İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - alıntı

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 13
16
Eşcinselliğe değil bu zihniyete terapi lazım
PINAR ÖĞÜNÇ -  pinar @ pinarogunc.com.
26/12/2011


Translara kılıçla saldırılan bir ülkede, eşcinselleri tedavi edebileceğini söyleyen diplomalı psikologlar var.


Posta kutusuna düşen mesajın başlığı ?Lezbiyen terapi?ydi. Hüseyin Kaçın isimli psikolog, mahir olduğu terapi türünü tanıtıyordu.
 Kişisel web sitesinde ?sigara bırakma?, ?sosyal fobi? ?sınav kaygısı? gibi konu başlıklarından ayrı olarak ?eşcinsel terapi? bölümü açılmış. Şöyle diyeyim, www.escinselterapi.net yazdığınızda, doğrudan www.huseyinkacin.com açılıyor. Bu terapi çeşidi, o derece alametifarikası yani kendisinin.
 Sitenin forum kısmında kâh psikoloğumuzun kaleminden, kâh kendisine başvuranların ağzından dökülenleri okuyabiliyorsunuz. Şüpheci yanımı bastırıp orada okuduğum bütün hikâyeleri doğru kabul edeceğim. Mesele başka çünkü.
 ?Eşcinsel olmayı kabul etmek demek, size çocuk yaşta cinsel tacizde bulunan insanı haklı çıkartmak demektir?, ?Eşcinsellik, özgür bir tercihin değil, genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve anne-baba ihmallerinin sonucu gelişen bir durumdur? tespitleri Kaçın?ın konuya dair temel fikrini özetliyor.

Çaydanlıkla oynamak ne?
 Katıldığı bir TV programında eşcinsellik kastedilerek ?Bu doğuştan olan bir sıkıntı mı? diye soruluyor. ?Hastalık? deyince bir alınganlık doğduğu için ?ruhsal ve cinsel bir eğilim bozukluğu? tarifini tercih ediyor Kaçın.
 Özgürlük fikriyle eşcinselleri aşağılamayı harmanladığı hakikaten çok ilginç bir çıkarsaması da var: ?Kendi özgür seçimiyle eşcinsellikten kurtulmak isteyenlere tedavi imkânı sağlamamak, ?Bu tedavi edilebilen bir hastalık değildir? demek, gerçekte eşcinselleri küçük düşüren ve ahlaki olmayan bir tutumdur.?
 Forumda ?Ne kadar zamanda geçer?, ?Seansı ne kadar?, ?Şunu yaptım, böyle hissettim, ben eşcinsel miyim? türü sorular yöneltilmiş. Psikolog Kaçın da cevap veriyor mesela: ?Hayır, çocukken çaydanlıkla oynamak kadınsı davranış değildir.?
 Memnuniyet ifşaatları da bir acayip: ?Ben bile kendime inanamıyorum, geçen hafta gerçekleştirdiğimiz terapiden sonra kadınlar artık ilgimi çekmiyor. Terapiden sonra lezbiyen ilişkilerin bana zarar verdiğini, aşırı derecede yıprattığını düşündüm ve sıkıldığıma karar verdim.? Haydi diyelim eşcinselliğin müsebbibi ağır çocukluk travmaları, bu kadar çabuk nasıl çözülüyor o zaman?

?Benim Çocuğum?
 Çocukları bu ?bozukluktan? mustarip ailelerin çok dertli olduğunu söyleyen Hüseyin Kaçın, keşke LİSTAG- LGBTT Aileleri Grubu?yla tanışsa... Gerçi o, çocuklarının eşcinsel olduğunu öğrenen ailelerin panikle eşcinsel derneklerine koştuğunu, buralarda bu ?sıkıntının? giderilebileceğinin özellikle gizlenip ailelere durumu kabullenmelerinin öğütlendiğini söylüyor. Şikâyet ediyor bundan.
 LİSTAG?da aileler bir araya geliyor, konuşuyor, dertleşiyorlar. Bu noktaya gelene kadar çok zor günler de geçirmişler ama yeri geliyor çocuklarıyla eyleme gidiyorlar. Her ayın ilk perşembe akşamı gönüllü psikiyatrlardan destek alıyorlar. Evet, onlar terapi alıyor ama tam da çocuklarını ?bozuk? gören bu anlayıştan mustarip oldukları için. Bu zihniyettekilere kuracakları cümleleri bulmakta zorlandıkları için.
 Hüseyin Kaçın, ?Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur? diyerek başlayıp sonra onları ?düzeltme? yöntemleri açıklıyor sitesinde. İşte onlara ?hasta? diyen bakanlar, ?bozuk? diyen hekimler var olduğu için huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gerginler halbuki.
 
 Geçen hafta bu ülkede bir grup trans kadına satırla ve kılıçla saldırıldı. Biri ağır yaralandı. Satır ve kılıç! Burada asıl tedaviye ihtiyacı olan kim?

Kaynak: Radikal - Yazarlar - Pınar Öğünç - Eşcinselliğe değil bu zihniyete terapi lazım

17
sessiz_gemi

03.02.2012 15:33
--------
kendimle ilgili endişelerim

hayal kurmayı seviyorum. günümün çoğunu hayal kurarak geçiriyorum desem yeri var. çok düşünmek bana çoğu zaman kötülük getirdi. yanlış şeyler düşündüm, üzerine çok düşünmemem gereken şeyleri düşündüm, yakın çevremdekilerin asla anlamayacağı şeyler üzerine kafa yordum. hayallerimi birilerine anlattığımda daha kötüsü oldu. Anlaşılmadım, terslendim ve daha çok içime kapandım.

hayal kurmak güzel bir şey, ancak güzel hayaller kurmak lazım. güzel hayaller insana iyi hissettirir, gününü mutlu geçirtir, yarın için beklentiler ve heyecan yaratır. hayal kurarken düşüncelerimin tıkandığı, zorlandığım yerler de oldu, daha iyi fikirlere ihtiyaç duyduğum zamanlar da oldu. terapi süresince, düşünürken zorlandığım yerlere çözüm aradım, her terapiden sonra yeni seçenekler bulduk, önümdeki günleri bu yeni seçenekleri düşünerek geçirdim. kafamda yalan yanlış kurduğum düşünceler yerini keyif verici, yapıcı, ilerletici güçlü hayallere bıraktı. her terapide kendimi biraz daha iyi hissettim. zamanla anladım ki güzel hayaller insana gerçekten iyi hissettiriyor.
 
hayal demek iç dünya demek. insanın sosyal ilişkilerinin ötesinde, iç dünyasında yaşadığı olaylar demek. içinde yaşadıkların iyiyse bu iyilik suretine de yansır, hayatına da ilişkilerine de sirayet eder. benim asıl derdim içimdeydi, kendimleydi. gerçek olmayan bir dünya yaratmıştım içimde. gerçek dünyayı anlamaya çalışırken dış dünyayla alakası olmayan bir iç dünya kurmuştum kendime. kendimle sürekli kavga ediyordum, kendimi sevmiyordum, kendimle sürekli bir alıp veremediğim vardı, kendimi sürekli sağlıksız hissediyordum, bededen ve zihnen sağlıksız hissediyordum, sürekli acı çekmem gerektiğine inanıyordum, içimde yanlışlıklar kusurlar ve kötülükler olduğuna inanmıştım. kısacası kendimle barışık değildim.

kendimle barışık olmadığımı önce terapistim gördü. bana kendimle barışık olmayı öğretmeye başladı. derinlere dayanan kendimle olan sorunumu, kendimle barışık olmadığımı doğrudan yüzüme de söyledi, bundan kurtulmak için ne yapmam gerektiğini de anlattı. o anlattı, ben düşündüm. o anlattı, acaba diye diye düşündüm. yıllar boyunca içimde kendimle olan savaşı bitirip bir barış düzeninin oturması gerekiyordu. ne var ki ben içimde çok şeyi yıkmıştım, çok tahribat vardı ve içimde savaş sonrası bir inşaya ihtiyaç vardı. zamanla, haftadan haftaya birer birer düşüncelerimi gözden geçirdim ve değiştirdim. zaman isteyen bir süreçti ama terapiyle gelen her değişim bana yarıyordu. kendimle barışmam gerekiyordu çünkü bir kere kendimle barışık olmadan dış dünyada nasıl bir mücadele verebilir, hedeflerime ulaşmak için nasıl savaşabilirdim. ben kendi kendimi yemekten dış dünyaya odaklanamıyordum. her günüm kötü düşüncelerle başlıyordu, insanlarla konuşurken kendimi aşağı görüyordum, hep mahçup bir tavrım vardı. terapiler süresinde dinledim ve düşündüm. konuştuğumuz cümle önemliydi, her yeni çözüm önerisini bir siyaset tartışma programında gibi masaya yatırıp etraflıca düşünüp tartıştık. hep bir sonuca vardık, hep bir çözüm önerisi bulduk ve bu çözümleri hayatıma hep dahil ettim. her hafta bir adım daha ileri gittim. ufak ufak, ağır adımlarla kendimden emin bir şekilde kendi yolumda ilerlemeye başlamıştım. ilk başlarda terapistimin gördüğü şeyi yavaş yavaş ben de görmeye başladım. terapistim beni bu sonuca kendim varmam için beni yönlendirdi. benim farkına vardığım şeyler ise terapistimle hiç konuşmadığımız ama benim uzun yıllar boyu yaşadıklarımdan çıkardığım sonuçlardı. kendi hatalarımı kendim buldum çıkardım.

