İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - alıntı

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 8
61
Tarih & Türkiye / Kaybediyoruz (dil)
« : 08 Haziran 2009, 02:15:36 öö »
Levent KAÇIN

Bir milletin kültürel değerlerini en başında dil gelir. İnsan topluluklarını bir kitle veya yığın olmaktan çıkararak, aralarında duygu ve düşünce birliği olan bir toplum haline getirir. Bu bağlamda milletlerin gelecek nesillere bağışladığı en büyük ve kıymetli miras dildir. Bireyin topluma uyum sağlayarak hayatını devam ettirebilmesi , o toplumun kültürünü , inanç ve değerlerini benimsemesiyle mümkündür. Bunun en etkili yolu ise dildir.
Dilde etkileşim kaçınılmazdır.Ülkelerin kalkınmasında milletlerarası ilişkilere bağlıdır. Milletler arası ilişkiler arttıkça dilde etkileşim mutlaka olacaktır. Bu etkileşimi olumlu hale getirmenin en önemli yolu yabancı dil araç olarak kullanılmalı hiçbir zaman amaç olmamalı.Güçlü toplumların dilleri bu etkileşimden zarar görmez fakat  sömürge ülkeleri ve az gelişmiş ülkeler için bunu söyleyebilmemiz mümkün değildir.
Ünlü Fizikçi Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Bir konuşmasında şöyle diyor. “Bir milleti yok etmenin yolunun o milletin dilini unutturmaktan geçtiğini belirterek, 1945'lerden bu yana Türkiye'de de süren bu süreçte sona gelindi. Türkçe, yüzde 50'si İngilizce olan bir dil haline getirildi” Bunun için çok fazla örneğe ihtiyaç olmasa gerek , işten eve gelirken önünden geçtiğiniz işletmelerin isimlerinde görebilirsiniz,evde televizyonu  biraz daha dikkatli seyrederseniz magazin yada spor programlarında kullanılan dilinde özünden saptırıldığının gözlemleyebilirsiniz, bir çok konuşmacı bilgisini ve kültürünü daha iyi gösterebilmek için olur olmaz yerlere yabancı kelimeler serpiştiriyor. Yasadışı yerine illegal, özgeçmiş yerine cv, eş yerine partner, hoşça kal yerine bay bay, yarı zamanlı yerine part-time, berber yerine kuaför kelimelerini kullanmak bizi daha mı bilgili yapıyor, yoksa daha mı havalı?
Milli bütünlüğümüz ve geleceğimiz açısından üzerinde hassasiyetle durulması gereken en önemli konu olan dili, tedavisi mümkün olmayan hastalığımız batılılaşma sevdamız yüzünden bölünmeye yol açacak şekilde mahalli konuşma dillerinde eğitim öğretim tuzağına düşürmeyelim. Dilimiz siyasete alet etmeyelim ettirmeyelim. Ortak amacımız kökünün sağlamlığı ve anlatım yolları bakımından dünyanın en işlek ve en zengin dili olan Türkçe‘mizi Dünya dili yapmak olmalı. Dilimize sahip çıkalım.
Kalın sağlıcakla



Ek:

ESKİDEN
Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az  bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.."
ŞİMDİ
"Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni.. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu yavrum?'"

62
Tarih & Türkiye / Davos Davos Olalı...
« : 08 Haziran 2009, 02:13:47 öö »
Levent KAÇIN, 29/01/2009

Krizden sonraki dünyayı konuşmak için biraraya gelmişlerdi. Devlet başkanları , bakanlar , patronlar , bankacılar para ile uğraşan ve konusunda uzman kişiler vs. Toplanma amacının gündemini değiştirense Başbakanımıza yapılan saygısızlıkların sonucunda ortaya koymuş olduğu tavırdı.
 İsrail saldırılarının ilk günüden itibaren konu ile ilgili sıkıntılarını her fırsatta dile getiren Başbakan maalie kampanyalar düzenleyerek savaşa ve çocukların ölmesine karşı tavır ve davranışlar sergiledi. Bunun en büyüğünü ve en etkilisini Davos ‘taki oturumda gösterdi. Konu ile ilgili zaten çok hassas olan Başbakan Simon Perez’in üslup dışı konuşmaları ve moderatöründe aşırı yanlı tutumları sonucunda sadece Türkiye’de değil dünyada büyük destek gören tavrını ortaya koyarak oturumu terk ekmiştir.
Tüm dünyada flaş haberle duyurulan bu tavır Türk milletinin hissiyatının oturuma yansımasıdır. Seversiniz sevmezsiniz tarafta olabilir yada fikirlerinin karşısında durabilirsiniz, bu terkediş Türk milletinin Başbakanına yapılan saygısızlığı , Gazze’ de  olanlara ve bunu başlatanlara karşı bir tepkidir.
Uzun yıllar belkide böyle milli gururum okşanmamıştı millet olarak yüzyıllarca dünyaya hükmetmiş bir devletin torunları olarak çok güçlü bir lobiye sahip olan İsrail’in cumhurbaşkanına tüm dünyanın söylemek isteyipte söyleyemediklerini bizim Başbakanımızın söylemiş olması Türkiye’nin  nerede olduğunun göstergesidir. Bazı çevrelerce yok sayılın hafife alınan bunun sonucunda haddinide aşabilenlerin Ortadoğu ve dünya için Türkiye ‘nin yerini tekrar gözden geçireceği muhakkaktır.
Bunun yansımalarını önümüzdeki günlerde göreceğiz ülkeler arası ilişkilerimizi nasıl etkileyeceği ekonomik ve siyası bakımdan bize ne kazandırıp ne kaybettireceğini zaman gösterecek. Tarih boyunca devletler arasında daimi dostluklardan öteye daimi çıkarlar önde gelmiştir. Nitekim İsrail cumhurbaşkanının olaydan sonra Başbakanımızı araması ve karşılıklı ortamı yumuşatmaya yönelik açıklamalar yapılması  olumlu gelişme olarak değerlendirilenebilir.
“Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanıyım.Türkiye bir çadır devleti değildir” Bu cümle bişeyleri farkettiğimizin bir göstergesi olur umarım. Tarihe birçok kez gurur duyacağımız notlar aldırdık. Bizi yönetenlerin tüm dünyaya karşı dimdik bir duruş sergileyerek tavırlarını net bir şekilde ortaya koymaları ve bunların devam etmesi en büyük dileğimizdir.
Cesur liderler tarafından yönetilmek. Tüm toplumların arzusudur. 

63
Din & Felsefe / Fîhi Mâ-Fîh - Mevlana
« : 08 Haziran 2009, 12:59:51 öö »
Fihi ma fih, (İng:In It What's in It, Arapça:Fîhi Mâ Fihi) "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir. Anlam karşılığı ise "ne varsa onun içinde var", "ne varsa onda var" olarak sayılabilir. Mevlana'nın bir eseri. Bu eser Mevlânâ'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde Mevlana'nın düşünüşü, dünya görüşü, devrini bildirişi, din ve insanlık hakkındaki düşünüşleri, anlatılır. Cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.

Bu esere "fihi ma fih" isminin hangi maksatla verildiğini kesin bir tarzda söylemek doğru olmaz; fakat "içinde olması gereken şeyler buradadır" manasının kasdedilmiş olabileceği ihtimalini düşünebiliriz.

Fihi ma fih, ilk defa Türkçeye Ahmet Avni Konuk (1868-1938) tarafından tercüme edilmiştir.

Dr. Selçuk Eraydın tarafından hazırlanmış bir baskısı İz Yayınları tarafından yayınlanmıştır.

tanıtım yazısı kaynak: vikipedi

indir: Fihi Ma-Fih

64
Din & Felsefe / Divan-ı Kebir - Mevlana
« : 08 Haziran 2009, 12:55:13 öö »
Divan-ı Kebir (Büyük Divan) Mevlana Celaleddin Rumi'nin söylediği ilahi aşk şiirlerinden oluşan, 44 bin 8 yüz 34 beyitlik (rubai beyitleri ile birlikte yaklaşık 50 bin beyit) nazım bir eserdir. Mevlana'nın Âşıklar Divanım biçiminde adlandırdığı eser aynı zamanda Şems Divanı, Divan-ı Şems-i Tebrizi olarak da anılmaktadır. İslam edebiyatında divanların, şairlerinin isimleri ile anılması geleneğine ters düşen bu son adlandırma; Mevlana'nın gazellerinin sonunda kendi adı yerine (birkaç istisna dışında) her zaman Şems-i Tebrizi adını kullanmasından kaynaklanmaktadır.

Eser, Horasan ilinin halk Farsçası ile yazılmıştır. Yek avaz gazellerden oluşur.

