Gönderen Konu: Manevi Yaşam: İçimizdeki Biz Korku Kültürü Gerçek Özgürlük Doğan Cüceloğlu  (Okunma sayısı 10262 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Manevi  Yaşam

Manevi yaşam, evrenin tümü içinde bir anlam bulma, hayırla anılma, bir isim bırakma, yaşama bir katkıda bulunmayı kapsar. Önce şunu belirteyim: Bu gereksinim her insanda var; sokaktaki insanda da, üniversite profesöründe de, kendini tamamıyla dine vermiş olan kişide de, Allah’a inanmayan ateistte de. Kişi diğer gereksinimlerini çözümleyip karşıladıkça, yavaş yavaş manevi yaşamla ilgili gereksinimlerinin bilincine varmaya başlar.
Evlilik öncesi ilişki içindeki kişiler sadece kendilerinin değil, beraberce, yaşama katkılarının ne olacağının bilincine varabiliyorlar mı? Her birinin kendi için gördüğü yaşam anlamı birbiriyle uyuşuyor mu?
İstanbul’da, yıllar önce (sanırım 1979 yazıydı) bir sosyal toplantıda yabancı bir hanımla tanıştım. Güzel bir hanımdı ve bana çok yakınlık gösteriyordu. Kendisiyle daha sonra buluştum ve hayretle şunu öğrendim: Hanım evliydi ve kendine özgü bir din anlayışını kocasıyla paylaşıyordu. Beni hayrete düşüren, her eşin karşı cinsten başka biriyle cinsel ilişki kurarak onu kendi dinlerine davet etmesiydi. Bu kadının iki çocuğu vardı ve ikisi de kocasındandı. “Ama başkasından da olsa sorun olmaz, çünkü çocuk Tanrı’nın izni olmadan bize gelmez,” diyordu.

O kadar merakımı çekti ki, bu çifti ve onların İstanbul’daki çevresini yakından tanımak istedim. Onların çevresine girince, karı koca ilişkisi yönünden gördüklerim, 1975-1976 yıllarında Berkeley’de (Kaliforniya, ABD) gördüklerimi andırıyordu. Evlerinde herhangi bir gerginlik hissetmedim, birbirlerine çok neşeli ve yakındılar. Çocuklar mutluydu. Birçok arkadaşları vardı ve aralarında sıcak bir ilişki olduğu hemen görülebiliyordu.

Orada, kişinin kendini evrende bir anlama adamasının, belirli bir yere koymasının insan ilişkilerindeki büyük gücünü gördüm. Doğal olarak karısını diğer erkeklerden; kocasını diğer kadınlardan kıskanması gereken bu iki insan, kendilerini adadıkları bu tür bir dini inanç yüzünden şimdi farklı davranıyorlardı. O akşam çocuklarıyla konuşmalarında sürekli bir müşterek inancın ortaya çıktığını gördüm.

Bu örneğin uç bir örnek olduğunun bilincindeyim. Bu evliliğin devam edip etmediğini de bilmiyorum. Benim kişisel kanım,  bu ilişkide denge yoktu ve onların “din” dedikleri bir ideoloji tüm yaşamlarını hakimiyeti altına almıştı.
Burada vurgulamak istediğim nokta şu: İlişki içinde olduğunuz insanlarla manevi yönden neyi paylaşıyorsunuz. Sizin evrende kendinizi nerde gördüğünüz, yani yaşamınızın anlamı, onun yaşamının anlamı ile uyuşuyor mu? Yüzde yüz uyuşması şart değil, ama sizin bunun bilincinde olmanız ve aradaki bu farkın özellikle çocuk yetiştirirken bir sorun olarak karşınıza çıkacağını bilmeniz gerekir. Sizin katkınız, onun yaşama yapacağı katkı ile benzeşiyor mu, uyuşuyor mu, yoksa birbiri ile ters düşüp birbirini engelliyor mu? Evlilik öncesi ilişkide, bu dört temel gereksinimin ilişki içinde nasıl oluştuğunu ve kendini ifade  ettiğini bilmek, bunun bilincinde olmak çok önemlidir. Gereksinimlerin karşılanması, ilişkinin çok sağlam temeller üzerine kurulmasında önemli bir adımdır, ama kendi başına yeterli değildir. Gereksinmelerin bilincinde olmak kadar, değerlerin bilincinde olmanın da önemi vardır.





İstanbul’da bir kuruluşa verdiğim seminerde Amerika’da Kaliforniya Eyalet Üniversitesi, Fullerton Kampüsü’ndeki bir öğrenci derneğinden söz ediyordum.

Hizmet Kulübü (Service Clup) diyebileceğimiz bir isim kullanarak kampüste masa kurmuşlar, diğer öğrencilere kulüpleri hakkında bilgi vermek ve üye kaydetmek istiyorlardı. Dikkatimi çekti, “Nasıl bir kulüp?” diye sordum. Bir kız öğrenci, “Biz seksen kadar üyesi olan bir kulübüz. Amacımız ihtiyacı olanlara hizmet etmek,” diyerek bana bilgi verdi.

Anladığım kadarıyla, Hizmet Kulübü’ndekiler, kimsesiz çocukları ziyaret edip onlara kitap okuyor, yaşlı ve yalnız insanların evlerine gidip onlar için temizlik, yemek, alışveriş yapıyorlar. Tek başına yıkanamayanları yıkıyor, giydiriyorlar. Sonunda da teşekkür ederek ayrılıyorlar.

Bu bana kilise programı gibi geldi. Bunun arkasında bir din vardır, diye düşündüm. “Arkanızda hangi kilise var?” diye sordum. Öğrencinin anlattığına göre hiçbir kilise yoktu. Bu, gençlerin tamamen kendi girişimleriyle oluşmuş bir kulüp. Merak ettim, “Peki içinizde ateist var mı?” diye sordum. Masanın çevresinde bulunan üyelerden biri, “Evet,” dedi, “ben ateistim.” “Peki niçin yapıyorsun bunları?” diye sordum. “Yaşamıma anlam katıyor, mutlu oluyorum,” diye beni  yanıtladı.

Besbelli ki, hizmet ilkesi temelinde bir araya gelmiş bilinçli bir grup. Yaşamın temelindeki BİZ Bilinci’ni genç yaşta kavramışlar ve uygulamaya koyuyorlar.

https://www.youtube.com/watch?v=WItPJh_rEuA


https://www.remzi.com.tr/files/books/2781/dosya/damdan-dusen-psikolog-issuu.pdf

« Son Düzenleme: 20 Aralık 2022, 12:59:38 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Ynt: Manevi Yaşam Prof Dr Doğan Cüceloğlu
« Yanıtla #1 : 06 Aralık 2022, 10:03:25 öö »
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu psikolojide, Prof. Dr. Caner Taslaman ilahiyat ya da din felsefesinde bilim olmayan bilimsellikleriyle evrenselde İslam'ın ulusalda Türkiye'nin Protestanlaştırılması işlevleriyle yeni neslin deistleştirilmesi ve biseksüelleştirilmesini sağlamaktadırlar.


https://twitter.com/psikologkacin13/status/1598318356288995336?s=46&t=fGwuOyTeVmP8aTwtmDfMsw

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Ynt: Manevi Yaşam Prof Dr Doğan Cüceloğlu
« Yanıtla #2 : 08 Aralık 2022, 11:46:42 ös »
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu güç odaklı 'ben çıkarına' dayanan korku kültürü diyerek değersizleştirdiği İslam medeniyeti'nin yani Müslüman ve Türk kültürü kimliğinden kültür robotu olmamak adına Amerikan sevgi kültürünün içinde 'biz çıkarına' evrimleşerek kültür ajanı olmuştur. https://twitter.com/psikologkacin13/status/1600932583046774784/photo/1

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Ynt: Manevi Yaşam Prof Dr Doğan Cüceloğlu
« Yanıtla #3 : 12 Aralık 2022, 10:00:41 öö »
Erol Güngör ve ben İstanbul Üniversitesi'nin Psikoloji Bölümü'nde Prof. Dr. Mümtaz Turhan'ın asistanıydık; aynı ofisi paylaştık. Maalesef genç yaşta rahmetli oldu. Tasavvuf ve İslam meselelerine ilgi duyardı.
Dedesi müderrismiş ve torununa daha beş yaşından itibaren Osmanlıca ve eski yazıyı öğretmeye başlamış. Yani Güngör, Latin alfabesiyle beraber Osmanlı alfabesini de öğrenmiş. Kendisi sosyal psikolojinin kavramlarıyla tasavvuf yaklaşımını bir araya getirip bir analiz yapmıştır.
 Güngör’ün kendi başına bir kaynak olduğunu düşünüyorum.
Tasavvuf konusunu ele aldığı bu eserinde; bir sosyal bilimci olarak tasavvufun tarih, felsefe ve sosyal psikolojinin ışığında nasıl teşekkül ettiğini ortaya koymuş ve İslamiyet'teki yeri konusunda değerlendirmeler yapmıştır. Sosyoloji, İlahiyat ve Eğitim Fakültesi öğrencilerine özellikle öneririm.