üniversitede abimle öğrenci evinde kalıyordum. hatfasonu ise ailemin yanına gidiyorduk. üniversitede ailemin yanında kaldım sayılır. ailenin en küçük üyesi olarak hep bir deneyimsiz, hep bir bir adım geriden gelen durumum vardı. ailem nispeten kendi kurallarını bana dayatır ve içimdekilerin ortaya çıkmasına hoş gözle bakmazdı. düşüncelerimi, dinlediğim müziği, ilgilendiğim hobileri olumsuz karşıladı. engelledi demiyorum, ama engellemiş gibi sözlü baskı yaptı, bağırtılar çağırtılar, üzerime gelindi ve "bu çocuk acaba ne düşünüyor" diye merak edilmedi. en küçük aile üyesi olarak biraz ezildim. akrabalar ileri geri konuştu, aman bu çocuk çok sessiz hiç konuşmuyor, aman çok asosyal, bilgisayar bağımlısı hiç arkadaşı yok, ay bu çocuğun dersleri iyi ama yok yok hayata atılınca böyle yapamaz. özellikle akrabalardan sürekli bir acize bakar gibi bakışlar hissettim üzerimde. bana daha yakın çekirdek ailem beni olumlu görüyordu ancak aile içinde kendimi ifade etmeme izin verilmedi, bir şey anlatmaya çalıştığımda dinlemediler ve benim neyi isteyip istemediğimi bana sormadan seçer oldular. ben küçüğüm ya, düşünemiyorum sanki. sen bunu seversin, sen bunu yap bak bu tam sana göre, bu mobilya rengi senin tarzın. aile küçüğünün yerine alınan her karar önce ısrarla, kabul etmezsem zorla uygulandı. sevmediğim bir şeye zorlanıp direniş gösterdiğim zaman durmadan azarlandım. gitmek istediğim liseye, gardırobumun boyutuna, katıldığım sosyal aktiviteye devam etmeme hep karışıldı. karışılmasından ziyade dinlenmemek ve düşüncelerimin hiçe sayılması bende izler bırakmış. ailem yıllarca benim yerime kararlar verdiği için bir süre boyunca hayatta önüme çıkan her adamı benim yerime karar alabilen insan modeli olarak gördüm. yerime karar verilmesini o kadar benimsemişim ki her gün tanıştığım konuştuğum insanların benim yerime hep kararlar vermesini bekliyor ve söylediklerini aşırı ciddiye alıyordum.

Kendi istediğim gibi yaşayabilmem için bir noktada hayatımda büyük değişiklikler de yapmam gerekiyordu. Öncelikle ev huzurunu sağlamam lazımdı. Nasıl bir ev ortamında huzurum olabilirdi ve kimse bana karışmazdı. Yalnız yaşarsam, kendi evimde olursam istediğim her şeyi yapabilirdim. Terapiler ilerledikçe etraflıca tartışa tartışa bir dizi kararlar aldım ve uyguladım. Önce İstanbul'a taşındım. Yeni bir iş buldum. Hemen sonrasında yalnız eve çıktım. Evimin yatağından perdelerine, oturma grubundan halılarına eksiklerini kendi maaşımdan karşıladım. Temizliğini yaptım, elimden gelen bildiğim yemekler yaptım, elektriğini suyunu doğalgazını üzerime aldım, evin giderlerini kişisel giderlerimi düzene soktum. Nihayet yeni evime taşınmış hayatımı kurmaya başlamıştım. Bir yandan yalnız yaşamanın getirdiği tüm zorlukların üstesinden gelebilmeye başladım. Makina almadan evvel çamaşırlarımı elde yıkadım, ütü yaptım, alışverişimi yaptım, komşularla sorun yaşadım bunları çözdüm, bozulan vanaları değiştirdim, mobilyaları tamir ettim, evimin rutubet sorununa önce geçici sonra kalıcı çözümler buldum. Ev işlerini düzene soktum. Oturduğum semti, muhiti benimsedim ve kendimi çevreme tanıttım. Zamanla iş arkadaşlıkları, sosyal arkadaşlıklar kurdum. Bunları birkaç ay içerisinde yaptım ve tek başıma sürdüğüm hayatımda terapilerle destek alıp çözüm yolları ve sorunlarla nasıl mücadele edeceğimi öğrendim. Ailemden para ya da yardım istemedim. Canım yana yana, düşe kalka hayatımı tek başıma kurdum. Bir çok şey öğrendim, işimi öğrenirken birey olarak yaşamayı da öğrendim. Tabii bunun madden ya da bedenen karşılıklarını ödedim, yoruldum, bedenen kronik rahatsızlıklarım oldu. Hepsine değdi, kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğrendiğim gibi hayattan zevk almayı ve kendi istediğim gibi yaşamayı da öğrendim.

Nereden nereye... İçine kapanık pasif biriyken kendine güvenen kendi başının çaresine bakan iyi ilişkiler kuran sevilen aranan biri oldum. Bu değişim süreci nereden baksak birkaç senemi aldı. Normalde birkaç yılımı daha alabilirdi. Ama terapiler sayesinde hayatta aradığım şeyi daha kolay buldum.

18
sessiz_gemi

03.02.2012 12:18
-------

içime kapanık bir çocuktum. içine kapanık büyüdüm. lise yıllarıma gelince düşünmeye başladım, çok düşünmeye başladım. sürekli bir şeylerin muhakemesini, muhasebesini yapardım zihnimde. her gün arkadaşlarımla yaşadığım olayların üzerinden geçer geçer dururdum. lise yıllarımda insanları tanımıyordum ve kafamda hayatla ilgili soru işaretleri vardı. tecrübem eksikti. elimde olan az bilgiyle yaşadığım günde konuştuğumuz konuları, vardığımız sonuçları, insanların bana tavırlarını, insanlara nasıl tavır almam gerektiği konusunda sürekli sürekli düşündüm durdum. güzel konuşayım, güzel dinleyeyim derken aşırıya kaçar, takıntı yapar, ayrıntıları düşünmekten günlük hayattan kopardım. bütün bu ayrıntıların, saplantıların hayatımı nasıl kararttığını görüyordum. bununla birlikte eğer orta yolu bulabilirsem takıntısız rahat bir hayat sürebileceğimi kişiliğimin ne denli renkli olabileceğini ve ayrıntıları görme gücümü kullanabileceğimin farkındaydım. Hedefim güçlü bir kişiliğe sahip olmaktı, ve uğraşlarıma başlayıp tünele girmiş, çok uzakta olsa da tünelin sonundaki ışığı en baştan görmüştüm.

Fen lisesindeki yıllarımı takıntılarımla geride bıraktım. üniversitede önüme yeni imkanlar çıktı. öğrenci klüplerine, akşamları sosyal aktivitelere katılıyor ve dışadönük bir insan olmaya çalışıyordum. Elbette, bunca yıl içine kapanık yaşamanın ardından dış dünyayı tanımadan sosyal hayatta başarılı olmanın ve iyi arkadaşlıklar kurmanın kolay olmadığını gördüm. Akranlarımdan daha deneyimsizdim. Ancak önemli olan zamanı ve eldeki imkanları iyi değerlendirmekti. Fırsatları gördüğümde atılganlık yapıyordum. Bana güç gelse de, deneyimsizliğimden dolayı acı çekeceğimi bilsem, insanlar tarafından ezileceğimi bilsem de hep şansımı değerlendirdim. İnsanlarla konuştum, sosyal aktivitelere gittim, dışadönük hissettiğim her ortama girdim. Başlarda zor oldu ve yavaş ilerledim. Her yerde soru işaretleri var, insanları tanımıyorum, tavırlarını ve ne demek istediklerini anlamıyorum, elimde olmadan çocukça hareket ediyorum. İç dünyamı insanlara anlatıyor, ancak dostla paylaşılacak sırlarımı sıradan arkadaşlarıma kolayca açıveriyordum. Çoğu arkadaşım uzun uzadıya düşünmeye gerek duymadan, bu adamın derdi nedir diye düşünmeden beni zayıf, deneyimsiz biri olarak mimleyip beni önemsemiyorlardı. Kendi günlük dertleri vardı çünkü. Ben dinlediklerini sandım, yanıldım. Yanıldığımı anladığımda daha az konuşmaya başladım. Daha mutlu görünmeye dikkat ettim. Herkes gülüyor, mutlu görünüyor, ben de güleryüzlü olmaya başladım. Sosyal iletişimin ilk aşamalarını öğrendim. Ancak bu öğrenme dönemimde yalnız başımaydım, zorlukları aşmam zaman alıyordu. Ben ise zaten çevremden daha toydum ve yaş dönemime uygun kişiliğimi zaman kaybetmeden yakalamam gerekiyordu. Ne de olsa yaşımız ilerliyor, beş sene önce bize yakışan tavırlar ve davranışlarla şimdiki arasında bir fark oluyor. Devri yakalamam gerekiyordu.