Mevlana bu gazellerinde, "Şems (güneş) başta olmak üzere, bağ-bahçe, gül-bülbül, âşık-mâşûk, deniz-damla, mey-sâkî gibi sembollerle ilâhî aşkı hep ön plânda tutmakta; Mesnevî'sinde olduğu gibi Allah'a kavuşmadan gönlünün huzur bulamayacağını, ilâhî aşkı yazmada aciz kalıp kaleminin kırıldığını, bu dünyanın bir balçıktan ibaret olduğunu, çok yemenin menzile ulaşmada engel teşkil ettiğini, aşkın akla olan üstünlük ve yüceliğini, nefsin kötülüğünü, miskin miskin oturan insanların bu tembellikleriyle maksada (ilâhî aşk) ulaşamayacaklarını, gecelerin uyumakla değil de aşk ve ibadetle geçirilmesi gerektiğini" vurgulayarak şiirlerini didaktik bir üslupla söylemektedir. Bazı şiirlerinde de gazelin ruhundan farklı olarak sosyal konulara girer; rüşvet yiyen kadıları eleştirir; yalancı şeyhleri, yobaz bilginleri menfaatçi ve aşağılık olarak nitelendirir; pazar yerlerinden, düğün adetlerinden, sokakta oynayan çocuklardan, zulmete direnişten, özgürlükten bahseder.

tanıtım yazısı kaynak: vikipedi

Divan-ı Kebir'den Seçmeler
Divan-ı Kebir'den Seçmeler - Cilt 1
Divan-ı Kebir'den Seçmeler - Cilt 2
Divan-ı Kebir'den Seçmeler - Cilt 3
Divan-ı Kebir'den Seçmeler - Cilt 4

65
Din & Felsefe / Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali
« : 08 Haziran 2009, 12:06:17 öö »
Asıl adı Ebû Hâmid Muhammed olan İmam-ı Gazali Hazretleri Horasan bölgesinde Tus şehrinin Gazale köyünde 1058 yılında dünyaya geldi. 1111 yılında ise dünyaya veda eyledi. İslâm dünyasında Hüccetü'l-İslâm (İslâmın ispatlayıcısı) olarak tanınan İmam-ı Gazâlî, Selçuklu döneminde yaşamış, İslama yönelen hücumlara, dine yapılan taarruzlara karşı müdafaalarda bulunmuş, dinin anlaşılması için tartışmaya açılmış olan meselelere çözümler getirmiş bir müceddiddir, dinin yenileyicisidir.
İmam-ı Gazalî'nin İslâm eğitim ve ahlâkı üzerinde getirmiş olduğu yenilik, İslâmın özünden uzaklaşma yoluna girmiş olan Müslümanları ahlâkî eğitime tabi tutmuştur. En mühim eseri olan İhyâu Ulûmi'd-Din, başta iman ve ibadet olmak üzere, ahlâk sahasında çok ciddî bir hizmet görmüş, dokuz asırdır tazeliğinden bir şey kaybetmemiştir.
İmâm-ı Gazalî'yi halka tanıtan hacımca küçük, fakat tesiri bakımından büyük olan eseri Eyyühe'l-Veled olarak bilinen ve dilimizde Ey Oğul şeklinde bilinen eseridir.
Gazali, üzerinde çalıştığımız "Ey oğul"un pîri ve üstadıdır. Bu alanda yapılmış olan çalışmanın ilki ve en mükemmelidir. Diğer çalışmalar büyük ölçüde bu kitabın üzerine bina edilmiştir.
Birçok dünya diline çevrilen, UNESCO tarafından da yayınlanan Ey Oğul, batıda ve doğuda okuma rekoru kıran bir eserdir. "Müslümanın yirmi dört saati" demek olan bu kitap, ayrıca bir öğüt ve nasihatler bütünüdür.

http://www.youtube.com/watch?v=2kK4z4txh6U

66
Genel Tartışma / Kilo Almaya Meyilli misiniz
« : 30 Mayıs 2009, 02:33:44 ös »

Geleceği görmek için kristal küre her zaman gerekmiyor. Bazı belirtiler, ilerde kilolu bir insan olup olmayacağınıza işaret ediyor.

Gün geçtikçe daha büyük bir sorun halini alan fazla kilolar, son yirmi yılda hakimiyet alanlarını iyice genişletti. İstatistikler, 20’li yaşlarını sürmekte olan kadınların yüzde 60’ının fazla kilolu olduğunu gösteriyor. 30’lu yaşlara gelindiğinden bu oran yüzde 50, 40’lı yaşlarda ise yarıyı geçiyor.

FAKTÖR 1: GENETİK YAPI
       Araştırmalar, kilo durumunun sorumlusunun yüzde 70 oranında genetik yapı olduğunu gösteriyor. Evet yanıtını verdiğiniz her soru, ilerde kilo almaya eğilimli olduğunuzu biraz daha kanıtlıyor.
 
       * Anne-babanız kilolu mu?
       Ebeveynlerinizden biri şişmansa, ilerde kilolu birine dönüşme ihtimaliniz daha yüksek demektir. Hem anneniz hem babanız fazla kiloluysa, bu risk daha da artar. Genetik özellikler zayıflık veya şişmanlığa olan eğiliminizi etkilese de tam kilo kalıtımsal bir miras değildir. Kalıtım, kilonuzun belli bir ranj içinde yer almasını öngörür. Bu ranjın neresinde yer alacağınızı ise yedikleriniz ve hareketleriniz belirler.
       Uzmanlar, görünüşü ve kilo almayı tayin eden genlerin farklı genler olduğunu söylüyor. Diğer bir deyişle, kilolu olan ebeveyninize benziyor olmanız, onun kilo yapısını almış olduğunuzu göstermez. Şişman bir insan olan annenizin yüzünü almış olabilir, aynı zamanda babanız gibi zayıf olabilirsiniz.
 
       * Ebeveynlerinizden en az biri, orta yaşa geldiğinde fazla kilo almış mı?
       Gelişme biçimi de kalıtımsaldır. Her iki ebeveyniniz de zayıfsa, ancak 50’lerine geldiklerinde birden şişmanladıysa dikkatli olmanızda yarar var.
 
       * Anneniz hamilelikte kilo aldı mı?
       Hamilelikte kilo alma ve yağ dağılımını da genetik faktörler belirler. Ancak vücudun dış faktörlere verdiği tepkiler, hem anne hem de babadan alınan genlerle belirlenir. Yani annenizin kilo almış olması, tek başına sizin kaderinizi tayin etmez.
 
FAKTÖR 2: REJİM

       Son araştırmalara göre, kilo vermeye çalışan her beş kadından yalnız biri doğru yolda: yani kalori alımını azaltarak ve egzersiz yaparak zayıflamaya çalışıyor. Aşağıdaki sorulardan herhangi birine evet yanıtı verdiyseniz, çabalarınız geri tepecektir.
 
       * Kalorileri değil, yağları mı kestiniz?
       Diyet yapan kadınların yüzde 40’ı yalnızca yağ tüketimini azaltarak kilo vermeye çalışıyor. Bu tuzağa düşmeyin. 60 gramlık bir paket jelibon ile 1 tablet çikolata arasında yağ yönünden büyük farklar bulunsa da, her ikisi de 210’ar kalori eder. Vücut için tüm kaloriler birdir - yağdan mı, karbonhidrattan mı geldiği fark etmez.

       * Porsiyon ölçüleri sizi ilgilendirmiyor mu?
       Bol kepçe servislere alıştığınız zaman 100 gram et, yarım bardak pilav ve 30 gr kek ölçüleri ne karnınızı, ne de gözünüzü doyurmaya yeter. Bu durumda ölçü kavramlarınızı yeniden gözden geçirmeniz gerekir. Yanınızda mutfak terazisi taşımanıza gerek yok: avuç içi, parmak gibi ölçüler, fikir sahibi olmanız için yeterince yardımcıdır. Örneğin bir avuç ölçüsü, et ve balıkta yaklaşık 100 grama eşdeğerdir. Bir parmak boyunda peynir dilim 30 grama yakındır. Bir avuç dolusu sıvı ise aşağı yukarı 2 yemek kaşığına denk gelir. Bir yumruk ise yaklaşık 1 bardak ölçüsüdür
 
       * Kilo hedefinize ulaştığınızda eski beslenme alışkanlıklarınıza geri mi dönüyorsunuz?
       Öyleyse verdiğiniz kiloları geri almaya hazırlanın. Zayıf kalmak istiyorsanız, kilo vermek için ne yaptıysanız ona devam etmek zorundasınız.
 
       * Tartınız örümcek mi bağladı?
       Kilo vermeye ve kilosunu korumaya çalışanlar sık ve düzenli olarak tartılır. Ne var ki hedef tamamlandıktan sonra kilo kontrollerine veda etmek çoğu kez adettendir.

FAKTÖR 3: EGZERSİZ

       Kilo vermeye çalışan üç kadından sadece biri haftada 150 dakika egzersiz yapıyor. Bu süre, herkes için tavsiye edilen minimum seviye. Ne kadar hareket ettiğiniiz anlamak için kendinize şu soruları sorun:
 
       * Günde kaç saati oturarak geçiriyorsunuz?
       TV seyretmeye ve araba kullanmaya harcadığınız zamanı da buna ekleyin. Çoğu insan, tahmininden daha uzun bir süreyi oturarak geçirmekte.
 
       * Teknoloji bağımlısı mısınız?
       Bilgisayar, email, uzaktan kumanda, garaj kapısı kumandası zaman kazandırır, ancak daha az kalori yakmak pahasına. İşleri eski usulle halletmek gündelik yaşantınıza hareketlilik getirir. Enerji yakmakla kilo arasında doğrudan bir ilişki vardır.
 
