İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - KİNG

Sayfa: [1] 2
1
Travestiye giden erkekler cinsel ihtiyaçlarını doyurmak için değil, olmak istedikleri kişiliği görmek için o kapıyı çalarlar. Günümüz evliliklerindeki en büyük sorunlardan biride bu konudur. Türk halkı olarak bu konuda da en iyi yaptığımız işi yapar, halı atına süpürürüz.

 Peki kimler travestiye gider?

Bu soruya kendi fikrimce cevap vermeye çalışacağım. Ben travestiye giden erkekleri ‘korkak translar’ olarak adlandırıyorum. Bu bireyler anneleri tarafından aşırı kontrol altına alınan, babaları tarafından ise yok sayılan kişilerdir. Öyle ki annesine karşı aşırı bağlanmış bu bireyler bir süre sonra babalarına olan iç güdüsel sevgiyi nefrete dönüştürürler. Erkekliğe duyulan korkularıda burada devreye girer. Kötü bir erkek profili -babaları- ile karşılaşan çocuklar erkek olmaya karşı direnç gösterirler, anne ile bağın aşırılığına sığınırlar. Anne artık bu çocuklar için koruyucu melek niteliğindedir. Onlar için güç demek artık baba değil, anne demektir. Anne iyilerin dostu, kötülerin düşmanı olmuştur. Babadan kaçan anneye sığınan bu çocuklar ergenlik döneminde cinsel kimlik karmaşası yaşarlar. Bunun nedeni ebeveynlerin rolleri şaşırmasıdır. Rolleri şaşıran ebeveynleri tarafından mağdur edilen çocuk artık kendisini erkek olarak nitelemekten kaçınır. İşte erkekliğe başkaldırı bu dönemde kendisini gösterir. Erkeklikten utanç duyan çocuk kadın elbiseleriyle dans ederken özgürleştiğini hisseder. Bu başkaldırı ile içlerindeki isyanı attığını düşünür. Bu isyanı her ne kadar haykırarak yapmak isteselerde, özgüven problemlerinden dolayı söylemeye korkarlar. Ergenlik dönemini sancılı bir şekilde atlatmaya çalışan bu genç korkularıyla özdeşleşmeye başlar. Korkularıyla özdeşleşen genç cesaretini yitişmiş -eksik- bir varlık olarak kendisini görür. Tüm bu duygular karşısında diz çöken genç içindeki aşağılık ve korkaklık ile mücadele edemez hale gelir. Bir sonraki evre ise korkusuz tarafıyla yüzleşmek istemesinden doğar. Bu evre gencin kadınlaşma isteği karşısında cesaretsiz olması ve olmak istediği korkusuz şahıslarla yüzleşme evresidir. Tam da bu evrede trans bireylere karşı cinsel bir çekim sürecine girer. Birey için bu bir cinsel arzu olarak adlandırılsa da, aslında bu olmak istediği kişilik ile yüzleşme isteğinden kaynaklanmaktadır. Bilinçaltı bireyin korkularını -ebeveyn kalıntıları- çoğalttıktan sonra, bir sonraki atak ile bireyi olmak istediği kişiyle yüzleştirir. Genç için cinsellik kavramına sığındığı bu eylem aslında bireyin ebeveynleri tarafından döllenmiş bilinçaltının getirisidir. Bir döllenmiş bilinçaltı yönetimiyle trans bireyin kapısını çalar ve korkusuz tarafıyla yüzleşir. Bu genç trans bireyin yatağına uzandığı sırada cinsel rolünü (aktif-pasif) keşfetme sürecine girer. İşte bu keşif sonunda ya travestiye pasif olur ya da aktif. Bu süreç uzun zamanda almaktadır tabi. aktif başlayıp, pasif olarak devam eden örneklerle karşı karşıyayız diyebiliriz. Gencin cinsel rolü döllenmiş bilinçaltını analiz edebilmemiz için çok önemlidir. Gencin trans bireye aktif olması, korkusuna (kadınlaşma süreci) karşı isyanının göstergesi olmakla birlikte trans bireye (olmak istediği kişilik) karşı hasetlik duygusunun ağır bastığının göstermektedir. Gencin trans bireye pasif olması ise, bireyin aşağılık duygusunun ağır bastığını ve cezalandırılmak (annesi tarafından geçmişte psk-fiziksel şiddetle ilgisi var) istemesinden kaynaklı olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda iki rolünde ortak özelliği bireyin sadomazoşist yanının güçlü olması olarak değerlendirebiliriz. Özet olarak; birey psikolojik kadından biyolojik kadına geçme isteğini terapi yoluyla atmaz ve heteroseksüel kimliğe sığınmaz ise bu süreçten geçmesi olağandır. Aynı zamanda korku cinsel kimlik karmaşasını yoğunlaştıran bir etkendir. Bu konuda devlet ve psikoloji alanı çalışmalar yapmalıdır. Devlet bu bireyleri cinsel özgürlük damgasıyla meşrulaştırmak yerine gençleri bu tür psikoz durumlardan korumakla yükümlüdür. Topluma düşen görev ise bu tür olayları halı atına süpürmek yerine, gençlere el uzatmalı ve yaratanın bizlere verdiği emirleri yerine getirmelidir. Kulun işi yargılamak değil, onarmaktır.


2
Patron adamın eşcinsel çocuğu değil, işçi adamın mücadeleci oğlu olduğumuz için iyileşiyoruz. Peki bu ne demek? İşçi bir adamın eşcinsel oğlu olmak, içimizdeki aşağılık kompleksi ile mücadele etmemize olanak sağlıyor. İşçi bir adamın oğlu olmaktan içten içe nefret ediyor, kendimizi eksik hissediyoruz. Bu eksiklik eşcinsel dürtülerimizi güçlendirici bir etki yaratıyor. Çünkü aynı aşağılık kompleksini heteroseksüel erkek arkadaşlarımız karşısında da hissediyoruz. Bu yüzdendir ki eşcinsel dünyaya ayak uydurmak için lüks ortamlarda vakit geçirmekten hoşlanıyor, pahalı elbiseleri giyinmek için çoğu hobilerimizden vazgeçiyoruz. Çünkü bizler de patron bir adamın narsist oğlu olmak istiyoruz. Zengin ailelerin narsist çocuklarına olan hayranlığımızı nefrete dönüştürüyor, babamıza olan nefretimizi azdırıyoruz. Çünkü o ‘işçi bir adam’.