Lisede ilk rehberlik deneyimimden beri psikolog desteği alma fikrine hep olumlu baktım. Lisedeki rehber öğretmenimiz tavsiyeleriyle ve kişiye özgü yönlendirmeleriyle iyi hissetmemi sağlıyordu. Üniversitedeki psikolojik danışma ve rehberlik birimindeki bir psikolog anlattığım hiçbir şeyi anlamadı. Aynı birimdeki bir psikologtan yardım aldım. Kısmen anladı ve bana yol gösterdi. Daha sonra bir psikolog ve bir psikiyatristin ortak yürüttükleri bir grup terapisine katıldım. Bu zamana kadar en etkilisi bu oldu. Sosyal hayatta kendi kendime oluşturduğum zorlukları zamanla aştım. Kendi yarattığım zorluklardan kurtuldum, dış dünyanın gerçek sorunlarına yönelmeye başladım. Mezun olmadan iki sene önce Psikolog Hüseyin Kaçın'dan destek almaya başladım.

19
01.09.2011

---

Düşüncelerine dikkat et, eyleme dönüşür. Eylemlerine dikkat et, alışkanlıklara dönüşür. Alışkanlıklara dikkat et, kaderine dönüşür.

---

26 yaşındayım. Hayatımda çok şey değişti, ama geçmişime bakıp "ben neyim" diye sorduğumda değişmeyen, asıl beni ben yapan özellikleri görüyorum. Hayata küsme eğiliminde, çocukluğunda bol bol ağlamış, hep bir şeyleri kendine dert eden sağlığından hep şüphe etmiş, çekingen, başarı kaygısı taşıyan, çalışkan, iyi notlar almış, özgürlüğüne düşkün ama ailesine olan bağımlılıklarından kurtulamamış, çevresinden çok onay bekleyen, insanların değerlisine de değersizine de fazla şans vermiş saf birini görüyorum. İlkokuldan beri çok soru sorar, çok detaya iner, yaptığım ödevlerde ince eleyip sık dokur, arkadaşlarımın, büyüklerimin bana söylediği her şeyde bir anlam, derin bir mana aradım. Ayrıntıcıydım, saplantılıydım, takıntlıydım. Sosyal bir insan değildim, mahalle futbolu bana uzak kaldı.

Üniversitede kaçan mahalle futbollarının acısını çıkarmak ve yeni insanlar tanımak için bol bol imkanım oldu. Okul süresince ihtiyacım olan hedefleri belirledim ve işime yarayan kişisel nitelikler edindim. İnsanları tanımaya uğraştım. İlk başlarda çok sıkıntılı geçti, çok rezil oldum, kötü anılarım oldu, hedefin varsa bunları göze alman gerekiyor tabii. Öğrenmeye başladım, hayatın neye benzediğini çözmeye başladım.

Bol bol düşündüm, psikolojik destek aldım, akıl hocalarım oldu. Hayatımda bazı taşlar yerine oturdu, bazı taşların ise yerini değiştirdim. Başka açılardan bakmaya çalıştım. Kadrajı iyi ayarlamalıydım ki yaşadığım hayatı güzel görebileyim. Neyi değiştirmem gerekiyorsa değiştirecektim. Hayat bana ne göstermeye çalıştıysa çıplak gözle, çarpıtmadan gördüm.

---

Saplantılı bir kişiliğim vardı. Hayatımdaki her ayrıntıya çok takılır, işin tadını alamaz, günümü gün edemezdim. Şimdi yaşamın özünün çok basit olduğunu görüyorum, bu basitliği yakalarsan çok tat alabiliyorsun. Ayrıntılarla uğraşmamak gerekiyormuş, hayat kısa.
Kendimden nefret ederdim, sürekli bir şeyleri dert ederdim, bütün gün bu dertleri düşünür işime ya da yanımdakilere dikkatimi veremezdim. Mütemadiyen mutsuzdum. Kendimi cezalandırılması gereken suçlu, günahkar bir insan olarak görüyordum. Acı çekersem günahlarımdan arındırılmış gibi hissederdim. Kendime bir daha baktım, ben hayata acı çekmek için değil mutlu olmak için gelmiştim. Etrafıma baktım, insanlar isteyince mutlu olabiliyor. Kim demiş acı çekmeye geldin dünyaya diye. Ben kendi değerimi bilince çevremdeki olumsuzluklar yerini güzelliklere bıraktı. Yaşamın tadı yerine geldi. Sabah uyandığımda yepyeni günün bana getireceklerini görüyorum.
İnsanların hep benden büyük, olgun, deneyimli, erdemli, bilgili, kültürlü olduğunu varsayarak iletişime geçtim. Arkadaşlığımızda, aile içiyse akrabalığımızda bir sorun varsa bu sorun hep benden kaynaklanır zannediyordum, suçu hep kendimde aradım. Bir tartışma çıkarsa bu benim küçük, olgunlaşmamış, deneyimsiz, erdemsiz, bilgisiz olduğumdan kaynaklanıyordur dedim. Sonra insanları tanıdım, hayatı tanıdım, dışadönük biri oldum. Zaman geçtikçe ilişkilerimden keyif aldığım kadar iyi insanları seçmeyi de öğrendim. Hayatın içinde olmak, sosyalleşmek, toplumda ve gruplardaki yerini bilmek gerekiyormuş.
Sosyal fobiktim. Bildiğin rahatsızlık olan, insanlar arası iletişimi zorlaştıran, avuçlarını terleten nefesini kesen heyecandan kontrolü kaybedip saçmalattıran soysal korku. En çok karşı cinsle iletişimde zorlanıyordum. Haliyle deneyimsizdim, iletişim kuramayınca nasıl deneyimin olacak. İlişkide olduğum müddetçe karanlıktan korkar gibi sıkıntı endişe duyuyordum. Korkularımın üzerine gittim. Başlarda zor oldu, zamanla karşı cinsi tanıdım, beklentilerini gördüm, ilişkideki erkek ve kadın rollerini gözlemledim, çekincelerimden kurtuldum. Tanımak, sevmek, kavga etmek, uğraşmak, hayal kırıklığına uğramak, sevinmek, aşık olmak, elde etmek, emek vermek gerekiyormuş.
Sürekli bir şeyler hesaplardım. Sürekli listeler yapardım. Bir işe başlardım ancak ayrıntılarda boğulur bir türlü sonunu getiremezdim. Gereksiz olduklarını anladığımda zihnimdeki hesap makinalarından kurtuldum, bir işe başladığımda ayrıntıları atlayıp işi bitirebilmeye başladım. Bir söz var : "Basit düşün, her şey basitleşecektir".

Saplantılı kişilik değişmeye en çok direnen, en zorlusuymuş. Kendimden biliyorum, her şeye şüpheyle yaklaşan, her yeni bilgiyi sorgulayan bir zihin düşün. Büyük bir bina düşün ki birinci katındaki güvenliğinde çok sıkı bir denetim var. İçeri girecek olan kim olursa olsun üzerindeki tüm metal eşyaları çıkartır, kemerini ayakkabılarını çıkartmadan içeri almaz o insanı. Başbakan gelse ondan da şüphelenir. Hiçbir şeyi enine boyuna düşünmeden kabul etmemektir bu işte. Bir kale gibi korunan bir bina. İçeri girmek çok zor. Her şeyi sorgulayınca inatçı keçi oluyor çıkıyorsun. Yoluna devam edemiyor bazı ufak noktalara saplanıp kalıyorsun.
İşe kendinden başlayacaksın. Olaylara bakışını değiştireceksin. Doğru bildiklerinden vazgeçebilmen lazım. Eleştirileri göğüsleyeceksin, dahası sana atılan bir eleştiriyi göğsünle kontrol edip yakalayacaksın, işine yarayacak duruma getireceksin, hayatına katacaksın. Senden daha güçlü zihinlerin, daha deneyimli akılların olduğunu kabul edip yeri geldiğinde laf dinlemeyi bileceksin. Psikolojin sağlam olacak. Sağlam olsun ki, neyin ne olduğunu, nerden başlayıp nereye varabileceğini görebil. Sağlıklı bir zihne sahip olmak sağlıklı bir vücuda sahip olmak gibi iyi hissettirir insana.

20
28.02.2011 00:11
sesiz_gemi

güle güle oğlum

barış manço'nun bu şarkısı ne derin hisle, ne yoğunlukla yazıldı ki üç dakikalık sürede insanın duygu dünyasını yıkayıp geçiyor, insanı anıların içinde sevdiğin sevmediğin zamanları önünde sıralayıp hüzne boğabiliyor.. sevdiğin insanla, babanla geçirdiğin zamanları.

babamla küçüklüğümden beri hep tartıştım. ben elma dedim o armut dedi. o yaz dedi ben kış dedim. daha geçen haftasonu görüştük. iki günlük görüşmemizde bir kerecik de olsa Eminönü'nde gözlerimizin içine baka baka sokak ortasında tartıştık. o "peynir alalım" dedi, ben "hayır almayalım" dedim tartıştık.