Doğan Cüceloğlu,
Var mısın?
Sayfa 298 - Kronik Kitap

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Ynt: Manevi Yaşam Prof Dr Doğan Cüceloğlu
« Yanıtla #4 : 20 Aralık 2022, 10:08:49 öö »
"Medeniyetler tarihini inceleyen Samuel Huntington bir kitabında, 'Medeniyetlerin çatışması dünya barışının karşısındaki en büyük tehlikedir ve medeniyetlere bağlı uluslararası düzen bir dünya savaşına karşı en büyük güvencedir,' der. "Uluslararası düzen nasıl kurulacak? Ailede, mahallede, şirketlerde ilişkiler nasılsa, bir toplum da diğer bir toplumla ona benzer bir ilişki kuracaktır. Bu konuda iki farklı yaklaşım görülür.

1. Sen-ben ilişkisi içinde, diğerlerinden farklı olan yönlerini temel alarak kendini tanımlarsın. Örnek: Venedikli milliyetçi demagog Micheal Dibdin, 'Gerçek düşmanlar olmadan gerçek dostlar olamaz,' der ve ilave eder, 'ne olmadığımızdan nefret etmediğimiz sürece, ne olduğumuzu sevemeyiz.'

2. Biz ilişkisi içinde insanlığın ortak yönlerinden hareket edersin. Örnek: Mevlana'nın yaklaşımı.

Gel, gel. ne olursan ol yine gel
İster kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değil
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel







Gerçek Özgürlük Remzi Kitabevi

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Ynt: Manevi Yaşam Prof Dr Doğan Cüceloğlu
« Yanıtla #5 : 20 Aralık 2022, 12:57:55 ös »
KORKU KÜLTÜRÜ sayfa 172 devamı.