İşçinin oğlu olmak, bizleri eşcinsellikten koruyor, fark edemiyoruz. Mücadeleci bir aile yapısında yetişen çocuklar olarak, eşcinselliğe sarılmıyoruz. Bu konuda çözüm arıyor, çabalıyoruz. Terapiye gitmek için kolları sıvıyor fakat bahanelerimizden ödün vermiyoruz. Umut fakirin ekmeğidir diyor, umutlarımızı aydınlığa çıkartmak için çaba sarfetmiyoruz. İyileşeceğimizi biliyor, narsist bir zengin bebesi olma hayalinden kurtulamıyoruz. Cebimizdeki paranın eksikliğinden değil, babamıza olan nefretimizden dolayı o terapi odasına giremiyoruz. Çünkü bizler babamıza olan öfkemizi yenmek istemiyoruz. Onu, iyileşerek ödüllendirmek yerine narsist adamların altına yatarak cezalandırmayı seçiyoruz. Bizler zengin adamların penisiyle zenginleşiyor, içimizdeki aşağılık kompleksini kapatmak için mücadele veriyoruz. Peki içimizdeki aşağılık kompleksi, ya o işçi adamsa diye düşünmeden yaşıyoruz. Zengin adamların penisiyle dans ettiğimizde değil, babamızla barıştığımızda iyileşeceğimizi bildiğimiz için o terapi odasına girmekten kaçıyoruz. Bunun adına fakirlik koyuyor, işçinin silahıyla işçinin oğlunu öldürüyoruz.

Bunları söylemek kolay geliyor, EVET!  Altı ay boyunca ailesinin haberi olmadan kendi harçlıklarını biriktiren ve bu birikim ile terapi sürecini başlatan bir genç olarak yazıyorum bu yazıyı. Ailesi öğrendiğinde bile kendi parasını kazanmak için gecelere kadar kafelerde çalışmış bir genç olarak yazıyorum… Ben patronların partneri değil, işçisi olduğum gün iyileştim… Bu yüzden patronun eşcinsel çocuğu değil, işçinin oğlu olduğuma şükrediyorum.

Çünkü;

“Zenginler ‘Selin Ciğerci’ oluyor, umudunu aydınlığa çıkartan gençler iyileşiyor!”

"Eşcinsel sitelerinde baba sevgisi ararken seks bağımlısı olmak"

https://www.youtube.com/watch?v=tXHaVWGvYH8&list=PLAABaL9f17rX11VATx98ruU7_iIuzgOZK&index=6


"Evlad-ı Fatihan Olmak"

https://www.youtube.com/watch?v=tCpSs3VFtMk&list=PLAABaL9f17rX11VATx98ruU7_iIuzgOZK&index=1



3
Bizler eşcinsel bireyler olarak, hayalimizdeki benliğimizi yaşayan kişilere karşı bağlanma gibi bir alışkanlıkla bakıyoruz hayata. Belki de bu bağa karşı gelemiyoruz. Eşcinselliğin kaçınılmaz yolu da bu değil mi zaten? Olmak istediğimiz kişileri seçiyor, o kişiye hayranlıkla bakıyoruz. Bu bağın adını aşk koyuyor ve kendimizi bir sınıf’ın  (LGBT) içine hapsediyoruz. Dövme yaptırmak istiyoruz, dövme yapan erkeklere karşı hayranlık besliyoruz. İçimizde, anne babamızın bizlere emanet ettiği aşağılık duygusunu bastırmak için vücudumuzu şişirerek tanrılaşmak istiyoruz. Vücudunu şişirip, kendisini daha maskülen ve özgür hisseden erkeklere gereksiz bir hayranlık besliyor, kendi benliğimizi aşağılıyoruz. Gerçek benliğimiz ile ideal benliğimiz (olmak istediğimiz benlik) arasındaki farkı görüyor, depresif bir hayatı kendimize hak görüyoruz. Ya ideal benliğimiz bizim değil, annemizin istediği erkek profilinin karakter yapısıysa diye sormadan yaşıyoruz. Erkek olmak için içimizdeki sesin (annemizin)  bakışıyla bakıyoruz hayata. Eşinden mutsuz bir kadının oğlu olarak erkeklik sıfatını babamızda anımsayamıyor, başka erkeklerin gölgesine sığınıyoruz. Bu yüzdendir ki baba arayışımızı sokakta bulmak için taksimin prezervatif dolu karanlık sokaklarından geçiyoruz. Baba (güç) aramak için insanlarla tanışıyor, koltuklarının altına girebilmek için yataklarından geçiyoruz. Peki ne kazanıyoruz? Hayattaki gayemiz bu mu?

Bana bu dönem en çok sorulan soru, “nasıl iyileştin?” oluyor. Bu sorunun cevabı çok basit aslında. Düşüncelerinizin ve dürtülerinizin asıl sahibinin siz olmadığınızı kavradığınızda ipleri elinize almaya başlıyorsunuz. Mümkün olabildiğince sosyalleşiyor, kendinizi tanımanız için olanak sağlıyorsunuz. Çünkü insan kendisini dışarıda tanıyan bir varlıktır. Sosyalleşmek ayrıca iç sesinizi bastırmanıza da olanak sağlayan bir aktivite. Daha sonra babanızla aranızdaki iletişiminizi düzeltmek için çaba sarf ediyorsunuz. Babanızın hatası olduğunda medeni bir şekilde oturup konuşuyorsunuz. Babanızın aklınızdaki profil olmadığını muhabbet ederek anlıyorsunuz. Bu konuda kendi hayatımdan örnek vereyim. Çocukluğumdan itibaren annemin beni daha çok sevdiğini, babamın bana değer vermediğini düşünüp babamdan nefret ederdim. Terapi sonrasında ise aslında babamın bana annemden daha fazla değer verdiğini gördüm. Her şeyde arkamda duran tek kişi babamdır mesela. “Ben oğluma güveniyorum, karışmayın!” der. Bir mülk vs. alacağı zaman ilk benimle konuşur. Terapilerden sonra anladım ki baba ile oğul arasındaki bağ çok güçlüymüş. Tabi bunlar benim deneyimlerimle yazdığım tespitler. “Ne yani, bunları yapınca cinsel dürtülerim mi gidecek?” sorusunu duyar gibiyim. Evet. Çünkü bizler insan olarak yalnızca biyolojik temeli olan varlıklar değil, aynı zamanda psikolojik yanı olan varlıklarız. Bizler ebeveynleri tarafından doğru yetiştirilmeyen çocuklar olarak cinsel kimlik karmaşasına kurban gitmiş çocuklarız. Bizler anne babamızın günahı olarak vücut bulmuşuz. Kararı verecek olan yalnızca bizleriz. Anne babamızın günahlarını sırtlanıp, bu dünyanın çilesini de çekebiliriz. Terapide günah çıkartıp, anne babamızın korkularıyla yaşamak yerine “ben” olma yolunda emin adımlarla da ilerleyebiliriz. 

Bunu okuyacak arkadaşlara son olarak şunu söylemeliyim. “Lütfen içinizdeki sese değil, güce sarılın!”