Hüseyin Hocam şöyle demişti: "Babaların bütün davası, bağırmaları çağırmaları oğlunun ileride bir adam olduğunu görmek istediğindendir" . bizi sevmediğinden, bize olan nefretinden değil.

ama babalık içgüdüsü böyle birşey demek. ben de oğlum olursa demek ben de böyle hissedeceğim. derdim gücüm oğlumun adam olduğunu görmek olacak.

bunu böyle kabul edeceğim. hakikaten ben hayatta ne zaman adam olacak gibi bir adım attıysam arkamda babamın güvenini, taktirini buldum. babam beni bazen hiç anlamadı. kaz gelecek yerden tavuk esirgemedim, ama babamın aklı kaybettiğim o tavukta kaldı, "yanlış yaptın şimdi ama" diye yıllarca diretti, tartıştık.

babam beni ne zaman tamamen kabul edecek bilmiyorum. babamı nasıl memnun edebilirim. yarın öbürgün kafama göre işler yapacağım, iş hayatımda ve kişisel hayatımda radikal adımlar atacağım ve babam onlara ne diyecek bakalım diye meraklandığım zamanlar oluyor..

hayatım boyunca babamla aramda dışarıdan bakıldığında tarafların birbirini anladığı, mantıklı bir çerçevede ilişki sürdürebileceğimi sanmıyorum. fakat bu tiyatro hayatta ancak baba baba rolünü oğul oğul rolünü oynarsa güzellik çıkar.

babamın benim büyüdüğümü, adam olduğumu gördüğü en önemli an sanırsam askerlikte yemin törenime geldikleri zamandı. yeminimizi ettikten sonra ebeveynlerin asker olan çocuklarını, delikanlıların  ebeveynlerini aradığı o karmaşada etrafa bakınıyordum. bizimkileri gördüğüm birbirimize el ile işaret vermemizin akabinde gidip babama sarılmam ve babamın daha ona sarılmaya başlamadan ağlamaya başladığı anı unutmayacağım. oğlum asker oldu, erkek oldu diye düşünmüştür. babamın "askere git, bir an önce askerliğini yap" diye öğütlerinin altında bu anı yaşamak istemesi, oğlunun tezkeresiyle beraber eve dönüp birşeyler görmüş geçirmiş ayakları yere basan bir birey olduğunu görmek istemesi..

barış manço büyük adamdı, Türkiye'de yetişmiş en büyük adamlardan biriydi. babanın oğluyla duyduğu gururu şarkısına aynı yoğunlukta aktarmayı başarmış nadir bir üstat.

güle güle oğlum
demek artık sen de yuva kuruyorsun
sevdiğin kızla bugün evleniyorsun
mutluluklar sana benim arslan oğlum

21
12.02.2011 14:48
sessiz_gemi

sıkkın gün acıların günü

bazen sabahları uyanıyorum, uyanmak mı yoksa ağzına kadar dolu tıka basa bir otobüse binmek mi ayırt etmek zor. uyandığım gibi acılarla dolu düşünceler dört bir yandan saldırıyor. sanki beynimle alıp veremediği olan bir karamsar düşünce ordusu beynimi çimdikliyor, bir yandan sıkıştırıyor, bastırıyor, acıtıyor. sıkışık otobüse binince nasıl boğulursun, bunalırsın, ter kokuları, ağız kokuları, hatta bazen biryerlerden saman kokusu, ahır kokusu gelir burnuna ve nefesin daralır.. bir şekilde bu yolculuğun bir an önce bitmesini beklersin. işte sabah uyanınca beynimin içinde bu acıyı hissediyorum, sabah sabah inanın aklına ilk gelenler bu söz dinlemez eşkıya düşünceler olunca insanın varını yoğunu hayat sevincini yaşama arzusunu da alıp götürüyor. karamsar, olumsuz, rahatsız edici, huzursuzluk veren, insanı kemiren, ağacı yıkan nem gibi gam verecek düşünceler..

sözde cumartesi tatil günüm, bütün günüm benim ve akşam eğlence programım bile hazır. hiçbir derdim, borcum harcım, dünyevi derdim yok. neden mutlu olamazsın böye harika bir cumartesi sabahı?

bazen o kadar şiddetli oluyor ki bu zihinsel baskı, uyanır uyanmaz ağlamaya başlıyorum. dünyanın sonu gelmiş gibi bir duygu.. hayatta nelerden zevk alabilirim? bugünümü ne ile değerlendirirsem kendimi iyi hissederim? soruların cevabı yok..

her uyanışımda yeniymiş gibi görünen bu sıkkın günü, acıların gününü artık gözünden tanıyorum. o kılık değiştirip "bu sabah ciddi sorunlarınız var bayım, şimdi listeyi okuyoruz" deyip dört bir koldan anonslar yapıp beynimi sıkıştıran bunalım psikolojili gün başlıyor, her seferinde ilk kez yaşıyormuşum gibi... senelerdir hafta bir iki kez sabahları hissettiğim bu yalancı duygularla dolu günü gördüğüm zaman başıma gelecekleri anlıyorum.

22
sessiz_gemi
27.12.2010, 19:55

gittikçe daha mı gerizekalı oluyorum ne?

ya da daha dalgın?

bilmiyorum, ama bu şaşkınlığım beni korkutuyor.

bir şeyleri unutup duruyorum, sarhoş gibi dolaşıyorum bazen. ayrıntılara çok takıldığımdan mıdır bilmiyorum, asıl anlamam gereken şeyi anlamakta güçlük çekiyorum, stres oluyorum.

ayrıntılar hayatımda büyük olanaklar sağlasa da artık bir yerden beni çökertmeye başladı. acı sosuna soğanına odaklanıp hamburgerin kendisinden tat alamamak gibi bir şey.

bugün işimden evime gelirken ilk defa bindiğim serviste uyuyakalmışım. şoförden rica etmiştim, beni istediğim dört yol ağzında indirsin diye. indirdi, uyku sersemi bir süre yürüdüm ama nevrim dönmüş ya, o dört yolun hangi köşesinde indiğimi şaşırdım. ikisinden birinde ama hangisindeydi. buna göre yarın yeni servisime aynı yerden binecektim.

45 dakika oradan oraya dolaştım, bakındım, hatırlamaya çalıştım. eve geldim, google earth'ten ve panaromia'dan harita ve fotoğraflara baktım, hatırlamak için. kafayı taktım, taktım, takıntılıyım çünkü. ama bu sefer kendi dalgınlığımı affedemedim, sinirden ağladım dolaşırken sokaklarda şaşkın ördek gibi.

diyemedim "uyku sersemiydim" diye. "en fazla bir kere daha sorarsın şoföre" diye teselli bulamadım. (ki ikinci gün kolaylıkla buldum yolu)

nefret ettim kendimden, bu dalgın zihninden, küfrettim kendi beynime.

Kaderime bunu koyan tanrıya mı sitem edip sinirlensem, geçmiş hayatımda kafayı ona buna takıp zorlayan kendime mi, yoksa beni bu kadar takıntılı ayrıntıcı ve suçlu yapan anne babama mı?

23
sessiz_gemi
21.12.2010, 19:00

en yakın arkadaşım..

benim gibi nevrotik (dışadönük) olan arkadaşımla aynı evde kalırken birtakım hareketlerini mantıksız ve isabetsiz bulurdum. kafası çalışan, zeki, yetenekli, hırslı, bir mekanizmada yanlış olan parçayı hemen görebilen bu adam nasıl bazen göz göre göre yanlış hamleleri ve doğru yolu görse hatta ona gösterseler bile yanlış yolda gitmekte ısrar edebiliyordu?

arkadaşım da benim gibi takıntılı idi. kendini tekrarlayan aksak düşüncelerin ve duygu-durum bozukluğunun, kendi tespiti ve deyişi ile "anksiyetenin" kurbanı oluyor. hayata karşı dik duran, sevdiği hangi işi yapsa her türlü engelle bir brave-heart edasıyla savaşan bu adam nasıl bir endişenin altında hareketsiz kalabilirdi.

oluyor. vallahi oluyor.

ben de kararsız bir insanım. ilginç bir duygu. evimde oturuyorum. yalnız başıma. evi temizlemem gerek. müzik enstrumanıma vakit ayırmak istiyorum. bilgisayarımda okumak istediğim bir dolu ilginç yazı var. alışveriş yapmak için dışarı çıkmam gerekiyor. yapacak oyalanacak bir şeylerim var bugün. ama ben oturduğum kanepede dalgın dalgın düşüncelere dalmışım. donup kalmışım. bir kameradan izleyen olsa kamera bozuk zannedecek. sadece gözlerimi oynatıyorum, düşündükçe: korkuyorum. bütün ihtimaller tek tek aklıma geliyor. evi temizlersem yorulurum, müzik yaparsam gürültü olur komşular rahatsız olur (güpegündüz??), bilgisayarımdaki yazıları okumaya başlamadan önce günlük programıma dahil etmem gerekiyor, alışveriş yapmaya yarın da çıkabilirim. böyle düşününce hiçbir şey yapmak istemiyorum. sanki karar verip yapmaya başladığım şey yüzünden bir kelebek etkisiyle hayatım değişecek ya da diğer insanlar benim ne yaptığıma bağlı olarak günlerini farklı yaşayacaklar. nasıl bir zarar verebilirim komşularıma, nasıl bir süper gücüm var ki duvarlar arkasından başkalarının kaderlerini değiştirebiliyorum? çektiğim korku da cabası. o kadar gerçek bir korku ki, en azından bana o kadar gerçek görünüyor. beni kilitliyor ve eğer bir işe başlarsam "doğru seçeneği mi seçtim acaba, bu iş de çok zormuş en zorunu seçmişim" gibi tam tokatlık endişeler peşimi bırakmıyor.

