlü isteğini gideriyorum.
Saat 3 oldu artık yatayım.
Bu gece 2 defa boşaldım.
yatamıyorum.
Canım yine boşalmak istior.
Son olarak bir de şu çocuğa bakayım.
Bakalım bunun derdi neymiş.
Muhabbet edioruz.
Dakikalar  geçiyor.
Saat 5'e gelmiş.
Ve nihayet 6'ya doğru yatıyorum.
Saat 8 buçukda kalkık.
10'daki randevuma yetişmeliyim.


1.Seans
Kendimde değilim. Uykusuzum.
Suratım bembeyaz.
Gerginim.
Ne işim var benim burda a.q
Sırf söz verdim diye bu adamın karşına çıktım.
Bir an önce bitsede evime gidip uyusam.
Bu akşam Taksimde Siyasi bir gösteriye katılıcam.
Hem de 3-4 çocukla görüşmek için sözleşmiştim dün gece internetde.
Gerçi hep öle olur 3-4 çocukla sözleşirsin.
Hiç biri gelmez buluşmaya.
Alem sanalcı olmuş a.q
Seans bir an önce bitse akşam çocuklarla dinlenmiş olarak görüşsem.


Hüseyin bey bişiler soruyor ben de cevaplıyorum.
Öle havadan sudan konuşyoruz.
Çocukluğum gözümde canlanıyor.
Babam ve Ben


Haftaya Annemden konuşucaz.


2. Seans
Bu sefer uykumu aldım
Aynı zamanda daha rahatım.
Yine konuşuyoruz
Babamdan bahsediyorum.
Babam
Babam
Babam
Sürekli babamdan bahsediyorum.
Terapist not alıp duruyor.
Sürekli not alıyor.
Yaw ne gerek var bu teknoloji çağında kağıda not alıp yazmaya.
Diorum ki" Hocam, ses kaydı yapalım. Boşuna yazma. Sesimi kaydet. Ordan tekrar dinle"
Hoca dior ki bana haftaya ses kayıd cihazı getir ve kendin kaydet kendi sesini"
Ve haftaya Annemden konuşucaz.


3.Seans
Yanımda MP3 çalar getiriyorum. Bununla, seansı kaydedicem.
O da ne terapistte kayıt cihazı getirmiş.
Aslında bu olay canımı sıkıyor.
Hani ben kaydedicektim sesimi.
Demek hem ben hem de o kayıt yapıcak.
Yine konuşuyoruz
Konuşuyoruz.
Artık çok rahatım.
Sadece ben konuşuyorum.
Araya girmeye çalışsada terapist onu susturup ben konuşuyorum.
Onu dinlemiyorum bile.
Yine babamdan bahsediorum.
Babam
Babam
Yine Babam.
Bi ara hatırama geliyor.
Yav bu hafta annemden bahsedicektik diorum.
Ve hemen yine babama dönüyorum.
Bi ara babamı affetmek gündeme geliyor.
Ben babam olmuşum.
Ve babama ceza vermek için bu tür ilişkiler yaşıyormuşum.
Babamı affedersem dönüşüm geçirebilirmişim.
Emin değilim. Gerçekten dönüşmek istiyor muyum?
Ben onarım terapisnin işe yaramayacağını düşünerek bu işe girişmemiş miydim?
Affetsem mi acaba babamı?
Bu o kadar kolay mı a.q?


Hemen konuyu değiştirip, Hoca'ya yardım teklifinde bulunuyorum.
Çeşitli Gey Örgütleri hocaya karşı kampanya başlatmışlar.
Sen beni TV ye çıkar diyorum.
Ben senin arkandayım.
Sana tam  destek veriyorum.
Hem senin reklamını da yapmış olurum.


Bu haftada Anneden konuşamadık.
artık haftaya

1190
GÜZEL YÜZLÜ OĞLANLAR FİTNESİ , ONLARA DEVAMLI BAKMAKTAN VE YALNIZ OTURMAKTAN SAKINMA

244.Vadin b. Ata , şeyhlerinden; bir erkeğin , güzel yüzlü parlak gençlere çok bakmasını hoş görmediklerini rivayet etmiştir.
245.Necib b. Es-Seriyy der ki: Eskiden şöyle denirdi:’’Bir adam , parlak bir oğlanla aynı evde yatmamalıdır.’’
246.Seleme b. Kuteybe diyor ki;Süfyan es-Sevri’yi şöyle derken işittim:’’Bir kişi , kötü bir niyetle bir oğlanın ayak parmaklarıyla dahi oynarsa, livata yapanlardan olur.’’
247.Kasım b. Er-Reyyan anlatıyor: Abdullah b. El-Mübarek’e sapık ilişkiye zorlanan bir oğlanın durumu soruldu. Dedi ki:’’İmtina eder ve kendini savunur.’’ (Soran) Dedi ki:’’Ölümden başka çaresi yoksa? Kurtulmak için öldürülsün mü?’’ (Abdullah b. El-Mübarek) şu karşılığı verdi:’’Evet(Ölümü pahasına o işi yapmasın).’’
248.Asmai der ki:’’Yüce Allah, parlak gençlerden (oğlanlardan) daha güzel bir şey yaratmamıştır. Onlardan daha güzel bir şey olsaydı, Cennet ehlini (gılmanları) anlatırken onlara benzetirdi.’’
249. Muaz b. Cebel bildiriyor: Resulullah (SAV) şöyle buyurdu:’’Cennet ahalisi, Cennete , tüysüz , sakalsız ve sürmeli olarak girerler.’’
250. İbn Abbas bildiriyor: Resulullah (SAV) yanındaydık, Ensar’dan güzel yüzlü bir oğlan geçti. Resulullah (SAV) ona çok dikkatli baktı. Cebrail:’’Neden ona çok dikkatli baktın?’’ diye sorunca Resulullah (SAV)’’Yüzünün güzelliğini gördüm, Yaratıcıların En Güzeli olan Allah’ı tesbih ettim’’ buyurdu.
251.İbrahim en-Nehai der ki:’’Onlarla oturmak fıtnedir.Zira onlar kadın hükmündedirler.’’
252.Fadl b. El-Abbas er-Razi diyor ki: Ben ve Davud el-Isfehani , Yahya b. Eksem’ uğradık, yanımızda da on soru vardı. Evinin avlusuna girdik, kendisini hamamdaymış. Çıkmasını bekledik. Davud ona beş soru sordu, onları güzelce cevapladı. Altıncı sorudayken, yanına güzel yüzlü bir oğlan girdi. Onu görünce soruda sıkıntıya düştü, başını ve sonunu getiremez oldu.Bunun üzerine Davud bana:’’Kalk (Gidelim), adamın kafası karıştı’’ dedi.
253. Ebu’l-Abbas b. El-Hadi bildiriyor: İsmail b. İshak el-Kadi’nin evindeydim.İknidi namazına gitmek için çıktı.Elim de elindeydi.O anda İbnü’l-Berni geçti, kendisi güzel bir çocuktu.Camiye doğru yürüken , ona baktı ve dedi ki:
Haya olmasaydı ve evli olmasaydım,
Büyüklerde ayıplar çabuk görünür,
O(kızı) oturduğu eve yerleşirdim,
Evimiz terk edilmiş ve ıssız olurdu.
Caminin avlu kapısına ulaştı ve:’’Allahu Ekber, Allahu Ekber’’ dedi.Sonra , İbrahim b. El-Mehdi’nin (aşağıda gelen şu)şiiri kulaklarında çınladı.


Hadislerde Sevi ve Aşk
Ocak Yayınları

1191
Medya / Eminem eşcinselleri yine ayaklandırdı
« : 03 Haziran 2010, 01:05:29 ös »
Eminem eşcinselleri yine ayaklandırdı     
 
 
 
 11.02.2001
 
 

 
 

ABD'de eşcinsellere karşı çıkmasıyla tanınan rap şarkıcısı Eminem ile ünlü eşcinsel pop yıldızı Elton John'un, 21 Şubat'taki Grammy müzik ödülleri töreninde birlikte şarkı söyleyeceklerinin açıklanması, eşcinsel gruplarınca büyük tepkiyle karşılandı.

İki müzik yıldızının törende birlikte boy göstereceği haberi, önce Grammy düzenleyicilerinden Michael Greene tarafından verildi.

İngiliz sanatçı Elton John da, açıklamasında, Eminem ile birlikte konser vermekten mutluluk duyacağını belirtti ve ''Müziğine büyük değer verdiğim Eminem ile şarkı söylemek benim için bir zevk olacak.''dedi.

ABD Eşcinsel ve Lezbiyenler Birliği sözcüsü Scott Seomin ise, ''Eminem'in Grammy ödüllerinde boy gösterecek olması bizim için yeterli üzüntü kaynağıydı. Buna bir de Elton John ile konser verecek olması, katlanamayacağımız bir durum.'' diye konuştu.

Sözcü, Eminem ile birlikte konsere çıkma kararından dolayı eşcinsel sanatçı Elton John'u kınadıklarını belirtti.