4
Geçen dönemlerde bir gruba alındım. Grubun ismi "Gençlerde Kimlik Karmaşası" idi. Birçok kişi vardı grupta. Bir sürü din kültürü hocasıyla aynı grubu paylaşıyorduk. Eşcinsel olup çözüm arayan gençlere el uzatmak isteyen bir topluluk olduğunu düşünerek mutlu olmuştum. Eşcinselliğin ne demek olduğunu öğrenmek isteyen insanlarla bir arada olduğumu düşünerek "benim de bir katkım olmalı" dedim. Hemen telefonumun ses kaydını açıp eşcinselliğin ne olduğunu ve iyileşmiş bir eşcinsel olarak kendi terapi sürecim hakkında bilgi verdim. O da yetmedi. Hüseyin Alp'i arayarak eski bir eşcinsel olarak benimle bir program yapmasını istedim. Bu şekilde bir çok gence ulaşabilirdik. Öyle de oldu. Programı yaptık. Videoyu binlerce kişi izlemişti. Bir çok mesaj aldım. Senin videonu izleyerek güç kazandım. Bende artık terapiye başlıyorum, diyen bir çok kişi oldu. Onlarca gencin hayatına dokunduk bu programla. Ben ve Hüseyin Kaçın'ın bir çok danışanı, bu tür bir programa katılabileceğimizi beyan etmiştik. Bizler hiçbir çıkarı olmayan, yalnızca bu durumu yaşayan ve kendisini yalnız hisseden gençlere bir umut ışığı olmak adına bunu yapmıştık. Belki de bir çok genci fuhuştan korumuştuk. Bir süre sonra grupta tartışmalar meydana gelmeye başladı. Tartışmaların çoğu Hüseyin hocanın yazılarına gelen tepkiler üzerine çıkmıştı. Bir psikoloğun çıkarımlarını din kültürü hocaları kaldıramamıştı. Çünkü devletin dinine tapan bir toplulukla aynı ortamdaydık.

Terapilerden sonra Allah'a olan bağım artmıştı. Allah bizlere akıl vermişti. Bunun nedeni ise düşünebilmek ve sorgulayabilmemizi istemesi olduğunu düşünüyordum. Bu düşünceye kapılma nedenim ise eşcinsel olduğum dönemde çıkış yolu arayıp Hüseyin hocayla terapi sürecine girmem olmuştu. O dönem din adamlarının sabır etmemiz gerektiğini, Allah'a dua etmemiz gerektiğini söylediğini biliyordum. Ama bu kadar kolay olmamalı diye düşünerek çözüm yolu aramaya devam etmiştim. Bu konuya değinme nedenim, günümüz dindarlarının islam dinine değil devletin, düşünme yetisini insanlardan aldığı "devletin dinine" taptığını izah etmemdir.

Konuya gelelim. Tabi bu tartışmalar sürekli  devam ediyordu. Düşünce özgürlüğünün ne demek olduğunu bile unutmuş insanların Hüseyin hocaya olan nefretleri devam ediyordu. Bu bana çok garip geliyordu. Çözüm aradıkları bir konuda uzman olan birine karşı bu nefret neden vardı? Anlamakta gerçekten zorlanıyordum. Din adamlarının yaveri olmadığı için mi? Muhafazakar kesimin dikkat etmesi gerekiyor dediği için mi? Toplum bu çocukları bu hale getiriyor dediği için mi? Her neyse, bir süre sonra grupta kendini bilmez biri tarafından Hüseyin hocanın danışanları olarak bizlere "hüseyin kaçının müridleri" dendi. Daha sonra ise gruptan atıldığımı farkettim. Neydi bu şimdi? Gruptan neden atılmıştım? Hüseyin Alple program yapıp gençleri bu bataklıktan korumak istediğim için mi? Öğretmenlerimiz bilgilensin diye ses kayıtlarımı grupla paylaştığım için mi? Hüseyin Kaçın'ın danışanlarından biri olduğum için mi? Şimdi ise daha iyi anlıyorum Türkiyede eşcinsel bireylerin  çoğunun neden muhafazakar kesimden çıktığını. Allah'a iyi bir kul olma peşinde giderken devletin dinine taparak çocuğunu unutan ana babalardan oluştuğu içinmiş meğerse.

Geçen aylarda bir program yapmıştı Hüseyin Alp. Murat adında bir gençle konuşmuştu. Murat bir cemaat yurdunda tecavüze uğradığını söylemişti. Gruptaki herkes üzülmüş, muratı anlıyormuş gibi yapmıştı. Bugün bir haber paylaşıldı grupta. Cemaat yurdunda tecavüze uğrayan bir çocuğun şikayeti üzerine yapılan bir haberdi. O gün Muratın hikayesine üzülen kişiler bir anda cemaatleri lekelemeyin demeye başlamıştı. Zalimin varlığı zulmün karşısında kim olduklarını tayin etmişti bile. Bir çoğu o tecavüz mağduru çocuk karşısında "dilsiz şeytana" dönüşmüştü. Allah'a inanan kişi şunu bilir ki "Allah her şeyi bilen ve görendir" . Ama devletin dinine tapan insalar için aynı şey söylenemez. Halı altına süpürmeyi tercih ederler genelde. Sonra da o kokudan rahatsız olmalarına rağmen kokuya alışmayı tercih ederler. Oklar asla onlara dönmemelidir çünkü. Onlar Allah'a en yakın olduklarını düşünerek bu yalana inanan varlıklardır. Kendi günahını görmeyip, başkalarına vaaz verenlerdir...

Ben bunca şeyi hiçbir çıkarı olmadan yapmış bir genç olarak hakkımı helal etmiyorum. Gelecek neslinde bu zihniyete hakkını helal etmeyeceğini biliyorum. Gelecek nesil olarak dirilme zamanı gelmiş belli ki. "Vakit din tüccarlarını pistten alma vaktidir..."