24
30.10.2010
sessiz_gemi

Dibe Vurdum Nasıl Çıkacağım
---

Hafta içi 8-5 çalışıyorum. Mesai saati kısa olan fakat yoğun geçen ve sürekli dikkat gerektiren bir işim var. Şimdiye kadar iş hayatım hep güzel gitti. Ama yetmiyor..

İş dışında da hareketli bir hayatım olsun istiyorum. İşin, işten arta kalan zamanın ve uykunun dengesini çok iyi kurabilmek istiyorum. Bunu kurabildiğimde mutlu olacağım.
Üç sekiz derler ya.. İkisi pek elinde değildir. Sekiz saat çalışırsın. Sekiz saat de uyursun. Son derece basit ve üzerinde oynama yapmana gerek kalmayan, hayatın insana yaşamak için dayattığı iki sekiz saat. Çalışmak zorundasın, uyumak zorundasın. Önemli olan üçüncüsü diyorum. Tüm özgür iradenle şekillendirdiğin, gerçekten yapmak istediklerini yaptığın o üçüncü saat, en hassas olanı.

Sosyalleşirsin, içersin, gezersin, hep öğrenmek istediklerini öğrenirsin, hep denemek istediklerini denersin, sevdiklerini ararsın, sevdiğinle birlikte olursun, spor yaparsın, stres atarsın, bağırır, çağırırsın, konuşursun, farklı fikirler dinlersin, gülersin, okursun, izlersin.. Yapmak istediklerini yaparsın.

Üçüncü sekiz saatte yapmak istediklerini yaparsın lakin insanın fıtratı denge üzerine kuruludur ki bazı şeyleri bu üçüncü saate kesinlikle dahil etmelisin. Nedir, haftalık stresini atabileceğin bir zamanın olmalı, ileride keşke dememek için o hep yapmak istediğin şeylere zaman ayırman lazım,  fiziksel ve dolayısıyla ruhsal dengen için spor yapman lazım, gülmen lazım, güldürmen, beraber kahkaha atman lazım. Hayatın tekdüze gittiği izlenimine kapılmamak için yeni bir şeyler öğreniyor olsan güzel olur, alternatif olarak yeni yerler görüp yeni insanlar tanımak da insanı tazeler.

Ben zamanında denedim oldu, her şey çok güzeldi. İyisini görmeseydim şimdiki halime hayıflanmazdım zaten.

Şimdi dengem bir şekilde altüst oldu.

Domino taşları gibi yıkıldı hayatımın bütün düzenleri. Ama anlıyorum ki bu oyunda tüm taşlar aynı boyutta değildi, bazıları büyüktü ve onların ayakta kalması gerekiyordu. Diğer küçük taşlar yıkılsa bile bu kocaman taşlar küçük taşlar yüzünden yıkılmıyordu ve hayatın dengesini de koruyordu.

Benim büyük taşlarım spor yapmak, yeni şeyler öğrenmek, eskiden beri isteyip yapamadıklarımı azimle çalışıp yapabildiğimi görmek.

Bunları aksattım işte ben. Hayatımın ritmini bozdum. Bir amacım vardı tabi, boşa atış yapmadım.

Düzelecek hepsi diyorum yarın öbürgün, teselli ediyorum kendimi. En azından iki sekizim hala güzel. İşim tıkır tıkır, uykum mışıl mışıl. Üçüncü sekizim de dengeye oturdu mu keyfime diyecek olmaz.

O zaman hayat bana satranç gibi zevkli gelir. Satranç oynarken kafa yorgunluğunu hisseder misin? Tersine. Kendini zeki, zinde ve mutlu hissedersin satranç oynarken. Oyuna konsantre olursun, mücadele sana hiç olmadığı kadar huzurlu hissettirir. Ben yeni oyuna henüz başlayamadım ama şimdi satranç taşlarını diziyorum.

Yakın zamanda oyun başlayacak ve ben hayatımın bu "dibe vurmuş" dönemi aklıma geldiğinde "oh be" deyip kendinden emin, vakur bir eda, mayhoş bir gülümsemeyle keyifleneceğim.



18.12.2010 19:45
sessiz_gemi

bu sitenin ana sayfasındaki EYSENCK Kişilik Testi'ni uyguladım. Nevrotik içedönük çıkmıştım. Nedir, mükemmeliyetçiyim, sürekli endişe ve kaygı içindeyim, takıntılı düşünce ve korkularım var, aklıngan ve tedirginim, gündüz rüyası ve fantazilere dalma eğilimindeyim, yaptığım elde ettiğim başardığım şeyleri küçümsüyorum, derin düşünce analiz yeteneği ve yaratıcılık ve sorumluluk gerektiren çalışma alanlarında başarılıyım.. testin bana söylediği uzun paragraftan bana uyanlar işte bunlar. testi kendinize uygulamak isterseniz bağlantı burada http://www.huseyinkacin.com/dosyalar/eysenck_kisilik_testi.zip

duygusal yoğunluğum sürekli değişiyor, bir an çok mutlu oluyorum iki saat sonra karadenizde gemilerim batmış bir ruh hali, iki saat daha sonra tekrar oyuncak şeker alınmış bir çocuğun saf mutluluğu benle oluyor.
aklım başımda, evim var, işim var, kariyerim, sosyal çevrem, hobilerim, herşeyim var. çevremde rahatsız olduğum yüzünü görmek istemediğim kimse yok. işimi seviyorum. buna rağmen zaman zaman mutsuz hissediyorum kendimi. bu noktada okuyucu "daha ne istiyorsun" diye beni dövmek istiyor olabilir, ben de bazen kendimi dövmek istiyorum, herşey güzel giderken neden mutlu olamıyorum diye.. şöyle ki, ben bir içedönük'üm. içimde bir dünya kurdum, günümün yarısından fazlasını kendi mutlu olabildiğim bu dünyada geçiriyorum. zihnimi oyalayabilecek o kadar çok oyuncak var ki içeride. bir nevi Disney Land, kendimi bıraksam saatlerce bir şeyler düşünüp durabilirim, çok feci alışkanlık yaptı bu hayalimde kurduğum dünya.. amma ve lakin bu hayal dünyamda endişe, korku ve sonu felaketle biten senaryolar o kadar çok ki. başıma ufacık bir olumsuz olay gelse "bunun sonu nereye varacak" diye birkaç dakikada başrolünü oynadığım bir korku filmi yazabiliyorum. başıma ufak bir taş düşse "bunun bünyemde ne gibi etkileri olabilir, en son nokta nedir" temalı bir makale hazırlayabilecek kapasitem var yani. mesela bugün kendimi biraz mutsuz hissediyorum, bir yazı hazırladım, şu başlığa bir bak: "bir obsesifin dramı". hayalinde ne canlandı gördün mü? o görüntüyü ben yarattım. bugün biraz mutsuz olan sessiz_gemi'nin hayali acılı ölüm senaryosu sanki.

günlük hayatta ara ara notlar alıyorum kendime, kendi senaryolarım, kendi hikayelerim, ayaküstü yazdığım sancı tetikleyen düşünceler. sonradan okuyunca gülüyorum kendi yaşadıklarma. Amerikalı komedyen Carol Burnett ne demiş, Komedi = Trajedi + Zaman


12.12.2010 17:20: Pazar akşam minibüse bindim. Tam binerken arkadan gideceğim yere tek vesait gidebileceğim başka bir dolmuşun geldiğini gördüm. Şoföre uyduracağım basit bir bahaneyle inip arkadakine binecektim. Ama o diğer minibüsün hattı çok dolanmıyor muydu, hem ya yanlış görmüşssem. Peki şimdiki minibüsle aktarmalı olarak gideceğim ama çok daha kestirme yollardan gidiyor.. Ama ya ikinci vesait için ödemen gereken ek 1.25 lira? Sosyal çekingenliğime karşı kendimi zorlayıp şoföre inmek istediğimi söylemenin bana getireceği 1.25 lirayla iki sabahlık gazete paramı çıkarabilirdim. Öte yandan 1.25 kısa için çekingenliğimi zorlayıp ruhumda parayla düzeltemeyeceğim bir yara açabilirdi. (ikilem, ikilem..)

12.12.2010 17:46: acaba bu günlüğü tutarak içimi döküp dertlerimi yararlı geribildirimler haline getirebiliyor muyum? Ya da tam aksine dikkatimi bu günlüğe verip dertli hayatıma bir takıntı daha mı ekliyorum? Neyse, günlüğü tutayım, güzel bir fikir gibi.