       * Haftada kaç dakika egzersiz yapıyorsunuz?
       Her hafta 150-200 dakikanızı spor yapmaya ayırmanız gerekiyor. Uzmanlar, günde yarım saat egzersiz yapmayı tavsiye ediyor. Yürümek, araba yıkamak ve süpürmek de egzersiz kapsamına giriyor.
 
FAKTÖR 4: BESLENME BİÇİMİ

       Kabul etmek gerekir ki fazla yemek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Her yanımız yiyecek dolu, nereye bakacak olsak karşımıza yeni bir ürün çıkıyor. Hele bir de çocuğunuz varsa, fast food tipi yiyecekler yaşantınızın ayrılmaz parçası haline geliyor. Mutfaklar ise bir sürü abur cuburla dolu. Çelik gibi bir iradeniz yoksa, bir ısırık ile başlayan atıştırma tuzağından kaçmak mümkün değil. Burada kendinize karşı dürüst olmalısınız. Vereceğiniz cevaplar, ekstra kalorilerin gizemli perdesini aralayacaktır.

       * Çocuklarınızın tabaklarında kalanları yer misiniz?
       Yemeklerin israf edilmesine içiniz el vermiyorsa, çocukların önüne daha minik porsiyonlar koyun. Doymadıklarında daha isteyeceklerdir.
 
       * Yemek pişirirken atıştırır mısınız?
       Ocağın başında yemekleri tırtıkladıktan sonra herkes gibi masanın başına geçiyorsanız, aldığınız kaloriler en az iki misli artar.
 
       * (Kadınlar için) Eşinizle aynı miktarda mı yiyorsunuz?
       Ortalama olarak bir erkek, bir kadından yüzde 25 fazla kalori yakar. Eşinizden çok daha hareketli değilseniz, onun kadar yediğinizde daha fazla kilo alırsınız.
 
       * Çocuklara aldığınız abur cuburları kendiniz mi yiyorsunuz?
       Bir paket cips ya da bisküviye ne sizin ihtiyacınız var, ne de çocuklarınızın..
 
       * Günün sonunda soluğu buzdolabının karşısında mı alıyorsunuz?
       Neden bu kadar aç olduğunuzu düşünün. Belki de öğle yemeğinde daha çok yemeli, ya da öğleden sonra ufak birşeyler atıştırmalısınız. En azından dolabınızı hafif ve sağlıklı yiyeceklerle doldurun. Örneğin sebze, meyve ve katı yumurta gibi..
 
       * Ayak üstü yeme alışkanlığınız var mı?
       Öğünleriniz orda bir yoğurt, burda bir avuç kraker şeklindeyse hiç tatmin olmamanız ve yediklerinizin hesabını yapamamanız doğaldır. Düzgün, sağlam ve sağlıklı öğünleri alışkanlık haline getirin.
 
       Kontrol edin: Bu sorulara verdiğiniz cevap “evet”se, ağzınıza attığınız her lokmayı not edeceğiniz bir yemek günlüğü tutun. Sadece ne yediğinizi değil, ne zaman ve ne koşulda yediğinizi de belirtin. Kalori tasarrufunun en kolay gerçekleşeceği yolu belirleyin ve buna göre hareket edin.
 
FAKTÖR 5: DUYGUSAL AÇLIK
       Üzgün, mutsuz ve sıkkın olduğunuzda kendinizi yemeğe vuruyor olabilirsiniz. Aşağıdaki koşullar size ne kadar yakın?
 
       * Stresli olduğunuzda çok mu yiyorsunuz?
       Yemeğin rahatlatıcı ve dinginleştirici olduğu doğrudur, üstelik yargılamaz, eleştirmez ve talep etmez. Yiyecekleri bu amaçla kullanmanın yanlış bir yanı yok, ama bu bir alışkanlık halini alırsa ya da sürekli stres altındaysanız kilo alacağınız garantidir.
 
       * Ruh halinizi düzeltmek için mi yiyorsunuz?
       İş yerinde geçirilen her zorlu günün ardından bisküvi-çikolata makinelerinin başına geçiyor, ya da evde sıkıldığınızda buzdolabına düzenli ziyaretler mi gerçekleştiriyorsunuz? Daha yapıcı bir stratejiye ihtiyacınız var. Kendinize yiyecek içermeyen bir aktivite bulun. Egzersiz hem moral hem enerji verir. Ya da bir arkadaşınızı arayın ve dışarı çıkın. Ya da çocuklarınızdan şefkat isteyin.
 
       * Kendinizi ödüllendirmek için yer misiniz?
       Özellikle kadınlar, bir projeyi tamamladıklarında kendilerini yiyecekle ödüllendirir. Kolay bir hedef belirleyin: Her gece bir çanak dondurma yemek yerine haftada üç gün yarımşar çanak yemeye başlayın. Böylelikle haftada 1800 kalori az almış olacaksınız. Daha da iyisi, elinize sürükleyici bir roman alıp odanıza çekilin.
 
       Açlığın kaynağına inin. Duygusal yemenin püf noktası, neden, ne kadar ve ne sıklıkta yediğini bilmemektir. Bazen duygusal bir terapi, altta yatan sorunları çözmeye yarayabilir.
 
FAKTÖR 6: HAMİLELİK
       Bir kadının hayatında kilo alması en kolay dönemlerden biri hamilelik. Ortalama bir kadın, her hamileliğinde yarım ila 3,5 kg alırken, kadınların % 10-20’sinde alınan kilolar 15’i buluyor. Bir batında birden fazla bebek dünyaya getirildiğinde ise alınan kilo miktarı daha da artabiliyor.
 
       Alacağınız kilo miktarını artıran bazı faktörler:
       - Hamileliğin ilk döneminde kilo almak. Gebeliğin ilk üç ayında alınan fazla kilolar, bebeğe en az etki eden kilolardır. Bunlar, annenin vücudunda depolanır. Hamilelikte diyet yapmak ve kilo vermeye çalışmak uygun olmadığından, ilk üç aylık dönemi yemek yemeye bahane olarak görmemek gerekir. Hamile kalır kalmaz kilo almaya başlamak, beslenme alışkanlıklarında köklü değişiklikler yapmayı şart koşacaktır.
       İki kişilik beslenmeyi unutun. Günlük kalori ihtiyacı, hamileliğin üçüncü ayından itibaren yalnızca 300 kalori artar. Bunun anlamı limitsiz dondurma yemek değil, iki bardak az yağlı süt ile bir porsiyon meyveden ibarettir.
 
       - Doktorun tavsiyesinden daha fazla kilo almak. Hamilelikte ne kadar çok kilo alırsanız doğumdan sonra o kadarı üzerinizde kalır. Kaç kilo alınması gerektiği mevcut kiloya göre değişir. Bu nedenle uzman tavsiyesine uymakta fayda var.
 
       - Hamilelik öncesi beslenme alışkanlıklarına dönememek. Yeni annelerin eski alışkanlıklarına yeniden adapte olması güç olabilir. Yine hamilelikte meydana gelen hormonal değişiklikler, bebek doğduktan sonra dahi beslenme ve kalori kontrolünü güçleştirebilmekte.
 
       - Çocuklarınızın arasındaki yaş farkı çok az. Kardeşlerin arasında iki yıldan az bir yaş farkı varsa, doğum sonrası forma girmek için yeterince zaman kalmamış olabilir. Bu durumda vücutta daha fazla yağ, daha az yağsız doku bulunacaktır. İkinci hamileliğinizde böyle bir durumdaysanız, metabolizma hızınız da düşeceğinden daha rahat kilo alırsınız.
 
       - Altı aydan az emzirmek. Altı ay ve daha uzun süre emzirmek, yağ rezervlerini yakmaya yardımcı olur. Kısa süre emzirmenin ise doğum sonrası kilo vermeye yardımı dokunmaz.
 
       - Mutluluk yerine karmaşa yaşamak. Annelik pek çok yeni haz ve tatmin yaşatsa da, uzmanlar, hamilelikte en çok kilo alanların en az mutluluk yaşadığını belirtiyor. Klinik depresyonun dışında, bu kadınlar yaşam kalitesinde genel bir değişiklik yaşıyor ve yemeği bir tür savunma mekanizması olarak kullanıyor.
 
       Hamilelikle kilo alacak mısınız? Bu koşulların sizi tarif ettiğini düşünüyorsanız, kilo alacağınız gerçeğine hazırlanın. Doğumdan altı hafta sonraki kilonuz, doktorun tavsiye ettiğinden fazlaysa en kısa zamanda kilo verme çalışmalarına başlamalısınız. Hamilelik kilolarınız en geç 1 yıl içinde gitmiş olmalıdır.
 
       Risk faktörünü azaltan koşullar:
 
       - Doğumdan sonra işinin başına dönmek. Bu durumda alınan kiloları verme süreci hızlanır ve eski beslenme alışkanlıklarına dönmek daha kolay gerçekleşir.
       - Hamilelik süresince egzersiz yapmak. Düzenli olarak egzersiz yaptığınız takdirde doğum sonrasında kilo vermek çok daha kolaydır. Özellikle doğum sonrası da aktif kalırsanız.
 