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-225258

1192
Bir süre önce, belli sıkıntıları olan kadınlara ilgimi bilen ve başka bir ülkeden bir kadın, benimle bağlantı kurdu. Bence benimle konuşmasının nedeni, duyduğu aşırı kaygıya artık katlanamamasıydı ve benim ondan başka bir yerde yaşıyor olmam gizlilik konusunda ona fazladan bir güvence veriyordu.
    Otuz sekiz yaşında ama daha genç duran, zeki, dış görünüşü derli toplu bir kadındı. Sıkıntısını zorlukla ve acıyla da olsa anlatabiliyordu. Benim kadın olmamın, yılardır içinde sakladığı korkunç bir sırrı bana açmasını olanaklı kıldığını söyledi. Belki onu anlayabileceğimi veya en azından ona vereceğim tepkinin empatik olacağını düşündüğünü de ekledi.
    Onun neden bu kadar kaygılı olduğunu başlangıçta açıkça değerlendiremedim. Yirmi bir yaşındaki oğlundan ve onun evden ayrılmaya karar vermesinden telaş içinde söz ediyordu. Başlangıçta oğlunun iyiliğini düşünmek gibi görüne tutumunun, tamamen yalnız kalmaktan duyduğu yoğun umutsuzluğun bir ifadesi olduğu sonradan ortaya çıktı. Kadın, bu olayı, gerçekten de yaşamını sonu gibi görüyordu.
    Nihayet bana kişisel geçmişini anlattı.

    Bir cennete düştüğümü söyleyebilirim; istediğim her şeye sahiptim. Annem de babam da üzerine titrerlerdi. Ama ben yedi yaşındayken babam aniden öldü. Bunun üzerine annem dünyadan elini eteğini çekti ve kendisini her şeyiyle bana adadı. Başlangıçta kendimi çok ayrıcalıklı hissediyordum, ama daha sonra boğuluyor gibi olduğumu normal gelişmimin zarar gördüğünü fark ettim. Okula gitmeme ve arkadaş edinmeme izin vermiyordu annem. Yaşamımın bu biçimde işgal edilmesine karşı mücadele etmeye çalıştım, ama işte yaramadı. Annem bütün eylemlerimi sürekli izliyordu. Onun düşüncelerime ve hayallerime bile müdahale ettiğini hissediyordum. Banyoda fazla uzun kalırsam, yanıma geliyor, bana tuhaf bir biçimde bakıyor  ve her zaman çok özel sorular soruyordu. Her şeyime o kadar çok karışıyordu ki kafamın içine girmek istediğine inanır oldum. Ergenlik çağına geldiğimde ve ilk mide bulandırıcı bir yaratıkmışım gibi kendini benden geri çekti, ama sonra yabancı erkekler ve onların yalnızca cinsellikle ilgili kirli isteklerinin getirebileceği tehlikeler hakkında benimle tehdikar konuşmalar yapmaya başladı. Annem benim genç bir kadın olmama katlanmıyordu. O da çekici bir kadındı, ama dini kurallara göre yetiştirdiği için aşırı sert ve hoşgörüsüzdü. Hiç kimsenin evimize gelmesine izin vermezdi ve biz de dini bayramlarda bizi evlerine çağıran akrabaları ziyaret etmek dışında hiçbir yere gitmezdik. Bu çağrılardan birinde, hoş görünüşlü bir erkekle tanıştım. Bana karşı çok nazik davrandı. Ona aşık oldum, ya da belki onda bir çıkış yolu buldum. On altı yaşında evlendim ve hamile kaldım.
    Birlikte tatillere çıkıyorduk. Deniz kenarında keyifli bir tatil geçiriyorduk bir sefer; mini eteklerin moda olduğu dönemdi. Bu tatil, benim yaşımda bir dönüm noktası oldu. O sıralar oğlum on dört yaşındaydı. Tatil yaptığımız yerdeki bir otele gençlerle dans etmeye gitmiştim ve içkiyi biraz fazla kaçırmıştım. Odaya döndüğümde oğlumu yatağının üzerine ağlıyor buldum. Kaygı içinde nedenini sordum. Bana, beni dans ederken izlediğini, kendini terk edilmiş hissettiğini ve o gençleri çok kıskandığını söyledi. Ondan bunları duyunca içimi büyük bir huzur ve hoşnutluk duygusu kapladı; geçmişteki bütün o acılar ve zorluklar artık boş görünüyordu. Ben kazanmıştım: O tamamen bana aitti. İkimiz sonsuza kadar boş başa olacaktık. Yatağa yanına yatıp onu avutmak bana çok normal gelmişti. Ona olan sevgimi en doğal bir biçimde göstermek istedim. Çok mutluydum, çok da şehvetliydim. Ona sevişme sanatını ben gösterdim. Zaman içinde ona adım adım ne yapacağını ve nasıl yapacağını öğrettim. En harika sevgiliyi yaratmıştım; ikimiz de uçuyorduk. Bu, bütün bir yıl boyunca sürdü. İkimiz de başka kimseye gereksinim duymadık. Dünyamız mükemmeldi. Oğlum, mutlu ve rahat bir genç adam gibi görünüyordu.
    Dışımızdaki dünyaya, aramızda normal bir anne oğul ilişkisi olduğunu göstermek için gereken her türlü önlemi almış durumdayım. Bütün yaşamımı ona bağladım; bu durumun sonsuza dek sürmesini sağlayacak ekonomik gücüm de var. Oğlumun bana ihanet edebileceği hiç aklıma gelmezdi. Ama liseyi bitirdikten sonra huzursuzluk belirtileri göstermeye ve kendi istediklerini yapmaya başladı. İlk önce yüksek öğrenim için yurtdışına gitmek istedi; ama gitmesine izin veremezdim. Başlangıçta, onu benimle kalmaya ikna etmek kolay oldu, ama o benden ayrılmak kararını hâlâ sürdürüyormuş. Oğlum dışınca yalnızca annemle görüşüyorum. Her Pazar görüyorum annemi, ama ona gittiğimde bile oğlumun bu durumdan yararlanacağından ve başka biriyle görüşeceğinden korkuyorum. Daha genç görünmek için kendime iyi bakıyorum; her zaman bakmışımdır. Oğlumla hem gündüzlerimiz hem de gecelerimiz o kadar dolu ki.
    Oğlum on beş yaşındayken şiir yazmaya başlamıştı. Şiirleri öyle tutkulu ve olgundu ki öğretmenlerinin onları okuyup olan biteni tahmin etmesinden korkmuştum. Eskiden şiirlerini bana okurdu, ama son zamanlarda onları bana göstermeyi reddediyor. Kağıtlarını karıştırdım ve şiirlerinin artık intikam arzusuyla dolu, alaycı ve öfkeli olduğunu gördüm. Hatta benden kurtulmak için çok akıllıca bir plan yaptığını da biliyorum. Ama umurumda değil. Ona söylediğim gibi, eğer beni terk ederse, kendimi öldürürüm. Zaten onsuz yaşamanın bir gereği yok.

    Bu kadının anlattıkları içimde öyle güçlü ve karmaşık duygular uyandırdı ki tarafsızlığını tekrar kazanmam uzun zaman aldı. Onun yoğun acısına, umutsuzluğuna ve çaresizliğine nasıl tepki vereceğimi bulmaya çalıştım. Onu, yedi yaşındayken, babasının ani ölümünden kısa süre sonraki haliyle görmeye ve bu küçük kızın aklını karıştıran duygularla nasıl boğuştuğunu zihnimde canlandırmaya çalıştım. Belki başlangıçta tam bir sarsıntı ve duygusuzluk yaşadığını, sonra bunların yerini büyük olasılıkla annesinin bütün ilgisini yönelttiği nesne olmanın verdiği mutluluğun aldığını düşündüm. Görünüşe bakılırsa annesi, yalnızca inkar ve yalıtma düzeneklerini kullandığı patolojik bir yasa girmişti. Küçük kız, babasının ölümünden duyduğu üzüntüyü açıkça hiç göstermemişti, çünkü annesini üzmek istemiyordu. O sıralarda annesinin sürekli ilgi gösterdiği tek netse olmaktan o kadar zevk alıyordu ki babasının ölümünden suçluluk duymuş da olabilirdi. Anne ve çocuk, kapalı bir devre oluşturmuşlardı ve bu, kız çocuk ergenliğe yaklaşırken bozulmaya başlamıştı, çünkü o zaman annesi kızıyla yakın ilişkisinde bir tehdit hissederken, kız da (içinde ensest unsurları olması mümkün) ilişkinin niteliğinin kendisini boğduğunu hissetmeye başlamıştı. Hastamın annesini öldürme tasarımları kurmuş olması ve manik bir heteroseksüel hamle olarak zamanından önce yaptığı evlilik yoluyla ondan kaçmanın tek çıkar yol olduğunu düşünmüş olması da olasıydı.
    Kadının kocasıyla cinsel sorunları olmuş olabilirdi. Annesiyle bağlantısı kesildiği ve üzerine kendi anneliğinin sorumlulukları yüklendiği için içerlemişti. İşte o zaman bir ani ölümle daha karşılaştı ve bu, onu, çocukluğunda kendi annesinin içinde bulunduğuna koşut bir durumda bıraktı. Ama bu sefer denetim ondaydı. Annesi gibi o da üzüntüsünün üstesinden gelemedi ve duruma bildik, manik bir tepki vererek kendi çocuğuyla mükemmel bir devre oluşturdu. Acaba kendisine yapılanları oğluna yapma kaderinden kurtulabilir miydi? Oğluna bireyleşme duygusu kazandırmak, onun büyümesine ve kendi yaşamını sürmesine olanak mı tanımalıydı? Yoksa durumu, annesinden daha da ileri götürüp oğluna, oğlunun kendisini terk etmesini güçleştirecek hatta neredeyse olanaksız kılacak kadar çok haz mı vermeliydi? Kadının iki seçeneği vardı ya da diyelim ki kadın, önünde iki seçenek görüyordu: Annesine geri dönmeye çalışmak ya da oğlunu, gelecekteki eşi olarak güvenceye almak. İkinci yolu seçmesi için fazla zaman geçmesi gerekmedi. Kendi kendime anımsatmalıyım ki, bu kadın, geçmişi ve dışarıdaki bir çözüm göremiyordu. Eli kolu bağlanmıştı; başka seçeneği olmadığını hissediyordu. Oğlunu cinsel eşi gibi kullandığı için sapkın bir anne miydi? Ben onun sapkın bir kurban olduğuna inanmıyorum. Önce kendi kurban olmuş, sonra da oğlunun tek cinsel haz kaynağı olmayı sağlamak üzere onun üzerindeki egemen konumunu kullanarak, onu kurban etmişti.