5
Önceden kulaklığımı takıp hayaller kuran biriydim. Kendime odamda bir hikaye yazar başrol ben olurdum. Galiba kendi hayatımda figüran olmaktan sıkıldığım içindir, bilmiyorum. Hayatı başkaları için yaşayan, sürekli suçlu olmaktan yorulmuş bir çocuğun savunma mekanizması belki de. Zihnimin bu oyuna bir son vermek istemesidir belki de. Hikayemde aşık olduğum erkek figürü yaratır, o kişiyle destansı bir aşk yaşardım. İnsanların imrenerek baktığı bir aşk. Kendimi özel hissettiğim hikayelerdi bunlar. İlgi odağı olduğum hikayeler. Sevgi ve aşka boğulduğum hikayeler. Eşcinsel hayatı duygusal bir zemine oturtabildiğim hikayeler. Cinselliğin olmadığı, aşkı ve sadakati doruklarında yaşadığım, sevilmekten ve görülmekten yorulduğum hikayeler. Fakat son 4-5 aydır adını koyamadığım bir durumun içindeydim. Bugün galiba yaşadığım girdabın adını koydum. Bugün bir televizyon dizisindeki karakterin hikayesini izledim. Kırmızı oda dizisindeki Boncuk karakterinin hikayesi… Bu kadının hikayesinde 3 tane ermişin hayatına girdiği ve bu kişileri halüsilasyon olarak gördüğünü gördüm. Bir tane de aşık olduğu bir adam vardı. İlgi ve sevgi gördüğü bir adam. Terapiler ilerledikçe Boncuğun hayallerini süsleyen bu erkeğin ortadan kaybolduğunu gözlemledim. Sonra kendimle muhakeme yaptığımda, Boncuğun terapileriyle benim terapim arasındaki benzerliği farkettim. Son 4-5 aydır en duygulandığım müzikleri açtığımda bile hayallerimi süsleyen aşk hikayelerini  yaratamadığımı gördüm. Odamda (kendi dünyam) hikayemi yaşatamadığımı, karakterlerin hepsinin hikayemden çıktığını farkettim. Galiba bende Boncuk gibi aradığım sevgiyi ve ilgiyi gerçek hayatta bulmuştum. Eksik olan duygularımızı terapistimiz ve hayatımıza aldığımız güzel insanlar vasıtasıyla tamamladığımızda hayal kurmaktan vazgeçmiştik. Aslında daha doğrusu vazgeçen biz değil, hayalaerimizdeki karakterlerdi. Fakat son haftalarda şunu farkettim, hikayemi bir kadınla süsleyebiliyorum. Erkek figürünün yerini bir kadın doldurabiliyor. Hikayemi bu şekilde kurgulayabiliyorum. Fakat o da kısa sürüyor. Galiba artık bu hikayenin sadece içsel dünyamda değil, gerçek hayatta da var olmasını istiyorum.

6
Eşcinsel terapi, içinizde ölen çocuğu diriltme sanatıdır... Çocukluğunuzda kendinizdeki farklılığı farkettiğinizde başlıyor bu serüven. Okul döneminizde feminen davranışlarınızı gören arkadaşlarınız tarafından sizi küçülten ifadeler kullanılmaya başlanıyor. Kendinizle daha fazla mücadele etmeniz gerekiyor. Cinsel yöneliminizi farkettiğiniz zaman bu davranışların eşcinselliğin yansıması olduğunu görüyorsunuz. İşte o zaman savunma mekanizması olarak rol yapmaya başlıyorsunuz. Heteroseksüel rolü yapma konusunda başlarda zorlansanız da buna alışmak zorunda olduğunuzu düşünüyorsunuz. Siz rol yaptıkça içinizdeki çocuk (öz benlik) haykırmaya başlıyor. Dışarıda rol yaparken eve geliyorsunuz ve kendiniz oluyorsunuz. Dışarıda haykıran içinizdeki çocuğa haksızlık yaptığınız düşüncesi sizde vicdan azabı yaratıyor. Gün geçtikçe o çocuğu susturmanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Aslında annenizin içinizdeki sesin gür çıkma sebebide bu oluyor. İçinizdeki çocuğu öldürmeye başladığınızda annenizin sesine sığınıyorsunuz. İçinizdeki korkularla dost, içinizdeki çocukluğunuzla düşman oluyorsunuz. İçinizdeki çocuğu öldürdükçe yaptığınız rolde uzmanlaşıyorsunuz. Yıllar geçtikçe kendiniz olmaktan çıkıyor, anneniz oluyorsunuz. Eşcinsel kimliğiniz böylece güçleniyor. Siz olmaktan çıktıkça kendinizle hesaplaşmanız o kadar zorlaşıyor. İşte o zaman kalabalıktaki yalnızlıkla dost olmaya başlıyor, kendi köşenize çekiliyorsunuz. Ama gün geliyor rol yapmaktan yoruluyorsunuz. Beden ayakta ama ruh ölü bir şekilde geçiyor günleriniz. Bu işe bir son vermeliyim düşüncesiyle hareket etmeniz gerektiğine karar veriyorsunuz. Çünkü ölen ruhunuzun bedeninizi de kendi yanına çekmeye çalıştığını fark ediyorsunuz. Artık karar vermeniz gerekiyor. Ya eşcinsel hayatın bir parçası olup cinsel ilişkiye girerek acılarınızın üstünü örteceksiniz. Ya da bir çıkış yolu bulup heteroseksüel kimliğinize kavuşacaksınız. Eşcinsel bireylerin en büyük çıkmazı cinsel ilişkiyi zevk için yaptıklarını düşünmeleridir. Oysaki cinsel ilişkiyi zevk için değil acılarına karşı savunma mekanizması oluşturmak için yaşarlar. Benim gibi gençler ise eşcinsel hayatı değil terapi yolunu seçer. Evet, terapi yolu daha fazla sorumluluk getirir. Pasif olmak cesaret ister fakat terapide acılarınızla yüzleşmek inanın bunun çok daha fazlasını ister. Terapide yapılan şey ise başta söylediğim gibi içinizde ölen çocuğu diriltmekten geçiyor. O çocuk dirilmeli ki ana babasından hesap sorabilsin. Onun için adaletsiz olan sisteme baş kaldırabilsin. Ölen çocuğu yaşatmaya başladığınızda size olan kırgınlığıyla karşılaşırsınız. Çünkü geçmişte onun yanında değil annenizin yanında durmuşsunuzdur. Ona düşmanmış gibi bakmışsınızdır. Ama terapi sırasında artık onun yanında durduğunuz düşüncesiyle kendinizle barışır ve yolunuza devam edersiniz. Kabul görülmüş benliğinizle herkese savaş açarsınız. Öyle ki herkese olan kızgınlığınızı yeni yeni fark edersiniz. İçinizdeki çocuğu susturmak zorunda bırakan topluma öfkeyle bakarsınız. Terapi sırasında bütün öfkenizi kusar, rahatlarsınız. İşte iyileşimin başladığı evreye gelmişsinizdir. Eşcinselliği toplumun pisliğini topluma bir ayna tutarak göstermek için iyi bir neden olduğunu fark eder, haykırmaya başlarsınız. İşte " ben" oldum dediğiniz günlerde ise terapinizin bittiğini fark eder, alır ceketinizi çıkarsınız. Önce terapi odasından sonra ana ocağından... Yeni benliğinize yeni bir hayat sunarsınız. Kariyer çalışmalarınıza başlar, emin adımlarla ilerlersiniz. Geçmişteki karanlığı gözlerinden öper, gelecekteki aydınlığın elinden tutarsınız.