________________________________________
       Bahane aramayın! Spor yapmayı engelleyecek tüm gerekçelere bir çözüm var:
 
       * Zamanım yok.
       - Egzersiz süresini gün içerisine dağıtın. Sabahları ağırlık çalışın, öğleden sonra aerobik yapın. Hatta günde birkaç küçük aerobik seansı da düzenleyebilirsiniz.
       - Spor yaparken çalışın. Maillerinizi, notlarınızı, gazeteleri bu sırada okuyun.
       - Zamanı yönetin. 45 dakika ayıramıyorsanız, vaktinizi boş yere harcıyorsunuzdur.
 
       * Araba yüzünden hareketsizleştim.
       - Araba yolculuklarının yüzde 25’i 2 kilometreden kısa mesafelerde yapılmakta. Trafikte tıkanmak ve park yeri aramaktansa yürümek daha hızlı bir çözüm olabilir. Deneyin, hatta çocuklarınızı da alıştırın.
 
       * Spora ayıracağım vakit ailemden çalımış demektir.
       - Çocuklarınızla dışarda oynayın. Elim sende ve kovalamaca gibi oyunlarda dakikada 5 kalori yakacağınızı biliyor muydunuz? Yine çocuklarla bisiklete binmekle dakikada 8 kalori harcarsınız.
 
       * Çok yorgunum.
       - Normal sürenin yarısını hedefleyin. Bakarsınız bir kez başladınız mı devamı gelir.
       - Tatlı bir şeyler atıştırın. Kan şekerinin düşmesi yorgunluk yaratabilir.
 
       * Egzersiz yapmak çok sıkıcı.
       - Gizli egzersizler yapın. Vitrin dolaşın. Bir yere yürüyerek gidin. Bahçenizi temizleyin.
       - Rutin işlerinizi egzersizle birleştirin. Köpeğinizi 20 dakikalık bir yürüyüşe çıkarın. Öğle yemeğini dışarıda yiyin. 15 dakika yürüyün ve yeni bir restoran arayın.



kaynak:

67
Psikoloji / İntihar nedenleri, belirtiler, öneriler
« : 30 Mayıs 2009, 02:25:12 ös »
İNTİHAR

ÖZELLİKLER:
•        İntihar etmekten bahsederler ve her intihar eden on kişiden sekizi intihardan birkaç ay önce belirgin uyarı ve ipuçları verirler.
•        Kendilerini dayanılmaz acılar içinde hissederler.
•        Umutsuzluk ve çaresizlik içindedir ve herhangi bir intihar girişiminde bulunup bulunmama  konusunda ikircikli duygular yaşarlar.
•        Düşünce içerikleri daraldığı için başka hiçbir alternatifi farkedemeyecek kadar dar bir tünel algısı içindedirler.
•        Bir yandan hiçbir şeyi bilmek, görmek ve düşünmek istemez iken diğer yandan bir çözüm arayışı içindedirler.
•        Genellikle yüksek standartları olan, mükemmeliyetçi, yanlış yapmaktan korkan, kendini sıkça eleştiren kişilerdir.

İntihar Konusunda Doğrular ve Yanlışlar:
•     İntihardan söz eden kimseler kendilerini öldürmez. (y)
•     İntihardan bahsetmek önlenmesinde etkili bir yöntemdir. (d)
•     İntihar eden kişiler kesinlikle ölmek istemektedirler. (y)
•     İntihar edenlerin çoğu yaşam ile ölüm arasında kesin bir seçim yapamamışlardır. Bir bakıma ölümle kumar oynarlar ve kendilerini kurtaracak birilerinin varolduğunu bilip, son ana kadar kurtarılmayı beklerler. (d)
•     Bir kez intihar girişiminde bulunan kişinin bu eğilimi ömür boyu devam eder. (y)
•     Kendilerini öldürmek isteyen kişilerin çoğu yalnızca kısıtlı bir zaman için bu ruh halindedirler, eğer krizden kurtulabilirlerse iyi bir hayat sürerler. (d)
•    Kriz sonrası iyileşme intihar riskinin sona erdiğini gösterir. (y)
•     İntihar zenginliğe ya da fakirliğe bakmaz tüm sosyoekonomik seviyelerde görülebilir. (d)
•     İntihar eğilimi kalıtımsaldır. (y)
•     İntihar etme niyeti taşıyan kimseler mutsuz kimselerdir. Mutsuzlukları bu kişilerin mutlaka ruh hastası veya psikotik oldukları anlamına gelmez. (d)
•     İntihar hakkında konuşmak kötüdür, insanları intihara yönlendirebilir.(y)
•     Ölümle sonuçlanan intiharlar erkeklerde kadınlara göre 3 kez daha fazladır.(d)
•     Erkekler özellikle kendilerini vurarak öldürmeyi, kadınlar ise bu amaçla uyku haplarını kullanmayı tercih ederler. Bununla birlikte intihara başvurma yöntemleri kültürden kültüre değişebilir. (d)
•     Toplumlarda intihar oranları sosyal çöküntü yıllarında yükselir, refah yıllarında normal kalır ve savaş yıllarında düşer. (d)

NEDENLER:
•        Bireyin, anne baba yada kendisi için çok önemli bir kişi  tarafından  reddedilme yada terkedilme duygusunu yaşaması ve bu duyguyla başedememesi,
•        Çocuk ve gençte  özbeğeni sorunları  yaratan, ailevi problemlerle oluşan iletişim eksikliği,
•        Kişinin yaşam güçlükleri  karşısında yalnız bırakılması, hissettiği kaygı ve güvensizlikleri bir başına yaşamak zorunda kalması,
•        Ailede birlik ve bütünlüğün ya kısmen bulunması, ya sınırlı olması yada hiç bulunmaması,
•        Anlayışsız ve düşmanca ana baba tutumlarına maruz kalınması,
•        Ailede intihar edenlerin bulunması,
•        Depresyon,
•        Alkol ya da diğer maddelerin aşırı kullanımı,
•        Bir aile üyesinin yada çok yakın birinin kaybı, sevilen ölmüş bir kişiyle tekrar birleşme arzusu,
•        Yaşam yada sağlıkta ortaya çıkan yada çıkması beklenen olumsuz olarak algılanan değişiklikler,
•        Uzun süreli ölümcül hastalık,
•        Kişinin cinsel kimlik sorunu yaşıyor olması,
•        Yakın zamanda bitmiş çok yakın bir ilişki,
•        Gerçek yada hayali, fiziksel yada duygusal bir terkedilmenin öcünü almayı isteme,
•        Kişinin tamir edilemeyecek bir hatanın kefaretini bu şekilde ödeyeceğini düşünmesi,
•        Büyük zorlamalar getiren yaşantılar,
•        Özellikle gençlik intiharlarında silahların kolay ulaşılabilir olması,  intiharı romantik, mistik bir eylem olarak yücelten film, kitap yada müzikler,
•        Bir intihara şahit olmak, kişinin kendini ölen kişiyle özdeşleştirmesi yada medyanın o kişiye övgüler yağdırması,
•        Çete ve şiddet olaylarına karışma,
•        Bilinmeyen nedenler.

BELİRTİLER:
•        Belirtilerin belki de en önemlisi ümitsizliktir.
•        İntihar ipuçları, bazen intihar niyetini gösteren açık ve sözel ifadeler, bazen üstü kapalı imalar, bazen de davranışlarda gözlenen değişmeler şeklinde olabilir. Davranışsal değişiklikler gençlerin kendilerini açıkça öldürme tehdidinde bulunmaları ve bunu kanıtlamak için bir gösteri yapmaları şeklinde de olabilir.
•        İntiharı düşünen kişi, “Artık benim için endişelenmeniz gerekmeyecek” veya “yakında hayatınızdan tamamen çıkacağım” gibi sözler söyleyebilir. Kişi hangi yaşta olursa olsun bu tür konuşmalar her zaman ciddiye alınmalıdır.
•        İntihar eğilimi önceden tahmin edilemeyen anlık, tepkisel bir davranış değildir. Vakaların çoğunluğunda intiharın bir plana dayalı ve yavaş yavaş gelişerek zihinde uzun tasarlamalardan sonra gerçekleştirildiği görülmüştür.
İntihar riski;
•        Geçmişte yapılmış bir başka intihar girişimi olmuşsa ve bu girişimde kullanılan veya düşünülen intihar metodunun ölümcüllüğü yüksekse,
•        Hayatın erken dönemlerinde evden ve okuldan kaçma varsa,
•        Düzensiz ev hayatı, evden uzaklaşma yada eve haber vermeden dışarıda kalma gibi davranışlar,
•        Yinelenen ve başarısız olmuş evlilikler yaşanıyorsa,
•        Alkolizm ve uyuşturucu kullanımı varsa,
•        İş / Okul yaşamında  başarısızlık görülüyorsa,
•        Aşırı depresyondan aşırı mutluluğa geçme gibi duygusal çalkantılar sık sık yaşanıyorsa,
•        Kişi, başarısızlık, değersizlik, umutsuzluk ve tedirginlik gibi duygularla birlikte, sık sık yaşamın anlamsız olduğunu ifade ediyorsa,
•        Ruhsal bozukluk belirtileri bulunuyorsa,
•        Arkadaşlarını ani bir şekilde değiştiriyorsa,
•        Cinsellikle ilgilenmiyorsa,
•        İlişkilerdeki çaresizlik ve umutsuzluklarını dile getiriyor, kendisiyle ilgilenilmediğinden, sevilmediğinden ve istenmediğinden yakınıyorsa,
•        Yeme ve uyuma  alışkanlıklarında aşırı değişmeler görülüyorsa,
•        İçine kapanma, ilişki kuramama ve toplumsal etkileşimlerden kaçma, özellikle son  haftalarda duygusal ilişkilerde kesilme gözleniyorsa,
•        Hareket azlığı ya da çabuk alevlenme, kendini tehlikeye atma, saldırganlık, artan bir vurucu kırıcılık oluşmuşsa,
•        İntihar etmiş müzisyenler yada ölümle ilgili şarkılara aşırı ilgi uyanmışsa,
•        Vasiyet yazma, sevdiği eşyaları atma veya eşe dosta dağıtma, son düzenlemeler yapma gibi davranışlar gözleniyorsa önemli ölçüde artmış demektir.