1193
Medya / Pelin Batu... "TÜRK ERKEĞİ PROBLEMLİ!"
« : 26 Mayıs 2010, 12:12:11 ös »
Pelin Batu'dan Türk erkeği yorumu! Çoğu arızalı!

Tarihin Arka Odası programının güzel sunucusu Pelin Batu Türk erkeklerini eleştirdi.
Emre Karayel'in CNN Türk'te yayınlanan 'Menemen' adlı programına konuk olan Pelin Batu, 'Karşı Cephe' adlı bölümde kendisine yöneltilen soruları yanıtladı.

Türk erkeğinde anne takıntısına çok sık rastladığını söyleyen Batu, "Dominant anneler, çocuklarını paşam, padişahım, kahramanım diyerek yetiştiriyor. Dolayısıyla çoğu çok problemli adamlar oluyor. Benim annelerle sorunum yok. Anneler çocuklarını canavara dönüştürüyor, sorun orada" dedi.

 








1194
Genel Tartışma / EŞCİNSEL ERKEK ÜÇÜN BİRİ Mİ OLMUŞTUR?
« : 25 Mayıs 2010, 01:55:59 ös »
Erkek olmak ya da üçün üçü olmak
 
oedipus öncesi dönemden ergenliğin sonuna kadar baba oğul ilişkisi

                                                                    TALAT PARMAN
                                                  

Kökenbilimsel hatırlatmalar

    Erkek sözcüğü ‘erk’ ten gelir: Erk/ek. Erk güç, iktidar demektir. Ancak buna bir de ‘ek’ vardır. Dilin dehası erkeği yalnızca erkle tanımlamamış yanına ‘ek’ koymuştur. Öyleyse, bireyi erkek olmaya götüren yol yalnızca erkten değil eklerinden de geçecektir.
    Erkeklik ise erkek olmak durumunu tanımlar. Erkek sözcüğünden türeyen erkeksilik ise tartışmalı bir sözcüktür. Ancak bu sözcüğün yol açtığı çağrışım zenginliği ilginçtir. Bu sözcüğü ‘erk/eksilik’ ya da ‘erkek/silik’ olarak okumak olasıdır. (1)

Psikanalitik hatırlatmalar

    Psikanaliz bir erkeğin ölümü ile doğar.(2) Ancak herhangi bir erkeğin değil, Sigmund Freud’un babası Jacob Freud’un. Babasının ölümü Sigmund’un otoanalizine ve düşlerini yorumlamasına özgül bir değer kazandırır. Babaya birincil özdeşleşmenin yanı sıra, ilk kavmin babasının öldürülmesi söylencesi toplumsal yapının olduğu kadar uygarlığın da doğuşu bir erkeğin ölümüne, babanın ölümüne bağladır.
    Freud’un toplumsal kimliği ilkel kavim söylencesine bağlaması ve ölümle şiddeti ve erkekliği bir arada ele alması düşündürücüdür. Erkekte penis, erki, gücü tasarımladığı kadar, öldürmeyi ve şiddeti de cağrıştıracaktır. Ancak bu noktada erkek kimliğinin çok önemli öğesi ‘babalık’ unutulmuş olmaktadır. Çünkü söylencede öldürülen erkek her hangi bir erkek değil, bir babadır.
    Öte yandan , cinsel organların ruhsal yaşamda taşıdıkları öneme hemen her seferinde geniş yer ayırır psikanaliz. Örneğin kadın cinsel organları meme, klitoris , uterus ve elbette vajinanın üzerinde ısrarla durulur. Erkek bedeni denildiğinde ise penis erkek cinselliğinin tek simgesi olmuştur. Oysa penis tek başına değildir; yanında (ya da altında!) testisler vardır. Testisler yalnızca erojen bölgeler olmakla kalmamaklı, erkekliğin en önemli işlevlerinden biri olan babalığı da sağlamaktadırlar. Penisin gönderme yaptığı fethedici, güçlü, meydan okuyan daha çok biyolojik erkek özelliğinin yanı sıra testisler toplumsal bağı, soy zincirini sağlayan özellikleri katarlar erkek olmaya. Bunlar aynı zamanda toplumsal nitelikler, yani mertlik, dürüstlük, güvenirlilik demektir.(3)

Anatomik ve fizyolojik hatırlatmalar

   Erkek cinsel organları Fransız dilinde ‘Les trois piéces’ olarak adlandırılır, yani üç parça. Dilimizde de peniste ‘ üçün biri ‘ olarak söz edilir. Evet, penis yalnızca üçün biridir. Peki ya üçün ikisi ? Onlar da testislerdir. Erkeklik bunların üçünün bir arada olmasıyla olur. Kastrasyon korkusu ve karmaşası yalnızca penisin kesilmesini değil, testislerinde burulmasını içerir. Öyleyse, erkeklik de ancak penis ve testislerle birlikte tanımlanmalıdır. Ancak, erkek cinselliğinde bu denli önemli rol oynayan testisler üzerine yazılmış çok az psikanalitik yazı olması şaşırtıcıdır.(4)
    Testisler asıl işlevlerin ergenlikle kavuşurlar. Erkek çocukta ergenliğin ilk belirtisi testislerin büyümesidir. Testislerdeki Leyding hücreleri erkeklik hormonu testesteronu salgılamaya başlar. Böylece bir yandan spermatogenez, yani sperm üretimi başlar ve üreme kapasitesi ortaya çıkar, bir yandan da cinse özgü ikincil cinsiyet özellikleri, kıllanma, ses kalınlaşması, kas dokusu gelişimi vb. ortaya çıkar. Aynı zamanda penisin uzaması ve çapının büyümesi de bu hormonun etkisiyle olacaktır.
    Öte yandan testisler erkeklerin özel duyarlılığı olan organlarıdır. Zedelenmeleri çok ağrıya neden olur. Duyarlı, kırılgan organlar olarak korunmaları ve kollanmaları gerekir.(5)
    Erişkin erkeğin cinsel boşalması yani orgazmı, testislerin boşalmasıdır. Orgazm erişkin erkekte ejakülasyonu da beraberinde getirir. Her boşalma fizyolojik olarak baba olma olasılığını gündeme getirecektir. Oysa kadın orgazmı eğer kadın yumurtlama döneminde değilse, döllenmeyi zorunlu kılmaz. Öyleyse cinsel doyum erkekte yalnızca bir sinirsel gerilimin doyurulmasıyla değil, aynı zamanda sperm boşalmasıyla olur. Ayrıca sperm boşalmasının erinlikle başladığını da anımsatmak gerekir.

