İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 82 83 [84] 85 86 ... 89
1246
Genel Tartışma / Work And Travel Turkey
« : 06 Ağustos 2009, 02:46:48 öö »
MUTLU BİR AMERİKA DENEYİMİ İÇİN BU UYARILARA DİKKAT EDİN !

Work and Travel programının ne olduğu kadar “ne olmadığını” da detaylı olarak anlatmalıdır. WAT programı, bilinçli olarak kullanıldığında gerçekten de eşi olmayan bir deneyimdir.
Work and Travel programı bazen yanlış anlaşılmaktadır. Bu program, her şeyi ile mükemmel organize edilip müşteri memnuniyeti yaratmaya çalışılan bir turistik gezi programı değildir. Bu programa katılan adaylar ABD de çalışma deneyimi kazanmak, bunu yaparken de aynı zamanda da kendi giderlerini karşılayarak Amerika’da kendi ayakları üzerinde kalarak yaşamak ve tatil yapmak isteyen üniversiteli öğrenciler olmalıdır.

İşverenler ve o işletmelerde çalışan diğer kişiler, gelen öğrencileri misafir olarak değil, çalışan olarak algılarlar; onlardan mesai saatlerinde üzerlerine düşen görevi en iyi ve verimli bir biçimde yapmalarını isterler. Bu işveren ve diğer çalışanlardan fazla bir misafirperverlik beklemek yersiz olacaktır.

Work and Travel programına İngilizce öğrenmek için değil, İngilizce pratiği yapmak için katılmalısınız. İngilizce pratiğini sadece çalışırken değil, yabancı WAT öğrencileriyle ya da Amerikalılara arkadaş olup, onlarla sosyalleşirken de geliştirebilirsiniz.

Work and travel programına ücret ödeyerek katılıyor olmanız, Amerika’da bir işyerinden sezonluk iş satın aldığınız ve işverenin size katlanmak zorunda olduğu anlamına gelmiyor. Seçtiğiniz iş için ne kadar yeterli ve uygun olduğunuzu öncelikle kendiniz çok iyi  değerlendirmelisiniz. Size ve yeterliliklerinize uygun olmayan bir işe yerleştirilirseniz gidince ciddi sorunlarla karşılaşabilirsiniz.

Work and Travel programında her şey her zaman mükemmel gitmeyebilir. Güvenlik olarak bir sorununuz olmayacaktır. Ancak bu temelde bir macera programıdır. Gerçek hayatta olduğu gibi, bu programda da işinizle, evinizle,iş arkadaşlarınızla vs bir çok farklı sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Bu sorunlar karşısında sponsor firmanızdan ciddi bir destek alacaksınız. Ama sizin de birçok sorunun üstesinden tek başınıza gelmeniz gerebilir. Bunlara hazırlıklı olmalısınız.

Work and Travel Neden Eşi Olmayan Bir Deneyim?

Work and travel programı sadece ülkemizde değil, tanıtıldığı tüm ülkelerde büyük ilgi gördü ve yüz binlerce öğrenci bu programa katılarak Amerika macerasının tadına vardı. Bu programın en önemli özelliği, dil eğitimi almak ya da turist olarak gitmek seçeneklerine nazaran çok daha ekonomik katılım şartlarına sahip olması ve katılan öğrencilerin çalışarak masraflarını çıkartma olanaklarının olmasıdır. Work and Travel programına katılımın toplam maliyeti yaklaşık 3000 USD civarındadır ve öğrenciler bu ücretin tamamını ya da büyük bölümünü çalışarak geri kazanabilirler.. Öte yandan  üç aylık bir dil eğitimi programı konaklamasıyla birlikte yaklaşık 9000 USD tutar. Turistik olarak gitmeyi düşünürseniz, 3000 USD size sadece 10 günlük bir tatile yeter ve bu seçeneklerde çalışıp para kazanamazsınız. İşte bu yüzden Work and Travel, Amerika deneyimi edinmek için eşsiz bir seçenektir.

Work and travel ile hayatınızda muhtemelen birçok şeyi ilk defa yapacaksınız. Bir pasaportunuz olacak ve yurtdışına çıkacaksınız. Deniz aşırı uçuş yapacaksınız. Bir işiniz, mesainiz, çalışma arkadaşlarınız olacak. Kendi çalışmanızın sonucunda para kazanacak ve kendi kazandığınız para ile yaşam giderlerinizi karşılayacaksınız. Gerçek hayatta da olacağı gibi bazı sorunlarla da yüzleşmek ve hepsiyle başa çıkmak zorunda kalacaksınız. Bunlara ek olarak yepyeni arkadaşlar edinecek, İngilizce pratiği yapacak, çok eğlenecek, bir sürü yeni yer görecek, gezecek, maceralar yaşayacak  ve belki de hayatınızın en yoğun yaz tatilini geçireceksiniz.

Kısacası eğer bir üniversite öğrencisiyseniz ve Work and Travel programına katılma imkanınız olduğu halde bunu yapmamışsanız, gelecekte çok pişman olabilirsiniz. Çünkü bu deneyim sadece üniversite öğrencileri için…

WORK AND TRAVEL PROGRAMINA KİMLER KATILABİLİR ?

Work and Travel öğrencilerinde aşağıdaki şartlar aranmaktadır:


•18 – 25 Yaşları arasında olmak

•En az orta seviyede İngilizce bilgisine sahip olmak

•Lisans veya yüksek lisans(1.sınıf) öğrencisi olmak.

•4 üzerinden en az 2 genel not ortalamasına sahip olmak.

•Yabancı uyruklu öğrenciler programa başvuru yapabilirler, ancak konsolosluk yetkilileri bu öğrencilerin vize  başvurularını kendi ülkelerindeki konsolosluklara yapmalarının, değerlendirme ve sonuç açısından daha uygun olacağını belirmektedir.

Mezun olacak son sınıf öğrencileri de 2007 yılından itibaren programa kabul edilmeye başlanmıştır. Geçtiğimiz sezonda son sınıfa giden öğrencilerinin tamamına yakını vizelerini almışlardır. Mezuniyet aşamasındaki son sınıf öğrencilerinin, standart vize belgelerine ek olarak, eğitime master ile devam etme niyetlerini gösterecek olan ALES sınav belgesi de getirmeleri tavsiye edilmektedir.

”Turizm bölümü haricindeki ” 2 Yıllık yüksek okul öğrencilerinin başvuruları genellikle vize reddi ile sonuçlanmaktadır. Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümü 1. ve 2. sınıf öğrencileri, örgün öğretimde olduklarından programa kabul edilmektedir. Bunun dışındaki açık öğretim bölümleri programa kabul edilmemektedir. 2. Öğretimde okuyan öğrenciler programa standart koşullarla katılabilirler. Yurtdışındaki üniversitelerde okuyan Türk öğrenciler de programa standart koşullarla katılabilirler. Bu öğrencilerin vize başvurularını Türkiye’de yapmalarını tavsiye edilmektedir.

NERELERDE ÇALIŞILIR ?

İşte çalışabileceğiniz bazı iş alanları ve pozisyonlar :

Eğlence Parkları:

Her gün  binlerce insanın geldiği Amerikan turizminin en fazla tercih edilen mekanlarından olduğu için work and travel öğrencilerinin en çok tercih ettiği iş sahasıdır. Diğer ülkelerden gelen yüzlerce öğrenciyle tanışma ve arkadaşlık kurma imkanı sağlaması ve ziyaretçi sayısının çok olması nedeniyle iletişim imkanının bol olması, bu iş alanlarını work and travel öğrencileri için cazip kılmıştır. Eğlence parkları, alışveriş merkezleri ,mağazalar, yüzme havuzları ve su parkları, restoranlar, fotoğrafçı  gibi birçok işyerini de bünyesinde bulundurduğu için çok çeşitli pozisyonlarda iş imkanı sunmaktadır.

Ride operatorü, food ve servis elamanı, cankurtaran, animasyon, fotoğrafçı, garson, temizlik, stand görevlisi gibi pozisyonlar, work and travel öğrencilerinin çalıştığı alanlardır. Özellikle İngilizcesini geliştirmek isteyen öğrencilerin popüler iş türüdür.

Oteller:

Yaz sezonunun vazgeçilmezlerinden olduğu için work and travel öğrencilerinin en gözde iş alanlarından bir diğeridir. Resepsiyonist, housekeeping, belboy, bulaşıkçı, çamaşırhane sorumlusu, maintanence, garson gibi pozisyonlara İngilizce seviyenizle orantılı olarak yerleştirilebilirsiniz. İngilizce seviyesi çok iyi olmayan öğrencilerin genellikle tercih etmiş olduğu pozisyon housekeeping pozisyonudur. Öğrencilerimiz, İngilizce seviyesine göre diğer alanlara da yerleştirilebilmektedir.

Mağaza ve marketler:



Genellikle turistik bölgelerdeki  market ve mağazalar work and travel öğrencilerinin tercih ettiği iş türleri arasındadır. Kasiyer, reyon görevlisi, stand görevlisi ve temizlik elamanı gibi pozisyonlarda çalışabilirsiniz. Müşteri ilişkisi yoğun pozisyonlarda çalışmak isteyen öğrencilerin iyi düzeyde İngilizce bilmeleri gerekmektedir.

Yüzme Havuzları ve Aqua Parklar:

Yaz mevsiminin vazgeçilmezlerinden olan yüzme havuzları ve aqua parklar, work and travel öğrencileri için de İngilizcelerini geliştirebilecekleri ve çalışabilecekleri ideal çalışma alanlarındandır. Life guard veya attendant olarak çalışabilirsiniz. Bu pozisyonlarda çalışacak öğrencilerin açık alanda güneş altında beklemeye ve uzun süre ayakta durmaya  hazırlıklı olmaları gerekmektedir fakat kapalı aqua parklar ve yüzme havuzları da mevcut iş alanları arasındadır.Çok sayıda insanın uğrak mekanı olduğu için öğrencilere daha fazla iletişim imkanı sağlayarak İngilizcelerini geliştirme imkanı verir.

Restaurant , Cafe ve Fastfoodlar:

Her İngilizce seviyesine ve gidiş-dönüş tarihine hitap eden , work and travel öğrencilerinin sıklıkla tercih ettiği bir iş alanıdır. Kasiyer, servis elamanı, garson, temizlik ve mutfak personeli, aşçı yardımcısı, barmen gibi pozisyonlarda çalışabilirsiniz. Pozisyon seçiminde İngilizce seviyeniz çok önemlidir. İngilizce seviyesi iyi olan öğrenciler, garsonluk ve kasiyerlik gibi müşteri ilişkisi gerektiren pozisyonlarda; İngilizce seviyesi iyi olmayan öğrenciler ise temizlik ve mutfak personeli gibi pozisyonlarda çalışabilir. Pozisyonunuz her ne olursa olsun eğer isterseniz Amerikalı çalışan arkadaşlarınızla ve müşterilerle iletişim kurma imkanına sahip olduğunuz için İngilizcenizi geliştirebilir; diğer ülkelerden gelen öğrencilerle ve Amerikalılarla arkadaşlık kurabilirsiniz.

Alaska Balık Fabrikaları:

Alaska balık fabrikaları Work and Travel öğrencilerimizin tercih ettiği önemli iş alanlarındandır. Özellikle son yıllarda öğrencilerin talepleri Alaska konusunda oldukça artmıştır. Alaska yı tercih eden öğrencilerin ilk ve öncelikli amacı para kazanmaktır ve Alaska işlerinde öğrencilerin büyük bölümü tatmin olacakları düzeyde para kazanabilmektedirler. Alaska da fazla para kazanmanın en önemli etkeni saatlik ücretler değil  gün içerisinde ortalama 12 ila 18 saat arasında çalışma imkanı sağlaması ve fazla çalışılan saatlerin “overtime” dediğimiz ücretler üzerinden ödenmesidir. Alaska’ya gitmek isteyen öğrencilerimizin bilmesi gereken diğer önemli nokta ise; bu eyaletin sosyal açıdan ve İngilizce geliştirme konusunda kısıtlı imkanlara sahip olmasıdır.

Not:

• Bir işte ortalama 30-40 saat çalışabilirsiniz. Saat ücreti ise 7-9 dolar arasında değişebilir. Haftalık çalışma saatleri ve kazanabileceğiniz ücretler,iş yerindeki işlerin gidişatına; sizin kabiliyet,girişkenlik,performans ve dil becerinize göre  değişebilmektedir. İsterseniz birden fazla işte çalışarak kazancınızı artırabilirsiniz

• Çalıştığınız işin ve pozisyonun İngilizce seviyenize katkısı konusunda ise; müşteri ilişkileri fazla olan pozisyonlar daha fazla iletişim imkanı sunmasına karşın hangi pozisyonda çalışırsanız çalışın müşteriler ve çalışan arkadaşlarınızla iletişim kurma imkanına sahipsiniz ve İngilizcenizi geliştirebilmeniz tamamen sizin iletişim yeteneğinize bağlıdır.

ÇALIŞMA SAATLERİ ve GELİR

Programa katılan öğrenci çalışma saatlerini ilk olarak is sözleşmesinde belirler. Bu sözleşmede is vereni ile anlaşarak kendisi ve is vereni için uygun minimum bir oran belirler.

Bu genellikle haftada ise 35 – 40 saat olarak gerçekleşir.. Çalışma saatleri is verenin yoğunluğuna göre değişebilir. Örneğin sezonun yoğun olduğu dönemlerde bu is veren size ekstra çalışma saati verebilir fakat bu saatleri arttırmak sizin inisiyatifinize bırakılmıştır.

Eğer iş vereniniz size ekstra çalışma imkanı vermiyor fakat siz çalışmak istiyorsanız bunu ikinci bir işe girerek tamamlayabilirsiniz. İkinci iş de ilk işiniz gibi tamamı ile yasaldır.

Genel olarak Work and Travel öğrencileri saatte 6.5 – 8 USD arası kazanırlar. Buda ortalama olarak tek işte çalışan bir öğrencinin 3 aylık Work and Travel dönemi boyunca yaklaşık 4000 USD ciro yaptığını gösterir. Bu ücret ABD’de kalacağınız sürece ihtiyacınız olacak konaklama ve yaşam giderlerinizi karşılamaya fazlasıyla yetecektir.