ÖNERİLER:
•        İntiharla ilgili sözel  mesajlar ve davranışsal girişimler ciddiye alınmalıdır. Bunların çocukça kaprisler olarak değil, kişinin çevresindekileri uyarmak için kullandığı anlamlı işaretler olarak değerlendirilmesi yaşam kurtarıcı olabilir.
•        İntihara dair ipuçları önceden farkedilebilirse intiharın önlenmesi olanaklıdır. Bu nedenle intiharlara karşı alınacak ilk önlem toplumda bireyleri intiharların ipuçlarına dair bilgilendirmek, duyarlı olmalarını ve herhangi bir intihar tehdidini daima ciddiye almalarını sağlamaktır.
•        Gençlerin intihar bunalımı içindeyken yaşadıkları umutsuzluklar kaygı ve korkular onları telkin ve yönlendirmelere açık yapar ve bu durumları intihar girişiminin önlenmesini kolaylaştırabilir.
•        İntihar girişiminde bulunanların çoğu ”iyileşme” başladıktan sonraki 3 ay içerisinde ölümcül düşünce ve duygularını gerçekleştirmek için yeterli enerjiye sahiptirler. Aileler ve hekimler bu sürede dikkatli olmalıdırlar.
•        İntihar hakkında konuşmak insanları intihara yönlendirmez. Hatta intiharı düşünen biri konuşmaya, duygularını açığa vurmaya ihtiyaç duyar.
•        İntiharın ipuçları ve işaretleri intihar bunalımı içindeki kişinin yakın çevresinde kaygı, korku ve huzursuzluklara yol açar. İntihar girişiminde bulunmak ise, bu girişimde bulunan kişinin yakınlarında suçluluk duyguları uyandırır. Ve  bazen intihar girişiminde bulunan kişilerin amacıda bu gibi duyguları uyandırmaktır. Bununla birlikte intihar girişiminin yol açtığı suçluluk duyguları ve çevrenin bu duygulardan kaynaklanan koruyucu davranışları uzun süreli olmamaktadır. Özellikle tekrarlayan intihar girişiminde suçluluk duyguları yerini öfkeye, bıkkınlık ve kayıtsızlığa bırakabilir. Böylece bunalımda olan kişi desteğe en çok ihtiyacı olan zamanda sorunlarıyla yalnız başına kalır. İntihar girişimi kaçıncı kez tekrarlanırsa tekrarlansın kişiye karşı destek ve ilgi sabırla sürdürülmelidir.
•        İntihara eğilimli gençler bazen intihar ya da ölümleri hakkında şiir ya da yazı yazarak niyetlerini gösterebilir, intihara kalkışmadan önce bir arkadaşlarıyla konuşabilirler. Bu nedenle birilerinin intihardan bahsettiğini duyarsanız intihar hakkında sır tutulmaması ve profesyonel yardım alınması gerektiğini hatırlamalısınız.
•        İntihar duyguları ve düşüncelerinin çözümü kolay değildir, ancak anlayan biriyle özelliklede bir uzmanla konuşmak çok  yararlı olacaktır.

Uzmana Öneriler:
•        Güvene içtenliğe ve kabule dayalı bir ortam yaratın.
Yumuşak ve net konuşun. Sesinizin içten, ifadelerinizin  açık olmasına çalışın. Kişinin konuşma ve düşünme hızına saygı duyun, sabırlı olun. Heyecan içeren duygularınızı ifade etmeyin, sakin olun. İlişki kurmak zor olabilir, kişi bazen ağlayıp, bağırabilir, alkol yada ilaç etkisi altında olabilir, bekleyin. Eğer sizin vaktiniz yoksa bir başkasından yardım isteyin ama kaçmayın.
•        Kişinin intihara neden olarak  ileri sürdüğü problemi üzerinde çalışılabilecek şekilde yeniden tanımlayın.
Kriz altında kalmış kişiler sorun yığını altında kalmış gibidirler. Kişinin en acil ve en yoğun problemini bulup, üzerinde çalışacak şekilde açığa çıkarın. Yapılması gerekenler için bir öncelikler listesi oluşturun. Listenin en başında bulunması gereken seçenek sağ kalmak olmalıdır. Geçmişte yaşanan sorunlar değil, şimdiki ve buradaki sorunlar üzerinde durun.
•        Durumun aciliyet ve tehlike derecesini değerlendirin.
Kişide gözlenen belirtilerin mesajların aciliyet derecesini araştırın. Bunu yaparken açık ve sakin olun. Kişinin kendine gerçekten zarar verip veremeyeceği hakkında kişiyle açık iletişime girerek bilgi sahibi olmaya çalışın. Farklı tehlike düzeyleri farklı müdahaleler gerektirir.
•        Mantık ve duygular arasındaki dengeyi yeniden oluşturun.
Kriz anında insanlar isterik bir nöbetten inanılmaz derecede mantıklı konuşmaya kadar çok çeşitli psikolojik durumlar içine girebilirler. Çok yoğun duygular yaşayanları sakinleştirmeye çalışın. Çok mantıklı konuşanlarda ise duyguları açığa çıkarmaya çalışın. Sorunun özüne inmek ve gerçekçi çözümler geliştirmek istiyorsanız, duygusal bir dengenin sağlanması gerekmektedir.
•        Kişinin geçmişteki ve şimdiki güçlü yanlarını araştırın.
Burada sorulacak soru kişinin o ana kadar sorununu çözmek için neler yaptığı ve sonuçlarının ne olduğudur. İnsanlar bazen sorunlarıyla uzun süre uğraşıp başarısız olduktan sonra yardım isterler. Bazıları da kendileri hiçbir şey denemeden sorunu diğer insanların çözmesini bekleyebilirler. Herhangi bir adım atmadan önce bunu test edin. Kriz içindeki kişiler genellikle hayatlarındaki olumlu şeylerin farkında değildir. Müdahaleyi yapan kişilerin onları anlaması gerekir. Ancak bu onların olumsuz bakış açılarına kendilerini kaptırmaları anlamına gelmemelidir.
•        Aciliyet derecesine göre geleceğin planlanması.
Krizin aciliyet düzeyi arttıkça kişinin uzun vadeli çözümleri beklemeye tahammülü azalır. Krize müdehale bir terapi değildir. Acı veren bir sorunla şimdi ve burada başa çıkma yoludur. Gerçek ve olabilirliği yüksek çözümler üzerinde odaklaşın.
•        Eyleme geçme kararının alınması.
Çözümler üzerinde konuşmak ilk adımdır ve çok önemlidir. Daha sonraki adım yapılacak iş üzerinde karar vermektir. Bunu yapmazsak kişinin sorunu açığa çıkabilir ve çözüme yönelik hiçbir şey yapılmadığı için kişinin acısı aynı kalabilir.
•        “İntihara hayır” yönünde bir kontrat oluşturma.
İntihar etme olasılığı olan her insanla yapılacak müdahalede bir “intihara hayır” sözünün verileceği bir anlaşma yapılabilir. Diğer bir ifadeyle bu kontratın anlamı kişinin her ne olursa olsun hiçbir koşulda kontrat yaptığı uzmanla görüşmeden intihara kalkışmayacağıdır. Tüm enerjisini kendisine yardım edecek birine ulaşmak için kullanacaktır.
•        Müdehaleyi sona erdirme.
Çok çeşitli nedenlere bağlı olarak kişi hala sorunu üzerinde konuşmak isteyebilir yada farklı sorunlarını getirmek isteyebilir. Buna izin verilmemelidir. Yumuşak ama kesin bir ses tonu ile artık konuşmak değil sorunu çözmek için harekete geçmek zamanının geldiği belirtilmelidir. Ancak hiçbir zaman karşınızdaki kişiye onu reddettiğiniz mesajı verilmemelidir.