T: İnanmak zor ama anlattığın bu olay yaşamla ilgili bir gerçeği yansıtıyor. Peki baba benim bir sorum var. İki aile düşün, bunlardan biri kalıplayan korku kültürü diğeri de geliştiren saygı kültürü içinde çocuk yetiştirmeye karar versinler. Bunlardan birine "iyi", diğerine "kötü" diyebilmemiz için kullanacağımız ölçütler var mı?
A: Çok önemli bir soru.
D: Evet, önemli bir soru. Kullanabileceğimiz en önemli ölçüt, "gerçeğe uygunluk" tur.
T: Gerçeğin ne olduğunu kim biliyor ki?
A: Benim de irdelemek istediğim temel konu bu.
D: Sen gelmeden önce Timur, son zamanlarda "gerçek" kavramını sürekli kafamda irdeliyordum; neden bilmiyorum, o konuda açıklığa kavuşmak bana çok önemli görünüyor.
A: Çünkü hemen her konuda karar verebilmek için o konudaki "gerçek"i bilmek gerekiyor.
T: Şu şekilde akıl yürütüyorum: Benim dışımda bir âlem var. En geniş anlamda bu âlemin tümüne evren diyoruz. Evrenin gerçeği ne? Evren dediğimiz şey ne? Herhalde aklı ermeye başlayan çocuğun en temel sorusu bu olmuştur. Benim için halen en temel soru bu.
D: Benim için de aynı. Sinir sisteminden söz ederken sinir sisteminin donanım ve yazılımından söz etmiştim. Doğarken getirdiğimiz yazılım bizi sürekli soru sormaya, deşmeye, irdelemeye, gördüklerimiz üzerinde düşünmeye itiyor. Evet, aklı ermeye başlayan çocuğun en temel sorusu gerçekten bu.
T: Peki baba, ben gelmeden önce "gerçek" konusunu kafanda irdelemeye başladığını söyledin, şimdi nereye geldin?
D: Anlatayım. Bu soruyla ilgili şimdiye kadar üç temel yaklaşım tanıdım: Birincisi dogmatik yaklaşım: Birileri evrenin gerçeğini bildiğini söylüyor ve bazen açık açık, bazen üstü örtülü biçimde bu gerçeğin ne olduğunu anlatıyor. Anlatıyor ve diğerlerinin kendisine inanmasını bekliyor. Bazı insanlar inanıyor, bazıları inandırılıyor ve sonuçta evrenin ne olduğuyla ilgili bir inanç sistemi oluşuyor ve bu inancı paylaşanlar evrenin ne olduğu konusunda aynı "gerçeği" paylaşıyorlar.
T: Ama inandıkları gerçeğin "gerçek" olduğunun kanıtları yalnız onların inanç sisteminde var. Yani, onların inancmı paylaşmayan, o inanç siteminin dışında kalan birine gösterebilecekleri herhangi bir kanıtları yok. Doğru mu?
A: Evet, doğru. Zaten onun için bu yaklaşıma "dogmatik yaklaşım" deniyor. Dogmaları kaldırdığın zaman geriye konuşacak hiçbir şey kalmıyor...
D: Ama unutmayın, dogmatik ya da değil, varsayılan bu evren kapsamlı bir gerçektir ve bu inancın altında evlilik, çocuk yetiştirme, yaşam biçimi, bireysel ve toplumsal yaşamın her yönü anlam bulur. Böylece bu inanç sistemi içinde oluşmuş kültürler ve uygarlıklar gelişir; müzikle, mimari tarzlarıyla, aile yapılarıyla, devlet yönetimi ve kanunlarıyla bir yaşam düzeni oluşur. Her karmaşık sosyal düzenin altmda paylaşılan bir anlam verme düzeni bulunur.
T: Tarihte bu tür dogmatik sistemlere örnek, herhalde akla, mantığa ve yoruma kapalı dinler olur.
A: Bence yalnız dinler değil, akla, mantığa ve yoruma kapalı dogmatik ideolojiler de var.
D: Toktamış Ateş, Laiklik adlı kitabında şöyle diyor: "Yobazlık ve bağnazlık salt din açısından değil her türlü düşünce açısından geçerli olan, geçerli olması gereken bir özelliktir. Her düşüncenin her inancın her ideolojinin yobazları ve bağnazları vardır. Yobazlık ve bağnazlık inançları konusunda tartışmaya yer vermeyen, tek doğru şeyin kendi doğrusu olduğuna inanan, kendi gibi düşünmeyenlere en ağır biçimde saldıran, hoşgörüsüz ve sevgisiz insanları nitelemesi gereken kavramlardır. Bir Müslüman yobaz ve bağnaz olabileceği kadar bir dinsiz ya da ateist de yobaz ve bağnaz olabilir; hatta Atatürkçülerin de yobaz ve bağnazı olabilir. Laikliğe en sert darbeleri vuranlar, en büyük zararı verenler arasında yobaz ve bağnaz
Atatürkçüleri de saymak gerekir." Yani bazı Atatürkçülerin dogmatik ve bağnaz olduklarını söylüyor. Ben bu kişilerin mış gibi Atatürkçü olduklarını düşünüyorum. Gerçek Atatürkçüler bilimsel düşünceyi benimseyenlerdir. İdeolojiler de özgür düşünme ve irdelemeyi yasakladıkları zaman bu tür bir dogmatik sisteme dönüşebiliyorlar.
T: Ama klasik olarak herhalde katı kuralcı dinler bu tür dogmatik anlam verme sistemlerinin örneklerini oluşturur.
D: Doğru.
T: "Gerçeğe" üç temel yaklaşımın birincisi dogmatik yaklaşımdı, İkincisi ne?
D: İkincisi felsefi yaklaşım. Dogmatik yaklaşım evrenle ilgili inancın irdelenmesine izin vermez. Ama felsefi yaklaşım irdeleme, inceleme ve araştırma üzerine kurulmuştur. Birileri evrenin gerçeğini sorgular ve kendinden önce aynı konuda fikir beyan edenlerin fikirlerini teker teker ele alıp irdeler ve onların eksikliklerini göstererek kendi anlayışının üstün taraflarını ifade eder. Bunu yapabilmek için önce bir sistem geliştirir, kendi düşüncesinin temel boyutlarını oluşturur ve kendinden önce kullanılmamış yeni kavramlar ortaya koyar; ondan sonra kendinden önce gelenlerin ne dediğini inceler, irdeler ve kendi sistemiyle kıyaslar. Böylece kendine özgü bir düşünce sistematiği geliştirir. A: Kendine özgü bir kavramlar sistemi geliştirmesinin altını çizdiniz.
D: Evet. Arifçiğim bunun gözden kaçmamasına sevindim. Bir filozof, düşünce tarihi öğreten birinden farklıdır. Filozof farklıdır, felsefeci farklı.
T: Nasıl farklıdır?
D: Felsefeci, filozofların düşüncelerini bir kütüphaneci gibi toplar, tasnif eder ve gelecek nesillere sistematik olarak aktarır. Bu nedenle bilginin kuşaktan kuşağa aktarılmasında çok önemli bir rol oynar. Ama gerçek düşünür, filozof yeni bakış tarzları, dünyaya bakarken kullandığımız yeni kavramlar, anlamlar üretir.
T: Bir felsefeci aynı zamanda bir filozof, bir düşünür de olamaz mı?
D: Tabii olur. Ama yalnız felsefeci olanların sayısı daha fazladır. Gerçek filozof, geliştirdiği kendi düşünce sistemi içinde kendinden öncekilerin görüşlerini değerlendirir ve onların artı ve eksilerini gösterirken kendi getirdiği katkıları da belirtme ortamı yaratır. Yeni düşünceleri sürekli izler; çünkü izlemek ve gelişmek zorundadır. Geliştikçe ya kendi görüşünü savunur ya da yeni düzeltmeler yapar. Böylece sürekli düşünme, ifade etme, gözden geçirme ve yeniden düşünme süreci başlamış olur. Felsefi yaklaşımlardan bazıları inançlar haline dönüşünce o zaman dogmatik bir özellik kazanır ve o andan itibaren o düşüncenin irdelenmesine, incelenmesine, kurcalanmasına izin verilmez. İşte daha önce konuştuğumuz ideolojiler dogmatikleşmiş felsefi yaklaşımların örnekleridir.
T: Peki, kalıplayan korku kültürü ve geliştiren saygı kültürü dogmatik ya da ideolojik olarak değerlendirilebilir mi?
A. Bence, üçüncü yaklaşımı da gözden geçirdikten sonra bu soruyu ele alalım.
D: Öyle yapalım. "Gerçeğe" üç temel yaklaşımın üçüncüsü, bilimsel yaklaşım. Felsefe kavramlarını, felsefenin evrenle ilgili temel varsayımlarını "test eden" yaklaşım, bilimseldir. Bilimsel yaklaşım, gerçekle ilgili varsayımları gözlemlerle, deneylerle, toplanan verilerin istatistik analizleriyle "test eder." T: Üniversitede bizim temel derslerimizden biri idi, araştırma yöntemleri ve analiz teknikleri.
A: Sen mühendislik okumadın mı?
T: Stanford Üniversitesi'nde mühendislik öğrencileri de psikoloji ve felsefe dersleri alır.
Psikoloji dersinde de araştırma yöntemleri ve analiz tekniklerinden kısa da olsa söz edilir. Felsefe, çağdaş Batı uygarlığının tarihsel kökenlerini incelerken okuduğumuz bir ders ve oldukça önemli filozofların sistemleri gözden geçirilir.
A: Bunu bilmiyordum.
T: Üniversite, yalnız meslek adamı yetiştiren bir meslek yüksekokulu değildir. Profesyonel meslek insanı yetiştirmenin yanı sıra demokratik özgür bir toplumun geleceği için aydın insan yetiştirmekle de görevlidir.
A: Anlıyorum.
D: Devam ediyorum. Bilimsel yaklaşım hipotezler geliştirir ve bu hipotezlerin doğruluğunu test eder. Örneğin, Dünya evrenin merkezinde ise ve Güneş Dünya'nın etrafında dönüyorsa, gökyüzünde görülen yıldızların şöyle bir yapı içinde görünmesi ve bu yapının değişik mevsimlerde değişmemesi gerekir. Beklenen yapı görünmüyor ve görülen farklı yapı mevsimden mevsime değişiyorsa, o zaman, ikinci bir hipotez geliştirir. Örneğin, Güneş'in etrafında dönen Dünya hipotezini ortaya atar ve bu yeni hipotezi gözlemleriyle ve deneylerle test eder.
Biliyorsunuz Polonyalı Kopernik, Alman Kepler, İtalyan Galile gözlemlerini özgür bir ortamda yapıp buldukları sonuçları rahat şekilde ifade edemediler.