Buna ek olarak, Work and Travel öğrencilerinin çoğu  ikinci işlerde çalışmakta, bu sayede birçok öğrenci toplam kazançlarını toplamda 7000 – 8000  USD seviyelerine çıkartabilmektedirler.

http://www.selimcangir.com/2011/04/work-and-travel-nedir/

1247
Çok şükür namaza yeniden başladım. Akşam namazını kıldım. Tesbih çekmeye başladım. Elhamdülillah...bu kelimeyi ya üç ya dördüncü söyleyişimdi. Tesbih çekerken alışkanlıktır bende secdeye bakarım hep. Yine aynı şekilde secdeye bakarken gerçekleşti bu olay. Gözlerim açıktı ve kesinlikle uyku halinde değildim. Secdede baktığım yerde birden kendimi gördüm. Yukarıdan bakınca mezarın içindeydim. Sonra birden kendim oldum. Bu arada tesbih çekmeye devam ediyordum. Elhamdülillah Elhamdülillah Elhamdülillah.... Tahtaları dizdiler. Üstüme toprak attılar. Tedirgin değildim gayet sakindim. Sadece ailemin üzüntüsü garip hissettirdi. Kalktım yerimden. Annemin yanına gittim. Ben burdayım dedim ama beni hiçbir şekilde ne hissediyor ne duyuyor ne de görüyordu. Sonra ailenin diğer üyelerin de yanına gittim. Ama onlar da hissetmedi, duymadı, görmedi. Sonra birini gördüm. Işık gibiydi ama bir silüetti eminim. Ancak tesbih bitmişti. Tesbih bittiğinde ise secde yeniden secde oluvermişti.....

Ş. KILIÇ

1248
26 mayıs 2009
19 36



İlginç bir şey yapmak üzereyim. En azından bana göre ilginç. Daha önce hiç tanımadığım  birini aramakla görevlendirildim. Ama içten içe aramayı bende istiyorum. Fakat ilk cümle ne olmalı?

Tanımadığım biriyle telefonda konuştuğum olmuştu aslında ama nedense bu konuşma farklıydı. Bu nedenle de ilk cümleyi bulmak zordu. Numarayı çevirmeye karar verdim. Her zamanki gibi dört kere çaldırdım. Açan olmadı ve kapattım. Demek ki görüşmememiz gerekiyor dedim kendime, vazgeçer gibi göründüm. Ama arayacağımı biliyordum, tekrar arayacağımdan emindim. Nitekim Yeşim'in kahve teklifini biraz erteleyip tekrar aldım telefonu elime. Numarayı özenle çevirdim. Gene çalıyordu ama bu sefer açılacağını hissettim. Her zaman konuştuğum bir arkadaşımla konuşuyormuş gibi rahat ve huzurluydum.

Zeynep : Alo!...

Aysun:    İyi günler Zeynep Hanım! Ben Aysun! Rahmetli eşinizin eski bir dostunun nişanlısıyım. Sanırım ismini söylediğimde sizde hatırlayacaksınız.

Zeynep : Kim?

Aysun   : Hüseyin Kaçın

Zeynep  : Tabi ki! Nasıl hatırlamam. Hiç unutmadım ki.

Aysun    : Kusura bakmayın Zeynep Hanım! Amacım size acınızı hatırlatmak değil. Aslında birazda çekinerek aradım sizi. Fakat Hüseyin Bey'le dün akşam ki sohbetimizde rahmetli eşinizi andık. Bende hem bir başsağlığı vermek, hem de eşiniz ve Hüseyin Bey arasındaki dostluğu bir de sizden dinlemek istedim. Eşinizle bizzat tanışmak maalesef kısmet olmadı. Ama kendisi bizim hayatımızda çok özel bir ana şahitlik etmiştir. Açayım isterseniz biraz. Hüseyin Bey'den ilk evlilik teklifi rahmetli eşiniz vasıtasıyla gelmişti bana. Bu nedenle sizi aramak istedim.

Zeynep : Bende aramanıza çok memnun oldum. Kadir'i unutturan değil hatırlatan olaylar beni daha çok mutlu ediyor. Kadir ve Hüseyin Bey arasındaki ilişkiyi bende tam olarak bilmiyorum. Onların ki çok farklı bir ilişkiydi. Bir dönem sürekli birliktelerdi. Öyle ki evde nereye baksam Hüseyin Bey'i görür olmuştum. Çok farklıydı. Sanırım bir psikolog olarak Kadir'e yardımcı olmaya çalışıyordu. Zaten Kadir bu ilişkiyi benimle pek paylaşmazdı. Hüseyin Bey'in size ettiği evlilik teklifine vesile olduğundan da haberim yoktu mesela.

Aysun:    Peki bu ilişki size nasıl yansıyordu?

Zeynep : Dediğim gibi Kadir pek anlatmazdı. Sadece farklı diyebiliyorum. Ama zamanla Kadir'in bu ilişkiyi istemediğini fark ettim.

Aysun:     Nasıl fark ettiniz?

Zeynep:   Hüseyin Bey aradığında oflayıp pofluyor ve telefonu kapatıyordu. O zaman müdahele etmem gerektiğini anladım.

Aysun : Evlenmeden gelmeyin cümlesi bu zamanda mı çıktı?

Zeynep : Çünkü Kadir de  rahatsız oluyordu. Ben de anlam veremiyordum. Aslında aralarındaki kuvvetli  dostluğu şimdi daha iyi anlıyorum. Şems ve Mevlana gibi.

Aysun : O dönemde sorun neydi sizce?

Zeynep : Bilmiyorum farklı geliyordu. Belki de o güne kadar hep yalancı dostluklara şahit olduğumuz için gerçeğini anlamakta  güçlük çektim. Ama diğer taraftan da düşünüyorum, bu kadar derin bir dostluk nasıl olur da biter. Çünkü bir ara hiç görüşmediler. Dedim ya sadece farklıydı diyebiliyorum.

Aysun : Anlıyorum. Değerli zamanınızı  ayırdığınız için çok teşekkür ederim Zeynep Hanım! En kısa zamanda yüz yüze de sohbet edebilmek dileğiyle diyorum.

Zeynep : Çok isterim. Sesinizden çok sıcak ve samimi bir elektrik aldım Aysun Hanım. Sizi Konya'da ağırlamak isterim.

Aysun : Neden olmasın. İnşallah bir gün Hüseyin Bey'le ziyaretinize geliriz. Bende sizi İstanbul'a beklerim. Hatta yolunuz düşerse Edirne'ye.

Zeynep : Kısmet bakalım. İnşallah. Bende çok isterim.

Aysun : En kısa zamanda görüşmek üzere öyleyse. Hasan ve Mina'yı benim için öpün lütfen. Tekrar teşekkürler. Hayırlı akşamlar.

Zeynep : Ben teşekkür ederim. Size de hayırlı akşamlar.

 ve konuşma biter. Üzerimde çok hoş bir rahatlık var. İyi ki aramışım diyorum kendime. Güzel bir tecrübe. Mutluyum.










Ah ulan Rıza.......
Bu mahallenin nesini beğenmedin de,
Öte yana taşındın?
Arasıra gıcıklaşırdın ama inan ki...
Benim en kral arkadaşımdın.
Ah Ulan Rıza....
Ben şimdi bu koca denizde tek başıma ne halt
ederim?
Senden ayrılacağımı sanma...
Birkaç güne kalmaz ben de gelirim.

https://www.youtube.com/watch?v=UVNdIWjqcF8










Ahmet Muhtar Büyükçınarın "Hayatım İbret Aynası" kitabından okumuş. Rica ettim, bana aktardığı olayı kitaptan (Kaynak yayınları, sf. 105-106) yazarak göndermiş. Aynen aktarıyorum:
?O sıralar ninemde bambaşka bir hal peyda olmuştu. Daha önce dedemle birlikte anamın kabrinin yanında iki mezar kazdırmışlar, ninem kendi mezarının baş tarafına bir adamın inebileceği kadar açık bıraktırmış, üzerine bir tabaka (yassı büyük taş) koydurmuştu.
Bir gün bir süpürge aldı, elimden tuttu, dondurucu soğua bakmadan mezarlığa gittik. Anamın mezarının başucunda birer Fatiha okuyup dua ettikten sonra, benim de yardımımla kendi mezarının üzerindeki tabakayı kaldırdı. Mezara inmeye başladı: ?nine ne yapıorsun? dedim. ?Yavrum elimi tut, bana biraz yardım et? dedi ve kenarlarına tutunarak mezara indi. Süpürgeyi istedi. ?Yavrum! benim asıl evim burasıdır. Yakında geleceğim? diyerek mezarı süpürdükten sonra süpürgeyi başının altına koydu. ?Ohh, ne güzel yermiş diyerek biraz yattı. O sırada ben de mezarın başında hayretle ninemi seyrederken ?Yoksa ninem yakında ölecek mi?? diye hüzünleniyor, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Mezarlıktan eve dönünce ikinci bir garip olaya şahit oldum. Ninem sandığını açtı, daha önce kendi eliyle eğirdiği pamuk ipliğinden dokuttuğu, o güne kadar görmediğim kefeniyle, bir kalıp sabun ve bir lif çıkararak ?İşte benim kefenim, sabunum ve lifim. Ben ölünce kimseye eziyet olmasın diye bunları hazırladım. Dedikten sonra sözüne şöyle devam etti.
-Yavrum, ben ölünce sakın üzülüp ağlama. Ayrılığımız geçici olacak, öbür dünyada beraber olacağız. Annen Münevverin yayına gideceğim. Kim bilir ne kadar sevinecek?
Ninem, gözyaşları yanaklarını ıslatarak bunları söylerken, bütün dikkatimle onu dinliyor, için için ağlıyordum. O günden sonra bu mezar ziyareti birbirini izledi. Meğer bu mezara girip yatma sahnesini sık sık tekrarlaması, yakında öleceğine işaret etmek, ölümünü tabii karşılamamı bana telkin ederek beni ayrılığına hazırlamak içinmiş.?
İnsan bu örneği okuyunca, dünyada ne insanlar var demekten kendini alamıyor.

1249
Şiir / KURU EKMEĞİM - Hüseyin Kaçın
« : 04 Ağustos 2009, 08:34:38 ös »
KURU EKMEĞİM

      -özümün canına-

Kuru ekmeğimdin
Gözyaşlarımı katık ettim sana
Kimsesiz kaldığım zamanlarda
Hep
Hayata kalbini banarak yaşadım
Güneşi görmediğim zamanlarda
Hiç
Kimse sen olmadı bana

Göklere kör olmuş yüreklerde
Ağlayan çocuklar gördüğümde
Kalbimi iki elime alıp ben kırdım
Senin günahın olmasın gözlerimde

Ne güneşe ne aya ne de yıldıza
Yalnız sana taptım
Sevabın ben olacaktım
Kuru ekmeğim azığım
Hayata katık ettiğim de
Susuzluğum da
Açlığım da sana oldu


Kır kelebeğim
Kırılmış kanadım
Umutlarım
Kimsesiz dağ çiçeğim
Bahar kokum
Ben bir kuru yaprağım
Sana savrulmuş

Günahımda sevabımda
Sabrımda şükrüm de
Yolumu hep seninle buldum
Sokaklarda oynayan çocuklar kadar
Mutluyum


Kuru ekmeğim
Gözüm
Kalbim
Aşkım

05.07.09

17 50

1250
MATEMATİK BÖLÜMÜ


Bölümün amacı güçlü bir matematiksel alt yapı ile donanmış, uluslararası düzeyde bilimsel araştırmalar yapabilecek, kendine güvenen, yeni gelişmeleri takip edebilen, temel akademik matematiği ve matematiksel düşünceyi özümsemiş ve aldığı eğitimle gerek ülkemiz bilim hayatında gerekse toplum ve iş yaşamında saygın yerler edinecek ögrenciler yetiştirmektir.

Programdan mezun olacaklar diğer üniversitelerin Matematik Bölümlerinde veya ilgili olabilecek bir bölümde lisansüstü eğitim alarak akademik çalışma yapabilir, araştırma görevlisi olarak çalışabilirler. Ayrıca bankacılık, sigortacılık ve finans sektörlerinde; çesitli kuruluşların sistem analizi, bilgi-işlem ve Ar-Ge birimlerinde veya bilim, teknoloji, iş ve devletin ilgili alanlarında istihdam edilebilirler; Milli Eğitim Bakanlığının öngördüğü koşullarda orta eğitimde, özel lise ve dershanelerde öğretmen olarak çalışabilirler ve uzun vadede Üniversitemiz’in matematikçi ihtiyacını karşılayabilirler.

ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ

Endüstri Mühendisliği, üretkenliğin, verimliliğin, uyumluluğun ve kalitenin artırılması ve sistemlerin, ürünlerin ve hizmetlerin yaşam çevrimleri boyunca sürekli iyileştirilmesi amacını güden bir mühendislik dalıdır. Bu bölümden mezun olan öğrenciler, planlamacı, tasarımcı, uygulamacı ve bütünleşik imalat ve servis sistemi yöneticisi olarak görev yapmaktadırlar.

Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü, 21.yüzyılın Türkiye�sinde imalat ve hizmet sektörlerinde üst düzey görev alabilecek yetkin elemanlar yetiştirmeyi ilke edinmiştir. Endüstri Mühendisliği Bölümü öğrencileri, matematik ve temel mühendislik bilimlerinin yanında, yöneylem araştırması, simülasyon, yönetim felsefesi, insan kaynakları yönetimi, finans, yatırım planlama, üretim yönetimi ve kalite kontrol konularında bilgilendirilmektedir. Öğrencilerimiz, yaz aylarında Türkiye ve Fransa�da yaptıkları stajlarla kuramsal bilgilerini uygulamalarla pekiştirmek olanağına sahip olmaktadırlar. Endüstri Mühendisliği Bölümü öğrencileri, sürekli olarak iyileştirilen bilgisayar olanakları ile ulaşılan üst düzeyde bilgisayar bilgisi yanında, Fransızca ve ikinci yabancı dil olarak da İngilizce�yi iyi derecede konuşma ve yazma olma özelliklerine sahiptirler. Öğrencilerimiz, üniversitemizde kurulmuş olan UNESCO Kürsüsü bünyesindeki Bilgisayar Bütünleşik İmalat (CIM) Laboratuvarı ve temel mühendislik bilimleri konularındaki deneyleri gerçekleştirmek için fizik, elektronik ve kimya laboratuvarlarından da yararlanmaktadırlar.


BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ

Bilgisayar Mühendisliği Bölümü kuruluşundan bu yana Mühendislik ve Teknoloji Fakültesi`nin önemli bir yapı taşını oluşturmaktadır. Bölümün amacı, bilgisayar alanında üstün yetenekli genç kadroların yetiştirilmesine olanak sağlayacak kuramsal ve uygulamaya yönelik araştırmaların yapıldığı sürekli yenilenen bir eğitim ve öğretimı ortamı oluşturmaktır.
Bilgisayar Mühendisliği Bölümü`nde eğitim ve öğretim felsefesinin özü, gerekli kuramsal altyapıya sahip, alanında son teknolojilerden haberdar bilgisayar mühendisleri yetiştirmektir.