Erkek olma sürecinde baba oğul ilişkisi

    Erkeklik yalnızca biyolojik olarak erkek cinsinden olma hali değildir. Erkeklik davranış ve tavırların, simgeleştirilmelerin ve anlatımların bir içsel sistem olarak bütünleşmesidir. Bu bütünleşme kendi içinde tutarlı kabul edilen her toplumsal yapının kendisine özgü ve tekil özelliklerini de yansıtırlar. Bu tanım erkekliğin toplumsal ve işlevsel yanının altını çizmektedir. Bu işlevsellik toplumsala özgü olanların ruhsal olarak içselleştirilmesi ile olanaklıdır. Cins (gender) bireyin kadın veya erkek olduğunun bilincinde olmasıyla ilgili ise, cinsiyet (sexe) bu bilincin hissedilmesi ve eylemlenmesi ile ilgilidir. Cins kimliği yaşamın ilk yıllarında oluşuyorsa, cinsiyet kimliği ergenlik sonunda oluşur.
    Bu saptamadan yola çıkarak babanın erkek çocuğun hem cins kimliği hem de cinsiyet kimliğinin oluşumunda oynadığı rol üzerinde durulması gerekir. Öyleyse erkek olmak babayla yaşanan bir süreçtir. Bu süreci doğumla başlatarak erişkin yaşamın başlangıcında, yani ergenliğin sonunda bitirebiliriz.(6)
    Erkeklik sürecinde bireyin annesiyle olan ilişkisi de elbette çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu konuyu bir başka yazıya bırakarak burada yalnızca babaoğul ilişkisi üzerinde durmak istiyorum.
    Öncelikle saptamamız gereken şudur: Hangi babadır söz konusu olan? Psikanalizin ruhsallığın yapılanmasında temel rol oynayan karmaşalardan biri olarak tanımladığı ödipal karmaşada baba, yasaklayan, sınır koyandır. Onun korkusuyla erkek çocuk ensest ve öldürme arzularından vazgeçer. Ancak burada baba üçlü (triadique) ilişkideki babadır. Peki psikanalizin Oedipus öncesi olarak adlandırıldığı dönemdeki baba kimdir ve oğluyla nasıl bir ilişki kurar?
    Oediopus sorunsalının cinslerin karşıtlığından yola çıkmak, baba-kız, anne-oğul çiftlerinin ilişkisini merkez aldığı açıktır. Yani karşıt cinsten bireylerin aralarındaki aşk şilişkisi alınmıştır. Burada aynı cinsten ebeveyn, öldürme  arzularının hedefi olan bir rakip konumundadır. Bu nedenle ödipal baba  tanım olarak yasaklayan, kısıtlayan, cezanlandırandır ve saldığı korkuyla onunla rekabet içindeki erkek çocuğun ensest ve öldürme arzularından vazgeçmesini sağlar. Oysa baba çocuk ilişkisi Oedipus döneminden önce de vardır; erkek çocuğun onunla özdeşleşmesinin bir göstergesidir, hem de baba için bir gurur kaynağıdır. Babayla ilişki küçük erkek çocuğu için kendilik ve nesne tasarımının oluşumunda tüm yaşamı boyu sürecek temel bir rol oynar. Anadolu folklorunun artık unutulmaya yüz tutan ‘’ oğlum göster pipini amcalara teyzelere !’’ geleneği böylesi gururun teşhir edilmesi değil midir? Bu gösteri çocuk için kimi zaman rahatsız edici olabilir, ancak baba için narsisistik fallik bir ‘’teşhir’’ olduğu ve doyum sağladığı açıktır. Oedipusun öncesinde var olan baba oğul arasındaki karşılıklı gurur ve güven ilişkisi Oedipus döneminde gölgelenecek ancak ergenlikten sonra erişkin yaşama geçildiğinde yeniden ortaya çıkacaktır.

  Oedipus öncesi dönemde baba oğul ilişkisi
 
     Sigmund Freund 1925’de Oedipus öncesi dönemde baba oğul arasındaki sevgi dolu özdeşleşme ilişkisinin üzerinde durur, erken dönemde yaşanan baba tarafından sevilmek ve korunmak deneyiminin içselleştirildiği ve tüm yaşam boyu süren tehlikelerle ve korkularla dolu bu yaşama dayanabilme gücü sağladığını belirtir.
    Erken dönemde anne bedensel bütünlüğün oluşumunda ne denli vazgeçilmez bir yere sahipse, yine bu dönemde oluşan baba imgesi dış dünyanın tehlikelerine karşı varlıksal bütünlüğün sürdürülmesinde o denli dönemdir. 1927’de Freud şöyle der ‘Çocuklukta yaşanan medetsizlik duygusu korunmak, sevgiyle korunmak, baba tarafından sunulan sevgiyle korunmak gereksiniminin doğuşunu neden olur. ‘Bu dönem babanın idealleştirildiği dönemdir. Henüz rekabet ortaya çıkmamıştır ve bir çatışma söz konusu değildir. Babayla olan bu yakın ilişki çocuk büyüyüp 4-5 yaşlarına geldiğinde yerini Oedipus karmaşasının baskınlığına bırakır.
    Öyleyse, Oedipus öncesi dönemdeki ilişkilere eğilmek, ve çocuğun ödipal döneme ilerleyebilmek için babasına karşı duyduğu libidinal bağlılık duygularını çözümlemesi gerekir. Bu dönemde, çocuk öykünme, özdeşleşme, içselleştirme süreçleri yoluyla, kültürel cinsel modellere uygun değişmez ve kesin stereotipiler geliştirmiş olur. Burada önemli olan Oedipus öncesi dönemin ikili (dyadique) ilişkilerinden ödipal dönemin üçlü (tryadique) ilişkilerine geçmektir. Ancak bundan önce kendi cinsinden biri olan ikili ilişkiden, öteki cinsten biriyle olan ikili ilişkiye geçmek söz konusu olacaktır.
    Her şey ayrılma-özerkleşme dönemine girilmesiyle başlar. Çocuğun anneye olan fiziksel bağımlılığı biyolojik gelişime uygun olarak azalmaktadır. Artık, tek başına hareket edebilir, kendi gereksinimlerini az da olsa kendi kendine karşılayabilir hale gelmiştir. Burada baba bu ayrılma-özerkleşmeyi kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir, çünkü henüz ödipal kaygılar uyandıracak noktada değildir. Üstelik anne çocukla kurduğu o çok yakın, füzyonel ilişkiyle bu tür ilişkilerin tehlikelerini sunmakta, ayrılma ve özerkleşme zorunlu ve sağlıklı bir süreç olarak ortaya çıkmaktadır. Baba aynı zamanda anneyle olan füzyonel ilişkiye gerileme arzularının yarattığı tehlikelere karşı bir koruyucu olarak ortaya çıkar. Erkek çocuğun burada babayla aynı cinsten olduğunun farkına varması cins kimliği duygusunu geçişi sağlar. Cins kimliği duygusunun paylaşılması erkek çocuğun erkek olma halinin farkında olmasına yol açar, yani bir penis taşıdığının. Penis hem ideleştirilmiş bir nesne, hem de narsisistik libidonun taşıyıcısı olmaktadır. Anneyle olan birincil edilgenlik ilişkisinden kurtulan ve bağımlılık duygularını babasına yönlendiren erkek kurduğu ilişki geçer. Erken dönemde birincil anne tüm bağlılıkların tek nesnesi olarak iyi ve kötü nesne ayırımına neden olur. İşte bu anda baba farklı bir kişi, tavır, davranış ve duruşla ortaya çıkarsa erkek çocuğun bireyleşmesini hızlandıran bir güç sağlayacaktır. Bu ikili ilişki çocuun anne tarafından yutulması tehlikesinin önüne geçecektir. Baba anneyle olan ikili ilişkinin sahip olduğu yapışkanlığına sahip değildir. Bu dönemde de elbette nesneye tümüyle sahip olmak arzusunun yarattığı bir kıskançlık söz konusu olacaktır, ancak henüz cinsel kıskançlık, öldürme arzusu ve milleme korkusu ortada yoktur. Bunlar ödipal dönemin unsurlarıdır.
    Öte yandan, bu yeni nesneyle kurduğu ilişki anneyle olan ikili ilişkinin özelliklerini kısmen de olsa taşır. Yani çocuk onu da idealleştirecektir. Ancak yineleyelim; burada söz konusu olan ödipal baba değil, ikili ilişkide Oedipus öncesi babadır. Ödipal dönemdeki baba da elbette bir ölçüde idealleştirilir ancak o ilişki çifte değerli olmayan bir yakınlık söz konusudur. Oysa, Oedipus öncesi dönemde çifte değerli olmayan bir yakınlık söz konusudur. Baba oğul arasındaki olmayan bu yakınlık, erkekliğin en eski, en temel dayanaklarından birini oluşturur. Çocuğun erişkin yaşamında diğer erkeklerle çifte değerli olamayan yakınlıklar kurulabilmesinin temelle hiç şüphesiz bu dönemde atılır. Ancak, anneyle olan ilişkinin yakınlığından babayla olan ilişkinin yakınlığına geçiş, aşılması gereken ilk güçlüktür. Burada, babanın çocuğa gerektiği kadar yanıt vermesi durumunda, gelişimde bir duraklama olacaktır

    