İNTİHAR RİSKİ OLAN BİREYLERE YAKLAŞIMDA DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR

DİNLEME
Tüm dikkatinizle ve karşınızdakinin sözünü kesmeden dinleyin.
Neler söylediğini ayrıntılarıyla hatırlayın. UNUTMAYIN ne kadar az konuşup ne kadar çok dinlerseniz o kadar çok hatırlarsınız.
Sözel veya sözel olmayan ipuçlarının altında yatan duyguları anlamaya çalışın.
Anlattığı durum sizin başınıza gelseydi neler hissedeceğinize bakın.
Konuşurken duraksadığı sessizleştiği yerlere dikkat edin, sessizliklere katlanmaya çalışın, hatta sessizliği bozmak için soru sormaktan kaçının.
Kendinizi rahatlatmaya onun da rahatlamasını sağlamaya çalışın.

TEPKİ VERME
Kişinin duygularını ve düşüncelerini tanımlarken hata yapabileceğinizi unutmayın.
Kendi duygu ve düşüncelerinizi işe karıştırmayın.
Olabildiğince az soru sorun, kesin bilgi istiyorsanız sorularınız kesin ve net olsun.
Bir konuyu açıklığa kavuşturmak istiyorsanız açık uçlu sorular sorun (Ne oldu , ne anladın, nasıl bir anlam veriyorsun) Ama her ne olursa olsun neden ve niçin gibi sorular sormayın.
Tasdik anlamına gelen “hı ,hı , tamam” gibi sözcükleri mümkün olduğunca az kullanın.
Dinlediğinizi göstermek onu daha çok cesaretlendirmek ve duyduklarınızı doğru anlayıp anlamadığınızı kontrol etmek için kişinin söylediklerini kendi cümlelerinize dökerek tekrarlayın
Yargılamaktan ve yorumlar yapmaktan kaçının.
Kişinin başından geçenler ile olaylara gösterdiği tepkileri ve düşünceleri arasında bağlantılar görüyorsanız bunları o kişiyle paylaşıp algılarınızın doğru olup olmadığını sorun.
Gereksiz şekilde konuyu değiştirmeye yada kişinin sözünü kesmeye çalışmayın. Çok erken, çok sık ve çok uzun konuşmaktan kaçının.
Konuşmayı bitirdikten sonra yeniden dinleme durumuna geçip, kişinin söylediklerinize nasıl tepkiler verdiğini (sözel yada sözel olmayan biçimlerde) gözleyin ve yeni bir tepki oluşup oluşmadığına bakın.

68
Kirli ve kokuşmuş bedenlerin
Sığınağı ey ölüm
ay bakışlı aydınlık yüreklerin
barınağı ey ölüm
gözlerimde yaş kalbimde tebessüm
seni konuk ediyorum
görmesem de kan terleten bedenini
ben sana dokunmak istiyorum
zümrüd-ü anka kuşunun tüylerini bilirsin
bir tüy hafifliğinde uçmak istiyorum
karalara bürünmüş bir kadere kederlenmeden
cehennemin en derinliğine ve cennetin
en ücra köşelerine değin
seninle yönelmek istiyorum
ben seni sevmek istiyorum
ey ölüm
ben seni bir cumartesi günü
kahpe kurşunlara göğsünü siper eden
bir evlada ağlayan annenin
gözyaşlarında gördüm
annenin dudaklarında sana dair sitem
-kabe yollarına değin yol aldım
o zalim ölüm beni bulmadı oğlum
bekle sana kavuşmak tek hayalim-
al kanlarıyla dünyanın kahpeliğine
bayrak açanların gül bedenlerinde
yeşeren müjdelere seninle şahit oldum
ey ölüm
sığınağım sevgilim
olur musun benim?

25.04.1998 aksaray 20:30

69
Şiir / Gül Gözlerine Esir Sevdalar - Hüseyin Kaçın
« : 30 Mayıs 2009, 11:12:57 öö »
Yüreğim yalnızlar meyhanesi
sensizliğin kederi bir kadehte
her dem sarhoş biçare
içimdeki deryanın ufkunda
hep senin hayalin gözlerimde
müptela kederinle sarhoş biçare
yüreğin kör bir kurşun gönlüm avare
serseri bir sevdanın vurgunu
yüreğimde her akşam batan bir güneş
senin gözlerin ve senin ellerin
yarası şifalı bir mızrak gibi
ağlamak senin bakışlarından
kopup gelen bir tufan gibi
savurur yüreğimi
huysuz bir ceylan gibi
senin gözlerinde ağlayan
bakışları kırık bir sarhoş gibi
senin ellerine zincirlenmiş
ümitsiz bir mahkum gibi
yüreğim kırık bir kadeh
senin bakışların müsekkin bir şarap
her dem sarhoş biçare
gönlüm bu sevdanın mahkumu
rüyalarıma bir yıldız gibi kayıp gelen
gül bakışlı gül yüzlü sana
müptela avare biçare..............

16 04 1998 aksaray   istanbul 05:00

70
-eşin adına-

yanılgıların biriktirilmiş özümdür
memedeki süt gibi
kanlıdır bir yanım
kuşatılmış döl sancılarım
göklere çıkıp gidelim
ben bir kadın elinden zalim
ben bir mazlumum
ahım da vardır benim
kıvrandım acılarım aşkım
ama yanılmadım
ben bir kadın elinden zalim
ben bir mazlumum
ahım da vardır benim
paylaşmak adına sabrı kuşandım
yemişler yedim
göklere çıkıp gidelim
sunalım yalnızlıklarımızı
sana bana sen burak ol
ben gökler konuğu
gidelim buralardan
ben bir kadın elinden zalim
ben bir mazlumum
ahım da vardır benim
ağladım ama yanılmadım
bizi bekleyen bir sen
bir de bir ben var
sen burak ol ben yalnızlık
acılarım aşkım
bir yanım kanlıdır benim
bir yanım hep suskun
ben bir kadın elinden zalim
ben bir mazlumum
ahım da vardır benim
ağladım sana ağladım
bir yanım kurbandır
bir yanım bayram
bak bu da benim elim
bir de yüreğim
bilmedin emeğim emeğim
kelebeğim
ben bir kadın elinden zalim
ben bir mazlumum
ahım da vardır benim
tırnaklarımı yitirdim
yenilmedim kıvrandım
yerde değil göklerde ağladım
konuk oldum sana bana
anlamadın bir de Allah'a
yanılmadım

zeynep adına elif lam mim deseydin
mina dedin ama sen kaybedecektin
yanılgıların hüzünlerindir bilmedin
elindeki cenneti cehennem alevi bildin

emeğim emeğim kelebeğim
gökler kelebeğim
kuşatılmış yönlerim
gökler kapısında peygamberim
bilmedim bilmedim
ama ben hala ölmedim
karanlıklara gelmedim
topraklara sarılmadım
ölmeden yaşamak adına
sana geldim kapını çaldım
bir bayram günü
ben bir kadın elinden zalim
ben bir mazlumum
ahım da vardır benim
Allah'ına değil Allah'ıma geldim
yüreğini çaldım
bilmedin bilmedin
sen burak ol ben gökler kelebeği
bak bir de yol yıldızı bir melek
 - susunuz susunuz göklere uçunuz
bir de yere bir bakınız
bir anıt iki melek
iki beden sen ben ve bir ruh
sen ya da ben
 - susunuz susunuz göklere uçunuz 
 
 28.03.1999 Dost Evinde/Konya

71
Genel Tartışma / Saydam: Çocuk eğitimi ve çocuk istismarı
« : 29 Mayıs 2009, 06:30:15 ös »
Aşağıdaki bağlantılardaki PowerPoint saydamları Avrupa Birliği Türkiye Temel Eğitime Destek Programı'nın (TEDP) eseridir.

1 - Sokak çocukları ve çocuk istismarı
Çocukları sokağa iten nedenler, sokak çocuklarının sınıflarndırılması, sokak kanunları, çocukları bekleyen riskler

2 - Ekonomik İstismar
İstismar alanları, tehlikeler, çocukların çalışması ile ilgili yasal düzenlemeler

3 - Fiziksel İstismar
Çocuğun sağlığını etkileyen ve vücutta iz burakan lezyonlar ve yaralara yol açan istismar, fiziksel istismardır
İstismar şekilleri, istismar kuşkusu, lezyonlar, kafa travması, yanıklar, sıyrıklar

4 - Cinsel İstismar
Psiko-sosyal ve seksüel gelişimini tamamlamış bir erişkinin, psiko-sosyal gelişimini tamamlamamış bir çocuğu cinsel uyarım amacı ile kullanması çocuğa yönelik cinsel istismar olarak kabul edilir
Hukuki tanımlar, ülkeye göre sıklık, cinsel istismara meyil teşkil edebilecek durumlar, belirtiler, bulgular, muayene, tedavi, takip

5 - Duygusal İstismar
Çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karşılayan ebeveyn ve/veya bakım verenler tarafından çocuğa sürekli olarak, tekrarlayıcı ve uygunsuz bir biçimde karşılık verme ve tepki göstermedir.
Aktif duygusal istismar, pasif duygusal istismar, etkileri, tavırlar, tavır çeşitleri, muayene, bulgular, ruhsal belirtiler, tedavi ve rehabilitasyon, okulda ve evde disiplini sağlamak için dayak dışı seçenekler