T: Evet, biraz önce sözünü ettiğim çağdaş Batı uygarlığının tarihsel kökenlerini inceleyen derste uzun uzadıya bu anlatılır. Aynı şey İngiliz Newton ve Darwin için de söylenebilir.
D: Doğru. Zamanın baskın güçlerinin inandıkları dogmatik sistem, kendine ters düşecek düşünce ve inançların gelişmesine fırsat vermek istemezdi. Ama bu, tüm dogmatik düşünce sistemlerinin doğasından kaynaklanır. Hiçbir din, hiçbir dogmatik ideoloji, kendi temel inançlarını sorgulayan, irdeleyen filozof ve bilim insanına hoş bakmamıştır.
T: Peki, felsefenin ideolojik olarak dogmalaşması gibi bilimsel kuramların ve yaklaşımların da dogmalaşması ve kendi düşüncesinden başkasını yaşatmaması söz konusu olabilir mi?
D: Bence olabilir. Freud'un takipçilerinin çoğunun psikoanalitik anlayışını dogmatikleştirdiğini görüyorum. Einstein'ın gençlik yıllarında karşılaştığı direnç, Newton fiziğine dogmatik bağlanmış bir anlayıştan kaynaklanıyordu. Toktamış Ateş'in sözünü ettiği dogmatik Atatürkçüler de bence bu sınıfa girer. Thomas Kuhn'un, Bilimsel Devrimlerin Yapısım adlı kitabında bunun birçok örneği var.
Bilimsel sorgulamayı, irdelemeyi, bilimsel düşünmeyi yaşamının temeli kabul etmiş bir toplumun evrene anlam verme tarzı da bir sistem oluşturur ve bunun kapsamı da çok geniştir. Bu sistem içinde evlilik, çocuk yetiştirme, sanat, müzik, spor, yeme içme biçimleri, yaşam tarzı, bireysel ve toplumsal yaşamın her yönü şekillenir. Böylece bilimsel düşünce sistemi içinde oluşmuş kültürler ve uygarlıklar gelişir. Bu bağlamda, yönetimi ve yasalarıyla bir devlet, bir yaşam düzeni oluşur. Bütün bu karmaşık sosyal düzenin altında, paylaşılan bir anlam verme sistemi vardır. Bu sistemin özünde bilimsel yaklaşım vardır.
T: Şimdi benim daha önce sorduğum soruya geçebiliriz: Kalıplayan ve geliştiren kültürlerin her ikisi de kendi gerçeklerini, yani anlam verme sistemlerini geliştirmiş durumdalar. Çocuk yetiştirme bakımından bunlardan birine "iyi," diğerine "kötü" diyebilmemiz için kullanacağımız ölçütler var mı?
D: Var Timur. Biliyorum senin sabrını taşırıyorum, ama çocuk yetiştirme konusuna girmeden önce, daha somut bir alanda, çiftçilik alanında bir örnek vermek isterim. T: Evet, şimdi konuşmaya başlayabilir miyiz?
D: Evet, konuşabiliriz. Çocuk yetiştirme konusuna girmeden önce, daha somut bir alanda, çiftçilik alanında bir örnek vermek istedim. Zeytin yetiştirmek isteyen bir çiftçi düşünelim. Dogmatik yaklaşım içindeki bu çiftçi, "Ağaç dikilirken kısır insan eli değmemeli, aksi halde zeytin vermez," inancına sahip olsun. Bu inancın nesiller boyu birinden diğerine aktarıldığını ve bu inancı paylaşmayanlara da iyi gözle bakılmadığını varsayalım. Bu kişiye bu inancın boş olduğuna inandırman olanaksızdır. "Atalarımız durup dururken böyle bir şey söylemez, söylediklerine göre doğrudur," der.
A: Ama atalarının inancının dışında da başka hiçbir kanıt gösteremez.
D: Evet, dogmatik yaklaşımın doğası icabı böyle olur. Şimdi felsefi yaklaşım içinde olan bir çiftçi düşünelim. Böyle bir çiftçi, zeytin ağacı dikenin özellikleri ile ağacın verdiği zeytin miktarı arasında söylenmiş sözlerin hemen hepsini bilir. Yeniliklere ve yeni düşüncelere de açık olur.
T: Yani, felsefi yaklaşım ile dogmatik yaklaşım arasındaki temel fark, dogma tamamıyla kendi kısırdöngüsü içinde kalırken, felsefi yaklaşım başka düşüncelere de açıktır. Öyle mi?
D: Evet.
T: Peki, bilimsel yaklaşım içinde olan bir çiftçi zeytin ağacı dikme konusuna nasıl yaklaşır?
D: Zeytin ağacının yetişmesi ve zeytin vermesiyle ilgili parametreleri hesaba katar. Toprağın türü, ağaç dikilen yerin denizden yüksekliği, iklimi, ağaçların ne zaman dikildiği, aralarındaki mesafe, ne kadar sıklıkla ve ne kadar miktarlarda sulandığı, vb. Sonra bir ziraat mühendisiyle bütün bu parametrelerin geçerliğini araştırır. Bu çiftçi zaman içinde zeytin yetiştirmeyle ilgili verisel tabanlı bir bilgi birikimi oluşturur.
T: Peki, şimdi çocuk yetiştirmeyle ilgili bir örnek verebilir misin?
D: Daha sonra çocuk yetiştirme ve çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki iletişimin türü konusuna daha ayrıntılı şekilde girmek istiyorum ama üç yaklaşım arasındaki farkı anlayabilmek için kısa bir örnek vermek isterim.
A: îyi, daha sonra çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki iletişimin türü konusunu irdeleyeceğimize sevindim.
T: Baba örneğin ne?
D: Çocuğunu yetiştirmek isteyen bir ana baba alalım.
Dogmatik yaklaşım içinde olan ana baba, "Kızını dövmeyen dizini döver" inancına sahip olsun. Bu inanç nesiller boyu sürüp gidebilir. inananlar, bu inanca inanmayan ve uymayan diğer ana babalara iyi gözle bakmazlar.
Felsefi yaklaşım içinde olan ana baba, dayağın yararı ve zararı üzerine değişik görüşleri toplar, kim ne demiş, hangi düşünür ne zaman hangi görüşü ifade etmiş bütün bu görüşleri toplar, öğrenir ve sonunda kendi yargısına varır.
Bilimsel yaklaşım içinde olan ana baba, dayak atılan kızların kişilik yapısı, yaşam başarısı, mutluluğu ile dayaksız yetişen kızların kişilik yapısı, yaşam başarısı ve mutluluğunu karşılaştırır. Kız çocuğu yetiştirmede göz önüne alınması gereken temel parametrelerin ne olması gerektiğiyle ilgili sorar soruşturur, araştırma yapar. Örneğin, çocukla kurulan iletişimin türü, miktarı, zamanı ve yerinin etkisiyle ilgili araştırmaları gözden geçirmek ister. Bütün bu araştırmaların sonunda bazı konularda bir uzmanla konuşmak isteyebilir.
Her yaklaşım, kendi içinde tutarlı bir anlam verme sistemi oluşturur. Şimdi artık her ikinizin de sabırsızlıkla beklediği, kalıplayan korku kültürü ile geliştiren saygı kültürü yönünden çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki iletişimin türü konusuna geçebiliriz.
Timur, kafası bir şeye takılmış birinin sessizliği içindeydi.
T: Baba, dogmatik, felsefi ya da bilimsel yaklaşımın her biri kendine özgü bir anlam verme sistemi geliştiriyor, değil mi?
D: Evet.
T: Peki, bu anlam verme sistemlerinin hangisi öbüründen daha iyi, bunu irdeleyecek miyiz?
Arif ve ben durakladık. Timur'un sorusu, çok temel ve önemliydi. Bir süre düşündüm ve daha sonra aramızda şöyle bir konuşma geçti.
D: Hangi ortamda yetişirse yetişsin çocuk mutlaka bir anlam verme sistemi geliştirir. Ve bana göre çocuğun geliştirdiği anlam verme sistemi onun ömrü boyunca kullanacağı en önemli güç kaynağını oluşturur. Bir insanın küçükken geliştirdiği kendine özgü anlam verme sistemi ya o kişiye destek olacak ve onu başarıya ve mutluluğa yönlendirecek ya da köstek olup onu güçsüz ve mutsuz kılacaktır.
T: Tamam, onu kabul ediyorum ama hangi anlam verme sistemidiğerinden daha iyi, nasıl bilece z? Bu sorunun yanıtını almak istiyorum.
D: Ben aslında bu sorunun yanıtını vermek niyetiyle konuşuyorum. Eğitilmiş insanlar olarak biliyoruz ki doğanın bizim dışımızda ve bizden bağımsız bir işleyiş tarzı vardır. ( Bunun böyle olmadığını söyleyen görüşler olduğunun farkındayım fakat bu konuda okurlarımı, ciddi olarak şu sorunun yanıtı üzerinde düşünmeye davet ediyorum: Bizden bağımsız bir gerçeklik olduğunu varsaymayan bir bilim dalı gelişebilir mi? Benim yanıtım, "Hayır!"dır. ikinci sorum da, temelinde bilimsel düşüncenin yer almadığı gelişmiş, çağdaş bir toplum düşünebilir misiniz? Benim yanıtım yine, "Hayır!"dır.) ve değişik bilimler bu işleyiş tarzını bulmaya soyunmuşlardır. Biyoloji, fizik, kimya, jeoloji bize evrenin nasıl işlediğiyle ilgili bilgiler üretmektedir. Böylece gıda uzmanlığından, değişik mühendisliklerin uzmanlık alanlarına yayılan geniş yelpazeli bir teknoloji alanına sahibiz ve toplum bu karmaşık bilgi sistemlerinin üzerine kurulu bir yaşam sürdürmektedir. Bu bilimler sayesinde karnı doyurmanın yetmediğini, beslenmeyi öğrenmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Suyumuzun arınmış, temiz olması gerektiğini, aksi halde salgın hastalıkların görüleceğini biliyoruz. Bilgisayar kullanan kişilerin, kuramların, toplumların daha verimli bilgi işlem olanakları yaratacağını biliyoruz. Hiç kimse bilimin bulgularına sırtını bile bile dönmek istemiyor. Bilime bile bile sırt çevirenler varsa bile onlar marjinal kalıyorlar.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
DAMDAN DÜŞEN PSİKOLOG