Bu nedenle, bilgisayar bilimlerinin teorik temel derslerinin yanı sıra piyasada çokca talep edilen uygulamalı dersleri kapsayan bölümün ders programı düzenli aralıklarla gözden geçirilerek, yenilikleri takip edecek şekilde geliştirilir. Türk öğretim üyeleri ile verimli bir işbirliği gerçekleştiren davetli yabancı öğretim üyelerinin düzenli devinimi bölümde yapıcı ve dinamik bir ortamı doğurmaktadır. Bölüm, gerek kadrosuyla gerek altyapısıyla, üniversitemizin diğer bölümlerinin bilgisayar derslerini karşılamaktadır.





1251
Psikoloji / Issız Adam niçin ağlatıyor?
« : 21 Haziran 2009, 10:37:37 ös »
Issız Adam niçin ağlatıyor?


Tüm arkadaşlarınız, gazeteler aynı filmden bahsedince ve buna bir de danışanların soruları, yorumları eklenince kısa sürede o filmi görmek gerekiyor.

Ben de öyle yaptım ve Issız Adam filmini izlemeye gittim. Önce sinema seyircisi olarak düşüncelerimi paylaşmalıyım.

Çok duru, abartısız, sıkmayan, büyük beklentilere sokmadan sinema izleme duygusunu doyuran bir film. Çağan Irmak, tıpkı Babam ve Oğlum filminde olduğu gibi hemen herkese "Ben bu öyküyü biliyorum, ama bu kadar güzel anlatamazdım," diye hissettirmeyi başarmış.

YAŞAMI ANLATMAK


Filmle ilgili hep aşk öyküsü ve bağlanma korkusu anlatıldı. Oysa film, bambaşka bir öyküyle başlıyor.
İstanbul'da bazı yozlaşmış ilişkiler ve onların verdiği tükenmişlik duygusu.

Birbirini tanımadan, anlamadan kurulan cinsel ilişkiler...

İnternetten tanışılan evli çiftlerle, geçerken uğranan birileriyle kurulan cinsellikler... Duygu olmadan, insani hiçbir ilişki kurulmadan sadece cinsellikle yaşanan birliktelikler... Bu tür yaşamları anlamaya çalışmak gerek. Tüm bunları ne bağlanmaktan kaçınmakla açıklamak mümkün ne de modern dünyanın düzeniyle... Biraz daha derine, yaşayanların kendilerine, ailelerine, öğretilerine, sorunlarına, beklentilerine ya da beklentisizliklerine gitmek gerekiyor. Mutluluk arama adına daha mutsuz olmaya giden bu yolu tanımaya çalışmak, çözümleri de beraberinde getirebilir.

NİÇİN AĞLANIYOR?


Kimler ağladı filmde? Bu sorunun somut yanıtları var. Çoğunluğu kadın olmakla birlikte, filmde ağladığını söyleyen erkekler de var.

Ortak nokta, ağlamanın ayrılıktan sonra başladığı ve ayrılıkla yaşananlarla arttığı.

Onların ağlamalarına eşlik etmenin yanı sıra çoğunluk yaşadığı bir aşkı anımsadı galiba.

Hele sonu ayrılıkla bitmiş bir aşk öyküsü olanlar, kahramanların gözyaşlarında kendilerinin eski gözyaşlarını ve acılarını buluyorlar. Benim asıl merak ettiğim kaç kişi, kahramanların durumuna ağladı? Çözebilecekleri bir sorunu çözmek yerine vazgeçmelerine... Yıllar sonra karşılaştıklarında "Biz ne yaptık?" pişmanlığı yerine, "Hâlâ seviyorum ama çaresizim," şeklindeki yanlış düşünce ile kendilerine acımalarına kaç kişinin ağladığını merak ediyorum.

Filmdeki anne niçin ağlıyordu? Eğer oğlu kendisine ait olsa, ona bağımlı olsa bir başka kadına bu kadar kolay verir miydi? Yoksa oğlunun yakın olduğu kadını sahiplenerek, onun üstünden oğluna mı ulaşmaya çalışıyordu? Ya da kadın kahramanın evlendiği ve çocuk sahibi olduğu adama ağlayan oldu mu? Filmden ağlayarak çıkan kadınların birçoğu "Ben de terk edilmiştim, ama biliyordum, beni sevdiği halde bağlanma korkusundan gitmişti," diye düşünüyordu. Bu düşünce kızgınlığınızı, "Demek hâlâ acı çekiyor, oh olsun," duygusu dile getirebilir. Çoğu terk edip giden, aslında bu duyguyu yaşamasa, hatta sizi çoktan unutmuş olsa da böyle düşünmek sizi rahatlatıyorsa, bir zararı yok. Sadece her zaman olmayacağını bilin yeter.
Ama bu duygu ile filmden çıkıp, sizden ayrılan eski sevgilinizi aramayın.

Alacağınız yanıt, çok acıtıcı olabilir. Ayrılma aşamasında yapılacakları yaptıysanız, karşınızdakiyle ilgili değil, kendinizle ilgili yanlışları bulmaya ve çözmeye çalıştıysanız, buna rağmen gittiyse bitmiş demektir. Bir sonraki ilişkide benzer sorunları yaşamamak için neler yapılması gerektiğini düşünme zamanıdır. Bu arada filmin sonunda her iki tarafın aşkının devam etmesine karşın, kadının evlenip, çocuk sahibi olması, kadınların sorunları daha çabuk ve iyi çözdüklerinin bir göstergesi olarak mı verilmişti, yoksa 'Kimi severlerse sevsinler, belli yaşa gelmeden evlenip, çocuk sahibi olmak isterler,' şeklinde bir eleştiri miydi, anlamadım! Yanlarında kadın arkadaşlarıyla gelmiş ve çıkışta onun ağlamasına biraz gülerek bakarak, kendi yaşlarını saklamaya çalışan erkeklere de bir hatırlatma: Tüm insanlar yanlış yaptıklarında, canları yandığında ağlayabilir. Buna erkekler de dahildir. Ve "Bak, ben o adamlardan değilim, yanındayım," bakışıyla bakan erkekler düşünmeli ki yanlarında durmak isteyen biri olmadığı zaman, kimsenin yanında olamazlar.

Sevin, âşık olun ve sağlıklı sevgiler yaşayın.

Yanlış ilişkiler yaşıyorsanız, bağlanamıyorsanız, "Bunun sorumlusu çağımız," diyerek geçmeyin.

Kendinizi çözmeye çalışın. En azından bir sonraki sefer doğru sevgiyi bulma ve yaşatma şansınız olur. Ve Issız Adam'ı izlemeye gidin.

Ağlamaya gitmeyin, canınız ağlamak istiyorsa ağlayacak çok şey bulunabilir.


Prof. Dr. Bengi SEMERCİ


1252
Psikoloji / GERÇEKLİK TERAPİSİ
« : 20 Haziran 2009, 12:44:23 ös »
GERÇEKLİK TERAPİSİ

Bu terapi William Glasser tarafından ortaya atılmıştır. Glasser terapide, danışanların şimdiki zamanda kalmalarını sağlayarak, kendi davranışlarından sorumlu oldukları bilincini ve farkındalığını kazandırmayı hedeflemiştir. Böylece danışanlar değişmeleri gerektiğini görecek ve kendi yaşamlarının kontrolünü kendileri sağlamaya başlayacaktır.
Gerçeklik terapisi, sorumlu davranışın temelinde gerçeği kabullenmenin önemli olduğunu vurgulamaktadır. Sorumlu bir biçimde davranmak, insanların sevgi ve değerli olma gereksinimlerini karşılamasına yardımcı olur ve böylece başarılı kimliğe ulaşılır. Başarılı kimliğin zıttı, başarısız kimliktir. Başarısız kimlikler; gerçeği inkar etmenin veya göz ardı etmenin, sorumsuz davranışın, işle ve insanlarla ilgili olarak anlamlı ilişkiler kuramamanın sonucunda oluşur. Şu andaki Batı toplumu, ekonomik amaçların gerçekleşmesini amaçlayan bir kimlik toplumudur. Kimlik toplumu olmanın da çeşitli sonuçları ortaya çıkmaktadır. Ebeveynler ve okullar çocuklarla ilgilenmeli, onlara nasıl sorumlu biçimde davranacaklarını öğretmeli ve onların sevgi ve değerli olma gereksinimlerini karşılamalıdırlar.
Gerçeklik terapisinin temel sayıtlısı; insanlar çevrelerini ve kendilerini kontrol etme gücüne sahiptirler, bu nedenle kendi davranışlarının sorumluluğunu alabilmelidirler. Davranışları bireye doyum sağlamıyorsa davranışlar değişmeli, yeni davranışlar kazanılmalıdır. Gerçeklik terapisinin ilkeleri, günlük yaşamda başarılı kimlik kazanmaya çalışan insanlar kadar, ciddi duygusal ve davranışsal problemi olanlarla da ilgilidir.
Kontrol Kuramı
Gerçeklik terapisinin temel görüşü kontrol kuramına dayalıdır. Kontrol kuramının temel sayıtlısı şudur: insan kendisini ve çevresini kontrol edebilir, bu nedenle davranışlarından kendisi sorumlu olmalı ve yaşamının kontrolünü kendi eline almalıdır. Kontrol kuramı insan davranışının dış güçlerden değil de, amaçlı olarak bireyin kendisinden kaynaklandığı ve kontrol edildiği mantığına dayanmaktadır. Dış etkenler bireyin kararları üzerinde etkilidir, ancak birey nasıl davranacağına kendisi karar verir.


Bireyin davranışları temel ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Glasser 4 temel psikolojik ihtiyaçtan söz eder. Bunlar:
Ait olma ,
Güçlü olma,
Özgür (bağımsız) olma,
Eğlenme.
Kontrol kuramına göre insan beyni, bireyin istediği şeyleri elde etmesine yardım eden bir kontrol sistemi olarak işlev görür. Psikolojik ihtiyaçlar engellendiğinde bireyler yaşamdan doyum sağlayamaz ve davranışları sağlıklı ve dengeli olmaz.
Gerçeklik terapisinin dayandığı temel görüşe göre; psikolojik sorunu olan bireyler, ihtiyaçlarına doyum sağlayabilmek için çevrelerini ve dünyayı kontrol etmede ve değiştirmede başarısız olmaktadırlar. O halde çevrelerini daha etkili bir şekilde kullanabilmeleri için ve ihtiyaçlarına doyum sağlamada daha başarılı olabilmeleri için danışanlara yardım edilmelidir.
Glasser, bireyin seçtiği olumsuz davranışların nedenini, istenilen şey ile sahip olunan şey arasındaki farkı kapatma çabasının sonucu olarak görmektedir.

Gerçeklik Terapisinin Temel Kavramları
Kimlik:
Bireyin diğer insanlardan farklı ve özel olduğunu yani ayrı bir birey olduğunu hissetme ihtiyacıdır. Gerçeklik terapisi, hangi kültürden olursa olsun tüm insanların tek bir temel gereksiniminin olduğunu iddia etmektedir. Bu “kimlik” gereksinimidir. Glasser’e göre 1950’li yıllarda, Batı dünyasında, hayatta kalma toplumu olmaktan kimlik toplumu olmaya doğru bir değişim yaşanmıştır.
Başarılı kimlik gereksinimi, sağlıklılık veya gelişme gücü olarak ele alınmaktadır. Bu nedenle gerçeklik terapisinde insanların doğasının sosyalliğe dayandığı görüşü yer almaktadır. Ancak insanlar başarılı kimlikler kadar başarısız kimliklere de sahip olabilirler.




Katılım:
İnsanoğlu geçmişinden bu yana diğer insanlarla ve dostlarıyla birlikte olma ve başkalarına katılma ihtiyacı hissetmiştir. Glasser’e göre insanın başarılı bir kimliğe sahip olması için sevmeye ve sevilmeye ihtiyacı vardır.
Glasser’e göre katılım gereksinimi, insanların sinir sistemine yerleşmiştir. Sinir sisteminde insanın başkalarına katılması için onu cesaretlendiren bir acı söz konusudur. Bu acı insanları katılmaya yönlendirir.
Sorumluluk:
İnsanların ihtiyaçlarına doyum sağlayan temel davranışlardır. Sorumlu insanlar; yaşamdan ne beklediklerini bilen, ihtiyaçlarını karşılamak ve hedeflerine ulaşmak için gerçekçi planlar yapan insanlardır.
Sevgi ve değer gereksinimlerini karşılamada yetersizlik, sorumsuzluk olarak tanımlanmaktadır. Böylece sorumluluk, bir araya geldiklerinde başarılı kimliği oluşturan, sevgi ve değere sahip olmaktır. Öte yandan, sorumsuz davranış, bir araya geldiklerinde başarısız kimliği oluşturan, yalnızlık ve acıya neden olur.
Bazı ruhsal rahatsızlıkların nedeni biyokimyasal bozukluklar ve beyin hasarı olmakla beraber, pek çoğunun nedeninin en iyi açıklaması sorumsuzluktur.
Sevgi ve değerli olma:
Hayatta kalma toplumunda başarının anahtarı güvenlik iken, yeni kimlik toplumunda başarılı kimliğin sevgi ve değerli olmaya dayalıdır. Glasser, iki temel gereksinimin olduğunu vurgulamaktadır: Sevme ve sevilme gereksinimi, kendimizin ve başkalarının değerli olduğunu hissetme gereksinimi. Sevme ve sevilme gereksinimi, özen gösteren ve saygı duyan insanlarla ilişki kurmak, onlarla bir katılım içinde olmak demektir. Kendini değerli hissetmek için, insanlar kendilerinin değerli olduklarına katkıda bulunacak bir iş yapmak, başkalarının da bunu yapmasına yardımcı olmak durumundadırlar.
Başarılı kimlik için alt amaçlar olan sevgi ve değerin karşılanmasında başarısızlığa uğramanın sonucu; yalnızlık, acı ve başarısız kimliktir. Glasser, yaşadığımız bu kimlik toplumunda, pek çok kimse sevgi ve değeri öğrenemediğinden yalnızlık ve başarısızlıkların gözlendiğini ifade etmektedir.