12.12.2010 19:50: eve dönüşte benzin istasyonunun marketine uğradım. marketten çıkarken bir üzerinde Trafik Sinyalizasyon yazan bir doblo kapıya doğru yanaştı. Üzerinde bulunduğum kaldırıma yaklaştı, durdu. Ben birkaç adım attım, araba arkamda kaldı. Bir motor sesi duyunca döndüm araba tekrar harekete geçmiş ve ben kafayı çevirip yana çekilmesem yan ayna bana çarpabilirdi. Burası Türkiye, burası İstanbul, sözde trafik sinyalizasyon ekibi olacaklar. Ne dangalak sürücüler var diyerek adama arkasından ana avrat düz gittim. Canım sıkıldı. O sürücü insan hayatına saygı duyan diğer iyi insanlarla aynı semtte yaşamayı hak etmiyor.

sessiz_gemi

25
Genel Tartışma / TAŞINDI: Cinsel Sapkınlıklar
« : 28 Kasım 2010, 12:19:41 öö »
Bu konu Cinsellik isimli bölüme taşınmıştır.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=372.0

27
Psikoloji / Ynt: Fetişizm
« : 30 Ekim 2010, 01:31:33 öö »
137
(kötü) annenin cezalandırılıp yerine bebek bezinin geçtiğini düşündürmektedir. Böylelikle bebek bezi bir zamanlar sevilen, ihtiyaç duyulan anne yerini almaktadır. Pek çok fetişist, annelerinin içsel temsilinden tam olarak ayrılıp bireyleşememişlerdir. Bu nedenle, ayrı bir birey olarak içsel ve dışsal nesneler tarafından yok edilme tehlikesi hissederler. İçselleştirdikleri ezici anne figürü sapkın cinsel davranış olarak ortaya çıkabilir. Diğer yönden, sapkın cinsel davranış yoluyla içselleştirdikleri anne üzerinde kontrol sağlıyor olabilirler (Gabbard 2000) .
Fetişizm a) fetiş, kadın bedeninin bir parçasıdır, b) kadın kıyafetinin bir parçasıdır, c) fetiş özel bir materyaldir, d) hayvan fetişizmi olarak sınıflandırılmıştır (Mason 1997) .
Fetiş nesnelerin rahmi ve vajinayı temsil eden kap veya oyuk eşyaların olduğu öne sürülmüştür. Bazı yazarlar da fetiş nesneleri, nesnenin maddesi (kauçuk, deri) ve şekli (ayakkabı, kemer) gibi iki ayrı gruba daha kategorize etmişlerdir. Fetiş nesneler parlaklığı, yapısı, şekli, kokusuna göre incelemiş ve algısal tercihe göre sınıflandırılmıştır. Ona göre bu özelliklerle anne veya önemli biri arasında bağ olduğuna dikkat çekilmiştir. Nesne, arzulanan kişi ile özdeşleşmeyi temsil eder ve gelişimde kritik bir dönemi belirtir. Örneğin ayakkabının, dişi pubik bölgesine benzediği öne sürülmektedir (Mason 1997).
Bay B’nin de sadece bebek bezi tercih etmesi bu bezin kullanılmış olmasının önemli olduğu, dolayısıyla bebek bezinin annesi ile arasındaki bağı temsil edebileceğini düşündürmektedir. Bebek bezinin kendisinin de vajinayı temsil edebileceğini düşündürmektedir. Yine bebek bezi geçiş nesnesi olarak düşünüldüğünde, empatik kendilik nesnelerinin yokluğunda hatalı içselleştirme sürecinin sapkın cinsel etkinliğe yol açabileceği düşünülmektedir. Böylelikle cinsellik, acı veren ve kendilikte travmatik hasara yol açan deneyimleri kontrol etmeyi sağlıyor olabilir (Gabbard 2000).
Parafililerle kişilik bozukluğu, psikiyatrik hastalıklar ve suç işleme, sıklıkla birlikte görülür (Wilson 1981). Nörotik organizasyondaki hastaların parafilik etkinliği cinsel üstünlük sağlamak için, psikotik sınırda olan hastaların ise kendiliğin dağılmasını engellemek için kullandıkları düşünülmektedir (Gabbard 2000). Bay B’de fetişistlerde gözlenen sınır kişilik organizasyonu ile şizotipal özellikler dikkat çekmektedir. Buradan Bay B’nin bebek bezini kendiliğin dağılmasını engellemek için kullandığı düşünülebilir. Bebek bezinin bir geçiş nesnesi olduğu ve bu nesne yoluyla, annesinin kendi bakımını bırakmasıyla oluşan travmatik deneyimi kontrol altına aldığı düşünülebilir.
Sapkın erkeklerin çoğunluğunun cinsel olarak kısıtlayıcı ailelerden geldikleri ve bu erkeklerin pornografiyi çocukluklarında görmedikleri belirtilmektedir (Wilson 1981). Bay B’nin ailesi de benzer yapıdadır. Kalabalık ve özensiz ortamda olan arka arkaya doğumlar Bay B’nin uygunsuz ve yaşına uymayan biçimde uyarılmasına sebep olmuş olabilir. Öte yandan, cinselliğin ayıp, günah olarak tanımlandığı aile ortamı da Bay B’ye cinsellikle ilgili çelişkili mesajlar vermiş olabilir. Bütün bu çelişkili mesajlar Bay B’de suçluluk duygusu uyandırmış olabilir.
Ayırıcı tanıda, psikiyatrik öykü ve muayenesinde sanrılar, varsanılar, dezorganize konuşma, dezorganize davranış olmadığından psikotik bozukluklar; depresif, taşkın, kabarmış ya da öfkeli duygudurum olmadığından duygudurum bozuklukları dışlandı. Bay B’nin psikiyatrik öyküsünde askerlik yaptığı sırada bayılma şikayetleri nedeniyle anksiyete bozukluğu tanısı konduğu ve EEG’sinde “beta disritminin” (anksiyete bozukluğu ile uyumlu) olduğu öğrenilmişse de serviste bulunduğu süre içerisinde hiçbir anksiyete, korku, kaçınma ya da artmış uyarılma belirtileri olmadığı ve çekilen tüm EEG’leri normal olduğundan anksiyete bozuklukları dışlandı. Bütünleşmiş bilinç, bellek, kimlik, çevrenin algılanmasında bozukluk olmadığından disosiyatif bozukluklar dışlandı. Literatürde fetişizm ve temporal lob epilepsisi birlikteliği hakkında olgu sunumları dikkat çekmekle birlikte Bay B’nin çekilen tüm EEG’lerinin normal olduğu görülmüştür; ancak, bebek bezi bağlama davranışının 6 yaşında çatıdan düştükten sonra başlaması şüpheli de olsa bir temporal lob patolojisini düşündürmektedir. Ancak, Bay B’nin çatıdan düştükten sonra hastaneye götürüldüğü, herhangi bir yaralanma ve bilinç kaybının olmadığı, izleminde de herhangi bir sorun olmadığı belirtilmiştir. Bu durum da bizi temporal lob patolojisinden uzaklaştırmaktadır. Bay B’nin klinik izleminde alkol ve madde kullanmadığını bildirmesine karşılık idrar incelemesinde tetrahidrokannabinol (THC-50) ve kan testinde etil alkol pozitif bulundu. Bay B’de serviste bulunduğu süre içerisinde entoksikasyon ve yoksunluk bulgusu gözlenmedi. Yine ailesinden 12 aylık bir dönem içinde klinik açıdan belirgin bozulma ya da sıkıntıya yol açan uygunsuz bir alkol-madde kullanımının olmadığı öğrenildi. Her ne kadar laboratuvar bulguları pozitif olsa da bu, tek başına alkol-madde kötüye kullanımı ve bağımlılığı tanılarını koymak için yeterli değildir. Bu nedenle de alkol ve madde ile ilişkili bozukluklar dışlandı.

Fetişizm, klinik psikiyatride nadir görülen, daha çok da adli sorun yaşandığında karşılaştığımız bir durumdur. Genellikle fetişistler bozukluklarına uyum sağlarlar ve bu davranışlarından şikayetçi olmazlar. Bireyin cinsel arzuları aşırı olduğunda ve toplumsal uyumunu bozduğunda yardım gerekebilir.

28
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91


aarman@hurriyet.com.tr 
 
Ben o deliyim işte.

40 akıllının çıkaramadığı taşı kuyuya atan.

Kuyu da ne kuyuymuş ama.

Tek hücreli bir amip olarak, fetişistlerin karmaşık dünyasında kendimi kaybolmuş olarak buldum. Ben değil miydim, seksle ilgili herhangi bir meselede kendisini cesur zanneden, car car konuşan. Olur olmaz yerlerde çıkıntılık yapan. Beni öyle bir mail yağmuruna tuttular ki, artık ayak görmek istemez hale geldim. Daha samimi bir itiraf gerekiyorsa, bu konu bana ağır geldi. Kendimi küçük bir kız gibi hissettim. Bildiklerim, fantezilerim tehlikesiz ilkel ve hafif kaldı. Öyle bir hale geldim ki, ‘‘Bir fetişim bile yok’’ dedim. Zafer'le oturup çareler aramaya başladık, uygun organlar aradık, yine de işin içinden çıkamadık. Sevgili kocam ‘‘Takma kafana’ dedi, ‘Onlar da insan biz de insanız’’.

*

Tamam sululuk yapmayı kesiyorum.

Ama hakikaten zorlu konuymuş.

Üniversite tezi hazırlamadığın sürece altından kalkabilmen mümkün değil. Fetişizm dediğin bir organdan ibaret değil çünkü. Ya da bir organın yüceltilmesi, ona tapınılması değil. Ayak fetişisti lafını gördüğüm anda, ben bu ilişkiyi ayakla sınırlı bir şey zannetmiştim. Değilmiş. Freud bunu kadın-erkek cinsellik farkının çok geç yaşta öğrenilmesine bağlıyormuş. O zaman ne oluyormuş? İnsanlar öğrendikleri halde, bunu kabul etmekte zorluk çekiyorlarmış.