6 - Çocuk İhmali
Çocuğun yaşının ve gelişim düzeyinin gerektirdiği ihtiyaçların atlanması, karşılanmaması, geciktirilmesi.
Fiziksel, eğitimsel, duygusal, tıbbi çocuk ihmali, nedenleri ihmal edilen çocuk, ihmal edenler, şüpheler, önleme

7 - Çocuk İstismarı ve İhmalinin Hukuksal Boyutu
Yasal düzenlemeleri uluslararası yasal düzenlemeler, başvurular (kim, nereye, nasıl)

8 - Mağdur Çocuk ile Görüşme Teknikleri
İletişim, görüşme (interview, mülakat), mağdur çocuklar ile görüşme

9 - Anket (ÇİTA-T, çocuk istismarı tanılama anketi - tarama formu)
ÇİTA-T, çcouk istismarı ve ihmalinin beş türünü tanılamak amacıyla geliştirlmiş 39 ve 41 maddelik iki versiyonu bulunan bir ölçektir.
Cinsel, fiziksel, duygusal, ekonomik istismar ve ihmal, testik yapısı, uygulanması, test maddeleri, geçerliliği ve güvenilirliği

10 - Risk Altındaki Çocuğun Saptanmasında ve Topluma Kazandırılmasında Eğitim Kurumlarının Rolü
Risk altındaki çocuk, ihmal ve istismar, psikiyatrik bozukluklar, toplumsal uyum problemleri, iç ve dış göçler, savaş, bölgesel çatışmalar, terör, sokakta yaşama veya çalıştırılma, seks işçiliği; çevresel sosyal sebepler, aile içi imal ve istismar, psiko-sosyal şema, suç işleyen çocuklar, suç işleme istatistikleri, nedenler, uygulama projeleri


72
Ali DEMİRHİSAR

1996 Ocak’ının ortalarıydı galiba; ''Değişim''i okuyordum. En samimi olduğum kişi Gregor Samsa'ydı o sıralar. O ve onun başından geçenler haricindeki her şeyi buğulu bir camdan bakar gibi hatırlıyorum şimdi.

Zihin Teorisi olması lazım, dersten çıkarken ‘’Şebnem’i de alıp Rumelihisarı’na gideyim, karanlık grisini, sevinçli mavisinden daha fazla sevdiğim Boğaz’ı seyredeyim’’ diye düşünürken Hoca’yla yan yana geldik. Saygıyla yavaşlayıp yol verirken beni odasına çağırdı. Yoksa panoya iğnelettiği bir kağıtla mı çağırmıştı? Ya da arkadaşlardan biriyle haber mi yollamıştı? Hatırlayamıyorum…

Bir çay içip sarımsı ve zayıf bir ışık yayarak koridoru aydınlatmaya çalışan Philips marka lambaların altından geçerek odasına girdim. Kapıyı kapattıktan sonra ''ne kadar sessiz'' diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ben masasının önündeki kahverengi koltuğa oturana kadar hiçbir şey söylemedi Hoca, ya da bana öyle geldi. Gözlerini üstümden hiç ayırmadan, ama sorgular gibi değil de, hayırdır ne oldu dercesine söylediği açıkça hissedilen bir sesle,

- Demirhisar, vizeye girmemişsin? diye sordu.

O dönem başka bir çok vizeye de girmemiştim. Cevap vermeden önceki bir iki saniyede; hemen hiçbir yakınlığımız, muhabbetimiz, derslerde ön sıralarda oturan arkadaşlar gibi bir interaktivitemiz olmadığını, dar pantolonlu, uzun saçlı, derslerin üçte birine girmeyen, girdiği derslerde de Barış’la, Ahmet’le fısıldaşıp gülüşen; Hoca’nın da pekala, bunlardan adam olmaz diyebileceği, derslerinde görmeyi pek istemeyebileceği bir öğrenci olduğumu ve uçsuz bucaksız zekamı, doyumsuz merakımı, okumalarımı fark ettiğine inandığım, benimle daha ilgili, daha samimi olduğum hocalardan birinin değil de bunu neden sadece onun sorduğunu düşündüm uzun uzun.

- Babam vefat etti hocam.. dedim.

Hoca hiçbir şaşırma, üzülme, acıma, şefkat belirtisi göstermeden, sanki ‘’satır satır okunması gereken bir kitap’’ dediğini hatırladığım Modern Psikolojinin Gelişimi’nden bir alıntı yapar gibi sakince;

- Başın sağ olsun, kaç yaşındaydı, bir hastalığı mı vardı? diye sordu.

Babamın 49 yaşında ve şeker hastası olduğunu, aniden fenalaşınca hastaneye kaldırdığımızı, müşahede altına alındığını ama sabaha doğru hastanede öldüğünü anlattım. Ama Zeki Müren’i çok sevdiğinden, saçlarının 30 yaşından beri bembeyaz olduğundan ve pilav yememeyi başaramadığından hiç bahsetmedim.

Yılmaz Hoca sonraları üzerinde çokça düşünüp, özeneceğim aynı sakinliği ve hareketsizliğiyle konuştu;

- Allah rahmet eylesin, ama dersleri aksatma. Biraz çalış mazeret sınavı yapalım sana
- Hocam, oturup ders çalışabileceğimi sanmıyorum
- Ne zaman kaybettiniz babanı?
- Yılbaşı gecesi…

Bir an, o saatlerde dünyanın dört bir yanında milyarlarca insan birbirlerinin sesini duyamaz halde eğlenip, sevinçten delirirken, yeni yılla ilgili sağlık, mutluluk dileklerinde bulunup, planlar yaparken böyle bir şey yaşıyor olmanın ironisini hocayla birlikte bir süre düşündük galiba.

-Tamam…ilk gün hastane, vefat telaşınız olmuştur. 2nci gün defin işlemleri falan, 3ncü gün de gelen giden olmuştur, ama ondan sonra tamam artık, kaldığı yerden devam etmek lazım.

Ben, acaba şaka yapıp havayı dağıtmak mı istiyor, kendisinin hayatı akademiden ibaret olduğu için, akademik hayata halel gelmesin de ne olursa olsun anlayışıyla mı böyle diyor, yoksa söyleyecek bir şeyi kalmadı da kalkıp gideyim diye mi bunları söylüyor diye düşünüp,

-Hocam bir bakayım, sınava girebileceksem gelirim tekrar, sağ olun, ben müsaadenizi isteyeyim

diyerek kalktım, kapıyı kapatıp Yılmaz Hoca’yı odasında, çok sevdiğini tahmin ettiğim ahşap ve kitap kokusuyla baş başa bıraktım. Koridorda yürürken, 15-20 gündür kulaklarımda bir şelalenin uzaklaşan çağıltısının ve bir tür sinüzit gibi alnımda, kaşlarımın altında hissettiğim ağırlığın kaybolduğunu, babamın ölmesinin korkunç bir şey olmadığını, bunun hocanın galiba varoluşçu felsefeyle ilgili bir bahiste trajedi ve dramı anlatırken bana komik gelen ama üzerinde düşündükçe anlamını kavradığım ‘’alelade bir facia’’ ifadesindeki gibi bir şey olduğunu, yavaşlatabileceğini ya da sarsabileceğini ama arkada bırakılabilecek bir şey olduğunu düşünmeye başladığımı fark etmedim bile.

Sonraları o günü düşündüğümde; koridorda yürürken Hoca’nın sakinliğinin, dinginliğinin, babamın öldüğünü söylediğimde irkilmemesinin, bana fazla ilgi göstermemesinin, ortada hiç de önemli bir olay yokmuş gibi konuşmasının, babamın ölümünü ‘’halletmem’’ için bana sadece 3 gün vermesinin, sınava girmemde ısrar etmesinin, odanın sessizliğinin daha doğrusu o onbeş dakikaya dahil her şeyin, ‘’yahu fazla abartıyorsun, o kadar da olağanüstü bir şey değil bu galiba’’ diye düşünmeme sebep olduğunu anladım.

Çünkü o günden sonra sanki her şey biraz daha hafifledi, biraz daha kolaylaştı. Gerçi yine de mazeret sınavına girmedim. Ama Değişim’in ardından Şato’yu, Dava’yı, Amerika’yı, Milena’ya Mektuplar’ı, Günlükler’i okuyup bitirdim. Kız kardeşimi, ablamı, annemi, tabii en çok da; şimdi 87 yaşında olan ve her gördüğümde o gün bir çocuk gibi ağlayışını hatırlamamaya çalışıp bir türlü beceremediğim babaannemi teselli ettim. Onların da ’’neyse oldu bitti, en nihayetinde ‘alelade bir facia’ işte’’ demeleri için uğraştım.

Hem benim, hem de ailemin bu en zor gününde bize böyle destek olan değerli hocam Yılmaz Özakpınar’a, muhtemelen Hoca’larının, derslerinin yanı sıra sesiyle, bilgeliğiyle, dinginliğiyle ve gülümsemesiyle hayatlarına yaptığı katkının uzunca bir süre daha farkında olamayacak genç öğrencilerinin huzurunda sevgi ve minnetlerimi saygıyla arz ediyorum.