Glasser’in gerçeklik terapisinde yer alan dörtlü zincir:


Gerçekle yüz yüze gelmek

Gerçeği inkâr etmek

Sorumsuz davranış

Sorumlu davranış





1253
Psikoloji / Çocuğumu nasıl bir okula yazdırayım?
« : 11 Haziran 2009, 09:33:42 öö »
Çocuğumu nasıl bir okula yazdırayım?

 İlkokula çocuğu başlayacak olan velilerin bu ara en büyük problemi bu. 14 yıldır bir anaokulu işlettiğim için bana şu an velilerimin en çok sorduğu soru, çocuğumu hangi okula vereyim?

 Devlet okuluna vereceklerin yeni sistemde seçeneği yok zaten, devlet tarafından yerleştiriliyorsunuz.

 Özel okula verecekseniz; çocuğunuzun nasıl olduğu artık bellidir, derslere çalışacak mı, sosyal tarafı mı daha gelişmiş, bunlar artık üç aşşağı beş yukarı kendini belli etmiştir. Ancak objektif olun. Genelde anne babalar bazı durumların farkında olsalar bile görmezden gelirler ve kendi çocuklarını zorlarlar. Bu da ilerki yıllarda sırf ders yüzünden ararlarında kötü bir ilişki olmasına neden olur.

 

 Çocuğunuz ders çalışmayı sevmiyorsa onu göz göre göre derslerin ağır işlendiği bir okula yollamanın manası yok. Bu durumda hem çocuğunuz hem siz üzülürsünüz. Sosyal aktivitesi daha fazla olan bir okula yollamanızda fayda var bu durumda.

 

 Ancak benim gördüğüm, anne babalar kendi hırslarını çocukları üzerinden tatmin etmeye başladıkları noktada o çocukların mutsuz olduğu.

 Okul kesinlikle önemli, okumak da. Sakın yanlış anlaşılmasın. Bunun sonuna kadar arkasındayım. Ancak çocuklarımızın dünyasını karartma bahasına değil. Önce mutlu çocuklar olsunlar. Tabi bu da onlara herşeyi sunmakla olmuyor. Onlara zaman ayırmalıyız. En önemlisi de bağırsanız bile sizin ona olan  sevgisinden şüphe etmemeli çocuk.

 

 Çocuğun sosyal olması en az ders başarısı kadar önemli. Ben nice okul birincileri ancak sosyal olmayan insan gördüm hayatta bir yere gelememiş.

 Çocuğunuzun tesbitini yapın ve ona uygun olan en iyi okulu seçmeye çalışın. Biliyorum zor bir karar. Sistemimiz de bunu iyice zorlaştırıyor.

 Okul seçen tüm velilere sabır diliyorum, hepinize kolay gelsin.

Aylin KOTİL

1254
Genel Tartışma / GİZLİ BULUŞMALAR
« : 08 Haziran 2009, 05:42:04 öö »
Selim ger gün kullandığı kral yolundan geçerken iken mahallede bulunan eski bir mescit ile yeni yapılan bir cami (bir birlerine yakınlar) yeraltından bir koridor ile birbirlerine bağlamış olarak görür. Aslında koridor eski mescidin koridoruna benziyor fakat daha uzun gibi duruyor ve söylentilere göre koridorun sonundan yeni yapılan camiye giriliyor. Sanırım ilkokul ikinci veya üçüncü sınıfta olduğu vakitle eşdeğer yaştadır bu esnada. Bu koridorun bir kapısı ortaokul zamanında kaldığı yurda çıkıyor. Eline nereden sıkıştırıldığını bilmediği kirli çamaşırlar var. Biri ona bu rolü vermiş gibi oynamaya başlıyor.  Bu koridor oldukça kalabalık, insanların kimisi camide namaz kılmak için telaş içinde kimisi de yurtta verilecek seminer hazırlıkları için telaşlanıyor. Selim’in görevi ise elindeki kirli çamaşırları temizlemek diye ilham olunmuş ve onları yıkayabileceği bir yer arıyor. Selim kaybolmuş gibi etrafta dolanırken aslında aynı zamanda hedefine yönelik hareket etmektedir. Çamaşırhaneye giden bodrum katını kullanmak istiyor fakat çamaşırhaneye ulaşmak için önce yemekhaneden de geçmesi gerekmektedir. Kimse yemek haneye bu saatte girmesin diye bir kişi katın merdivenlerinin sonunda beklemektedir, bekleyen kişi Selim’in arkadaşıdır. Selim arkadaşına samimiyetin verdiği rahatlıkla yaklaşır ve
-   Çamaşırhaneye gideceğim, şunları yıkamam lazım der.
-   Bu taraftan gitme, bak yukarıda eski bir koridor var oradaki ilk kapıdan git der.
Selim önce arkadaşının kendisine koyduğu bu kurala kızıyor. Fakat bu kadar telaşlı dolaşan insanların içinde arkadaşının onu sorgulamamasına da seviniyor. Arkadaşı “ne işin var şimdi çamaşırlarla git seminere hazırlık yap“ da diyebilirdi. Bodrum katın merdivenlerinden geri yukarıya çıkıyor. Zemin katın üstündeki ilk katın merdivenlerini çıkınca eski bir kapı gözüküyor. Kahve renkli kapının üstüne sanki hiç boya çalınmamış, orijinal tahta renginin üstüne geçen yıllar yıpranma izleri bırakmış.
Kapıyı aralıyor fakat içerisi görülemeyecek kadar karanlık, bu karanlıktan içine sızan ürpertiye rağmen içeriye doğru adımını atıyor. Odanın zeminde tahtadan olduğu için hafif bir gıcırtı sesi içeride yankılanıyor. Bu yankının netliğine bakılırsa burası terkedilmiş bir oda olmalı. Dış kapı aralıklı olmasına rağmen dışarıdaki beyaz ışık içeriye beyaz olarak değil loş bir ışık renginde sızıyor. Bu görememenin verdiği korku ile diğer duyu organlarına dağılan yeti artıyor. Burnuna tanıdık kokular, yıllardır yıkanmamış eski halı kokusu, tahtaların üstüne yapışmış toprak kokusu geliyor. Yavaşça kokulara yaklaşıyor hem zihninde hem de fiziken. Kokuların kaynağını arayan bir canlı gibi usulca nesnelere yaklaşıyor. Yaklaştıkça tanıdıklaşan bu kokular üzerine Selim’deki korku yerini, vücudunu harekete geçiren merak duygusuna bırakıyor. Adım attıkça gıcırdayan tahta sesleri anıları içinde anlam buluyor ve hafızasında kontrol edebileceği, hatırlıya bileceği bir yakınlık oluşturuyor. Tam ileriye doğru bir adım daha attığında vücudundan önde giden eli bir kapıya değiyor ve ayağının altındaki zemin de titremeye başlıyor. Birden heyecanlanıyor ve olduğu yerde duruyor, sanki derin bir nefes alsa verse her şey kibritten yapılan bir iskeleye üflendiğinde dağılır gibi yıkılacak. Onu bu kadar ürküten fiziksel olayların hassaslığı mıdır yoksa birden hafızasında netleşen bu mekâna ait bazı anılar mıdır emin değiliz. Fakat bu korku ve duraksama aynı zamanda zihindeki hatıraların sıra sıra gelişi odanın içinde hafif bir loşlukta ışık doğurur. Çok kapalı bir tonda ateş renginden daha kapalı ve az yayılan bir ışık ile oda aydınlanmaya başlar. Yıpranmış eski resimlerin bir senaryoya uyarlanıp anılarla ilgili bir filme de işlendiğinde kişide uyandıran his gibi, bir his kaplıyor Selim’i. Kendi kendine konuşmaya başlıyor bu hissin ışığında;
—anılarım içinden ben mi seçiyorum bunları, keşke böyle bir yeteneğimiz olsaydı da ben de bilincimin bulanık kalan kısmına bir kez dokunabilseydim. Dün günün geç saatlerine kadar kitap okuma keyfi içindeyken birden (nesne ilişkileri teorisinde) nefret ettiklerim ve kıskandıklarımın ne kadar fazla olduğunu düşünüyordum. Aynı zamanda somatik yakınmalarımın sebebini bu nefretlerimi ve kıskançlıklarımı bastırmaktan kaynaklandığını söylüyordum kendime. Şu halime bak anılarım içinde bir sanatçı varmış da ben göremiyormuşum.“
Selim’in kendi kendine konuşmasına göre hala kendi içindeki analizi bitmemişti. Fakat bu sefer yücelttiği şeylerin vesile ile beslediği iyiler ve kötüler kaynaşacaktır.
   İlk önce kokunun tanıdıklığı sonra odanın zemini içindeki tahtanın gıcırtı seslerinin ve ardından bu karanlık oda içindeki bir kapıya daha dokunuşu ile canlanan tene ait hisleri, geriye kalan görme duyusunun aydınlığına yavaş yavaş hizmet ediyorlardı. Selim’in dört duyu organı da kendi serbestlikleri içinde yadsınan anıların tekrar aydınlanabilmesi için sembolik olarak Selim’in gözlerini aydınlatmaya çalışıyorlar. Selim kapıya bu sefer kuvvetlice dokunur ve ayakları altında titreyen tahtaların gıcırtısından bu sefer ürkmez. Oda biraz daha aydınlanmaya başlar. Bu sefer daha da tanıdıklaşan odanın içinde rahatça derin bir nefes alır ve az önce ki korkusuna karşılık nefesini rahatça bırakır. Tam karşısındaki duvara aslı duran, kırmız renklerin daha baskın olduğu ve mavi desenlerle işlenmiş bir halıyı görür.
-   Bu bizim evdeki halı.
Evlerindeki halının bu duvar ne işi olduğunu bilmiyor bununla beraber onun bu duvarda olması ona bir rahatlık veriyor. Kapı iyice aralandığında hemen karşısında uzun zamandır bakılmamış bir bahçeye yansıyan ay ışığı var. Hafif bir rüzgârla kapı tekrar kapanıyor. Kapıyı daha bir merakla araladığında bu sefer bir eli kapının tokmağında diğer eli ile odanın içine uzattığı bedenini dengeliyor. Aşağıya baktığında odanın zemini tahrip olmuş ve ahır görünür hala gelmiş..
—bu odayı da biliyorum evet bu ahırda eskiden inekler, tosunlar vardı. Şimdi ise bomboş kalmış, içinde sarı samanların kurumuş, renkleri solmuş, neredeyse toprak olmuş artıkları kalmış.
Kendi ile konuşmasının ardından oda biraz daha aydınlanır. Selim ellerine baktığında kirli çamaşırları göremeyince pek de şaşırmaz, artık içinde bu odaları keşfetme tutkusu belirmiştir. Evin içi düşük voltajlı bir sarı ampulün loşluğuna ulaşır.
—   Bu evi tanıyorum henüz ben sekiz aylık iken bu evde kırk gün kalmışım. Daha sonraları hemen hemen her seneye yaz aylarında gelirdik. Ananem vefat edince bu evi yıkmışlardı. Dede yadigârı bu ahşap ev ananemin evi. Dedem kendi elleri ile inşa etmiş bu evi ananemde onun anısına ara sıra restore etmiş fakat yıkıp yenisini yapmak istememiş. Sanırım teyzemler yıktırmıştı bu evi ve yerine tuğlalardan bir katlı ev yaptıracaklardı. Beni en çok etkileyen doğa ile olan bu evin kendi doğasında da kuralları olması ve büyük tavanıydı sanrım. İstanbul gibi bir şehrin içinde beton duvarlarının hâkimiyetinin bol olduğu bir semtten geldiğimiz için bu evin gerek kurallarının gerek mimarisinin eski insanların doğallığına has olması bende hep bu evde gizemli bir şeyler varmış gibi bir his uyandırıyordu. Şehirdeki evimizde misafir odasının yasaklığı burada yiyecek odasında vardı. İçinde ceviz, un, buğday, tarhana, bal, bisküvi, gibi hemen hemen temel gıda odası olan ve buzdolabı bulunmayan bu odaya girmemiz teyzelerimin anlattıkları iyi saatte olsunlar hikâyeleri ile yasaklanmıştı. Bazı zamanlar çocuk inadı sebebi ile yemediğimiz yemeklerden sonra geceleri uyuyamaz o daya girmeye çalışırdık, kuzenlerle.
Bu gizli odadan hala korkuyor olma ki selim o tarafa doğru fazla bakmıyor. Göz ucu ile hatırladıklarını sayıklıyor. Dış kapı meğer bir zaman tünelinden geriye doğru açılan bir kapıymış. Selim’i koridorun tam ortasına götürmüş. Evin merkezinde duruyor ve etrafına bakınırken bu evin asla yok olmayacağını anıları içinde her zaman var olacağını düşünüyor. Bundan sonra dileği zaman bu hatıraların içinde gezinebilir. Bütün bu kendinden emin duygularına rağmen ayrılmak için hareket ettiğinde ayaklarının ağırlaştığını hisseder. Gözyaşları hiç bu kadar ilham gibi birden ve dürtüselce süzülür müydü? Tesadüfî olarak bu anıların içinde kaybettiği kendini bulmuşken sevineceğine her ruhuna sirayet eden bu hüzün nedendir. Mutluluğun verdiği hafifliğin, güvenin yerine birden bire boğazına düğümlenen bir hüzün geçiyor. Selimin dokunduğu nesneler eğer canlanıp ona dokunsa idiler hıçkırmak daha kolay olacak, sanırım. Kimse yoktu odaların içinde, selim kendi dünyasının merkezinde ve bu evin içinde merkezde bulunan koridor da tek başına ayakta duruyor. İnsanlar neredeydi, hiç kimse yoktu, ne teyzeleri ne kuzenleri. Bu odaların içindeki bütün anıların içinde onlarda vardı. Ötekiler nerede? Nesnelerin seslerinin, kokularının, dokunması ile hissettiği o duyuların vesile ise gördükleri gerçek miydi yoksa algılamak istediğini hâlâ yadsıyor muydu?
-   ya oda içinde birileri varda ben onları yadsıdıysam tıpkı onların beni görmezlikten geldikleri gibi. Hayır, bu imkânsız bu kadar da çaresiz olamam sanırım. Belki de histerik bir sevgi-ilgi açlığı yaşıyor veya şizofrenik bir yalnızlık dünyasında kendimi parçalamaya devam ediyorum.
Yürümeye kalkışıyor ama sanki birileri ayaklarından tutuyor, bir ağırlık var sırtında dizleri bükülüyor. Havanın yoğunluğu artmış her yer nemlenmiş, elbiseler vücuduna yapışmaya başlıyor. Nefes alması zorlaşıyor, bu daralma hissinden kurtulmak için yavaşça geriye doğru bir adım atıyor. Geriye doğru giderken anılarına bakıyor sanki güzel bir tablonun içinde kendisini görüyor. Bir adım daha geriye doğru gidince sırtı bir yere çarpıyor. Eliyle yokladığında bunun bir divan olduğunu anlıyor.
-   Evet, tam burada bir divan vardı. Onu nasıl göremedim. Bu ananemin yattığı divan.
Oldukça büyük olan divanda genelde ananesi yatıyordu. Geçmişte bu divanda Selim ve iki kuzeni birlikte yatabiliyorlardı. Bazı zamanlarda Selim ananesinin yanına yatmak için ısrar ediyordu. Onun ısrarı yatarken ananesinin hikâyelerini dinlemek ve anane hikâyeleri anlatırken yaptığı taklitlerde değişen yüz mimiklerini seyredebilmek.
-   O beni severken, saçlarımı okşarken ben ondan hikâye anlatmasını isterdim, o da tabi yavrum der başlardı eskilerin meşhur hikâyelerini anlatmaya. Yaşlılığın verdiği kısık ve titrek sesine yüz hatlarındaki çizgiler eşlik ederdi. Sanki o değil yüzündeki parçalar konuşurdu. Onları izlemek televizyon izlemekten daha keyifli gelirdi. Bir müddet sonra uyku ağırlaşır gözlerim kapanır ve sesi ile uyumayı sürdürürdüm. Keşke biraz vaktim daha olsa da bu divana yatabilsem.
Selim gitmesi gerektiğine inanıyordu. İri yorganın üstüne eline uzattığında şaşırdı kaldı. Yorgan hala sıcacıktı. Yorganın içindeki yün miktarından dır diye düşünecekken beyaz kılıflı yorganın nefes alış verişindeki yavaşlıkla hareket ettiğini gördü.
-   Hayret onca ses yapmam rağmen bu dev divanda yatan kişi nasıl olurda uyanmamıştı. Kaç tane kapı açtım kaç kapıyı gürültülü bir şekilde kapattım. Bazen yüksek sesle kendimle konuştum, bazen ağladım hıçkırık sessizliğinde ama duymamış demek ki. Şaşılacak bir şey kim olsa uyanırdı bu kadar gürültüye.
Çıkardığı sesler sanki sembolik olarak ortaya atılmış bir iç seslerden kaynaklanan davranışlardı aslında. Selim odaya girdiğinden beri sessiz ve hep sükûnet içinde etrafı seyretmiş bazen fısıltı niteliğinde sesler çıkartmıştı. Korku ve yalnızlığının yanılgısında o kadar seslere odaklanmış olmalı ki burada yatan kişinin onu duymadığını düşünüyordu.
-   Koyunyünlerinin bolca kullanıldığı bu yorgan sanırım ona pek sıcak gelmiş olma. Bir kuzunun annesinin sıcaklığında uyuması gibi hiç rahatsız olmadı.
Bir adım daha geriye gidiyor Selim, yatan kişiden korkacağına nedense bir merak var içinde. Onun kim olduğunu öğrenmek istiyor ama karanlık ve loş ışık buna şimdilik izin vermiyor. Işık duvara yansıyor ve duvardaki kırmızı halı sanki ışığı emiyor ememediklerini yatan kişinin yüzüne yansıtıyordu.
-   Ağzı bir miktar açık kalmış der tebessümle, sanırım normal hayatında pek konuşamayan bu kişi rüya esnasında sönen savunmaları vesilesi ile tüm gece ağzını açık tutarak hayatın sıkıcılığına karşılık rahat bir nefes alma ortamı yaratıyor. Burnu da tıkanmış olabilir.
Birden yatan kişinin başındaki beyaz başörtüsünü görünce kadın olduğuna kanaat getirir. Fakat yüzü hala net değildir. Yavaşça belirmesine rağmen sabırsızlık içinde geriye doğru bir adım daha atar. Selim’in vücudu yatan kadının yüz hizasından bir adım daha geridedir. Ayaklarındaki ağırlı birden çözülüverir. Aniden gelen bunaltı hissi ile daralan kalbi aniden ferahlar ve hafifler. Evin içindeki loş ışık biraz daha net olarak kadının yüzünü aydınlatır. Sanki birisi elinde bir mum ile kadının başucunda durmuş gibi yüzü görülür olur. Artık ışığın her damlası kadının o güzel yüzüne ve Selim’in çocuk bedenine yansır. Bu aydınlıkla Selim bedenine hâkim olamaz kadın onu kendisine doğru çekiyordur, sanki onun koşulsuzca yayılan sevgisidir bu aydınlığı ve çekimi doğuran. İki-üç yarım adımı koşarcasına gidiyor. Elleri ile omzunu dürtüyor. Divanın üstüne hiç düşünmeden zıplamasına rağmen hala uyanmamıştır. Dürtüldükçe uyanan sadece divandaki kadın değil Selimde bir umuda doğru uyanmakta içinde gizli kalmış yanlarını açığa çıkartmanın mutluluğunu yaşamaktadır.
-   Sanki yıllardı bu divanda beni bekliyormuş gibi uyuyor. Bu hatıralarımın içinde nasıl olurda unuturum onu. Doğrusu unutan ben değilim galiba. Ama bu bir yüzleşme ise şimdi olmalı.
Son bir kez daha seslice bağırıyor.
—anne! Uyan anne! Selim ‘in annesi divanda donuk donuk bakıyor. Uyanmasına mı sevinmeli cevapsız bakışlarına mı sevinmeli. Selim hiç bir şey söylemiyor o da annesinin yeni narkozdan çıkmış gibi baygın, anlamsız, donuk bakışlarına cevaben tebessüm ediyor. Selim annesinden kendisini yeniden dirilte bilecek bir cümle istiyor. Donuk bakışlarından sıyrılmaya başlayan annesinin gözleri hareket ediyor artık ama sanki Selim’in şimdiye kadar hissettikleri annesine ilham oluyor. Annesine bir meleği izler gibi bakan Selim bekliyor… bu sefer ilk cümle anneden çıkıyor
— oğlum, sen neden geldin buraya diyor ama devam edemiyor. Selim duymak istediklerini yine duyamayacak olmanın karamsarlığı ile divandan ayrılmaya yeltenirken, annesi tekrar konuşur ve ellerinden tutarak Selim’i kendisine çeker
—   Dur oğlum, inan bana seni bir daha terk etmeyeceğim. Bundan sonra hep birlikte olabileceğiz, korkma yalnız değilsin. Diyor annesi. Bunlar selim in istediklerinden fazla cümleler ve kelimelerin anne tarafından sarf edilişi selim’in dileğinden daha fazla duygu yüklüdür. Selim başını annesinin göğsüne yaslamış gözyaşlarını artık annesinin kalbine dökmüştür. Annesinin bu olgun ve Selim’e onu anladığını hissettiren kendinden emin ses tonu ile kurduğu iki cümle bastırılan yalnızlıkla parçalanmış kalbinin yeniden kaynaşmasına yetiyor. Kalbinde sorguladığı kıskançlıklar, erimeye başlıyor. Anne yatağından doğruluyor ve Selim’le vedalaşmak için son kes kucaklaşıyorlar. Bunun veda olduğunu anlayan Selim üzülmemesine şaşıyor fakat kalbinde bu sıcaklığı taşıyabileceğine inanmaya başlıyor.
Selim divandan iniyor, annesine baktığında tekrar uyuduğunu görüyor. Ciğerlerinin arzusu ile bu atmosferi son kez teneffüs edip kanına karıştırmak istercesine derin bir nefes alıp dış kapıyı aralıyor. İleriye doğru sakin adımlarda gidiyor ve tekrar aynı koridora çıkıyor. İnsanlara baktığın da herkes bir telaş içinde seminer için hazırlık yapmaktadır. Elindeki kirli çamaşırları nereye koyduğunu hatırlamıyor.
—biran önce seminere yetişmeliyim, ya da gerek yok bugün dışarıya çıkıp baharın tadını çıkartmayı denemeliyim…
Dışarıya çıktığında elindeki elbiselerin kuruması için asıldığını görür.