O yüzden ilgi başka bir yere kayıyormuş.

Fetiş olayında, fetişin ayak olması gerekmiyor, başka şeyler de olabilir, ama en yaygını ayak. Bazı psikologlara göre fetişizm kaynağında çocukluk da yaşanan bir takım olaylar da etkiliymiş. Cezalandıran bir dadı mesela. Ya da çocuğunu ayaklarında sallayarak uyutan bir anne. İş büyümeye başlayınca insan tırsıyor haliyle. Çünkü bir noktadan sonra yelpaze genişliyor. İşin ucu önce submissive eğilime (yani dominant eğilimli bir kadına boyun eğmeye) sonra mazoizme ulaşıyor.

*

Aslında neyin normal neyin anormal olduğu durduğun yere göre değişiyor tabii. Karşındaki adam ‘‘Ben köle olmaktan hoşlanıyorum ve benim dominant eğilimli, efendi rolü oynamayı seven, emirler yağdıran bir partnerim var, o da hoşlanıyor bundan’’ diyor ve soruyor sana: ‘‘Bunun neresi anormal?’’

Onun durduğu yerden tabii herşey normal. Ama benim durduğum yerden bu kavramlardan hoşlanmayan ya da habersiz olan birileri için tabii ki anormal. Ayrıca şöyle bir gerçek daha var: Bana bunları anlatan insanlara göre de bazı fetişistler kabul edilebilir, bazıları edilemez. Çünkü kişiye göre değişiyor. Çünkü bu tek bir şey değil. Açıktan başlayıp koyuya doğru gidiyor. Şiddeti kademe kademe artıyor.

Eylemler ve haliyle terminoloji çeşitleniyor.

Bu fetişizm ve submissive meselesinde öne çıkan duygu, aslında boyun eğme. Kendini köle gibi hissetme ve bundan mutluluk duyma. Kadınefendi mesela mumla aranıyor. Tuhaf geliyor değil mi, bana da öyle geliyordu, komik geliyordu, hatta elimde olmadan alaya da alıyordum. Şimdi farkediyorum ki, hayır öyle değil, son derece ciddi bir şey bu.

*

Kendi işinde üst noktalara gelmiş, kariyer sahibi, yaratıcı, çok forslu insanlarla konuştum.

Mümkün değil, o adamın takım elbiseler içindeki haline bakıp, karanlık çöktüğünde böyle bir şeyi talep edeceğini beklemek. Bir kadının kölesi olmak istemesini anlayabilmek.

O yüzden, bu hafta benim için çok zor geçti, bir yandan anlamaya çalışıyorum, dolu dolu mail okuyorum, tam bitti diyorum, tekrar göndermeye başlıyorlar, bitmez tükenmez öyküler, hikayeler.

Offf yani.

Biz ayrı dünyanın insanlarıyız.

Ama o insanların dünyası da zannettiğiniz gibi değil. Az da değiller. Sayıları eminim sizi de şaşırtır. Gerçekten her yerdeler. Üstelik dünyanın her yerindeler. Türkiye hariç değil. Bu şehirde profesyonel yerli yabancı mistress'ler var. Dünya çapında nam salmış kadınlar bu kentte konuşlanmış durumda. Bunlar metres değil, kadın efendi. Ve çok kiymetliler. Ve üstelik dünyanın parasını kazanıyorlar. Dolarla. Güzel olmaları gerekmiyor işlerini iyi yapsınlar, ayaklarını iyi kullansınlar yeter. Bir hafta önce birileri bugün duyduklarımı bana anlatsa hadi oradan derdim. Sadece Manhattan'da çeşitli sado mazo kulüplerde yaşanır bunlar zannederdim.

O oooooo.

İstanbul almış yürümüş.

*

Kendi aralarında haberleşiyorlar.

Ama ulaşmak istedikleri hedef daha büyük. Gay'ler gibi örgütlensinler, sosyalleşsinler istiyorlar. Ve birileri bunun sapık bir şey olmadığını kavrasın istiyorlar. Doğrusu beni de oyuna getirmeyi başardılar. Aniden ve o kadar çok sayıda karşıma çıktılar ki, ben damla zannederken okyanusla karşılaştım.

İşi biraz sulandırabilir miyim?

Nedense bu röportajlardan birini yaparken, küt diye Zafer eve geldi. Ne görmeyi umuyordu bilmiyorum. Ama yüzündeki ifadede bir suçluluk vardı. O da mı merak etmişti neydi. Konuştuğum kişi, ben ve kedim şaşkınlıkla ona baktık. Hiçbir röportajım sırasında çat kapı gelme huyu yoktur. Ayaklarımın sağlam durup durmadığını kontrol etmek gibi gizli bir niyeti de olabilir, bilemem tabii. Suçlu suçlu arka odaya gitti. ‘‘Hayırdır?’’ diye sorduğumda, ‘‘Burası aynı zamanda benim de evim değil mi?’’ diye söylendi. Tuhaftır ya da rastlantıdır, bu röportajları yaparken ayağımda hep kapalı ayakkabılar vardı.

Çünkü onlarla konuşurken, kendi ayaklarını elinde olmadan müstehcen bir şeymiş gibi algılamaya başlıyorsun. Sahilde çıplak ayakla dolaşmak başka, bir ayak fetişistinin önünde çıplak ayakla oturmak başka.

Ama şimdi haklarını yemeyelim, hiç de öyle saldırgan, rahatsız edici tipler değil. Başkaları başka türlü düşünebilir ama ben bir şey görmedim. Son derece eğitimli, hatta elit insanlar. Hatta bir tanesi, ‘‘Köylülerden gay çıkar ama ayak fetişisti çıkmaz’’ dedi. Güldüm. Gizli kaldığı için, kapalı kapılar ardında yaşandığı için, daha az sesleri çıkıyor. Üst düzey olanları hallerinden mutluluk duyuyorlar. Ama tabii dilediği gibi fantezilerini yaşayamayanlar da var. Yirmi yıllık evli olup, ayakları çok güzel olan karısının parmaklarını bir kez bile öpememiş, bunu talep edememiş ve bu yüzden acı çekenler de bulunuyormuş.

Tabii yine de kabul etmek gerekir ki, Türkiye'de bunu yaşamak çok kolay değil, İnternet sağolsun ama, yine de aralarında başı belaya girenleri bile var. Hemen bir anektod aktarayım: Ayak fetişisti olan bir arkadaş, sokakta ayaklarınızın kölesi olabilir miyim dediği on kadından beşinde amacına ulaşmış. Dördü ‘‘No mersi’’ demiş, ama bir tanesi de ne yapmış? ‘‘Ayaklarımın güzel olduğunun ben de farkındayım’’ demiş. Bunun üzerine erkek de, kadın tereddütlü acaba biraz daha ısrar mı etsem diye düşünmüş. Kadın bankaya girmiş, meğer içeride polise telefon edermiş. Tabii karakolluk olmuş. Böyle tatsızlıklar da yaşamak mümkün.

*

Fetişistler için tek tehlike karakolluk olmak değil, submissive eğilim gösteren, yani köle olmayı tercih edenlerin hoşlandığı eylemlerden biri de bir kadın tarafından çiğnenmek.

Bu işlem topuklu terlikle ya da ayakkabıyla yapılırsa çok acı veren bir şeymiş, hatta doğru basmasını bilmeyenler adamı öldürebilirmiş. Söylüyorum, bu fetişizm meselesi bana biraz ağır geldi. Üstelik hepsini anlatmıyorum. Zafer, ‘‘Seni serin ve yüksek bir yere tatile göndereyim biraz dinlen’’ bile dedi. Çok ciddiye aldım. Ayaklarımla birlikte gitmeye karar verdim. Belki biraz hafiflerim. Size de rüzgarlı serin günler dilerim.

Fetişist arkadaşlara da selamlarımı iletir, bu konuyla ilişkimi kestiğimi bildirmek isterim.

Son durak, ben iniyorum.


AYŞE'NİN HAMİŞİ


Arkadaşlar! Bu ekin çeşitli yerlerinde ayakla ilgili yazılar var. Hepsini okuyun. Farklı görüşler yer alıyor. Bu adamlar tehlikeli diyen var, demeyen var. Neyse yani. Benden bu kadar. Artık tatildeyim. Ayaklarımı havuza sokuyorum. Ama o ayaklar benim. Bu dosyanın, haberin bir parçası değil. Diyeceğim o ki, birbirinizle iletişim kurmak istiyorsanız beni unutun. Ben bu konunun posta kutusu olmak istemiyorum. Nedense başıma gelecekleri biliyorum, anlıyorsunuz değil mi, önlem almaya çalışıyorum.
(Tek k, çift değil, bu da size yapacağım son iyiliktir!)