1195
Genel Tartışma / MURATHAN MUNGAN VE EŞCİNSELLİK
« : 25 Mayıs 2010, 01:47:12 ös »
    Genç şairlerden,dramaturg ve yeni senaryo yazarı Murathan Mungan da son yıllarda eserleri içinde, eşcinselliğe ağırlıklı biçimde yer veriyor.Yeni eseri<<Son İstanbul>>buna örnek gösterilebilir.Sohbetimiz sırasında bomba gibi kitabından söz ediyor.<<Kitabında ben varmıyım?>>diyorum,<<Ehh… olabilir.Gerçekte ağırlıklı olarak kendimi anlatıyorum >>diye yanıt alıyorum.Türkiye’deki eşcinseller ve eşcinsel ilişkiler konusuna kısaca değinmesini istiyorum.Şunları belirtiyor;<<Türk eşcinsellerini azgelişmiş,cahil ve üslupsuz buluyorum.Bu halleriyle bir  ‘azınlık’ bilincine ve özgürlük hak ve taleplerine sahip olabileceklerini sanmıyorum.Birbirlerini sevmeyen ve birbirleriyle rekabet duygusunun dışında hiçbir doğru-düzgün ‘ilişki’ kuramayan bu kalabalığa batı ölçüleri içinde demokrasi ve eşitlik anlayışı için mücadele kuvveti diliyorum.>>

Dr Arslan YÜZGÜN “Eşcinsellik “ Hüryüz Yayıncılık 1986

1196
Toplumumuzda gözlenen saldırgan ve şiddet içeren davranışların bazıları cinsel boyutlar da içermekte. Tecavüz, çocuğa cinsel taciz ,ensest gibi davranışların sayısında belirgin bir artış var. Bunların önemli bölümü temeldeki ensest eğilimlerin çeşitli tezahürleri. Ensest birinci dereceden akrabalar arasında tek taraflı ya da karşılıklı yaşanan cinsel istek  ya da eylemleri tanımlar. Ve çoğu kültürde tabudur. Böyle bir eğilimi olan çoğu insan bu duygularının farkında değildir, ama bilinçaltına bastırılmış ensest isteklerinden kaynaklanan korkular davranışlarını dolaylı olarak etkiler. Son yıllarda basındaki haberler, ensestin tek yanlı olarak eyleme dönüştüğü olayların sayısında artış olduğu izlenimi vermekte . Tabiî bunlar sadece bize yansıyabilen durumlar. Spekülatif yorumlamalara açık bir konu olduğu için burada ensestin karmaşık psikodinamiklerini tartışmayacağım. Zaten başlı başlına bir metin konusu olur.

Ensestin temelinde kuşaktan kuşağa aktarılan sevgi eksikliği bulunur. Özerkli konusundaki tartışmamız hatırlanırsa , burada sevgisizlikten öncelikle kastedilen çocuğun kendi dünyası olan ayrı bir varlık olarak görülememesidir. Ebeveynin bu tutumunun gerisinde kendisinin de önceki kuşaktan tarafından karşılanamamış duygusal ihtiyaçları bulunur. Kızını cinsel bir obje olarak gören babanın kendi geçmişinde annesine yönelik bilinçaltı cinsel dürtüler taşımış olma olasılığı oldukça yüksektir; uzak, ilgisiz ya da farklı şekillerde “fazla ilgili” bir anne imgesi nedeniyle. Dolayısıyla  ensest çocukken karşılanmayan duygusal ihtiyaçların bedene yönelmesini tanımlar. Günümüzde giderek artan sayıda insan duygusal paylaşma ihtiyacını da cinsellikle gidermeye çalışıyor.

Ancak ensest de bu durum, karşı cins ebeveynden çocuğa,çocuktan ebeveyne , bazende kardeşler arası ilişkilere yöneliyor.toplumda zaten yaygın olarak bilinçaltında var olan bu eğilimler yaşanan regresyonla ve gölge arketipinin    kışkırtmalarıyla bilinçaltından hareket edip bilince ulaşarak eyleme dönüşme olasılığını arttırmış olabilir.

Anneleri tarafından üstü örtülü ya da doğrudan davranışlarla cinsel olarak tahrik edilmiş olan erkek çocuklarla ilgili örnekleri burada vermek istemiyorum. Bence hangi şekillerde gerçekleştirildiğinin önemi yok. Bu insanlar anneleri ile yaşadıkları bu tür olayları psikoterapi sürecine katılana dek kimseyle paylaşmamışlardı. Psikoterapi sürecinin de genellikle nispeten geç aşamalarında benimle paylaşabildiler. Tabii bir de bilinçaltının iyice derinliklerine itildikleri için hiç hatırlanamayanlarda olmalı.  Ve belki de anlatılmayanlar anne-oğul arasındaki fiziksel birleşme ile sonlanan y ada ona yakın davranışları içeren bir örnekle karşılaşmadım, hepsi kaçamak ya da dolaylı durumlardı. Bir erkeğin henüz çocuk yaştayken yaşadığı ensest travmalarının yetişkin hayattaki bazı sonuçları zaten tahmin edilebilir ancak bir de “maskelenmiş anne yoksunluğu” durumları da var. Yani ortada bir anne var ama annelik kimiliği ya çok yetersiz ya da çeşitli nedenlerle çocuğunu kabullenememiş, ya da çeşitli duygusal açlıklılarını oğluna yönelterek onun bunaltmış anneler. Böyle durumların, herhangi bir cinsel tahrik olmasa da yetişkin hayatta karşı cins ilişkilerini etkilemesi, istisnalar dışında, pek çok zaman kaçınılmaz oluyor. Genç erkek nüfüsunda eyleme dönüşmeyen ensest fantezilerinin oranını bilmek mümkün değil, ama çok da ender rastlanmadığı şeklinde bir izlenimim var.


Bu anneler neden oğullarına bu tür yaklaşımlarda bulunuyor ya da onlarla ilgili bilinçaltı fantezileri bazen bilinç düzeyine çıkarıveriyor?  Bu güne kadar hiçbir anne bana bu tür duygulardan bahsetmedi, bende kurcalamadım. Her şeyden önce bilinçte tutulması zor bir duygu olduğu için sürekli yadsınma ihtiyacı duyulan bir durum, üstelik bence zaten aslolan bu duygulara zemin hazırlayan yaşantılar. Eğer bunları paylaşılabilseydi bu anneler muhtemelen evliliklerinde aradıklarını bulamadıklarından ve kendilerini çok yalnız hissettiklerinde yakınacaklardı. Yine muhtemelen bu anneler kiminle evli olursa olsalar aynı şeylerden şikayet edeceklerdi, ama sanırım asıl sorun bu da değil . Bu annelerin kendi ebeveyni araştırıldığında , kendi babalarına yönelik ensest eğilimlerde de dahil karmaşık duygularla yüklü olmaları olasılığı yüksek.

Bu kadınların anneleri ya yetersizdir ya da erkeklere karşı hınçlı. Erkeklere olan hıncını kızlara aşılarken, bir yandan da oğullarını kayırıp onlara düşkün davranışlarda bulunmanın paradoksunu yaşarlar. Babalar anne tarafından soyutlandıklarından sıcak duygularını ifade etme şansından yoksun bırakılmışlardır. Dolayısıyla kız çocuk tarafından uzak ve ulaşılmaz olarak algılanırlar.

Bir diğer olasılık da babaların , kız çocuklarına karşı bilinçaltı duygularını da içeren bir düşkünlük yaşamaları ki bu da muhtemelen bir önceki kuşaktan yani kendi anneleri ile olan yaşantılarından taşıdıkları ensest eğilimlerini bir sonraki kuşağa aktarmalarıdır. Bu babaların kızların çok küçük yaştayken bazı bölgelerini kaçamak okşamalarından söz ettiklerine sadece birkaç kez tanık oldum. Ancak daha sonraki yıllarda kız çocuğu bluğ çağına ulaştığında babaların kızlarını diğer erkeklerden aşırı kıskanmaları gibi hoyrat davranışlar görülebiliyor. Kızlarına aşırı düşkün babaların mutlaka ensest eğilimleri taşıdıkları şeklinde bir genelleme doğru olmaz. Oğullarına düşkün anneler içinde öyle. Ancak aradaki sınır bazen belirsizleşebilir. Annelerden oğullara yönelen ensest eğilimlerin kaçamak da olsa eyleme dönüştüğü anlarda ,bunun çocuğun cinsel bölgesine yöneldiğine ilişkin hiçbir bilgiye sahip değilim. Ancak babadan kızına yönelik durumlarda bu farklı oluyor. Neredeyse hepimizin bilinç dışında yeniden anne rahmine dönme fantezileri ve istekleri bulunur. Ve bu,dolaylı olarak ve çeşitli biçimlerde yetişkin hayattaki bazı seçimlerimizi etkileyebilir. Başlı başına bir konu olduğu içinbu olgunun sadece bir yanına değineceğim. Bazı erkeklerin bilinçaltında cinsel ilişki ana rahminin sıcak ve koruyucu ortamına bir süre için dönüşün güvenliğini de simgeler.Bu nedenle cinsel arzulara anksiyete giderme boyutu da eklenebilir.Ancak buda genellikle sadece “Coitus(birleşme)” odaklı cinsellikle sınırlanır. Bazı erkekler kadın cinsel organına çeşitli anlamlar atfedebilir. Bunların arasında konumuzla ilgili olan , bu organın, “baştan çıkarıcı ve reddedici” olarak içselleştirilmiş kadın imgesinin odaklandığı yer olarak algılanması. Bu duygular ensest boyutunu da taşıyorsa , erkek çocuk ebeveynliğe ulaştığında babadan kıza bazen şiddette içeren cinsel istismara hatta tecavüze yol açabilir. Genel olarak , her türlü ensest eğilimler karmaşık düşmence duyguları içermekte .