Ama para ondaydı. Ben kendimi tercüman, hamal olarak görüyordum ve içimde bir öfke varmış. Sonradan farkına vardım. (267)

“Bu söylenir mi hiç kayınvalideye? Ayıp denen bir şey var” diye bir eziklik büzüklük. Emily ile ilişkilerimdeki aksayan şeylerden bir tanesi buydu ama farkında değildim. İçimde bir gerginlik, bir kızgınlık, öfke hissediyordum ama bu öfkenin ne olduğuyla ilgili açık seçik bir fikrim de yoktu. (267)
Yani, milliyetçi olmadığımı söyledim. Milliyetçilik utanç  verici bir anlayış bence.  Ama benim en iyi iletişim kurabileceğim, en etkili olabileceğim ülke burası. Bu insanlar. Öbürü gücümüz dışında. Önce burayı bir kucaklayayım, elimden geldiği kadar yapabileceğim neyse yapayım. Ama ben gözümün önündeki bir Yunan çocuğuna yardım etme imkanım varsa ve yardım edemezsem aynı şekilde utanırım. Aynı şekilde bir Eskimo çocuğuna, bir Kızılderiliye. Ne dersen, nedenini bilmiyorum. (273)
Türk kültürünün dinamikleri içerisinde birbirine naz eden, etkileşen karı-kocalar gördüm. Ve o zaman içim giderdi, imrenirdim. (274)
Sonradan baktım, hakikaten Amerikalılar öyle.  Mesela Amerikan kültüründe böyle bir şey yok.
Daha ‘ayıp’ kelimesini bilmiyorlar. Halbuki bizde mesela çocuk yetiştirirken ‘ayıp’ kelimesini çıkar dilden? ‘Çocuk eğitimi’ diye bir şey kalmaz ortada. (276)
İşte o zaman Türk karı-kocaların danslarını özledim. İmrendim. (277)
Şimdi Amerikalının hayatında da öyle bir eksiklik ortaya çıkmaya başlıyor. (278)
Ve ben bunu içimde hissettim. Kendimi suçladım. (280)

Yani, kültür robotuyuz. Ben ‘kültür robotu’ kavramını kullanıyorum (282)




psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Bilge kişi Kızılderili Don Juan şöyle der: Dört tür insan vardır. İlki "sıradan" insanlar (ordinary people). Nasıl tanırsın sıradan insanı? Dış koşullar, olaylar ve nesnelere göre ya küfür eder ya da şükreder. Her toplumda insanların büyük bir çoğunlu
Sonra "avcılar" (hunters) gelir.  Don Juan'a göre az sayıda insan avcı olur. Avcı, kendi hayatının anlamının avcısıdır. En önemli becerisi pusu kurmaktır. Anlamı avlamasının gerekliliğini bilir. "Şu adamla sohbet edilir, onu takip edeyim, şu adamın kitabı okunur; şu programı seyretmem lazım; benim arkadaşlarımın şöyle olması gerekir," demeye başlar; seçicidir. Böylelikle yaptığı seçimlerin farkında olarak imkânlar, ortamlar hazırlamaya başlar; sürekli tetiktedir. En önemli meziyeti sabırdır. Gönlünün muradını avlamayı beklediğini bilir.
Ve "savaşçılar" (warriors). Gönlünün muradını keşfettikten sonra az sayıda avcı, savaşçı olur. Savaşçı, gözlemleyen bilinciyle, aslında birden fazla niyet arasında en saf olanı bulmanın, gönlünün muradını yaşamanın peşinde koşan insandır. Niyetinin saflığını keşfettiği andan itibaren savaşçı olma yoluna girmiştir. Hayatın şimdi ve burada yaşandığını bilir, tek gerçek budur ve şimdi ve burada hayatta kalmak, var olmanın hakkını vererek yaşamak için kararlar alır. Kafasını sonuca takmaz, öncelikli olan yolculuğunda kendisi olmasıdır ve bu yolculuğu savaşçının tevazuu içinde sürdürür. Nedir savaşçının alçakgönüllülüğü? Bilir ve inanır ki evrenin bu karmaşık yapısı içinde her şeyin -bitkinin, hayvanın, taşın, toprağın- bir yeri vardır ve hepsi de kendisi gibi değerli ve anlamlıdır. Bunun farkında olarak her şeye "biz" bilinci içinde saygı gösterip yolculuğuna devam eder.
Dördüncü tür insan, "arif" insan (man of knowledge) dediğimiz bilge kişilerdir. Savaşçı gerçekten bir savaşçı olarak yaşamayı becerir ve sürdürürse zaman içinde bilge kişi olur. Bilge neyi nasıl bildiğini doğrudan idrak eder. Kutup yıldızı gibidir, yön belirlemede referans noktasıdır.
ğu böyledir; doğar, büyür, yaşar, küfür ve şükürle yaşayıp ölür giderler.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
D: Çok şükür bizim parklarda şimdilik pek fazla güvenlik sorunu yok(1). Ama temizliği ve bakımı, Batı dünyasından gelen birinin
hemen dikkatini çekiyor.T: Parkın bir kısmında çalışan insanlar gördüm, yerinden oynamış taşların altına harç koyarak taşlan yerine koyuyorlardı. Ama çalıştıkları yerin etrafını çevirmedikleri için başta, bir şeyler yapıldığını, ben dahil kimse fark etmedi. Ancak, önce basıyorsun, harç olduğunun sonra farkına varıyorsun. Yani, akıl alacak gibi değil; çalışılan ortama işaret koymak, böylece tamir edilen yere harç daha yaşken basılmasını önlemek o kadar zor mu?
D: Evet Timur, çok zor.
T: Sahi mi?
D: Gerçekten söylüyorum. Çok, çok, çooook zor.
T: Benimle alay ediyorsun!
D: Hayır etmiyorum. O insanların işlerini özenle yapmaları pek
çok zor.
T: Neden?
D: "Neden?" sorusuna gelmeden önce, "O kadar zor mu?" soruna bir başka yanıtım daha var.
T: Bir sorunun iki yanıtı mı olur? "Çok zor," demiştin. O, cevap
değil mi?
D: Bu sorduğun, iki yanıtı olan bir soru.
T: İkinci yanıt ne?
D: Çok kolay!
T: Ne kolay?
D: Çalışılan ortama işaret koymak, işçilerin yaptıkları işe özen
göstererek çalışmaları, çok kolay!
Timur tuhaf tuhaf gülerek bana baktı.
T: Baba, belki mizah yapıyorsun ama herhalde benim kör tarafıma denk geldi, anlamıyorum. Belki bilmediğim bir şeyden dolayı
benimle alay ediyorsun.
D: Timur, alay etmiyorum. Bizimle ilgili sana önemli bir bilgi vermek istiyorum, hepsi bu kadar.
T: Nedir o bilgi?
D: O bilgi şu: Bu işçileri eş dost vasıtasıyla işe alır, onların yeteneklerini hesaba katmazsan, onlar da bildiği ne ise ancak o kadar
yapar. Ama onları yeteneklerine, mesleğine ya da eğitimine göre
işe alırsan ve yaptığı işin kalitesini de takip edip ona geri bildirim
verirsen, o zaman iş değişir. Şimdiki durumda işlerine özen gös­termeleri çok, çok, hem de pek çok zordur. Ama onlara yapacakları işle ilgili eğitim verirsen, başlarına da çekindikleri, saydıkları ve gözünü yaptığı işten ayırmayan birini koyarsan, o zaman temiz iş çıkarırlar.
T: Bu Amerika için de geçerli. Ama yapılan bu işi denetleyen insanlar vardır herhalde. Çünkü Amerikalı işçi de hiç kimsenin bakmayacağını bilse, sanırım zamanla daha sallapati iş yapmaya başlar.
Ama orada, işin kalitesi sürekli takip edilir.
D: Benim ülkemde denetleyen insanları da denetleyen gerek ve o
üst düzey denetçileri de binlerinin denetlemesi...
T: Sanırım ne demek istediğini anladım. Peki, neden böyle?
D: Şöyle bir düşün Timur. Ortada iki ihtimal var: Ya orada çalışanlar o kadar cahil ve eğitimsiz ki, tedbir almayı, işaret koymayı
düşünemiyorlar ya da biliyorlar ama zahmet edip koymak istemiyorlar; çünkü kimsenin umurunda değil.
T: Bu kadar basit bir şeyi düşünememiş olmamalarını aklım almıyor. Bu kişiler kendi evlerinin önüne böyle taşlar döşeseler kimsenin
basmaması için önlem alırlar herhalde.
D: Alırlar. İşte sorun da zaten burada. Demek ki biliyorlar ama
zahmete değer görmüyorlar.
T: Peki, haydi onlar zahmete değer görmüyorlar diyelim, onları o
kadroya alarak tamir için gönderenlerin bunu bilmeleri ve çalışanlara söylemeleri gerekmez mi?
D: Timur, söylemek başka bir şey; bizzat başında durarak yaptırmak başka bir şey!
T: Peki, bunu takip eden bir düzen yok mu? Yani çalışan kişilerin
performansını takip eden, değerlendiren bir sistem?
D: Benim de söylemek istediğim bu. Başlarında takip eden biri olsa, mutlaka işlerine özen gösterirler.
T: Yani yalnız orada çalışanın değil, o çalışanı denetleme pozisyonunda olan insanın da sorumluluğunu işin içine katmak gerek;
bunu belirtiyorsun.
D: Evet.
T: Çalışanların ve onların üstündeki insanların umursamaz oluşlarının bir açıklamasının olması gerek.
D: Doğru, olması gerek. Ve var. T: Peki, ne?
D: Şimdi hemen anlatması olanaksız. Şu kadarını söyleyerek başlayayım. Sıradan vatandaş yeteri kadar güçlü değil.
T: Ne demek bu?
D: Yazılı yasalara bakarsan, sıradan bir Amerikalı ile sıradan bir
Türk vatandaşını aynı güce sahipmiş gibi görürsün. Ama bizim yazılı yasalarımız ile yaşanan gerçekler arasında bayağı fark var. Yazılı
yasalarda vatandaş, ABD'deki gibi güçlü ama gerçek yaşamda devletle karşılaştığı zaman hâlâ bir 'kul'. İşin özü güç meselesi; vatandaş
yeteri kadar güçlü değil.
T: ABD tarihinden anlaşılan, bu gücün vatandaşa verilmediği,
onların bunu hemen her konuda söke söke devletten aldığıdır.
D: Yani ABD'de vatandaş devlete baş mı kaldırmış?
T: İlginç baba! Güç elde etmekten söz edince, akima hemen baş
kaldırma ve savaşma geliyor. Hayır, baş kaldırmamış, demokratik
sistem içinde, sivil kuruluşlar yoluyla, sesini güç haline dönüştürmesini öğrenmiş. Gereğinde yasal direnme hakkını kullanmış.
D: Aslında Timur, ben vatandaşım henüz güçsüz derken, demokratik vatandaş bilincinin oluşmamasından kaynaklanan bir güçsüzlüğü dile getirmek istedim.
T: Örneğin Türk vatandaşı anayasal hak ve özgürlüklerini biliyor mu? Polis ya da resmi bir devlet dairesi kendine zorluk çıkardığında, haksızlık yaptığında, hangi yasal yollardan hakkını arayacağını biliyor mu?
D: Sanırım çoğu vatandaşımız için bunun cevabı "Hayır!" olacaktır.
T: Peki vatandaşı bu yolda eğitmeye, bu demokratik yaşam bilincini oluşturmaya yönelik bir sivil kuruluş var mı?
D: Timur, utanarak söyleyeyim, bilmiyorum. Belki vardır ama
ben bilmiyorum. Benim bilmiyor olmam bir veri olarak geçerli ise,
demek ki, varsa bile o kadar etkili bir kuruluş değil.
T: Baba, Amerika'da sivil hak ve özgürlükleri korumak amaçlı oluşturulmuş sivil bir kuruluş var; American Civic Libertis Union
(ACLU). Bu, birçok derneğin birleştiği bir üst kuruluştur ve sürekli vatandaşı uyanık tutmaya, kendi hak ve özgürlüklerine sahip çıkmaya yönelik seminerler, konferanslar, söyleşiler düzenler. Eğer meclise temel hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir yasa önerisi gelirse
kıyametleri koparır, tüm medyayı harekete geçirir.
D: Bizde böyle bir kuruluş var mı, bilmiyorum. Belki Türkiye
Barolar Birliği'nin böyle bir kolu vardır.
T: Ve bu kuruluş, sıradan bir vatandaşın hakkı yenmişse ve kendi hakkını koruyacak hukuksal donanımı ya da avukat tutacak parası yoksa, onun davasını ücretsiz olarak üstlenir.
D: Timur, aslında Arif BeyTe birlikte yapacağımız bu yolculukta konuşacağımız temel konulardan biri, vatandaşımızın güçlü olup
olmadığıdır.
T: İyi. Demek merak ettiğim, anlamak istediğim bir konuda konuşacağız. Ayrıca merak ediyorum baba, parka gelenler benim gördüğüm manzaradan rahatsız olmuyorlar mı?
D: Timur, basit ama önemli bir soru sordun.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Eşcinsellik Aile Hastalığıdır!

Eşcinsellik, bir aile hastalığıdır. Eşcinsellik, bireysel olarak cinsel kimlik bunalımı olarak yaşanırken içinde yetiştiği ailenin hastalıklı olmasından kaynaklanmaktadır. Toplumda eşcinsel sayısı arttığı, kabul gördüğü ve örgütlendiği oranda aile çökmüş demektir. Eşcinsellik, babanın iktidarı yerine annenin egemenliğinin kutsanmasıdır.
Eşcinsellik bireyin değil bireyin yetiştiği ailenin hastalığının dışavurumudur. Eşcinsellik bir aile hastalığıdır. Batı'da eşcinsel lobilerinin güçlü ve planlı çalışmaları sonucunda eşcinsel evlilik yasalarının çıkması ve eşcinsel birlikteliklerin artması, Batı'da ailenin çöktüğünün bir göstergesidir. Batı'da çoktan çöken aile, Doğu'da da artan bir hızla çökmektedir.

https://www.youtube.com/watch?v=tIuRKf4tbpU&list=PL5_aloC9kt81rrtiNCVxhmxzUEgU32Htq&index=5

http://escinselterapi.net/huseyinkacin/

http://escinselterapi.net/forum/

Eşcinsellik Aile Hastalığıdır!

https://www.habervakti.com/escinsellik-aile-hastaligidir-makale,2038.html?fbclid=IwAR1KMAypvtlCCxETGvbwZ4oGT92J0r3aBQN3VNjl2t7s9hBzRGmvNWJzoXc

Benim Ailem Belgeseli

https://www.youtube.com/watch?v=1HpbJLmROLU&list=UUNBtxcE3q3ObDgRtQe0qynw&index=11
Benim Ailem 1. Bölüm

https://www.youtube.com/watch?v=CCMXqn8U70M&list=UUNBtxcE3q3ObDgRtQe0qynw&index=7

Benim Ailem 2. Bölüm

https://www.youtube.com/watch?v=v-6UbOMkP38&t=369s

Benim Ailem 3. Bölüm

https://www.youtube.com/watch?v=tXHaVWGvYH8&list=UUNBtxcE3q3ObDgRtQe0qynw

Benim Ailem 4. Bölüm

https://www.youtube.com/watch?v=1HpbJLmROLU&list=UUNBtxcE3q3ObDgRtQe0qynw&index=11

https://www.youtube.com/watch?v=CCMXqn8U70M&list=UUNBtxcE3q3ObDgRtQe0qynw&index=7