ABDURRAHMAN ALUC
oedipusseyri@yahoo.com

1255
Şiir / NAZAR - Hüseyin Kaçın
« : 08 Haziran 2009, 05:15:36 öö »
NAZAR 

gözlerime gözlerin ekilmiş/
kurak yaz güneşlerinde/
bir yudum su gibi/
adın kavrulmuş dilimde

bir kuş olmuşsun ellerimde/
aşkın yuvasına konmuşsun /
dileklerin dua olmuş
karanlık gecelere küsmüş
hep kimsesiz ağlamışsın
elveda derken göklere uçmuşsun /
yaprak dökerken ağaçlar
kanadın kırılmış
gözlerimde hep bensiz vurulmuşsun

14 eylül

1256
Şiir / MEVSİM - Hüseyin Kaçın
« : 08 Haziran 2009, 05:15:05 öö »
mevsim

Aç pencereni bak göklere
Yağmur yağıyorsa
Hüzün kokar ceketim

Mevsimler kavga ediyorsa
Bulutlar ağlıyorsa
Sen kokar rüyalarım

Çiçekler küsmüşse hayata
Aynalar kırılıyorsa
Bahar kokar ruhum

Gecenin göğsünde aşk
Çocuklar oynuyorsa
Masal kokar yarınlar

Ağaçlar sarıya aşina olmuşsa
Kadınlar yol gözlüyorsa
Ölümdür kapımızı çalan

20 eylül 01 00

1257
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
Aile ve Evlilik Terapisti

KADIN ve AŞK

Hz Havva zekası ve ruhuyla hayata dokunan ilk insandır. İyi ki eli o yasak ağaca uzanmıştır. İyi ki Hz Adem'in aklını çelmiştir. Böylece hayatın sırrını açığa çıkarmıştır. Aşk ve cinselliği cennetten hediye olarak dünyaya taşımakla görevlendirilmiştir. Allah hayata dair tüm oluşumların nüvelerini kadında gizlemiştir. Bu anlamda kadın hayatın kendisidir. Yüreğinde Hz Havva'ya şükran duygusu beslemeyen insan yücelik mertebesine erişemeyecektir. Kadını yüceltmeyen erkek asla yücelemeyecektir.


http://www.youtube.com/watch?v=K9MC30t7Uhc&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw&index=2

tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#

RÜYA

Dört kişilik çekirdek bir aile, küçük çocukları ile beraber yaz tatiline çıkarlar. Ailenin en küçük ferdi olan erkek çocuk on aylıktır. Kız çocuk ise iki buçuk yaşındadır.  Deniz kenarında geçen onbeş gün çabuk geçmiştir. Tatilin son günlerinden dönüş hazırlıkları başlamıştır. Dönmeden önceki gün son hazırlıklar başlamıştır. Baba sabah erken kalkıp gazete almak için dışarı çıkmıştır. Gazete büfesinin önünde beyaz pardösülü, beyaz eşarplı bir kadın elini açar fakat hiç konuşmaz. Baba şaşırır ve kadına biraz beklemesini, gazete aldıktan sonra para vereceğini söyler. Gazete aldıktan sonra bozdurmuş olduğu bütün parayı kadına verir ve kadın uzaklaşır. Baba arkasını dönüp bakar, kadın yoldan gelen hiç kimseden başka para istemez ve birden yok olur. Baba bu olaya karşın hiçbir şey belli etmeden otele geri döner ve ailesini restoranda beklemeye başlar. Eğlenceli bir günün ardından gece olur. Kaldıkları süit iki odadan oluşmaktadır. Baba bir odada kız çocukla, anne ise diğer odada erkek çocukla uyumaktadır. Baba uyumadan önce dua edip gözlerini kapatır.
 Gözlerini kapatması ile açması adeta aynı anda olur. Kendisini yatağın üzerinde odaya kuş bakışı olarak baktığını fark eder. Korkar. O anda aşağıya uzanır ve kız çocuğunu kucağına alır. Telaşa kapılır dua etmeye başlar. Tam o sırada odanın ortasında güneş gibi göz kamaştıran bir ışık kütlesinin olduğunu fark eder. Korkarak diğer odadaki karısının ve oğlunun yanına gider. Onlara uzanmaya çalışır. Işık kütlesi anne ve oğlun üzerinde dönmeye başlar. Işık kütlesi seslenir. Korkma, bir şey yok. Merak etme onları onlar bizimle der. Küçük bir gezintiye çıkıp geleceğiz, gel benimle diye seslenir. Baba endişeli ve meraklı bir şekilde kızına sarılır ve ışık kütlesine uzanır. Bir anda yaz akşamının bunaltıcı havası yok olur. Sakin huzur dolu aydınlık bir yere getirmiştir ışık kütlesi onları. Yeşil kubbesi olan eski bir mezara benzeyen. Baba, ışık kütlesine sorar burası neresi diye. Işık cevap vermez. Baba ışığı takip etmeye devam eder. Bahçe girişinde bulunan sarıklı mezar taşarlının arasından geçerek içeri girerler. Büyük bir sandukanın önüne gelirler. Işık kütlesinden ses gelir. Kızını artık bırakmalısını, gidecekleri yere onun gelemeyeceğini söyler. Baba kızını bırakmak istemez. O anda sandukanın üzerinden bir merdiven yükselir. Babaya abdest alması gerektiğini söylerler. Baba abdest alır ve merdivenleri çıkmaya başlar.  Bir süre merdiven çıktıktan sonra birinci kata gelirler. Büyük bir kapıdan içeri girerler arkası dönük kahverengi sarıklı insanların namaza durduklarını görür. Bizim daha yukarı çıkacağız der ışık kütlesi babaya. Bir süre daha merdiven çıktıktan sonra ikinci kata gelirler. İkinci katta yeşil sarıklı insanların namaza durduklarını görür baba. Sorar ışığa burası mı diye ışık hayır burası da değil der biz daha yukarı çıkacağız der. Bir süre daha merdiven çıkarlar. Üçüncü katta beyaz sarıklı insanlar görür baba. Burası da olmadığını anlar ve daha yukarı çıkmaya devam eder. Dördüncü kata geldiklerinde ışık babaya döner burası der. Baba sorar neresi burası diye. Işık cevap verir burası Mevlana hazretlerinin türbesi der. Peygamber efendimiz ve Mevlana hazretleri burada onlarla birlikte namaz kılacaksın der ışık kütlesi babaya. Baba sevinç ve korkuyu hisseder içinde. Namazın ardından kızı merak eder baba. Kızıma götürün beni der. Bir anda otel odasında bulur kendisini ve kızını. Yatağının boş olduğunu görür baba. Yine yatağa kuş bakışı olarak baktığını fark eder ve büyük bir şiddetle yatağa düşer. Yatağın çıkarttığı sese küçük kız uyanır ve ağlamaya başlar. Işık kütlesi hala odadır. Baba ışık kütlesini takip eder. Işık anne ve oğlun odasına gider ve üzerinde dönmeye başlar. Baba, anneyi uyandırır ışığı görüp görmediğini sorar. Anne telaşa kapılır ve görmediğini söyler. Baba ışığa uzandıkça ışık uzaklaşır. Baba ışığın peşinden gider. Işık odanın balkonuna çıkmıştır artık. Baba hızlanır ve ışığa doğru hareket eder. Işık balkondan denizin üzerine düşer ve uzaklaşmaya devam eder ve kaybolur.
 Baba gördüklerinden bahsetmez ama çok korkmuştur. O gece uyumadan valizleri toparlar anne ve baba. Sabah erkenden otelden ayrılırlar. Evlerine dönmek üzere yola çıkan aile, bir semtin içinden geçerken semt pazarını görürler. Anne pazardan meyve almak ister ve dururlar. Anne yanına sadece bir meyve alacak kadar para alarak pazaryerine gider. Anne bir miktar meyve aldıktan sonra parayı satıcıya uzatacakken yanına bir dilenci gelir. Masmavi gözleriyle anneye bakarken, anne pazarda olduğunu unutmuş o anda. Ve parayı dilencinin eline vererek avucunu kapatmış dilencinin. Anne elini dilencinin elinden çekerken dilenci gülümsemiş ve bir anda yok olmuş. Anne korkuya kapılmış ve koşarak abralarına geri dönmüş. Baba meraklı bir şekilde ne olduğunu sormuş ve anne ağlamaya başlamış. Baba ve anne iki gündür yaşadıklarını olaylar karşısında ne yapacaklarını bilememişler.  Bir süre dinlendikten sonra yola devam etmişler. Aile tek yönlü bir yolda araçlarıyla ilerlerken karşılarına büyük bir kamyon çıkmış. Anne ani bir refleks ile küçük kızı camdan dışarı atmış ve araba kamyonun altına giriş büyük bir hızla.  Araba paramparça olmuş kırılmayan bir cam, yamulmayan bir kaporta parçası kalmamış. Anne sıkıştığı yerden kendi çabalarıyla çıkmış. Eşini kurtarmak için büyük çaba sarf ettikten sonra onu da çıkartmış. Dışarı fırlattığı kızını armaya başlamış fakat bulamamış. On aylık erkek çocuğu enkaz içerisinde aramaya başlamış. Küçük çocuğu cam yığınları arasından çıkartmış. Baba şoka girmiş ve bayılmış. Annenin yanına yaşlı bir amca gelmiş. Camdan fırlattığı çocuğunu getirmiş ve kaza enkazına kimseyi sokma ve dokundurma diye tembih ettikten sonra gitmiş. Mucize eseri paramparça olmuş araçtan aile ek bir çizik bile almadan kurtulmuş. Görenler büyük şaşkınlık yaşamış.
Aradan aylar geçtikten sonra baba işi gereği Konya civarlarına gitmek zorunda kalmış. Aklından hiç çıkmayan rüyasını araştırmak istemiş ve Mevlana hazretlerinin türbesini ziyaret etmeye gitmiş. Türbeden içeri girdiği andan itibaren ağlamaya başlamış. Her şey rüyasında gördükleri ile birebir aynı imiş. Büyük sandukanın önüne geldiğinde kendinden geçmiş…   Saatler sonra kendine geldiğinde rüyasında gördüğü her şeyin cevabını alarak uyanmış. Birinci katta gördükleri kahverengi sarıklı insanların Mevlana hazretlerinin türbesinin girişinde bulunan mezardaki kişiler olduğunu ve her kati insanların kimler olduğunu öğrenmiş… Kendinden geçtiği süre içerisinde yaşadıklarını ve hissettiklerini hiç kimseye anlatmadan oteline geri dönmüş.
Baba; gördüğü rüya, yaptıkları kaza ve diğer olaylar aile içinde kalarak bir daha konuşulmamıştır.   