7
Hayatın ne getireceğini bilemezsiniz. Bazen yok olmamak için haykırırsınız. En yakınınızdaki sizi duymaz. Bazen haykırmak için var olursunuz. Görülmek için yanlışlar yaparsınız. Bu sefer yanlış yaptığınız için suçlanırsınız. Suçlu olmaktan sıkılırsınız. Tekrar yok olmak istersiniz. Ahirinizi bilmeyen insanlar evvelinizden hesap sormak için sıvarlar kollarını. Öyle ki her problemde kendinizi suçlarsınız. Bu yalan dünyada bir fazlalıkmış gibi hissedersiniz. Sizi suçlayan gözler tarafından daha da küçülürsünüz. Kalabalıktaki yalnızlıkla dost olursunuz. Sonra Allah'a dönüp "kimsem yok, kimsem olur musun?" sorusunu sorarsınız. Cevap bulmadığınızı düşünürsünüz. Sonra hayatınıza öyle insanlar girer ki... Sizi siz olduğunuz için seven... Size güvenen... Sizi suçlamayan ve önemseyen... O kadar değersiz hissedersiniz ki kendinizi, o kişilerin sizi neden anladığını sorgular kendinizden tiksinirsiniz. Sizi sevmekten vazgeçmeyen o gözler karşısında küçülen bedeniniz büyüdükçe büyür. Kendinize değer vermeyi ve suçlu olmadığınızı anlarsınız. Allah'ın size verdiği bu güzel insanlara sarılır, bırakmazsınız. Allah'a teşekkürü borç bilirsiniz. Öz benliğinize ulaşmanın mutluluğuyla yaşamaya başlarsınız. İşte o zaman kendi fikirlerinizi üretir ve konuşmaya başlarsınız. Sizi eleştiren, suçlayan gözlere anlamsız bakarsınız. Çünkü o kişilerle aynı algı yönetimine sahip olmadığınızı bilirsiniz. Size değer vermeyen insanlar neden sizin düşüncelerinize saf duygularıyla yaklaşsınlar ki? Herkesi olduğu gibi kabul eder ve yolunuza bakarsınız. Hayatı yaşanabilir kılmak için daha çok çabalarsınız. Bu çaba sizi mutlu eder. Çünkü başkası için değil, kendiniz için çabaladığınızı görürsünüz. İşte sizin yolculuğunuz o zaman anlam kazanır. Çünkü ondan önce kendi yolculuğunuzu değil anne babanızın size biçtiği rolleri yerine getirdiğinizi fark edersiniz. Geçmişe bakıp hüzünlensenizde, yolunuza bakmanız gerektiğini bilirsiniz. Geleceğin aydınlık yüzünü görüp, geçmişinize şükredersiniz. Çünkü geçmişteki karanlıklar olmasaydı, gelecekteki aydınlığı nasıl fark edebilirdik ki?

8
Kırılmış kalplerin ateşiyle bakıyoruz geleceğe
Sevmeyi, sevilmeden öğrenen çocuklar olarak
Geleceğin aydınlanması için yaşatıyoruz benliğimizi
O ateşin sıcaklığıyla büyültüyoruz

Belki sıcak bir yuvada üşümeyi seçen bizlerdik
Belki de buz gibi ortamda yok olmamak için haykıran
Belki sevilmeyi öğrenemeyen
Belki de sevgisiz büyütülen

Sevilmek suçsa müebbete razıydı yüreğimiz
Dar ağacı sevgiyse, sımsıkı sarılmaya hazırdık
Sarıkamışta donan atalarımızı yaşatıyorduk kalbimizde
Biliyorduk bizi seven birinin var olduğunu göklerde

Yaşıyoruz...
Çünkü gelecekte çok güzel şeyler bekliyor, biliyoruz
Seviyoruz...
Çünkü sevginin diktiği dikişin gücünü biliyoruz
Ağlıyoruz...
Çünkü duygularımızın toprağa ihtiyacı var, biliyoruz
Güçleniyoruz...
Çünkü bize inanan insanlar var biliyoruz
Seviliyoruz...
Çünkü duvarın arkasındaki insanları görüyoruz

9
Yok olmak anne babanınız sizi anlamadığı düşüncesiyle yaptığınız hatarların getirisidir. Yıllarca anne babam beni neden anlamıyor sorusuyla yaşadım. Acı çektiğimi gözlerimden anlamalarını bekledim. Çünkü Türkiyede ben eşcinselim bana yardım edin demek bir hayli zor oluyor. Karşınızdaki kişinin Allah ile olan ilişkisindeki bağ ailenizin bu konuda size sert çıkacağı düşüncesini yaratıyor. Bu konuda anne babanıza öfke duymaya başlıyor ve bu öfkeyi içinizde nefrete dönüştürüyorsunuz. Aslında bu ince çizgi sizi yanlış yapmaya sürüklüyor. Kendi hayatımdan örnek vermem gerekirse ben anne babamın beni anlamadığını ve yeteri sevgiyi alamadığını düşünen bir çocuktum. Annem sürekli karı gibi kıvırtma der dururdu. Kaşlarımın, gözlerimin, bacaklarımın ablamdan daha güzel olduğunu söylerdi. Bu beni çok kötü etkilerdi. Çünkü eşcinsellikten kurtulmanın yollarını arayan bir çocuktum. Bir süre sonra eşcinsel siteleriyle tanıştım. Sanki ebeveynlerimden görmek istediğim sevgiyi oradaki insanlardan arıyor gibiydim. Biriyle tanıştım o siteden. Benimle buluşmak istediğini beni anladığını ve onun için özel olduğumu belirtmişti. Aldandım. Kabul ettim. Yanına gittiğimde evine çok yakın olduğumuzu söyledi. Dışarıda o kadar para vermeye gerek yok dedi. Bende tamam dedim. Zaten amacımın muhabbet etmek derdimi anlatmak olduğunu biliyordum. Ama karşı tarafın düşüncesinin benimle ilişkiye girmek istediğini bilmiyordum. Evine gittik. Son derece mesafeli, beni anlayan ve önemseyen bir yaklaşımı vardı. Duygulanmıştım. Evet, beni anlayan biri demiştim. Bir süre sonra yavaş yavaş bana dokunmaya başladı. Sanki duygularım bedenimde bir el gibi geziyordu. Kalbim hızlı çarpıyor, kendimi denizin üstündeymiş gibi hissediyordum. Bir anda bir dudak hissettim boynumda. Olayın erotik kısmını görmezden gelen bir yanım vardı. Galiba annemin kızı oluyordum. Ama o yanı görmek istemiyordum. Sadece kendimi güvende ve bir anlık sevilmiş hissetmek istemiştim. Uyuşturucu kullanan biri gibi kendimi kaybetmiş, dertlerimi akıtmış gibi hissettim. Bir süre sonra karşımdaki kişi soyunmaya başladı. Daha da yanaştı. Beni sırt üstü yatırdı. Yavaş yavaş dokunmaya ve cinsel organını sürtmeye başladı. Canım acımaya başlamıştı. Ama acı çekmek bana zevk veriyordu. Eşcinselliğin insana verdiği bir özellik olsa gerek mazoşist bir yanım vardı. Sanki ilişkiye devam ettikçe annemin beni koymak istediği tabunun hakkını veriyormuş gibi hissediyordum. Artık karı gibi değil, bir kadın olmuştum. İlişki bittikten sonra anüs kısmımdan bir kan geldiğini gördüm. Makat yırtığı oluşmuştu. Tuvaletten çıktıktan sonra beni seven, beni anlayan, bana iyi gelen çocuk gitmiş yerine beni evden kovmaya çalışan bir çocuk gelmişti. Elime çöp poşetini tutuşturdu. "Bunu da çöpe atarsın" dedi. Eve doğru giderken kendimi kullanılmış ve değersiz hissetmiştim. Ağlamak istiyordum. Eve nasıl gittiğimi hatırlamıyordum. Sürekli pantolonuma bakıyordum kan var mı diye. Eve girdim hemen kendimi duşa attım. Sonrada cinsel bir hastalık kapmadığıma dair testler yaptırmaya başladım. 1 ayda 20 tüp kan aldırdım. Obsesyonlarım o kadar ağır geliyordu ki. Sağlıklı düşünemiyordum. İçindeki sesleri susturamıyordum. Kendimi çok kötü hissediyor, intihar etmeyi bile düşünüyordum. Uyuyamıyordum. Uyku hapları alıyordum. Kendimi sürekli hüseyin hocanın yanına atıyordum. Karşımda son derece soğuk bir herif vardı. Biraz daha yumuşak davranmasını istiyordum. Tabi şimdi daha iyi anlıyorum neden öyle davrandığını. İçimdeki güce sarılmam için bir yol gösteriyordu. Öyle de oldu. Kendi içimdeki güce sarıldım. Obsesyonlarım azaldı. İyileşme sürecim hızlandı. Böylece daha sağlıklı düşünmeye başlamıştım. Allah'a karşı daha sorumlu hissediyordum kendimi. Allah'a daha çok bağlanmıştım. Bana verdiği desteği hissedebiliyordum. İşte o zaman anladım tek dostumuzun Allah c.c olduğunu. Gözümü kapadığımda sadece o vardı yanımda. Bu yüzdendir ki Allah'a ve Hüseyin hocaya saygım ve sevgim çok artmıştı. Hayatta doğruyu bulmak meğerse yanlıştan geçiyormuş. Acılarım ve yanlışlarım beni iyileştirmişti. Düştüm ama kalkmayı öğrendim. Şimdi ise terapilerim bitti. Mutluyum. Kendime değer veriyorum. Bir dünya yarattım kendime. Sadece istediğim insanlar var dünyamda. Allahın bana verdiği güçle bakıyorum dünyama. İşte yazının başında "yok olmak" ifadesinde demek istediğim şey şu. Eğer ki yaptığınız hatalardan ve yanlışlardan dolayı kendinize ve ailenize sinirlenirseniz bu yanlışı yapmaya devam eder ve seks bağımlısı olursunuz. Böylece daha değersiz hisseder ve yok olursunuz. Ama yanlışlarınızdan ders çıkartır ve içinizdeki güce sarılırsanız bu iyileşmenize vesile oluyor. Çünkü hatalarımız bizi doğrularla tanıştırıyor. Yanlışlarımıza üzülmek yerine ders çıkartmak başlıca sorumluluklarımızdan biridir. Her şeye göğüs gerebilme gücünü kendinizde bulun ve kendinizi sevin. Kendisini sevmeyen Allah'ı sevemez.