Kürt sorununu kırk yıldır nasıl "dört başı mamur" çözemediysek; yeni yeni büyüyen eşcinsellik sorununu da "dört başı mamur" çözemeyeceğiz ve dini kurumlarımız, ailevi değerlerimiz büyük yara alacaktır.
Eşcinsellik Türk toplumunun kılcal damarlarına kök saldığında, cinsel özgürlükler bu kadarıyla yetinmeyeceklerdir. Eşcinsellik doğal bir yaşam biçimi olarak toplum tarafından kabul edildiğinde; Pedofili (çocuklarla seks) de doğal hale gelecek, bir adım ötesinde ise Ensest'in de (aile içi seks) doğal bir duygu olduğunu psikoloji ve psikiyatri bilimi bize en kısa zamanda bilimsel olarak ispatlayacaktır.

https://www.habervakti.com/ozal-in-bahsettigi-uc-bes-capulcudan-teroristler-cikmisti-erdogan-in-bahsettigi-uc-bes-capulcudan-ise-escinseller-cikiyor-makale,1541.html?fbclid=IwAR1Akgk_ORB-CkFSzTiPTi3z4OYi17uVv0T_d0CjGGhM2VlsEMrXNsQ3ZO0

DEVLET HER ÇOCUĞA SAĞLIKLI EBEVEYNLER SAĞLAMAK ZORUNDA
Devlet her çocuğa ruh sağlığı yerinde anne-baba sağlamak zorundadır;  ifadelerini kullanan Kaçın, Siz devlet olarak aileyi korumazsanız geliştirmezseniz, aileyi merkeze koymazsanız toplumsal çöküş başlar. Burada tüm psikologlar sorunlar anlamında genelde anne-babaya odaklanırlar. Tamam anne-baba sorun çıkarabilir ama burada devletin hiç mi etkisi olmayacak. Çocuklarımızı 6-7 yaşında okula veriyoruz. Bir anne-baba çocuğunu devlet okuluna verdiği anda o çocuk anne-babanın değildir. Devlet bu emanetin bilincinde mi ve bu konuda hassasiyet gösteriliyor mu? açıklamasında bulundu.

https://www.youtube.com/watch?v=0LYcuhJOuuI&list=UUJdkrJhiL6pyF6B8vXad8Ew&index=3

https://www.habervakti.com/dosya/escinsellik-bir-hastalik-mi-kavramlarla-nasil-zihnimizle-oynuyorlar-h81171.html?fbclid=IwAR3Y4Czjk6CQvnT5EcoFSjxxe0hI3WhhbHpkQPv9D8bWuWqCw_vhQCCtG3A

https://www.youtube.com/watch?v=0LYcuhJOuuI&fbclid=IwAR3T3VzkZQx7MM_-DfTuOPGkjgsaKmoHohM26zVIUSOKfSAQoFnkT1Hst7U

'Türkiye artık eşcinsellik sorunuyla yüzleşmeli'
Başarılı programcı Bülent Deniz'e konuşan Psikolog Hüseyin Kaçın, Türkiye artık eşcinsellik sorununu halının altına süpüremez. Bu gerçeklikle yüzleşilmeli. ifadelerini kullanarak kritik uyarılarda bulundu.

https://www.habervakti.com/dosya/turkiye-artik-escinsellik-sorunuyla-yuzlesmeli-h81004.html?fbclid=IwAR3bCylgsndM9C_YddGIdbngIatUIlPs6FHizJnwo9P19MJSXXU3pahyKBw

https://www.youtube.com/watch?v=pDj1U1xuTwk&fbclid=IwAR034rxZfxS6xWA7l4nOO2ENobKlduzECdidFePArFi0f13Gg81ISDVurkw&app=desktop

Yazarımız Psikolog Hüseyin Kaçın, eşcinsel ifadesi yerine LGBT ifadesinin kulanılmasını yanlış bulduğunu ifade ederek büyük tehlikeyi işaret etti. Kaçın, toplumsal cinsiyet eşitliği kapsamında toplumun dinamikleriyle oynanmaya çalışıldığını da belirtti.

https://www.habervakti.com/dosya/unlu-psikolog-tehlikeyi-isaret-etti-lgbt-degil-escinsel-h61739.html

Eşcinsellik hakkında yaptığı açıklamalarla ve ortaya koyduğu terapi yöntemleriyle tanınan haber sitemiz yazarı ve psikolog Hüseyin Kaçın, 7 yıl önce katıldığı bir televizyon programında 'eşcinsellik'le ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunmuştu.

https://www.habervakti.com/dosya/unlu-psikolog-escinsellik-tehlikesini-yillar-once-boyle-ortaya-h74213.html

Boderline Kişilik Bozukluğu: Eşcinsellikten İyileşerek Nasıl Kurtuldum?
Köşemizde eşcinsellikten kurtulmuş kişilerden Selim'in ikinci yazısını yayınlıyoruz:

https://www.habervakti.com/boderline-kisilik-bozuklugu-escinsellikten-iyileserek-nasil-kurtuldum-makale,1599.html

Tövbe edersem eşcinsellikten kurtulur muyum?
Köşemizde eşcinsellikten kurtulmuş kişilerden Selim'in terapi süreçlerine dair kaleme aldığı yazısını yayınlıyoruz:

https://www.habervakti.com/tovbe-edersem-escinsellikten-kurtulur-muyum-makale,1598.html

Özal'ın bahsettiği üç beş çapulcudan teröristler çıkmıştı; Erdoğan'ın bahsettiği üç beş çapulcudan ise eşcinseller çıkıyor

https://www.habervakti.com/ozal-in-bahsettigi-uc-bes-capulcudan-teroristler-cikmisti-erdogan-in-bahsettigi-uc-bes-capulcudan-ise-escinseller-cikiyor-makale,1541.html

Ahlak: Zeki Müren "İbne" Değildir.

https://www.habervakti.com/ahlak-zeki-muren-ibne-degildir-makale,1531.html

Türkiye'nin Çözümlenmeyen Yeni Sorunu: Eşcinsellikten Kurtulmak İçin Neler Yapılabilir?

https://www.habervakti.com/turkiye-nin-cozumlenmeyen-yeni-sorunu-escinsellikten-kurtulmak-icin-neler-yapilabilir-makale,1475.html

Din adamlarının eşcinsellik konusundaki yaklaşımları eksik ve yetersizdir.

https://www.habervakti.com/din-adamlarinin-escinsellik-konusundaki-yaklasimlari-eksik-ve-yetersizdir-makale,1448.html

Kamuoyunda pompalanan "eşcinsellik, özgürlük" vs. dayatmalarına karşı bir okurumuzdan gelen değerlendirmeyi sizlerle paylaşıyoruz. "Medya, meziyetmiş gibi öteden beri eşcinselliğin özgürlük olduğunu vurgular. Böylelikle eşcinselliğe karşı çıkanlar da özgürlük düşmanı olur tabii. Durmadan bunu pompalayan yayınlardan etkilenen Müslüman kesim, günah işleme özgürlüğüne saygı duyulması gerektiğine inanmaya başladı sonunda
https://www.habervakti.com/ozgurlugu-putlastirmis-humanist-muslumanlarin-dikkatine-makale,1473.html

Sadistlerden, Eşcinsellerden, Grinin Elli Tonundan, Asr-ı Saadet Oluşur Mu?

https://www.habervakti.com/sadistlerden-escinsellerden-grinin-elli-tonundan-asr-i-saadet-olusur-mu-makale,1401.html

Eşcinsel ideoloji ve örgütler

https://www.habervakti.com/escinsel-ideoloji-ve-orgutler-makale,1020.html

https://www.youtube.com/watch?v=tIuRKf4tbpU&list=PL5_aloC9kt81rrtiNCVxhmxzUEgU32Htq&index=5

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle

Özakpınar diyor ki,

‘İnsan kendi fiillerini bir imkanlar alanı içinde kendi bilinçli kararı ile seçer.’