1258
Baş davası ahlak olan bir Müslüman sosyalist: NURETTİN TOPÇU


Ne acı bir dönemden geçiyoruz: İslam'ın "akil adamı", "aksiyoner fedaisi" gibi övgü sözleriyle yüceltilenler, bugün karşımıza "tecavüz sanığı" olarak çıkıyor.

"Calvinist Müslüman" işadamlığına örnek gösterilenler, bugün dört eşi savunmalarıyla gazetelere manşet oluyor. Günlerdir konuşulan bu olaylar-isimler gerçekte İslam'ı temsil ediyor mu? Utanmayı, mahcubiyeti unuttuk mu? Hayır! Ama ne yazık ki Müslümanlığı varoş kültürüne, avamın iktidarına indirgeyenlere karşı çıkacak, cesur İslamcı düşünürleri bugün mumla arıyoruz! Oysa dün vardılar... Ve bunlardan biri de "isyan ahlakı"nın sembol ismi Nurettin Topçu'ydu.

NURETTİN Topçu, Türkiye düşünce tarihinin kendine özgü, ilgi çekici, cesur ve omurgalı bir aydınıydı. Ömrü boyunca yazdı ve yazdığı gibi yaşadı.

İslamcılarda yaygın olan dış dünyayı suçlama tavırlarına karşılık hep içe yönelik özeleştiriler yaptı. Milliyetçilik, İslamcılık ve muhafazakárlığa en sert eleştirileri yöneltti.

Anadolu Müslüman Sosyalizmi’ne inanmış bir entelektüeldi. İslamcıların "güler yüzlü Mehmet Ali Aybar"ıydı...

Felsefeciydi; Fransa’da okudu; Paris Sorbonne’da doktora yaptı.

Ahlak kuramcısıydı. Doktora tezi; "İsyan Ahlakı"ydı.

Nurettin Topçu’ya göre, İslam dünyasının içinde bulunduğu kötü durumun sebebi; ne siyasi ne iktisadi ne ilmi ne de fikriydi. Asıl sebep Kuran’ın özü olan ahlakın kaybedilmesiydi. Müslümanlar birtakım geleneksel hareketleri titizlikle yerine getirmekte, fakat düşünmekten kaçınmaktaydı.

"Kuran harikası olan ilahi ahlak, İslam diyarında çoktan gömülmüştür" diyen Topçu, bunun temel sebebini felsefenin İslam topraklarından kovulmasında buldu.

Ona göre, "Din bilgi kaynağı değil, kuvvet kaynağıydı. Dindar adam başkalarından çok şey bilen değil, daha çok kuvvetli olan insan" idi sadece.

Gelenekçi İslamcıların, "Kuran’ın varlığı káfidir; felsefe insanın inançlarına zarar verir; çünkü sorduğu sorularla insanı şüphe ve inkárın çukuruna düşürebilir" sözlerine ağır karşı çıktı:

"Felsefe olmazsa Büyük Kitabı hakkıyla anlayamazsınız, sadece ezberlersiniz. Kuran Allah’ın kitabı, felsefe ise bizim onu anlayacak olan şahsiyetimizin örgüsüdür."

Nurettin Topçu Osmanlı’da, İbn Rüşdcü Hocazade ile Gazalici Molla Zeyrek arasında yapılan tartışmayı; felsefenin tutarsızlığını iddia eden Gazalici Molla Zeyrek’in kazanmasını, Müslüman yozlaşmasının miladı gördü.

Ona göre, felsefesiz bir İslam’da; sorumluluk yerini vazifeye bıraktı; ruh dünyasının akil adamlarının yerini ise gözlerini kapayıp vazifelerini yapan görev adamları aldı.

"Toplumsal yaşamdaki gelenekler, örfler, ádetler, kurallar insan hürriyetinin önündeki en büyük engellerdir. Gelenekçi/muhafazakár; güvenliği özgürlüğe tercih etmiş, yaratıcı fikirlerden/hareketlerden vazgeçmiş bir cemiyet adamıdır. Bunlar asırlarca aynı alışkanlığı tekrarlamaktan huzur duyarlar. Örflerini değiştirmek, onların bir uzvunu kesmek gibidir."

Nurettin Topçu, isyan ahlakı teorisini açıklarken ideal tip olarak, "Ben Hakkım" dediği için işkenceyle öldürülen tasavvufun meşhur şehidi Hallacı Mansur’u örnek aldı.

İslam’ın geleneksel ve resmi yorumlarıyla sürekli hesaplaşan Topçu’ya göre, tasavvuf düşüncesinin temeli vahdet-i vücud, ahlaklığın en yüce mertebesiydi.

Bu anlayışı onu, "kentli" Gümüşhanevi Dergáhı’na götürdü. Dergáhın "rahle-i tedrisatından" geçti. Bu "sınav" onu Doğu-Batı kültürü sentezine ulaştırdı.

Burada bir parantez açayım:

Nakşibendilik, Türkiye’de bir bütün/tüm olarak ele alınmaktadır. Yanlıştır. Bu nedenle "kentli" sözcüğünü sosyolojik anlamda; Türkiye’deki Nakşibendiliğin, "köylü-Kürt Halidiye" kolu ile "kentli-Türk Gümüşhanevi ekolü" arasında farklar olduğunu göstermek için kullandım. (Ayrıntısı "Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı: EFENDİ 2" kitabında.) Bu nedenledir ki; "Kentli" Abdülaziz Bekkine, kadınların siyah çarşafı atıp manto giyebileceğini söyleyebilmiştir.

Anadolu sosyalizmi

Ahlak felsefesi Nurettin Topçu’yu aynı zamanda sosyalizmle buluşturdu.

Nurettin Topçu’nun yolu; bugün sağlıksız atölyelerde sigortasız, aç susuz, 18 saat köle gibi çalıştırılan binlerce başörtülü kızımızın mağduriyetini görmeyip, meseleyi hep üniversite-türban ikileminde tartışan günümüz İslamcılarıyla aynı değildi kuşkusuz.

Nurettin Topçu anti-kapitalistti.

Yeşil sermayeye de "bizdendir" diye övgüler sıralamadı.

"İnsanların bir kısmının diğer kısmına köle gibi yaşaması ruhi hürriyeti ortadan kaldırıcıdır. Bir zümreyi esir, öbürünü zalim yapan eşitsizlikten kurtulmak istiyoruz. Eşitlik ahlaki bir idealdir. Eşitlik merhamet davasıdır.

Bugünkü Müslümanlar büyük sanayi medeniyetinin insanı makineleştiren ve makineye esir yapan zulmüyle el ele vermiş bulunuyor. İnsanlığın beş bin yıllık ruh ve vicdan eserini inkár ederek düşünmeyi günah sayan, sefaleti din diye tanıtan gerilikle taassup, bu zulme sığınmış bulunmaktadır."

Sosyalizmin tek biçiminin Marksizm olmadığını vurgulayan Nurettin Topçu, "Ne İçin Sosyalizm?" sorusunu şöyle yanıtlıyordu:

"Yürekler acısı bir cemiyet düzeni karşısında duygusuz gönüllerde paslı vicdanların durup durup ’Ne İçin Sosyalizm’ dediklerini duyuyoruz. Her mahalleden bir milyoner çıktı ve bu zillet ilerledi. Şimdi her beldede binlerce sefalet barınırken, her köşe başında bir tanesi türeyerek kendi duygusuz ve arsız saadetleri ile övünen, Batı’nın binlerce lüksüne hayran vicdansız milyonerlerin arsızlığından nefreti insanlara öğretmek için!..

İş ahlakının ve çalışma duygusunun değerini kazanç hüneriyle mübadele ettik. Çalışmayı aşk ve ibadet sayan İslam ahlakı, kolaylıkla Amerikan pragmatizminin tilki zihniyetine feda edildi."

Topçu’ya göre sosyalizm; çiğnenmesi halinde Allah’ın da affedemeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasıydı. "Bizim sosyalizmimiz İslam’ın ta kendisidir" diyordu.

Cesurdu. İçinde bulunduğu milliyetçi-muhafazakár cemaatin/grubun anti-komünist olduğu soğuk savaş döneminde bir İslamcıdan beklenmeyecek kadar sosyalizm üzerine odaklandı.

Sosyalist kavramından duyulan tiksintiyi, iktisat ve sosyoloji cehaleti ile vicdan ve kalp terbiyesinin yokluğu olarak nitelendirdi.

"Amerika komünizme düşmandır; komünizm de Müslümanlığa düşman olduğu için Amerika’yı desteklemek her Müslüman üzerine vaciptir. Pek güzel mantık doğrusu. Aristo işitmiş olsaydı hayran olurdu!"

Nurettin Topçu’nun İslamcı basına da söyleyecek sözü vardı:

"Şimdi son yıllarda dini neşriyat serbest olunca ortaya öyle bozuk, öyle çürümüş bir maya çıktı ki. Bu neşriyatın cehalet, ticaret ve düşüklükten berbat bir eser verdiğini hiç çekinmeden söyleyeceğim. Bunlar yirminci asrın buhranlı hayatının, halli fikir ve felsefe meziyetlerine şiddetli muhtaç olan meselelerinin karşısına, ilkçağların insanlarını bile güldürecek bir iptidailikle çıktılar. Kimi küçük çocuklar için masal olacak meseleler bunların sermayesidir. Lakin esas meseleleri ticaret yapmaktır."

Yazımızı "çağdaş derviş" Nurettin Topçu’nun bir yazısıyla bitirelim:

"Bunlar cam arkasından sakal öperek hırka takdis etmede dindarlık var sandılar. İnsanın nefesinden şifa umdular. Medeni nikáhı eksik bulup imam nikáhında keramet aradılar. Tespih sayısında hikmet buldular. Günahları rakamlarla ölçtüler. Duaları sesli yaptılar. Merasimle ruhlarını tatmin ettiler. Böylelikle eşyanın hayatına sayıları tatbik etmekle muazzam bir dini matematik sistemi meydana çıktı. Bu matematiğe sadakat imamın şartı oldu. Dinden bütün ruh sıyrılarak kendisiyle hiç alakası kalmayan bir iskelete iman adı verildi."

Bugün içinde yaşadığımız ahlaki yozlaşmayı bu sözlerden başka ne anlatabilir?..

Doçentlik tezi Bergson’du

BABA tarafı Erzurumluydu. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk etmiş; "Topçuzade" lakabını almıştı.

Babası Topçuzade Ahmet Efendi tahıl alım satımı yapıyordu. Sonra canlı hayvan ticaretiyle işini büyütüp İstanbul’a yerleşti.