Buraya kadar ensest konusu ile ilgili bazı klasik bilgileri ve klinik yaşantılarımdan yıllar içinde edindiğim izlenimlerimi aktardım. Klinik deneyimlerim yüklü bir birikimi içermesine rağmen , yine de toplumun belirli kesimleri ile sınırlı. Bu nedenle , özellikle babadan kıza yönelik cinsel istismar olaylarının başka boyutlarının olup olmayacağı sorusuna karşılık veremiyorum. Önümde 4 ekim 2009 tarihli bir gazete haberi var. Hakkari üniversitesi tarafından düzenlenen KÜRT KADIN KONGRESİ’nde konuşan KAMER (kadın merkezi) başkanının yaptığı açıklamaları aktaran bir haber. Başkan yaptığı açıklamada ,doğu ve güney doğu Anadolu bölgelerinde kurdukları 23 kadın merkezinde başvuruda bulunan elli bin kadının yüzde 25 inin ensest ilişkiye maruz kaldığı belirtilmiş. Bu da dört evden birinde kadınlar ve kızların ensest ilişkiye zorlandığı anlamına geliyor. Bu da çok büyük bir rakam ve akla başka bir soruyu getiriyor. Bu olaylar kuşaktan kuşağa aktarılan başka bir soruyu getiriyor.

Bu olaylar  kuşaktan kuşağa aktarılan klasik ensest eğilimlerinden farklı bir davranış örüntüsü olabilir mi? Yani sadece ve sadece ,yeterince olgunlaşamamışlık sonucu ve gölge arketipinin hayvansı istekleri doğrultusunda ,güçlünün zayıfı ,büyüğün küçüğü,zaten elinin altında olduğu için istismar etmesini kastediyorum. Bu yönde bir klinik deneyimim ya da gözlemim olmadığından bu düşündürücü sorunun cevabını veremiyorum.

Korku ve şiddet ,neden –sonuç ilişkileri karışık bir ikilidir. Örneğin kadına ve çocuğa yönelik şiddetin gerisinde ,çoğu zaman yetersizlik duyguları ve baş edememe korkuları bulunur. Geçmiş klinik yaşantılarımda karşılaştığım bazı örnekler bunu doğrular nitelikte. Ensest eğilimlerinin bir başka sonucu da erkeklerde görülebilen kastrasyon  (hadımlaştırma) korkularıdır. Klasik psikanalize göre bu korku ,erkek çocuğun üç ila beş yaşlarındayken cinsiyet farkını sezmeye başlaması sırasında yaşanabilir. Çünkü bu dönemde çocuk annesine karşı henüz şekillenmemiş cinselliği de içeren taslak bir duygu geliştirir. Bu duyguya annenin asıl sahibi olan güçlü baba tarafından hadım edilerek cezalandırılma korkusu eşlik edebilir. Bu duygular yani henüz taslak cinsellik içeren istek ve cezalandırılma korkusu ,çocuk tarafından şekillenmemiş , dolayısıyla tanımlanmamış duygular olarak yaşanır. Olağan koşullarda zamanı gelince nötralize edilir ve çocuğun ilgisi başka alanlara yönelir. Çoğunuzun bildiği gibi oedipal dönem denen bu evre ,çocuğun yetişkin cinselliğinin taslağını oluşturmasını sağlayan doğal bir süreçtir. Ne var ki , bu dönemde ebeveyn –çocuk ilişkilerinde yaşanabilecek sorunlar , çocuğun ileriki yaşamındaki karşı cins ilişkileri yönünden bazı kalıcı izler bırakabilir.

Kastrasyon korkusunun ,daha güçlü olarak algılanan erkeklerin var olduğu ortamlarda yaşanması şart değildir. Trafikte sizi sollayıp geçerek geride bırakan bir sürücü de kastrasyon  anksiyetesini aktive edebilir, sürücüyü tanımadığınız ve onun nasıl biri olduğunu bilmediğiniz halde. Eskiden bu anksiyeteye karşı kabadayı ve bıçkın tavırlar geliştirilirdi,şimdilerde daha çok silah taşınıyor. Tabii ki silah taşıyanların tümünü kastetmiyorum. Annenin ürkütücü ,saldırgan ya da dişiliğini empoze eden biri olması da kadın cinsel organına karşı kastrasyon korkuları yaratabilir. Bazı psikanalistler ,tecavüz olgusunu “ baştan çıkaran ve reddeden anneyi dize getirme” olarak yorumlamışlardı. Bu görünüşün klinik deneyimleri sonucu mu yoksa varsayım mı olduğunu bilmiyorum. “var ama yok anne” gibi daha geniş anlamlı bir ifade kullanıldığında “baştan çıkaran anne” imgesi de yelpazedeki yerini bulabilir diye düşünüyorum.

Yıllar önce bir kış akşamüzeri  bana gelmekte olan öğretim üyesi genç  bir hanım ,yanından geçmekte olan bir gencin ,havanın erken kararmasından ve o yıllarda Ankara’daki hava kirliliğinin yarattığı puslu ortamdan da yararlanarak ,aniden kalçasını sıkıştırıp sonra da hızla kaçtığını anlatmış, ardından da “ bunun anlamı nedir?” diye sormuştu.Hiç düşünmeden “  hırsızlık yapmış”  cevabını vermiştim. Çünkü kadınlara yönelik cinsel saldırganlıkta “nasıl olsa beni kabul etmezler , bende zorla alırım” varsayımının güçlü bir etmen  olduğunu düşünüyorum. Bir başka olgu da bir kadının kapalı olması beklenen bir beden bölgesinin kazara görünür hale gelmesinin , bikinili bir kadından daha heyecan verici bulunması. Yani yasak bir bölgenin bir an için görünüvermesi ya da durumun kameralara yansıması , argo dilimizde “frikik” dene durumlar. Karşı tarafın haberi olmaksızın onun mahremiyetine girmenin yarattığı güç ve üstünlük duygusunu da taşıyan bir hal. Bir yasağı delme niteliğinden ötürü bunun oedipal dönemin bir kalıntısı da olduğu düşünülebilir,tabi görüntülerden tahrik olunuyorsa. Örneğin anne figürü algılanma olasılığı dışında , Almanya başbakanı Angela MERKEL ‘in internette yayınlanan göğüs dekolteli fotoğrafının neden dünyada en çok tıklanan fotoğraf olduğunu anlayabilmiş değilim. Birine sordum. “Önemli olan göğüs çatalı” diye açıkladı. İyi de neden Frau MERKEL ‘in göğüs çatalı ? bu olgunun diğer kültürlerde ne denli yaygın olduğunu bilmiyorum. Ya da kadının fazla örtülü olduğu ve kolay ulaşılmaz konumda olduğu toplumlarda daha yaygın olup olmadığını da. Ancak sevgiye duyulan özlemin bazen karşı cinsin belirli bir beden bölgesine yönelmesinin toplumumuzda   yaygın olduğu izlenimini taşıyorum. Çünkü çıplaklıkla erotizmin karıştırıldığı bir kültürümüz var.

 
engin geçtan/zamane/ensest ilişki/ syf. 84-90

27 Mart 2011 Pazar akşamı TV5 Ana Haber Bültenindeki söyleşide
"eşcinsellik hakkında"
gündemdeki eşcinsel parti adaylarının varlığını konu alarak konuşma yaptı.


http://www.youtube.com/user/escinselterapi tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#

1197
Eşcinsel  kimliğin oluşumu,kişinin kendisi ile ilgili olarak ödipal dönemde yaptığı bir tanımdır.Bu tanıma göre çocuk gelecekte dürtülerini kendi cinsi ile yaşamaya karar vermiştir.Dürtüleri kendi cinsine yöneldiği için onlara aşık olmakta ve cinsel sevgi kendi cinsiyetinden kişiler ile yaşanmaktadır.Biseksüellik ise, zevk alabiliyorsa,cinsiyet ayırmadan cinsellik yaşamaya çalışan bir tutumdur.Karakterin daha bebeksi oluştuğunu,kişinin cinsel nesneleri meme gibi bir haz nesnesi olarak algıladığını,kimliğin gevşek bir biçimde bölgede yoğun olarak kaldığını gösterir.

Erkek eşcinselliği ödipal çatışmanın çözüm yollarından birisidir.Erkek çocuk annesinin oluşturduğu çekimden dürtüleri babasına veya sorun babanın eksikliğinden kaynaklanıyorsa,kendi cinsine yönelterek kurtulmayı seçer.Ödipal ortamda çocuk için annesinin çekimini baş edilemez yapan sebepler şunlar olabilir:

Anne çocuğa fazla düşkündür ve onun dış dünyaya yönelmenin engelleme eğilimleri yüksektir.Çocuk dürtülerini anneden çekemeyeceğini hissettikçe babasından korkusu artar ve son çare olarak dürtülerini erkeklere yönlendirir.Dürtüsel sevgi nesnesi olarak kendi cinsini seçmeye karar verir.Böylece dürtülerini annesinden çekebilmiş olur.