Bu ifadede Özakpınar kültür robotu olarak seçim yapan insan ile şahsiyet olmuş insan arasında bir ayrım yapmadan, insanı ‘hayvan olmayan yaratık’ olarak ele alıyor. Ve şöyle diyor:

‘Hayvanın davranışlarını düzenleyen kurallar, biyolojik olarak ayarlanmıştır ve o kurallara ahlak denilemez. Ahlak bilinçli bir seçme ve değerlendirme içerir, insan imkanlar alanında seçim yapar ve yaptığı seçimi ‘iyi’ veya ‘kötü’ olarak niteleyebilir. ‘
Prof. Özakpınar şunu söylüyor: ‘Kültür ve medeniyet doğada  kendiliğinden yoktur, insan ürünüdür. İnsan bu ürünleri bu imkanlar alanı içinde kendi tercihleriyle oluşturur. Kültür insan zihninin görüş, bakış, tasarım, tahayyül, duygulanma, anlayış ve değerlendirme tarzıyla ilgilidir. Her toplumun kültürü vardır. Ama medeniyete vücut veren şey insanın kendi zihninin başlı başına bir imkan kaynağı olduğunu fark etme yeteneğidir.’
Akpınar kitabında şöyle diyor:

Biyolojik ihtiyaçların doğrudan güdüme bağlı kalmadan ve doğaya doğrudan reaksiyon yapma düzeyini aşarak rasyonel planda problemler çözmek, bilinçli tasarımlar yapmak, fiillerini o tasarımlarla tutarlı olarak karşılaştırmak, böylece biyolojik ihtiyaçlar dışında yeni fiil alanları meydana getirmek, medeniyetin psikolojik kaynağıdır. Büyük kültür eserlerini doğuran bu kaynaktır. Bütün medeniyetlerde bilinçli ve rasyonel düzeyde muhasebesi yapılan bir inanç vardır.
Bağlandıkları inancın ve ahlak nizamının bilinçli ve rasyonel düzeyde muhasebesini yapan toplumlar o inanç ve ahlak nizamına sahip olmanın güvenini duyar. Medeniyetin ruhi  temeli bir inanç, toplumsal temeli o inanca bağlı ahlak nizamıdır. Bu temeller üzerinde birleşmenin bilincini ve güvenini duyan insanlar o inancı ve ahlak nizamını yaşatacak devlet teşkilatını ve iktisadi yapıyı kurarak büyük kültür eserleri meydana getirir.

“Timur Bey, ben Amerika’ya gitmeden  önce dindar insanın ahlaklı olacağını, dini önemsemeyen insanın ahlakı da önemsemeyeceğini düşünürdüm. Amerika’da Ralpha Hupka  adında, motivasyon konusunda araştırmalarıyla tanınmış bir psikoloji profesörüyle tanıştım. On dört ay kadar Kaliforniya’da onun evinde kaldım. Ralph’ın dini inancı yoktu ama çevreyi korumaya önem verirdi, israfı hiç sevmezdi. Gereksiz su kullanımını ve elektrik lambalarının açık kalmasını önlemeye çalışır, dönüşümü destekler ve kendi çapında sivil toplumlara yardım ederdi. Kapı komşumuz Ruth doksanlı yaşlarında bir hanımdı. Ruth koyu Katolik’ti ve her hafta mutlaka kiliyse giderdi. Ralph onunla iyi komşuluk yapar, onun işlerine yardım eder, haftalık alışverişe giderken onu da birlikte  götürür ve  bir saati aşkın alışverişten sonra Ruth’un torbalarını evine taşırdı. Bu her hafta böyle devam ederdi. Amerikalıların materyalist olduğunu düşündüğüm ve ayrıca Ralph’ın dindar olmadığını bildiğim için, bir gün, ‘Ruth’tan ne kadar para alıyorsun Ralph? Diye sordum. Hiç beklemediği bir soruyla karşılaşan Ralph’la aramda şöyle bir konuşma geçti:

‘Bir medeniyet oluşması için bir din gerekli mi?’, üzerinde önemle durulması gereken bir soru. Kitabından anladığım kadarıyla Yılmaz Özakpınar bu soruya, ‘Evet’ diyor. Öte yandan Samuel Huntington ve Sam Harris gibi düşünürler uygar bir toplum için din temelli değerler sistemine gerek olmadığını iddia ediyorlar.

Yılmaz Bey kitabında, önemli bir gözlem yapıyor.

Medeniyet rasyonel düzeyde uyandırdığı bilinç ve telkin ettiği değerler ile büyük kültür ürünleri meydana getirmenin şartı olan azmi ve kendini vakfetme iradesini verir. Her medeniyet hayata nizam  verici ve hayatı kuşatıcı prensibine göre kendiyle bağdaşan ve bağdaşmayan kültür öğeleri arasındaki sınırı hassasiyetle korur.

Yılmaz Özakpınar kendi yaklaşımı içinde kültür ve medeniyeti kesin ve açık bir şekilde ayırt eder. Ona göre kültür, eserler ve ürünlerdir; medeniyet ise onların arkasındaki inanç ve ahlak nizamı yani değerler sistemidir. ‘Batı medeniyetinin esası bilim ve teknoloji değildir, bir inanç ve ahlak nizamıdır.’

Yılmaz Özakpınar, Batı medeniyetinin temelini bilimsel düşüncede bulmuyor, o bilimsel düşünceye kaynak olan, hayat veren Değerlendirme Sistemi’nde görüyor. Ve bu düşünceyi Türkiye’de ilk defa ifade eden kişi olarak kendisini kutlamak gerek. Ben kendisini zihinsel berraklığına hayranım, düşüncesinin kapsam ve derinliğine saygı duyuyorum.

Yılmaz Özakpınar’a göre, medeniyetin orta direği bir inanç ve ahlak nizamı destekleyici yani direkleri siyasi teşkilat ile iltisadi yapıdır.

Yılmaz Özakpınar’ın ortaya koyduğu tezden kaçınılmaz olarak bu sonuç çıkıyor.




psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Bu yönlerden baktığımızda mesela, Emily benim öğretmenim oldu, ben Emily ile evlenmeseydim, bir Silifkeli ile evlenip aynı dili, aynı yemekleri, aynı müziği konuşsaydım -ki özlemini duyduğum oydu- bu kitapları yazan Doğan Cüceloğlu olamazdım ben. Yani bu acıları çekmem, benim kültür robotluğundan kurtulmamda son derece önemli. Ve ondan dolayı diyorum ki, "Eğer okur, benim kitaplarımı okuduğu zaman acı çekmiyorsa, esasında benim kitabımın pek yararı olmuyordur." (286-287) Damdan Düşen Psikolog

Bunun çok anlamlı bir zenginlik  ve doğal, kültürel bir durum olduğunun çok farkındayım. Benim hayatımda bu olmadı. (293)

Hala kendi kızgınlığım, öfkem içerisinde, "Evlenmek istemiyordum, evlenmek zorunda kaldım. Allah kahretsin" tavrı içerisinde olan tarafım daha ağır basıyordu. (296)

Erkek sürekli güçlü olmalı, karısı ona hayranlıkla bakmalı. (300)

Ama güçlü bir öfke vardı içinde erkeklere karşı. (303)

O nedenle, ben o dersleri verirken kendi çelişkilerimin farkında değildim. (305)

ben 10 yaşındayken annem öldü, babamla ben beş dakika bile başbaşa geçirmiş bir adam değilim. (328)

özgüven eksikliği 330

açık evlilik 337

ve ben, başka bir kadınla ilişki kurdum. 343

Benim o zaman kadar, yani Emily ile paylaştığımız temel düşünce ateist olmaktı. İkimiz de ateisttik.

ben üniversite öğrencisi iken başladı bu sorgulama,
« Son Düzenleme: 02 Ocak 2023, 12:50:10 ös Gönderen: psikolog »