İlk evleri Süleymaniye’de bir ahşap binaydı.

Annesi, Eğinli Kasap Hasan Ağa’nın kızı Fatma Hanım, Nurettin Topçu’yu bu evde 7 Kasım 1909’da doğurdu.

Harp yılları Ahmet Efendi’nin işleri bozuldu. Çemberlitaş’ta, bir ahşap eve taşındılar. Ahmet Efendi kasap dükkánı işletmeye başladı.

Nurettin Topçu, altı yaşında Bezmiálem Valide Sultan Mektebi’nin ana kısmına yazdırıldı. Sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi’ne (şimdiki İstanbul Lisesi civarında) verildi. Mektebi birincilikle bitirdi.

Aynı başarıyı Vefa Lisesi’nde de gösterdi. Sınıfları hep birincilikle bitirdi.

Bu arada babasını kaybetti.

Baba kaybı onu biraz daha içe dönük biri yaptı.

Felsefeye ve bir sandık içinde kitap, gazete toplamaya o yıllarda eğilim gösterdi.

Mustafa Kemal’in Milli Eğitim Bakanlığı’na verdiği direktifle başarılı öğrencilerin yurtdışına gönderilme uygulamasından yararlandı, 1928’de Fransa’ya gitti. Bordeux Lisesi’ne nakledildi. İlk yazı denemelerini burada kaleme aldı ve üye olduğu Sosyoloji Cemiyeti’ne gönderdi.

İki yıllık eğitim sonucunda psikoloji sertifikası alıp Strasbourg’a geçti. Üniversitede felsefe eğitimi gördü. Sanat tarihi lisansı yaptı.

Bu arada tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanıştı.

Strasbourg’da doktorasını hazırlayan Topçu, Paris Sorbonne’a gitti; doktorasını verdi. Bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisi oldu.

1934’te yurda döndü. Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak görev aldı.

TBMM’nin Birinci Dönem muhalif milletvekillerinden Hüseyin Avni Ulaş, ailenin baba dostuydu. Çemberlitaş’taki eve sık sık gelip gidiyordu. Topçu küçük yaştan beri bu zatın tesiri altında kalmıştı.

Yurda döndükten sonra Hüseyin Avni Ulaş’ın kızı Fethiye Hanım’la evlendi.

Düğün gününün akşamı İzmir Atatürk Lisesi’ne tayin emri geldi.

Ve Hareket Dergisi’ni İzmir’de bulunduğu yıllarda yayımlamaya başladı.

Müslüman Anadolu Sosyalizmi’ni savunuyordu.

Nurettin Topçu’nun ideolojik kökü Osmanlı’da da yok değildi:

Nüzhet Sabit, II. Meşrutiyet’ten sonra çıkardığı "Vazife Dergisi" yurtseverlikle sosyalizmi birleştirmişti.

Raşit Hatipoğlu ise 1930’larda çıkardığı "Dönüm Dergisi"nde kooperatifçilik ve yerli sosyalizmi savundu.

"Çalgıcılar yine toplandı" isimli yazıdan dolayı açılan soruşturma üzerine Denizli’ye sürgün edildi. Denizli’de bulunduğu yıllarda Said-i Nursi ile tanıştı; o sırada yapılan mahkemelerini takip etti.

Daha sonra Haydarpaşa Lisesi’ne tayin edildi ve bir müddet sonra da Vefa Lisesi’ne geçti.

Bu arada eşinden ayrıldı.

Çocukluk arkadaşı Sırrı Tüzeer vasıtasıyla, Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı’nın şeyhleri Serezli Hasip Yardımcı ve Kazanlı Abdülaziz Bekkine ile tanıştı. Tekkeye bağlandı.

Celal Ökten Hoca’dan da İslámi ilimler, kelam ve İslam felsefesi konularında faydalandı. Daha sonra imam-hatip okullarının kuruluşu sırasında Celal Ökten ile mesai arkadaşlığı yaptı.

Son olarak İstanbul Lisesi’ne tayin olan Nurettin Topçu buradaki görevinden 1974 yılında emekli oldu.

Bir süre Edebiyat Fakültesi’nde Hilmi Ziya Ülken’in kürsüsünde eylemsiz-doçentlik yaptı. "Bergson" konusunda doçentlik tezi hazırladı. Fakat kendisine kadro verilmedi.

27 Mayıs 1960’a kadar uzun yıllar Robert Kolej’de felsefe ve sosyoloji okuttu. 27 Mayıs’tan sonra devrim aleyhtarı bulunarak buradaki görevine son verildi.

Fikri faaliyetlerini; Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneği’nde sürdürdü. Ancak sosyalist olduğu gerekçesiyle sürekli ağır tehditlere maruz kalması sonucu bu derneklerle ilişkisini kesti. 1967’de Ezel Elverdi, Mehmet Doğan, Davut Özer gibi arkadaşlarıyla Milliyetçi Toplumcu Anadolucular Derneği’ni kurdu.

30’u aşkın kitap ve broşür yazdı. 1939’dan 1975 yılına kadar sayısız makaleye imza attı.

1975’in Nisan ayında hastalandı. Hastalığının teşhisinde güçlük çekildi. Pankreas kanserine yakalandığı ameliyatta belli oldu.

10 Temmuz 1975’te vefat etti. Fatih Camii’nde kılınan namazdan sonra Topkapı’da Kozlu Mezarlığı’na defnedildi.

Nurettin Topçu inanmış bir adamdı. Sosyalistti. İyi bir Müslüman’dı.

Onun gibi kişilik abidesi idealistleri bugün mumla arıyoruz.

Soner Yalçın 

1259
Ahmet ÖZHAN / AHMET ÖZHAN - şiir, sözler
« : 01 Haziran 2009, 03:26:30 öö »


Gözlerine cennetin cemresi düşmüş
Zemheriden üşümüş kalplerimize
Ellerinde güneşi sürükleyen
Bir bakışınla melekler
Bir gülüşünle peygamberler
Gönül kabesi gözler

Dertlerimin gecesi
Dermanımın sabahı
Gözyaşlarımın ibadeti
Seni sordum meleklere
Bin derde bir kere gül dediler
Aşkın kapısında öl de gel  dediler



Bu akşam bütün meyhanelerini dolaşsanda istanbulun, kadehlerdeki dudak izlerinde beni bulamazsın. Bodrum bodrum
12 07 2004 11 23
O olmasa ben olmazdım. Ben olmasam o  bilinmezdi. Zuhur sahnesinde  o tek başına dans etmekte. Her yer  bizim bahçe zaten dışarısı diye bir yer yok. Hep her yerde
10 07 2004 16 28
Eyiz. Elest bezmindeyiz. Herşey dile gelmiş  bana cananımı söyler
10 07 2004 16 28
Gülü susuz , seveni aşksız bırakmam. Izmirden sevgiler
10 07 2004 03 50

Sen bizim bahçemizi biliyorsun. Ya sen hangi bahçenin  yokluk güllerini derdin seccad.
10 07 2004 03 41
Başaramadıklarımızı nefsimizden biliriz. Himmete boyun  uzatmaktan başka bir şey bilmeyiz.
10 07 2004 03 31
Her görünende o var, gören gözdür öpülesi. Ölmeden once ölemeyen zavallı biziz.
10 07 2004 03 15
Ben o değilim, ya sen nesin?
10 07 2004 02 56
Atımın yularından tutup bana sual sorar mısın? Postacı benim mektuplardan falan haberim yok seccade gönüllü.
10 07 2004 02 48
Küfrümüzü iman yerine koyamazsın demedim mi ilahisini benden dinlemedin mi postacı?
10 07 2004 02 38
Mercan dede acaba aşkın, tasavvufun, mevlana gerçeğinin yeni efendisi mi?
09 07 2004 21 25
Bu kadar türk sanat müziği sevinci neden. Tasavvuf  müziği ne oldu?
04 07 2004 18 25
Üçüncü karamürseldeyim. Konser aynı zamanda da sılahi rahimdir. Dualar müşterek.
04 07 2004 15 41
Taş o nun. Ayna o nun. Sen emrolunduğun gibi doğru ol. Mürid hazır olunca kainat mürşit olur.
02 07 2004 12 33
Bilinmeyi ve sevilmeyi murad eden  için her varlık, kendi kapasitesi kadar gerekli ve sevgilidir. Herşey kendi olmakla muradı ilahiyeyi, kemale erdirir ve hadi, hidayetle, mudilde delaletle zatta miraç eder. Rızadan kasıt o nun sergilediği birlikte ki senin, kendi yerini sevebilmendirmendir.
02 04 2007  03 24
Sonra ona secde  ile emrolunduk. Secdemiz kerpiçten zuhur edenedir
30 06 2004 15 02
Bize herşeyi kerpiçte  gösterdiler. Kullu men aleyha fan.
30 06 2004 14 31
Aaamiiiiin
30 06 2004 08 02
Aşkı, aşıkı ve maşu?ku leylada tevhit edenlere selam olsun.
30 06 2004 00 06
Hala bosnada olduğum için gelemem. Yinede teşekkürler.
26 06 2004 15 17
Ilişkilerde kırmamak kolaydır. Marifet kırılmamaktadır. Eskisi mona derler. Dostluk ondan sonra başlar. Başardığım için değil, aklıma geliverdi
26 06 2004 13 35
Ali izzet begoviç ve cümle saraybosna şehitlerinden selamlar. S.bosna.
24 06 2004 19 07
Bildirilenlerden olmak. Bildiğini aramak. Bulmak. Bildirileni tanımak. Tanıdığına söylemek sonra bunların hepsini  bir olanda bulmak ve tekrar unutmak
23 06 2004 20 26
Bir vur, bin aah dinle kaseyi fağfurdan
23 06 2004 18 41
Kemancı, ya bilen söylemez, söyleyen bilmez derse
23 06 2004 18 25
Inanma gözlerine,  ben ben değilim. Beni sevdiğin  zaman, o benim işte. Özgürlüğümüz yar a olan esaretimizde  gizlidir. La dan geçmeden, illaya varılır mı kemancı
23 06 2004 18 10
Aşkın leylasını gördünse söyle, mecnundan duyupta rivayet etme / sözü için ne dersin.
23 06 2004 10 45
O isteyin vereyim dedi, ben her an istemekteyim. Gülü görmek ve koklamak yeter amma, yüce kitap  lakin çoğunuz şuurunda değilsiniz der. Yakinimizin ziyade ola.
22 06 2004 11 23
Gayret bizden, tevfik ALLAH?tan
19 06 2004 23 07
Insanların eline  ancak mesaileri gecer inancımızın  yanı sıra, birbirimize dua etmenin de inancımız olması hasebi  ile şükranlarımı sunarım.
16 06 2004 10 55



Senin benim için söylediklerini bir an üstüme alınsam sonum olur.  Bu duygularının (varsa eğer) referansını emin ol çok merak ediyorum. Yine de duamı tekrarlıyorum; Allah (c.c)   beni senin zannın gibi yapsın, seni de ziyadesi ile sevindirsin.
24 ağustos 2005  16 06