4 Şubat 2009

ALİ DEMİRHİSAR
İstanbul Üniversitesi
Psikoloji
1997

73
Yılmaz ÖZAKPINAR

SÖZCÜKLERİN ANLAMINI BELİRLEYEN TARİHSEL PERSPEKTİF: ORTAK VE KİŞİSEL ALAN


Sözcüklerin anlamını belirleyen ortak alandan ayrı, kişisel bir alan vardır. Bu farklılık, bir bireyin, bazen başka kişilerin belli bir sözcüğe yüklediği anlamın taban tabana zıt içerikteki bir anlamı o sözcüğe yüklemesi sonucunu doğurabilir. Önemli bir olgu, izole birtakım izlenimleri genelleyerek zihinde basmakalıp hale getirmek ve sonra o basmakalıbı tüm değişkenlikleri ile bir kavramın temsilcisi olarak görmektir. (Türkiye’deki milliyetçilik kavramı da böyle kabul edilmelidir )

MİLLİYETÇİLİK BİR İDEOLOJİ DEĞİL, BİR KAVRAMDIR.
Kabul etmek gerekir ki her toplum ve o toplumun her bireyi, duygu bakımından milliyetçidir. Milliyetçiliğin zihni planındaki mesele, millet sevgisinin gereği olarak neler yapılmasının düşünüldüğüdür.

Çünkü ne yapılmasının iyi olacağı, bir kimsenin kişiliğiyle, duygularıyla, benimsediği ideolojik görüşle doğrudan belirlenemez. Ülkenin bugünü ve geleceği için kararlar verilirken ülkenin huzurunu, ekonomik gelişmesini ve siyasi çıkarlarını gözetmek yeterlidir. Unutmamak gerekir ki, ideolojilerin arkasında daima “güç” peşinde koşan bir grup insan vardır.

MODERN BİR TOPLUMDA ETNİK KÖKENİYLE ÖN PLANA ÇIKMAK İLKELLİK GÖSTERGESİDİR.

Etnik köken, gizli saklı tutulacak bir şey değildir. Fakat medeni yaşam, biyolojik kökene göre ister istemez bir arada bulunma olgusu değildir; medeni yaşam, bireylerin soyut bir değer etrafında bir arada yaşamayı seçmiş olmasından kaynaklanır. Bütün medeniyetlerde toplumları bir arada tutan bağ, kan bağı değil, rasyonel bir inanç (değerler) çerçevesinde insanların bir arada yaşamayı seçmiş olmasıdır. Milliyetçilik, millet olma bilincidir. Milliyetçilik, o sıfatı taşıdığını ayrıcalıklı bir biçimde söyleyen kişiyi özellikle niteliyormuş gibi dile getirilmemelidir.

MİLLİYETÇİLİĞİN DİLE GETİRİLMESİ “BEN DÜRÜST BİR ADAMIM” YA DA “VATANSEVERİM” GİBİ GEREKSİZ, “ELBETTE ÖYLE OLMAN GEREKİR” DİYE DÜŞÜNDÜRECEK NİTELİKTE FAZLADAN BİR BEYANDIR.

Bu noktadan hareketle… milliyetçi olduğunu söylemenin yersizliği gibi, dinin de müzakereleri belirleyici konumda dile getirilmesinin gerekliliği yoktur. Öte yandan devlet yönetimiyle ilgili bir kavram olan laikliğin, ne dindar olmakla ne de dinsiz olmakla bir ilişkisi vardır.

Laikliği dine karşı bir tutum olarak algılama, bir taraftan bu kavramsal analizi sağlıklı ve rasyonel bir şekilde yapamamaktan, diğer taraftan da laikliği savunan ve kendine yanlış bir niteleme olarak “laik” diyen bazı kişilerin dine karşı dikkatli olmayan ifadeler kullanmasından kaynaklanmaktadır.

Öte yandan bu analiz çerçevesinde, “ben laik değilim, müslümanım” demenin de bir mantığı yoktur. Çünkü daha önce de vurguladığım gibi laiklik, devlet yönetimiyle ilgili bir kavram, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını anayasal zeminde birleştiren bir devlet yönetimi ilkesidir.

Müslümanlık, kişinin imanı ile ilgili bir niteliktir. Kişiler arası ilişkilerde onları birleştiren, birbirlerine anlayışla yaklaştıran, ortak insanlık duyguları ve sempatisidir; toplumsal bazda birleştiren ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına Türk denir.




Yılmaz Özakpınar, Türk Milliyetçiliği: Sosyal Psikoloji Açısından Bir Analiz ve Yeni Bir Model, Editör: S. Arslan, Statükodan Değişime Milliyetçilik Ufku, Binyıl Yayınları, 2007.

Derleyenin notu: Yazıdan belirli bölümler, benim tarafımdan birleştirilmiştir. Eğer var ise, akıştaki mantık hataları bana ait olup, parantez içindeki açıklamalar benimdir.

74
1.Bilimin zamanımızdaki metodolojisiyle ortaya çıkışından önceki devirlerde insanlar hayatlarını sürdürmüşler ve birçok medeniyetler kurmuşlardır. Bilimin ve onun uygulaması olan teknoloji, medeniyetle özdeş tutulabilir mi ? Tartışınız.

2. Bilim felsefesindeki bilimde ispat yoktur görüşü ile Fisher’in,bilim adamı Null hipotezini yanlışlamaya çalışır görüşünü birleştirerek yorumlayınız.

3. a) Bilimsel gözlemde kontrol kavramını açıklayınız.
b) Neler yapılarak kontrol sağlanır?
c) Bir gözlemde kontrol ya vardır ya yoktur. Doğru mu? Neden?
d) Fizikte kontrol çok iyi sağlandığı için fizik objektiftir; psikoloji bir ölçüde sübjektif kalmaya mahkumdur. Aynı kanaatte misiniz?

4. ‘’ Medeniyet, inhibisyonun ( içgüdülerin direkt tatminine ket vurmanın ) eseridir.’’
‘’Nevrozların temelinde, içgüdüsel eğilimlerin tatmin edilmeden bastırılarak bilinçaltına itilmiş olması vardır .’’
Yukarıdaki ifadeler Freud’undur. bu iki ifadeden, medeniyetin bedeli nevroza yakalanmaktır sonucu çıkar mı ? Freud ne demek istiyor ?

5. Biz dışımızdaki dünyayı kavramaya çalışırken onun kopyasını çıkarmıyoruz,sembolik bir modelini inşa ediyoruz.Açıklayınız ve tartışınız.

6. Wiener’ in sibernetik yaklaşımla ortaya koyduğu servomekanizma (kendini ayarlayıcı sistem ) görüşünün ve Shannon ve Weaver’ in information teorisi yaklaşımının , davranış sisteminin tasarımlanmasına getirdiği katkıyı belirtiniz.

7. Newton , ‘‘biz olayların aslında ne olduğunu ve niye öyle olduğunu bilmiyoruz; ancak, olaylar arasında belirli ölçüler gösteren bağlaşıklıkları saptıyoruz’’ demiştir. Bu görüşü , örneğin hafıza’nın incelemesine uygulayarak , bu konudaki bilgilerinize ilişkin yargılara varınız.

8. Doğada normal ve anormal diye bir ayrım yoktur. Sebepleri anlaşılınca her şey normal ve doğal olur. Claude Bernard’ ın bu sözü yorumlayınız.

9. Sartre’nin felsefi görüşünü benimsemenin mantıksal sonucu olarak , psikolojinin bilim olma iddiası ortadan kalkar mı ? Açıklayınız.

10.İnsanda ki sembolik düşünme ve temsil yetisi, insanı hayvandan ayıran en önemli zihinsel kapasitedir. Fakat insanla hayvanın aynı metodolojik çerçevede incelenmesinin engellemez. Yorumlayınız ve ‘ ‘ zihin’’ kavramını, psikolojik araştırmalara kılavuzluk edebilecek şekilde objektif olarak inşa ediniz.


ÜNİVERSİTE EĞİTİMİNDE GERÇEK SORU BÖYLE SORULUR...

75
Yılmaz ÖZAKPINAR / Özgeçmiş
« : 04 Mayıs 2009, 11:25:43 öö »
Yılmaz Özakpınar (1934 - .... )



1934'te Boyabat'ta doğdu. 1957'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden, 1960'da Cambridge Üniversitesi Biyoloji Fakültesi Psikoloji Bölümünden mezun oldu.

İstanbul Üniversitesi Tecrübî Psikoloji Kürsüsünde 1964'de doktorasını verdi; 1978'de profesör oldu. Alexander von Humboldt bursu ile 1972-74'de Köln Üniversitesi Sosyoloji Araştırma Enstitüsü'nde, aynı bursla 1978'de Bern Üniversitesi Pedagojik Psikolojik Bölümünde ve Fulbright bursu ile 1980-81'de Oregon Üniversitesi Kognitif Psikoloji Laboratuarı'nda araştırma yaptı. 1982-88'de Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesidir. "Psikolojinin Temel Mefhumları", "Öğrenmede Dikkat Problemi", "Hafıza Yanılmalarının Doğuşu", "Hafıza", "Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi", "İslâm Medeniyeti ve Türk Kültürü", "Batılılaşma Meselesi ve Mümtaz Turhan" "Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler", "İnsan İnanan Bir Varlık" adlı eserlerin müellifidir.

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 8