29
Psikoloji / Ynt: Fetişizm
« : 30 Ekim 2010, 01:29:11 öö »


KAYNAKLAR
Brandon S (1980) The range of sexual variations. Clin Obstet Gynaecol, 7: 345-361.
Chalkley AJ, Powell GE (1983) The clinical description of forty-eight cases of sexual fetishism. Br J Psychiatry, 142: 292-295.
Fenichel O (1945) Nevrozların Psikoanalitik Teorisi (Çev. Tuncer S). Ege Üniversitesi Matbaası, Bornova-İzmir, 1974.
Gabbard GO (2000) Psychodynamic Psychiatry in Clinical Practice, 3. baskı, Washington, American Psychiatric Press, s.299-307.
Juninger J (1997) Fetishism: Assessment and Treatment. Sexual Deviance Theory, Assessment, and Treatment, 1. baskı, D.Richard
Laws, William O’Donohue (Ed), New York. Guilford Publications, s.92-110.
Mason FL (1997) Fetishism: Psychopathology and Theory. Sexual Deviance Theory, Assessment, and Treatment, 1. baskı, D.Richard Laws, William O’Donohue (Ed), New York. Guilford Publications, s. 75-91.
Money J (1984) Paraphilias: Phenomenology and Classification. Am J Psychother, 38: 164-179.
Wilson G D (1981) Sexual deviations. Br J Hosp Med, 8-15.

30
Psikoloji / Ynt: Fetişizm
« : 30 Ekim 2010, 01:28:21 öö »
TARTIŞMA
Sapkın fanteziler, erişkin cinsel davranışında görülebilir, ancak zorlantı olarak yaşanmadığından sorun olarak algılanmazlar (Gabbard 2000). Parafili, erotik olarak uyarılma durumunu başlatmak, sürdürmek, orgazma ulaşmak için obsesif şekilde garip bir uyarana bağlı olduğundan sapıklık olarak kabul edilir. Otuz farklı parafili tipi tanımlanmıştır (Money 1984). Fetişizm, seksüel çeşitlilik sınıflandırılmasında, cinsel olarak uyarılmak için eşe ihtiyaç duymayan parafili grubunda sınıflandırılmaktadır. Cinsel uyarı için genellikle kadın iç-çamaşırı, kadın ayakkabısı ve kadın vücudunun cinsel olmayan bölümleri kullanılır. Fetişizmde normal bir ilişkiden elde edilen doyuma fetiş nesnesi ile ulaşılır (Brandon 1980, Gabbard 2000). Çoğunlukla erkeklerde rastlanır. Kadınlarda cinsel tercihler erkeklerden daha kısıtlıdır. Bu durum fetişizm için de geçerli olduğundan kadın fetişistlere seyrek rastlanır (Mason 1997).
Fetiş parafililerden bebek bezi fetişizmi (autonepiophilia) erken yaşta gelişir (Money 1984).
Chalkey ve Powell’ın 1983’teki çalışmasında olguların % 43.8’inin fetiş kıyafeti giydikleri, % 22.9’unun fetiş kıyafetini başkasının üzerinde görmekten hoşlandıkları, % 12.5’inin kauçuk nesneyi rektuma soktuğu, % 21’inin okşadığı, emdiği, yaktığı belirtilmiştir (Juninger 1997, Money 1984, Brandon 1980).
Bay B’nin bu bezleri 2-3 saat kendi bedeniyle ten teması olacak şekilde anne ve babanın yatak odasında bağladığı dikkat çekmektedir.
136
Fetiş nesnenin çalınması sık görülen bir davranıştır. Fetişistlerin % 25’i fetiş nesneyi çalarlar. Genellikle de iç giyim eşyaları, ayakkabılar çalınır. Nadiren de fetişist, fetiş nesneyi giyen insanı izler ve gözetler veya fetiş beden bölgeleri ile temas kurmak için saldırabilir. Fetiş nesneye yönelik zorlantı benzeri dürtü, bozukluğun özelliğidir. Bu yönüyle obsesif kompulsif bozukluğa benzer (Mason 1997) .
Fetişizmde yasal sorunlar çoğunlukla hırsızlık nedeniyle olmaktadır (Juninger 1997, Mason 1997). Bay B’nin de bebek bezlerini çalarak elde ettiği, evde kendi kardeşlerine ait bebek bezleri de bulunmasına rağmen komşulara ait bezleri çaldığı dikkat çekmektedir.
Fetişistlerde fetiş olan nesneye tek başına sahip olma itilimi çok belirgindir. Bu kişilerden bazıları koleksiyoncu olarak bilinirler (Fenichel 1945). Bay B’nin de bebek bezlerini benzer şekilde biriktirmesi ve kimsenin atmasına izin vermemesi fetişistlerde görülen koleksiyonculuk özelliği ile uyumlu görünmektedir.
Fetiş, kendi değeri önemsiz bir nesne olabilir, fakat fetişistin aşırı değerlendirmesiyle büyük önem kazanır. Koku, çoğu kez bu değerlendirmede belirleyici bir etmendir (Fenichel 1945). Bay B’nin tercih ettiği bebek bezlerinin kullanılmış olması kokunun önemini ve normalde kendi değeri önemsiz olan kullanılmış bebek bezlerinin aşırı değerlendirildiğini göstermektedir.
Bay B’nin verdiği bilgi ve test sonuçlarının çelişmesi, Rorschach kartlarını reddetme eğilimi göstermesi, MMPI uygulamasında test yönergesini kavrayamadığını öne sürmesi ve kendisini hafif depresif sunması ile güvenilirliğini azalttığı görülmektedir. Nitekim böyle bir adli sorun yaşayanlarda genelde savunucu tutumun gözlendiği ve güvenilirlik sorununun yaşandığı dikkat çekmektedir.
Genital uyarı ve bebek eşyaları ile erken çocukluk deneyimleri, bebek bezi ve emzik türünde eşyalar gibi fetiş nesnelerin oluşmasına yol açabilmektedir. Fetişizmin, klasik koşullanma sonucu öğrenilmiş bir davranış olduğu öne sürülmektedir. Çalışmalarda fetiş nesnenin çocuklukta fark edilip (4 yaş civarı), ergenlikte de cinsel olarak uyarıcı hale geldiği dikkat çekmektedir (Mason 1997, Wilson 1981). Bay B’de bebek bezi bağlama davranışının 6 yaşında başladığı ve 12 yaşında da cinsel olarak uyarıcı hale geldiği görülmüştür. Freud, fetiş nesnenin seçiminin çocuklukta olan travmatik deneyimlerle ilgili olduğunu belirtmiştir (Fenichel 1945). Başka bir ifade ile sapkınlıkta, çocukluk travmasının erişkin başarısına dönüştürüldüğü belirtilmektedir. Hastaların, çocuklukta olmuş küçük düşürücü travmaların öcünü alma amacıyla fanteziler kurdukları düşünülmektedir. Bu öç alma, sapkın davranış sırasında eşi küçük düşürme ve ilişkiden uzak durma şeklinde olabilmektedir (Gabbard 2000). Freud’a göre fetiş nesne penisi temsil eder, erkeği kastrasyon korkusundan korur ve penisi olmayan kadının inkarıdır. Fetişist, kadın genitalini reddeder ama gerçekte kadının penisinin olmadığını bilir. Dolayısıyla ego-bölünmesi gelişir. Fetiş nesne oluşumunda, anneden ayrılma ve prefallik fazda oluşan anksiyetenin önemli olduğu belirtilmektedir. Fetişistlerin düşük öz güven ve yetersizlik duygusunu aşabilmek için cansız nesnelere yöneldikleri öne sürülmektedir. Fetiş davranışın erken yaşta ebeveynin kötü tutumlarının yol açtığı travmaya yönelik oluştuğu belirtilmektedir. Fetiş nesne oluşumunda 1) birey çocukluğunda ona zarar vermiş olan kişiyi (nesneyi) cezalandırır, 2) nesneyi insandan ayırır, 3) cansız nesneyi çalınan insanla birleştirir, 4) fetişi bir zamanlar sevilen, ihtiyaç duyulan ve travmatize eden kişi yerine tercih eder (Mason 1997).
Kastrasyon anksiyetesi penisi olmayan kadının keşfine yol açar. Fetiş nesnesi yer değiştirme mekanizması ile oluşur. Burada bölme, nesneyi insandan ayırma, aşırı değerlendirme savunma mekanizmaları rol oynar. Başka bir ifade ile yetişkin cinselliği yerine çocuk cinselliği tercih edilir. Bu, gelişimdeki bir duraklamaya ya da bir regresyona bağlı olabilir. Ancak çocuk cinselliğinin belirgin bölümleri bastırılmıştır. Çocuk cinselliği öğesinin hipertrofisi bu bastırmayı pekiştirmek için kullanılmaktadır. Fetiş nesne çocukluktan gelen kendi değeri önemsiz bir nesne olabilir. Ancak fetişistin aşırı değerlendirmesiyle büyük bir önem kazanır. Kadın penisini temsil eden bir nesne, ancak kadın vücuduyla ilişkili olmadığı sürece cinsel heyecan uyandırır. Başlangıçtaki obje bastırılır ve sadece onun bir bölümü olan fetiş, abartılmış bir şiddette bilinçli kalır (Mason 1997, Wilson 1981, Fenichel 1945).
Bay B’nin bakımı, 1 yaşından sonra annenin hamileliği nedeniyle abla tarafından yapılmıştır. Bu durum, annenin hamileliğinin ayrılma-bireyselleşme evresinde oluşabilen normal seperasyon anksiyetesini daha da artırdığını; onu terk eden

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 13