Benim bütün dualarım seninle. Geçmiş  kandilini kutlarım.
20.08.2005 20:35

1260
Hızlı kalp çarpıntılarımla ve ellerimin titreyişleriyle oturdum 1 yıldır oturmadığım odamdaki çalışma masama sigaramla birlikte kulağımıda vermişim Sezen Aksu’ya ……
              Beni bu masaya tekrardan oturtan şey öss’yi kazanmak için çözüceğim testler değil,büyük bir kavganın ardından geçirdiğim sinir kriziyle kalbimin kırıklığı oldu. Belki ağlayabilseydim bu kadar sıkılmayacaktım.Açık penceremden görünen ağaçlara bakarak İstanbul’a geldiğim ilk günü hatırladım.Öss’yi kazanmış ,istediğim bölüme yerleşmiş ,yeni bir hayata başlamak için can atıyordum.Geleceğimle ilgili bir sürü hayalim vardı.Benim gibi ailem ve çevremdekilerde heyecan içindeydi.Benim üzerime kurulmuş ,bir çok hayaller ve verilmiş sözler vardı. İstanbula geldiğimin 2.günü uzun zamandır MSN’den konuştuğum ve çok güvendiğim çocukla buluştum.Ona güveniyordum ve onla olmak istiyordum.Çünkü MSN’den konuştuğumuz zamanlarda geçmişindeki yanlışlardan pişman olduğunu,sıkıntılı günler geçirdiğini,yeni bambaşka bir hayatta yaşamak istediğini söylüyordu.Bende yeni bir hayata başlıyordum.NEDEN? ikimiz yeni bir hayata başlamayalım dedim ki içimden …Onu ilk gördüğüm anda titremeye başladım çok heyecanlanmıştım vede ilk kez Taksim Meydanı’na gidiyordum ve Taksime onla buluşmak için tek gitmiştim.Metrodayken bu çocuk sana çok şey kazandıracak diyordum ,çünkü beni almaya okula gelmemişti, eğer gelseydi cesaretimin farkına varamayacaktım .Normal yaşantımda bana bu tavrı başka bir erkek takınsaydı  herhalde yüzüne bakmazdım.Çevresinde onca erkek bulunan bir kız için bu tavır ilgisizlik belirtisi olarak görülebilirdi.Fakat bu duygular içerisinde kafam karışmaya başlamıştı.Benim çok iyi bir okulda okumam,yurtdışına gidicek olmam onla ters düşüyordu.Ailelerimizin farklılığı ortadaydı ve birlikte olmamız imkansız gibi görünüyordu.Ama kendimi ondan alıkoyamıyordum hemde hayatımda başka biri olmasına karşın.Elimi tuttuğunda ondan hiç ayrılamayacakmışım gibi hissediyordum.Ben bunları hissederken o benimle fazla ilgilenmiyordu.Günde beni 2 kez arıyor ve haftada sadece 1 gün buluşuyorduk.Ben iyice kafayı takar olmuş,onu hayatımın dönüm noktası haline getirmiştim.Kimseyle görüşmüyordum ve ondan başkasını da istemiyordum.Onun ilgisizliğine daha fazla dayanamayıp ayrılmaya karar verdim.Gece telefondan ayrılmak istediğimi söledim ve bana HAYIR diye karşılık verdi.Onunla geçirdiğimiz tek bir gece her şeyi  değiştirmişti.Artık o da beni seviyordu.Birbirimizden kopamıyor ,her fırsatta telefonla görüşüp,buluşuyorduk.Ama kafamdaki bitmek tükenmek bilmeyen konum farklılığı beni öldürüyordu.Çok düşündüm ve ona ilgisiz davranmaya karar verdim.Farklı olduğumuzu,evlenemeyeceğimizi ona söyledim ve onu kendimden ittim.Ama olmuyordu.Aşkımız sönmüyordu.Çok iyi giden derslerim planlarımı değiştiriyor,hedeflerimi daha büyük tutmamı sağlıyordu.Bir sabah telefonunu bana vermemişti ve içimden benden bir şeyler saklıyor diyordum.Israrla telefonunu istedim vermedi.Sinirle kapıyı yüzüne çarpıp çıktım evden.Arkamdan gelmiyordu.Normalde benim bir dediğimi iki etmeyen, bir damla göz yaşıma dayanamayan sevgilim ardımdan gelmiyordu.Yolda yürürken içimden bitti diyordum.Eğer sevgisi bitmeseydi benden bir şeyler gizlemeseydi ardımdan gelirdi diyordum.GELMEDİ… Aradan 1 ay geçmişti ne o beni arıyor ne de ben onu arıyordum .Hani sevgililer dayanamazya birbirlerini özel numaradan arayıp seslerini dinlerler.Bir kere olsun aramadım.Sürekli kendimi kasıyor ,direniyordum.Kendimi daha da çok derslerime vermiştim.Başarılarım konuşuluyor ,hocalar hergün biraz daha motive ediyorlardı beni .Okuldaki arkadaşlarımla daha çok vakit geçirmeye başlamış, hayatımı bir düzene sokmuştum.Tam bir öğrenci gibi davranıyordum.Kafamdan okul bitince evlenirim onunla düşüncesini atmaya çalışıyordum.Hayatıma girmek isteyen birkaç erkek oldu.Bu benim için bir fırsat mıydı ?YOKSA her şeyin tekrardan alevlenmesi mi kestiremiyordum.Ama denemekte fayda vardı.Hepsiyle konuşup,aralarından birini seçmeliydim.Birbirimizi tanıma amacıyla çıkılan yemekler gezmeler tozmalar… Korktuğum başıma geldi.Ben hiçbirşeyi silememiştim.Aksine her şeyi bastırmış ,ve bastırdıklarım su üstüne çıkmaya başlamıştı.Dayanamıyordum.Okuldan arkadaşlarımla gittiğimiz gecede ,içmeye başlamıştım .İlk defa rakı içiyordum.Hocalarımızla çoşuyor her şeyi unutmaya çalışıyordum. Ama o gece ona bağlılığımdan, sanki birisi beni kapıcakmış ,sahiplenecekmiş gibi hissettim ve bana doğum günümde aldığı tek taş yüzüğü taktım.O yüzüğün bendeki anlamı sevgi ve bağlılıktı.O yüzük parmağımda olduğu sürece ona olan bağlılığım devam edicekti.Gece bitmişti.Kankam dediğim güvendiğim ama beni sırtımdan vuran canım arkadaşım beni eve bırakacaktı .Yolda son ses müziği açmıstık ,son hızla gidiyorduk ,ben sarhoştum ve dayanamayıp ona Allah belanı versin diye msj attım.Msjlaştık ,bana soğuktu.Eve vardığımda mutsuzdum.Çünkü o yanımda yoktu.Ben onsuz içmez, onsuz eğlenmezdim.Gel zaman git zaman onun doğum günü geldi çattı.Gece 12’ de ona msj attım.Doğum günün kutlu olsun diye. Msjın karşılığı sana ihtiyacım var ne olur gel taksim’de buluşalım oldu.Dayanamadım gittim. İçimden barışırız diyordum.Karşılaştığımız gibi ellerimiz birbirini buldu.O çok sarhoştu.Çünkü tek vazgeçemediği  şey İÇKİYDİ.Büyüklerimiz her söylerler ya ,eğer bir yuvada içki varsa o evde bereket ,huzur olmaz. Ona yalvarıyor ,sözler alıyordum içmemesi için.Ama onu gene sarhoş bulmuştum.O geceden sonra sürekli buluşmaya başladık ama benle barışmıyordu.Ağlıyordum,yalvarıyordum olmaz diyordu.Benim gözyaşlarıma dünyayı devirecek adam yoktu karşımda.Ama benden de vazgeçmiyordu.Bir gece beni kız kulesinin karşısına götürdü,içiyorduk. Ağlamaya başladım.Bana boşuna ağlama diyen erkek ,birden ağlamaya başladı.Seni seviyorum ama senle olamam ,beni ağlattın mutlumusun diye bağırıyordu.Derin bir sessizlik bürünmüştü.İkimizde engin denizi izliyorduk.Onun mutsuz aile yaşantısı benim içimi parçalıyordu.NEYDİ?  bu çocuğu beni bu kadar severken , benimle olamamaya iten.Kafam iyice karışmıştı.Gece gündüz durmadan ağlıyordum. Kendime şaşıyordum zaten.İlk defa gururumu ayaklar altına alıp bir erkeğe barışalım ,ben sana bir şans  tanıdım şimdi o şansı  tanıma sırası sende diye ağlamıştım.Benim karakterimdeki bir kız için gururu ayaklar altına almak imkansız bir şeydi.Çevremde bir sürü benle olmak isteyen erkek vardı.Ve ben hayatıma kimseyi sokmuyordum.Seçiciliğim yüzünden hep mutsuz oluyordum.Çünkü arkadaşlarım bir zaman sonra bana zor kızsın anladık da sen abartıyorsun demeye başlamıştı.Ama kimse bilmiyordu içimde kopan fırtınaları.İnsanlar hep beni sıcakkanlılığım ve güleryüzümle tanıyordu.Ama önceden bunlar suistimal edilmişti.Çünkü ben küçücük bir kasabada yaşıyordum ve kendimi hemen fark ettirebiliyordum.İnsanları ayırmamam ve herkese eşit davranmam hakkımda bir çok dedikodu çıkmasına neden olmuştu..Benim bir arkadaşıma selam vermem , onunla çıkıyor demelerine yetipte artıyordu bile.Kendimi bir an önce toparlamam gerekiyordu.Ve ona msj atmaya karar verdim.Msjımda benimle olmayacağını biliyorum,artık böyle bir çabamda yok zaten ,tek istediğim yeni hayatımda senden izler kalmaması yazdım.Ve benle olmak isteyen çocukla buluştum.Kararlıydım onla çıkıcaktım.Yeni bir ilişkiden çıkmıştım,başka biriyle birlikte olmamın doğru olmadığını biliyordum fakat o psikolojiyle ne yapıcağımıda bilmiyordum.Neyse çocukla buluştuk deniz kenarında oturuyorduk ama aklım hep ondaydı ,dalıp onla geçirdiğim güzel günlere gidiyordum.Beni eve bırakırken birden elimi tuttu.O na karşı bir şey hissetmediğimi o an anlamıştım. Sanki o elimi tuttuğunda sevdiğim insana ihanet etmiş gibi hissettim kendimi.Çünkü elimi tutarak sadece o bırakırdı eve ve de alnımdan öperek. Eve vardığımda merdivenleri koşarak çıktım gözyaşlarımı kimsenin görmemesi gerekliydi .Güçlü diye tanınıyordum arkadaşlarımın arasında ve acizliğimi bilmemeliydiler.Balkonda hıçkıra hıçkıra ağlıyordum o anda telefonum çaldı,arayan oydu,gel diyordu.Yarın sınavım vardı ve çalışmak zorundaydım.Dayanamadım gittim.O gece barıştık biz.Herşey eskisi gibi olmuştu bir anda. Deli gibiydik ayrı kaldığımız 2 ayın acısını çıkarırcasına  birbirimizi seviyorduk.İkimizinde gözlerinin içi gülüyordu.Hiç ayrılmıyor ,gece gündüz birlikte kalıyorduk.Ailesiylede aram düzelmişti.Annesinin o soğuk bakışları yoktu artık üstümde.Herşey normale dönmüştü.Sevgisinden zerre kadar şüphe etmiyor ,sonsuz güveniyordum.Ama ayrılık vakti gelmişti.Okul bitmişti ve ailemin yanına dönmek zorundaydım.İkimizde kara kara 3 ayı nasıl ayrı geçireceğimizi düşünüyorduk.Ben otobüse bindiğimde telefondan EN KÖTÜ ALIŞKANLIĞIMSIN diyordu.Bu birbirimizi görmeden dinlediğimiz bizim şarkımızdı.Belkide bu şarkı sevgimizin simgesiydi.Eve döndüm.Artık onsuzdum ama çok mutluydum.İçim ilk defa bu kadar rahattı.Sınıfımı geçmiştim,hemde iyi bir başarıyla. Eve gurur telefonları geliyordu.Yurtdışı için önüm açılmıştı ve her an gidebilirdim.Hafta sonu kız arkadaşımın düğünü vardı.Düğüne gittim.Onla  msjlaşıyorduk, bana evde olduğunu dikkat etmem gerektiğini yazıyordu.Bende sana ona yakışmayacak bir harekette bulunmayacağımı yazıyordum.4kız düğün yerine doğru yürüyorduk.Birden karşıma çıkıverdi.Birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk ve donakalmıştık.Dakikalar sonra kendimi toparladım ve boynuna sarıldım.Sadece 15 dakikalığına beni görmeye gelmişti.Elim ayağım titriyordu, boşalmıştım iyice.İçimdeki sevgi tarif edilemezdi.O istanbul’ a dönmüştü.Düğün bitmiş bende evime gelmiştim.Msn’den konuşuyorduk gene .Aşkım elim ayağım titredi,seni çok seviyorum diyordu.Ertesi akşam gene msn’de konuşuyorduk,aramızda ufak bir tartışma geçti.Bana sakinleşelim sana çok kızdım daha sonra konuşalım dedi .Bende tamam dedim ve 10 dk sonra ne yapıyor diye baktım.Kesin dedim okey oynuyordur başka ne yapacak ki.. Girdiği salona girdim ve bir kızla okey oynuyordu.Girdiğim gibi masadan çıktı,şüphelendim.Kıza sordum “nerden“ tanıyorsun diye.,sevgilim dedi….Beynimden vurulmuşa dönmüştüm.Elim ayağım titriyordu,bayılacak gibi oldum,kendimi toparladım 3 sigarayı peş peşe içtim.Telefonda bana evet sevgilim,aldattım seni,pişmanım seni seviyorum diyordu.Teli kapadım ve 10 gün hiç aramadım.Geçirdiğim kötü günler gelmişti.Durmadan ağlıyor ,inanamıyordum.KABULLENEMİYORDUM!!!!.Çünkü ona hiç yanlış bir şey yapmamıştım.Beni hiç aramamıştı.O kızla devam edip etmediğini deli gibi merak ediyor,kimseye bir şey anlatamamanın sıkıntısıyla sancılı günler geçiriyordum.Kızı internette buldum.Kavga ettik hala onla olduğunu sölüyordu kız bana.Nefretimi kusmak için onu aradım.Kızın yalan söylediğini ,ispatlayabileceğini söylüyordu.Konuştuk ve tatile gitmeye karar verdik.Aşkım yüzünden gözüm hiçbirşey görmüyordu.Ailesiyle birlikte mutlu bir gece geçirdik.Ve sabah olunca yola koyulduk.Herşey yolunda gidiyordu. Tatilde herkes bizi evli zannediyordu,bu durum hoşuma gidiyordu.Ama aklımdan 1 sn olsun çıkmıyordu.Onun ellerinide benim ellerimi tuttuğu gibi mi tutmuştu.Ya gözlerinin içine bakışı..İkimizde çok mutluyduk tatil süresince .Fakat bir sabah terler içinde uyandım o kızla birlikte onu rüyamda görmüştüm.Onun suratına baktığımda içimi nefret kaplamıştı.Ne yapacağımı şaşırdım. Ordan hemen gitmek istiyordum.Ama o tatile her şeyi kabullenmek için gitmiştimve bunu yapmamalıydım.Ona sarıldım hemen öptüm.Geçmesini bekledim içimi karartan bu durumun.Neyse ki kendimi toparladım.Zaten her şeyi yoluna da koymuştuk.Ben her şeyi unutacak o da bir daha böyle bir şey yapmayacak hareketlerine dikkat edecekti.Tatil bitti,mutlu bir şekilde eve döndüm.Ama bana hala benden habersiz açtığı msn’ in açtığı şifresini vermemişti.Tekrar şüphelenmeye başladım.İstediğim gibi olmuyordu hiçbirşey. Eskiye dönemiyorduk.Eski hallerimden daha da mutsuz olmaya başlamıştım.İçimi rahatlatmıyordu.O na kalsa ona güvenmeliydim, çünkü o bazı şeylerin farkına varabilmişti, beni ailesiyle iç içe tutuyordu,evlenmeyi düşünüyordu.Ama bilmiyordu kafamın karışıklığını ,kalbimin kırıklığını….O NA göre her şeyi maf ediyordum .Ve onun bana yaptıklarını hiçbir erkek yapmazdı, beni onun kadar başka bir erkek sevemezdi..
           Teknoloji koşulsuz insan hayatında bir kolaylık.Ama görüyoruz ki bazı durumlarda insan hayatını kötü yönde etkileyebiliyor.Eğer Hüseyin Hocam bişeyler karalamam için beni zorlamasaydı belkide bunları yazamayacaktım.Bu nedenle Hüseyin Hocam ‘a buradan çok teşekkür ediyorum.Beni cesaretlendirdiği ve içimi dökücek bir yol sağladığı için.Belkide okuyanlar neden bunları yazdığımı soracak eleştirecekler.Bu anlattıklarım hayatım boyunca beni en çok etkileyen olay olduğu için yazdım.

             ANLADIM Kİİ aşk insan hayatının her döneminde varmış.Ve hiç kimse kendinizden daha  değerli değilmiş.Umarım insanlar hak ettikleri sevgiyi hak eden kişilerde bulurlar. 
              SANA GELİNCE umarım yazdıklarımı okur ve anlarsın.İçkiyi ön planda tuttuğun hayatında her şeyini kaybedeceğini bil. Basit oyunlar oynayarak insanlığını belli etme.((aldatma süresince söylenen yalanlarda zayıf karakterin göstergesidir))İnsanlığını kaybettiğin hayatında mutluluklar!!!
               
               

            KANIM AŞKINA AKARKEN ,HASRETİN ZEHİRLEDİ.GÖZÜM SANA DALARKEN ,HAYALİN BENİ KÖR ETTİ.CİĞERİMDE SON NEFES OLSAN BİLE EN KÖTÜ ALIŞKANLIĞIMSIN .   …. İŞTE
                                                                               BIRAKAMIYORUM!!!!!!!


Sayfa: 1 ... 82 83 [84] 85 86 ... 89