Anne aile sisteminde çok güçlüdür,sistemi o yönetmektedir.Çocuk omnipotansı anneden çekip babaya aktarmamaktandır .Babaya şefkat duyguları fazladır,baba ile arzulanan yakınlık ancak dürtüsel yatırım ile mümkün olmaktadır.Annenin omnipotan olması,çocuğun onu ilahlaştırmasına ve aralarında kategorik bir fark oluşturmasına  yol açmaktadır.Bu durumda çocuğun dürtülerini annesinden tutması onun kendisine tahakküm etmesini kabullenmesine de yol açacaktır;o zaman çocuk “mazoşist”bir çözüme yöneltecektir,sapkın bir yapı geliştirecektir.Diğer bir çözüm ise eşcinsel bir seçim yapmak ve şefkatle sevilen babayı dürtü nesnesi yapmaktır.Böylece çocuk sapkın olmaktansa eşcinsel ve sevebilen olmayı becermiş olur.Eşcinsel kişilik yapılanması itibarı ile bir sevgi ilişkisini,mazoşist ise bir tahakküm ilişkisini işaret eder.Eşcinsellik daha gelişkin bir kişilik örgütlenmesidir.Baba ortamda yoktur.Babanın fizik olarak ortamda bulunmaması,çocuğun annesini ve kendisini tanımlayabilmesi zorlaştırır.Anne ile baba ayrılmış olabilirler ve çocuk babayı görmüyor olabilir,baba çok fazla seyahatlere gidiyor olabilir.”Çocuk annesinin en yakını mıdır (eşi midir ) çocuğu mudur?”anne bu tanımı kendisi net olarak yapamıyorsa,bu tanımı doğru yapabilmek için çocuğun babaya ihtiyacı fazla olur.Çocuk,kendisinin “annesinin kocası mı yoksa onun oğlu mu ?”olduğu sorusuna,dürtülerini uzaktaki babaya veya erkek cinsine yönlendirerek cevap bulmaya kayar.Annenin kendi cinsini seven oğlu olur.Böylece annenin çekiminden kurtulabilmek için çocuk eşcinsel olmaya karar verir.

Baba çok korkulan bir imgedir.Babanın öfkesinden duyulan korku,çocuğun annesine yönelebilecek dürtülerini bir an önce babasına yönlendirerek tehlikeden kurtulma arayışına sokar.Dürtülerin babaya kaymış olması garantili bir çözüm oluşturur.Böylece çocuk babası  ile rakip olacağına,onu sevgili olmaya karar vermiş olur ve onun dürtüsel sevgi nesnesi olarak onun gücünden de yararlanmış olur.Ayrıca çoğu zaman babadan çok korkulan bir ortamda,anne çok ezilmiş yenilmiş ve arka plana çekilmiş olabilir.Annenin yaşadığı ortamda çok değersizleştirilmiş olması çocuk annenin çekiciliğinin azalmasına da yol açabilir.

Bu durumdan birisi veya bir kaçı bir arada bulunduğunda,erkek çocuk pipisinin kesilmesi veya aile dışına  atılmak,sapkın olmak yerine sevgi nesnesini değiştirerek durumuna çözüm bulmuş olur.Bu çözüm karşı cins yerine kendi cinsini cinsel sevgi nesnesi yapmak olur.Elbette üç-beş yaş arası bir çocuk eşcinsel olmanın gelecekte onun hayatını nasıl etkileyebileceğini bilemez.Buna anne babasının nasıl bir tepki verebileceğini düşünemez.Ona göre dürtülerini annesi yerine babasına kaydırıyordur,babası da sevilmeyecek birisi değildir.Annenin sevilecek memeleri varsa,babanın da meme yerine geçecek pipisi vardır.Gerçekten eşcinsel erkeklerde penise duyulan büyük ilgi dikkat çekicidir.Neredeyse,”anne memesi”ile “babanın penisi”arasında bir seçim yapılmış ve erkek çocuk “babanın penisi”ni tercih etmiştir.

Kız çocukların eşcinsel seçimi erkeklerinki kadar sık değildir.Kadın eşcinselliğine daha seyrek rastlanır.Kadın eşcinselliğinde babanın kız çocuk için yeterince çekim oluşturamadığına ve kız çocuğunun dürtülerinin babaya yönelemediğini,annede kaldığını görürüz.Aslında çocuk annenin sisteminde kalmıştır.Bunun sebebi babanın fiziksel veya psikoloji yokluğu olabileceği gibi,annenin çocukla fazla bütünleşmesi de olabilir.Kız çocuğu kendisinin pipisiz olduğunu keşfettiğinde,babası ile veya pipisi olanlara tamamlanma ihtiyacı yüksektir.Genellikle erkekleri yücelten,kendi cinsini ve kendini beğenmeyen,eksik bulan bir eğilimi vardır.Annenin aile ortamına katkıları ve babanın silikliği  bu eğilimleri dengelediğinde,kadın eşcinselliği için zemin oluşur.Kız çocuğun annesini ile dokuz ay içerisinde,bütünleşme dönemini bitirmeden veya omnipotansını annesine aktardığı sırada kaybetmesi de gelecekte kadınların sevgi ve dürtü nesnesi yapma arzusu oluşturulabilir.Bu durumda deneyimlenmiş ve öğrenilmiş tek ilişki bütünleşme ilişkisidir ve o da kendi cinsi ile yaşanmıştır.Birbirine  benziyor olmak bütünleşmeyi kolaylaştırır.


1198
Neden ve nasıl başlayacağımı bilemiyorum ama çok zor durumdayım. Söyleyemediğim için yazmak zorunda kaldım. Benim şikayetim şu : Ben hemcinslerime karşı ilgi duyuyorum. Acaba eşcinsel miyim  veya gay miyim diye düşünüyorum.  Bu durum benim hayatımı alt üst etti. Hayatı yaşanmaz hale getirdi. Bana bir çıkış yolu gösterirseniz, bana yardımcı olursanız ömür boyu dua ederim size.



Hayat gittikçe benim için yaşanılmaz hale geldi. Çünkü hemcinslerimle ilişkiye giriyorum ve ben artık bu saatten sonra buna engel olamıyorum. Hastalık gibi bir şey vazgeçemiyorum. Daha önceleri vardı bir şeyler ama bu kadar sık değildi. Sadece düşüncede kalıyordu. Ama şu an faaliyete dönüştü hem aktif hem pasif  olarak. Ben iğreniyorum, utanıyorum kendimden. Çoğu kez intiharı bile düşündüm ama yapamadım.



Ben dinime sadık bir insanım, inançlı bir insanım. Dinimizde ise böyle bir şeyin yeri asla yok.  Ben kendime yakıştıramıyorum bu durumu. Çünkü ben böyle bir insan değilim. Kabullenemiyorum bir türlü ama kendime de hakim olamıyorum.  O an hiç bir şey düşünemiyorum. Hayat umurumda bile olmuyor.



Ne olur yardım edin bana. Ne yapacağımı bilmiyorum.  Bir çok ilaç kullandım. Bir çok psikologa, psikiyatra gittim ama fayda etmedi. Son umudum sizsiniz kurtarın beni bu bataklıktan Allah rızası için.



Not: Bu okuduklarınızı kimse bilmiyor.Ailem öğrenirse bu durumu bu uatnçla yaşayamam. İçinde bulunduğum durumdan rahatsız olmasaydım Tedaviye başvurmazdım.



Ben burda öğrenciyim ailemin maddi durumu hiç iyi değil. Normalde böyle bir tedavi için maddi imkanım yok benim ama tedavi olmak zorunda olduğum için tedavi olmam lazım.   

1199
Medya / Amsterdam mı İstanbul mu?
« : 12 Mayıs 2010, 09:57:42 öö »
Amsterdam mı İstanbul mu?

Birkaç arkadaşım geçen hafta Amsterdam'a gitti. Amsterdam'a gitmenin tüm gerekliliklerini yerine getiren bu ekipten aldığım iki bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum:

* Amsterdam, gördüğüm en uygar Avrupa şehri.

* Amsterdam'da neredeyse her şey özgürce yapılabilirken sokaklarda bi tane apaçi ya da it kopuk yoktu.