10
Susturulan çocuk konuştu bugün. Kapkaranlık bir odanın içinde kapalı kalmış, korkan çocuk kırdı kapıyı. Şimdi bana daha özgüvenli ve cesaretli bakıyor biliyor musunuz? Karanlık odanın isli duvarlarının kokusuyla hastalanmış o çocuk bugün ışık tuttu gençliğe. Sadece kendisinin değil kafese kapatılmış, susturulmuş bütün çocukların sesi oldu. Yok olan çocuk bir çok kişinin gözünde var oldu. Şimdi ise gözlerindeki cesaretle korkutuyor beni. Sevgi nedir onu anlattı anne babalara. "Sevginin diktiği dikişi kabirde melekler bile sökemezmiş" bu lafı insanların kalbine işledi. Sevmek beslemek değildir bunu gösterdi. Babasızlığın cezasını ödediği küçük bedeniyle büyük adam gibi konuştu. İnsanların görmediği arka bahçesini gösterdi insanlara. Acılarına ağlamıyor artık. Acılarını insanlara paylaşarak yol göstermeyi seçti. Kalbindeki yangının ateşiyle yaktı ortalığı. Sevme'nin bir tercih değil kalpten gelen bir istek olduğunu gösterdi. Kuruyan kalplere su serpti. Vazgeçmeyi değil affetmeyi seçti. Önce kendisini sonra anne babasını. Seviyorum. Çünkü kalbim kurumadı biliyorum be anne. Seviyorum. Çünkü acılarını gözlerinde görüyorum be anne. Affediyorum. Çünkü Allah beni affetti biliyorum  anne. Affediyorum. Çünkü biliyorum senin arka bahçende kurutulan güllerin canını yaktığını. Seni seviyorum. Çünkü kendimi sevmeye başladım be anne. Ama en çok içimdeki çocuğu seviyorum biliyor musun? Çünkü o hepimizin acısını yüklendi. Terapi odasında büyümek için çalıştı anne. O çocuğun verdiği savaşı bir ben biliyorum. Güçsüz bir babanın güçlü bir oğlu oldu. Seni seviyorum baba. Uykunda ağladığını da biliyorum. O küçük bedenin kafesteki çırpınışlarını görür gibiydin. Beni seviyorsun biliyorum. Ama bunu bana gösteremedin onu da biliyorum. Baba ben artık kendim olmayı seçiyorum. Çünkü o çocuğu siz değil ben büyülttüm onu da biliyorum. Seviyorum. Çünkü buna ihtiyacım var biliyorum.

11
Ne zararım vardı benim sizlere
Suçum neydi benden ne istediniz
Gözünüz mü kaldı mutluluğumda
Bir kere gülmeyi çok mu gördünüz?

Ah bu şarkılar anlam kazanınca farklı yerlere götürüyor insanları. Eşcinselliğin verdiği en büyük özelliklerden birisi mazoşist kişiliktir. O kadar dert yaşıyorsun bu şarkıları neden dinliyorsun be adam. Acılarıyla barıştığı zaman iyileşiyor insan. Acılar daha güçlü kılıyor insanı. Sevmeyi, öğretiyor insana. Vazgeçmemeyi öğretiyor. Kendinizi sevmeyi öğretiyor. Arka bahçenizi görmeyi sağlıyor. Şarkı da geçen cümleye bakınız. "Yalnızlık ne demek bilir misiniz?" Siz bilir misiniz yalnızlığı? Sevmeyi ama sevilmemeyi. İnsanların sizi farkedebilmesi için gözlerinin içine bakmaktan yorulduğunuz oldu mu? Bağırmaktan yoruldunuz mu hiç? Ben buradayım diye. Ah Ebru ah " benimde hakkımdı sevmek sevilmek" bu cümleyi içimdeki çocuk o kadar derinden hissediyor ki. Yaraya tuz basmaktan sıkıldım. Ama mikrobu alıyor biliyorum. Günah çıkartıyorum galiba. Canım yandıkça güçleniyorum. Kalbim sıkışıyor seviniyorum. Kalbim varmış biliyorum. Şu yaşıma kadar hissetmiyordum bile. Yokmuş gibi. Sigaramı yakıyorum. Her dumanda acılarımı katıyorum havaya. Annem sabah giriyor odama. Bu oda sigara kokuyor yine sigara içmişsin diyor. " O koku sigara kokusu değil dertlerimin dışa vurumu" diyorum kendimden emin bir şekilde. Alaylı bir gülüşle bakıyor gözlerime. Sonra her zamanki gibi çıkıp gidiyor. Yine kalıyorum benliğimle. Seviyorum beni. İyileşiyorum. Güçleniyorum. Yalnızlığı dost ediniyorum. Çünkü kendimi tanımamı sağlıyor. Daha güçlü kılıyor...