Peki İstanbul'un Amsterdam'dan ne eksiği var? Çoğu insanın 'Dünyanın en yozlaşmış şehri' olarak gördüğü Amsterdam gerçekten de çok güzel bi şehir. İnanmıyorsanız internetten bikaç Amsterdam fotoğrafına bakın. Efendi gibi caddeler, insan ölçeğinde binalar, alçak kaldırımlar, insan gibi insanlar, bol turist, Rönesans, falan filan. Amsterdam'a bok atan kafalara birkaç şey söylemek lazım.
Amsterdam'ı savunmuyorum, çok da sevmiyorum, ama İstanbul, açıkçası bu haliyle Avrupa 2010 Kültür Başkenti'yken bile çok afedersiniz Kadıköy'den biraz ufak olan Amsterdam'ın yanında patates gibi bi şehir kalıyor. Bi kere o her yerde fuhuş var denilen Amsterdam'da sokaklarda bi tane bile hayat kadını göremiyorsunuz. Gelelim İstanbul'a, saat akşam 7 oldu mu bir Cumhuriyet Caddesi'ne, Bağdat Caddesi'ne çıkın bakalım, yol kenarında ne göreceksiniz? Evet, siz de kadın göremiyorsunuz, çünkü her yerde travestiler müşterilerle pazarlık yapıyor (Travestilere karşı değilim ama gün ortasında da olacak iş var, olmayacak iş var, sonunda travesti severler bırakın sevsinler, bize/size giren çıkan yok). Sabah işe mi gideceksiniz, Taksim Meyda'nında saat 8.30-9 gibi geceden çalışmış eskort kızlar, hayat kızları, tele kızlar, tele erkekler taksilerden iniyor.
Şimdi gelelim zurnanın isttt dediği noktaya. İstanbul'da çocuk yetiştirdiğinizde mi çocuğunuzu istenmeyen içerikten daha uzun süre uzak tutabilirsiniz, yoksa fuhuşun çok net olarak sadece tek bir noktada yapılabildiği Amsterdam'da mı? Bir de olayın sarhoş-esrarkeş kafası var ki, hiç sormayın.


http://m.radikal.com.tr/ArticleDetail.aspx?ArticleID=36507&Continue=1

1200
Genel Tartışma / EŞCİNSELLİĞİN NEDENLERİ NEDİR?
« : 30 Nisan 2010, 12:52:34 öö »
Eşcinselliğin nedenleri

Zor ve acı dolu bir süreç sonunda oluyor.

Eşcinselliğin uzun yıllar, bir kimlik bozukluğu, hastalık veya sapıklık olarak
algılandığına dikkat çeken uzmanlar ”1974 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği ve daha sonra 1992 yılında Avrupalılar (ICD) eşcinselliğin sapıklık/sapkınlık olmadığı kararını almışlar ve bu kavramı hastalık sınıflandırmalarından çıkarmışlar, ancak anormal bir davranış olmadığını söylememişlerdir. Yani "eşcinsellik normal dışı bir davranıştır, sapkınlık değildir" demişlerdir. Bu nedenle eşcinsellik halkta, politikacılar arasında ve bilim çevrelerinde hala tartışılmaktadır. Çünkü cinsel sapkınlık; cinsel açıdan sağlıklı olmama ve dolayısıyla normal olandan sapma durumudur, yani küçük çocuklara karşı hissedilen cinsel istek, her tür fetişizm, kişinin birlikte olduğu kişinin idrarını içmesi yahut dışkısını yemesi ve tüm bunların cinsel haz uğruna yapılması vb. durumların genel ismidir.

Ruhsal bozukluk veya anormal davranış ise, göreceli kavramlardır. Zira öncelikle normalin tarif edilmesi gerekir. Yaşadığı toplumdaki kişilerin çoğunluğunun değer yargılarını benimseyen ve toplumun geneline uygun davranan birey normal, aykırı hareket eden birey ise anormal olarak adlandırılabilir. Bu açıdan bakıldığında eşcinsellik anormal bir davranış olarak görülebilir. Ancak ruhsal bozukluk olup olmadığını belirleyen en önemli etken ise; kişinin kendini nasıl hissettiğidir. Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur. Yani ruhuna ve benliğine aykırı olduğu halde eşcinsel eylemlerini sürdürmek zorunda kalmak veya dürtüyü kontrol edememek kişide ruhsal sıkıntı yaratabilir. Ayrıca eşcinsellik; özgür bir tercihin değil, çocuklukta yaşanan travmaların bir sonucudur.

Bu açıdan baktığımızda da, eşcinsellik ruhsal bir bozukluktur, bir cinsel eğilim
bozukluğudur, bir cinsel kimlik bozukluğudur." dedi.

"AKLA DAR BLUE JEAN GİYEN ERKEKLER GELİYOR"

Eşcinsellik kavramının birçok farklı eğilimi veya tanımı içinde barındırabildiğini
ifade eden uzmanlar; "Türkiye'de eşcinsel denince, çoğu kişinin aklına ağır makyajlı şarkıcılar, travestiler, kırıtarak yürüyen ve kadınsı giyinip konuşan, dar blucinli genç erkekler geliyor. Tabi bu durum bir kavram karmaşasını da beraberinde getiriyor: "Travesti ve eşcinselin farkı nedir?" vb. Eşcinsellikle transseksüellik aynı değildir, farklı kavramlardır. Eşcinsel; kendi cinsine ilgi duyan kişidir. Biseksüel; her iki cinse de ilgi duyan kişidir. Heteroseksüel; karşı cinse ilgi duyan kişidir. Lezbiyen; eşcinsel kadındır. Gay ise; eşcinsel erkektir. Travesti; kendi biyolojik cinsiyetinden memnun olan ve karşı cinsin giysilerini giymekten hoşlanan kişidir. Transseksüel ise; kendi biyolojik cinsiyetinden memnun olmayıp karşı cinse geçmek isteyen ya da geçmiş kişidir. Homofobi; eşcinsellere yönelik kaygı, korkuya da nefret olarak tanımlanabilir. Efemine ise; türkçede kadınsı anlamındaki kullanılan bir sıfattır ve bir erkeğe ait kadınsı nitelikleri betimlemek için kullanılır. Yani efemine olmak eşcinsellik değildir." dedi.

EŞCİNSELLİĞİN NEDENLERİ NEDİR?

Eşcinselliğin çoğunlukla zor ve acı dolu bir sürecin sonunda oluşan bir durum olduğunu ifade eden uzmanlar ;

"Eşcinselliğin nedenlerini anlamamız çok önemlidir. Çünkü önemli olan
yaygınlaşmasının önlenmesidir. Eşcinselliğin nedenleri şunlardır: Rol modellerin yanlış alınması, hormonsal bozukluklar, çocukluk döneminde şiddete maruz kalmak, tacize ve tecavüze uğramak, çocuklukta karşı cinsle ilgili yaşanmış kötü bir deneyim, ciddi aile sorunları, aşırı otoriter bir babanın varlığı, baba veya figürlerinin çocuğun hayatında olmaması, aşırı duygusal veya içine kapalı bir yapıya sahip olunması, erken boşalma, iktidarsızlık, vajinismus veya disparoni gibi cinsel işlev bozuklukları nedeniyle yaşanan başarısız ve aşırı sorunlu cinsel deneyimler, genetik yatkınlık, yanlış yetiştirilme yani erkek çocukların kız gibi, kız çocuklarında erkek gibi yetiştirilmesi, ebeveynler başta olmak üzere yakın çevrede eşcinsel eğilimleri olan kişi veya kişilerin modellenmesi ve örnek alınması, kızların daha yumuşak tavırları olan erkekleri, erkeklerin ise daha erkeksi tavırları olan kızları aralarına alma eğilimleri, yazılı ve görsel medyanın eşcinselliği özendirici yayınları, vb. Eşcinsellik ailenin baskısına bir tepki sonucu da meydana gelebilir. Yaptığımız çalışmalarda ve literatür bilgilerinde, sağlıklı ve mutlu bir aile ortamında yetişmiş ve herhangi bir travmaya maruz kalmamış ama eşcinsel bir yaşantı süren bir kişiye hiç rastlamadım. Çünkü eğer bir kişide eşcinsel bir yönelim varsa; mutlaka sağlıksız bir aile yapısı, sorunlu bir
çocukluk ve cinsel travma mutlaka vardır." dedi.



Yalancı eşcinsellik tedavi edilebiliyor

Eşcinsellik; bir cinsel yönelim bozukluğudur, kişinin yaşadıklarını ve duygularını anlatmasıyla ve ayrıntılı cinsel öykü alınmasıyla bir cinsel terapist tarafından tanısı konulabilir. Daha çok ergenlik veya erken erişkinlik dönemlerinde fark edilen eşcinselliğin çeşitli tipleri vardır. Eşcinsel eğilim; dürtü, duygu ve davranışlarından acı çeken, bunaltı duyan, benliğe yabancı eşcinselliği olan kişilere 'yalancı eşcinsel' denir. Eşcinselliğin, karşı cinse ilgi duyulması durumuna dönüşme isteği ile ilgili bazı analitik cinsel terapiler mevcuttur. Bu nedenle yalancı eşcinseller tedavi olabilirler. Ancak esas olan eşcinsel kişinin değişime olan inancı ve istediğidir. Bu konuda görüşeceğiniz ve kendinizi açıklıkla anlatacağınız bir cinsel terapist ihtiyacınız olacak tedaviyi uygulayacaktır.




Sayfa: 1 ... 78 79 [80] 81 82 ... 89