12
Eşcinsel olduğumu farkettikten sonra bir depresif döneme girmiştim. İçimde korku vardı. Tedirgindim. Bunu aileme nasıl söyleyebilirdim ki. Bizler müslüman toplumda büyüyen müslüman çocuklarız. Ya ailem bunu duyduğunda beni evden atarsa korkusuyla yaşıyordum. Camiiden kaçıyordum. Allah'ın evine ne yüzle girerim diye soruyordum kendime. İçimdeki korku daha büyük bir yıkım yaratıyordu. Kendimi her geçen gün daha günahkâr hissediyordum. Allah'ın huzuruna çıktığımda ağlayarak tövbe ediyordum. Öyle ki bazı geceler namazlığın üzerinde uyuduğum zamanlar oluyordu. Göz yaşlarım kuruyor sabah yerine yenisi ekleniyordu. Allahtan çıkış yolu bekliyordum. Cevap gelmediğini düşünüp Allah'a kırılıyordum. Peki neden ben sorusunu soruyordum. Artık bu kasırgaya bir son vermem gerektiğini anlayıp internetten eşcinsel terapisti aramaya başlamıştım. Tek karşılaştığım psikolog Hüseyin Kaçın olmuştu. Hüseyin hocayı aradım titrek bir sesle. Hemen 2 gün sonra terapiye gittim. Gözlerine utançla bakıyordum. Benden yaşça büyük bir insana hem cinslerime karşı hissettiğim duyguları nasıl anlatabilirim diye sordum kendime. Karşımda beni yargılamadan dinleyen birisi vardı. Beni anlamaya çalışan biri. Görülmeyen bir çocuğu görmeye çalışan biri. Ruhumdan beslenmek yerine ruhumu onarmaya çalışan biri. Çok duygulanmıştım o gün. Terapiler ilerledikçe eşcinsel dürtülerimin azaldığını farketmiştim. Hedefi olmayan bir genç olarak Psikoloji bölümünü kazanmıştım. Artık bende bir psikolog adayıydım. Bir gün geçmişimi düşündüğümde farklı şeyler farkettim. Allah'a olan kırgınlığımın boşa olduğunu farkettim. Allahın beni çok sevdiğini anlamıştım. Eşcinsellik dünya üzerindeki en büyük intihanlardan biriydi. Allah en sevdiği kullarını imtihan edermiş. O kuluna cennetin en güzel köşesini verebilmek için. Allahtan cevap göremiyorum dediğim dönemde Hüseyin hocayla tanışmam bana her şeyin farkına varmama imkan tanımıştı. Allah bir kulunu imtihan ederken o kulundan bir çaba görmek ister. Din kurtarmaz, korur. Din bireyi eşcinsel ilişkilerden korur. Ama eşcinsel bireyi eşcinsel olmaktan kurtarmaz. Çünkü Allah c.c bizlerden bir çaba görmek ister. İşte siz o çabayı Allah'a gösterdiğinizde istediğiniz çıkış yoluna ulaşmış oluyorsunuz. Daha sonra Allah c.c ile çok farklı bir bağ kuruyorsunuz. Allahın yolda aranan bir varlık olmadığını şah damarınızdan daha yakın olduğunu farkediyorsunuz. Aldığınız nefeste bile rabbinizin gücünü ve kudretini hissediyorsunuz. İşte o güce hayran kalıp gelecek nesile yol göstermek için ayaklanıyorsunuz.

13
Bugün içimdeki çocuğa kulak vermek istedim. Bana ürkek ve yorgun bakan bir çocuk gördüm karşımda. Ağzını açamayan bir çocuk. Bu çocuğu bir yerden tanıyordum. Annesi tarafından sürekli suçlanan bir çocuk. Tacize uğradığında annesi tarafından " kıvırtarak mı yürüdün?" sorusuyla karşı karşıya kalan çocukla aynı bakışa sahipti. Ne istediğini sordum gözlerine bakarak. Haykırmak istediğini ama konuşmaktan bile korktuğunu söyledi bana. Neden diye sordum. Annemi işaret ederek beni susturmaya kalktı. İçimdeki çocukta kafesteymiş meğerse onu anladım. Ama o kafesin anahtarını çoktan aldım biliyordum. Çocuğu kafesten çıkartmak istedim. Bana annesini göstererek "kızar" dedi. "Korkma ben yanındayım" dedim kendimden emin bir şekilde. Kafesten usulca çıkarttım çocuğu. Gözlerindeki yorgun ve ürkek bakış yerini öfkeye ve hırsa dönmüştü. Bu yazıyı da bana o yazdırıyordu. Durdu. Ağlamaya başladı ve benden özür diledi. Neden özür diliyorsun diye sorduğumda. "Eğer bebeklerle oynamasaydım, ablamın elbiselerini giyinmeseydim sen bu mücadeleyi vermek zorunda kalmayacaktın" dedi sesi titreyerek. Sımsıkı sarıldım çocuğa. "Sen suçlu değilsin" dedim. "Evladının mutluluğunu en küçük yaştan itibaren düşünen anne ve babalar onlara muhteşem bir hayat sunabilirler" diye de ekledim. Altında yatan mesajı çok iyi anladı. Mutsuzluğa hapsedilmiş küçük bedeni çıkartmanın gururuyla yaşıyordum artık. Şimdi o çocuğun elinden tutuyorum. O çocuğu ben büyültüyorum. Gözlerine sevgiyle bakıyorum. Ona sarılarak yatıyorum. Ona babalık yapıyorum. Gölgesinde güvende hissedebileceği bir babalık. Ama bana garip bakıyor. Sanki bundan rahatsız oluyormuş gibi. Neden öyle baktığını sorduğumda beni ağlatacak bir cevap verdi. "Sana yük olmak istemiyorum" dedi. "Evlatlar babalarına yük olmaz" dedim sert bir üslupla. Cevabım onu tatmin etmiş olsa gerek bana sevgiyle baktı. Yarın ilk işimiz fotoğrafını bulup odamızın duvarına asmak olacak. Artık sadece ben değil, birlikte anlatacağız hikayemizi.

14
Şimdi daha iyi anlıyorum. Annemin içimdeki sesini daha net duyuyorum. Çocukluğumdan beri beni korkularla büyüten bir annem vardı. Aman şunu yapma böyle olur. Sakın! Sus! Korkaksın! Baban gibisin! Bu ifadelerle büyüyen bir çocuk olarak her geçen gün daha özgüvensiz hale geliyordum. Aynı zamanda annemin o sözleriyle içimde oluşan beni korkutan sesin yükünün daha da ağırlaştığını hissediyordum. İçimdeki korkular obsesyona dönüşüyordu gün geçtikçe. Eziliyordum. Kendimi suçlu hissediyordum. Ailem tarafından görülmüyordum. 20 yıl boyunca içimde yaşadığım acıları göremeyen bir anne babayla yaşıyordum. Görülmüyordum. Kendi içimde buruk bir hikaye yaratmıştım kendime. Ama başrol orada da ben değildim. Anne babamın yazdığı kaderi yaşayan küçük bir bedendim sadece. Kendisini ezik, korkak, güçsüz hisseden bir beden. Ağlıyordum. Kapının arkasında kim var bilmiyordum. Babamın gölgesinde güvende kalmak istiyordum. Ama babamı bulamıyordum. Bir beden görüyordum, ama hissedemiyordum. Annem git gide içimde daha fazla konuşmaya başlıyordu. Beni daha da değersizleştiren ve susturan bir ses vardı. Kendimi sevmiyordum artık. Çünkü ben suçlu bir çocuktum. Keşke doğmasaydım diyordum. Kendi sesime ulaşamıyordum çünkü annemin sesi beni her seferinde bastırıyordu. Hüseyin hocaya içimden kızıyordum. "Beni neden anlamaya çalışıyorsun be adam? " diyordum. Ben anlaşılmaya değer miymişim? Suçlu değil miymişim? Korkak değil miymişim? O kadar görmezden gelinmişim ki beni görmeye çalışan insanlara bile duvar örmeye başlamıştım. Artık söz vermiştim kendime. Artık kendime kulak verecektim. Ne istiyorsam o an pişman bile olsam onu yapacaktım. Benim kaderimi yazan ailem beni eşcinsel yaptı. Ama o kalemi kırmak bana kaldı. Şimdi her göz yaşımda birini affediyorum. Akıp gitsin istiyorum. Mutlu bir aile tablosu çiziyordum. Ama mutlu da aile de olamayacağımızı anladım artık. Bu çok acı. Ama ailemin beni görmeyişinden daha acı değil. Üzerinden tır geçmiş bir insana iğne batırılmış gibi. Ama artık kendimi sevmeyi seçtim. Korkak değilim. Ezik değilim. Kendimi kendim için sevmeyi seçiyorum. Geçmişimi affediyorum. Ama artık geleceğimde anne babamı değil kendimi görüyorum.

15
Eşcinsel bireyler neden ebeveynlerine karşı öfke dolu oluyor?
Eşcinsel bireyler ergenlik dönemlerinden itibaren çok zorlu bir süreçten geçerler. Seslerini duyuramazlar. Hislerini paylaşamazlar. Susarlar. Sustukça daha çok boğulurlar. Yalnız hissederler. Günahkâr hissederler. “Eşcinsel Terapi”ye başlayan genç ya da ergen bireyler eşcinselliğin anne baba hatalarının bir yansıması olduğunu öğrendiklerinde çok üzülürler. Bunu kabullenmeleri zaman alır. Bunu kabullenen eşcinsel bireyler ergenlik döneminde bir çok gencin yaptığı şeyi yapmaya başlarlar. İsyan ederler. Ben de varım derler. Uslu çocuk bir anda aslan kesilir. Aile bu terbiyeli sakin çocuğa ne oldu der. Anlayamazlar. İşte kuşak çatışması burada başlar. Aile çocuklarının sesini çıkartmasına alışık değildir. Çocukları eksik kalan duyguları ailesine kusarak atar. İşte bu eşcinsel dürtülerin azalmasına sebep olan bir şeydir. Ergenlik döneminde kusamadığı enerjisini bu dönemde kusar. Eşcinsel bireylerin yazılarına baktığınızda ebeveynlerine olan öfkelerini anlarsınız. Bunun nedeni içinde tuttuğu onu eşcinsel dürtülere iten pisliği akıtmak istemektir. Bu eşcinsel bireyi iyileştiren bir yöntemdir. Birey annesine hayır demeye başladığında iyileşir aslında. Anne ile olan aşırı bağdan kurtulan genç yavaş yavaş iyileşmeye yüz tutar. Babalarına hatalarını yüzüne karşı söylediğinde kendisini daha güçlü hissederler. Heteroseksüel erkeklerden de güçlü olabileceğini görürler. İşte iyileşimin büyük adımı budur. Kendisini erkek gibi görmeyen bireyin erkekleşme süreci başlar. Kadınlara karşı bakış açısı değişmeye başlar. Kadınlara duygusal yatırım yapmaya başlar. Bunlar aileye olan öfkenin kusumuyla olan şeylerdir. Eşcinsel bireylerin bu öfkesi normaldir. Empati yapıldığında sizce de haklı değiller mi? Onca acıyı çeken o suçsuz bedenin bu çığlıkları saygıyı ve desteği haketmiyor mu? Anne babalar; iyileşmiş bir eşcinsel birey olarak biz var olduğumuz için çocuğunuz eşcinsel olmayacak. Biz sesimizi çıkardığımız için çocuğunuz eşcinsel olmayacak. Biz iyileştiğimiz için yeni nesiller sağlıklı bir şekilde iyileşecek. Ben kendimle ve bu yolda iyileşen mücadele eden bütün arkadaşlarımla gurur duyuyorum. Onlara gururla bakıyorum. Çocuğum olursa örnek vereceğim kişiler onlar olacak. Bu mücadeleyi verebilen güçlü gençler olacak. Allahın gururla baktığı o gençler olacak. Eşcinselliğin oyununa gelmeyip bu oyunu bozan gençler olacak. Annem bana sürekli hafız olmanı çok isterdim der. Ben ise anneme : bu ülkede hafız çok anne. Gençlerin iyileşmiş bir eşcinsel birey olan bana ihtiyacı var. Eşcinsellikten kurtulmuş ve bu işi yapabilecek kaç psikolog var bu ülkede? Bu insanlığın bana ihtiyacı var. Ama din konusunda değil, psikoloji alanında bana ihtiyacı var. Derdim. Çünkü Allah'ın beni bu dünyaya getirme nedeninin bu olduğunu düşünürdüm. Düzeni değiştirecek yegane kişilerden olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde eşcinsel terapi yapan psikologlar var. Peki hangisinin eşcinsel geçmişi var? Hangisi benim kadar empati yapabilir? Ben bu ülkede nadir psikologlardan olacağım. Korkmamak için direneceğim.


Susmayacağım çünkü gençliğin bana ihtiyacı var.

Sayfa: [1] 2