Gönderen Konu: ERKEKLER ve BEN: EŞCİNSEL AŞK; OBSESİF KOMPULSİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU MUDUR?  (Okunma sayısı 1733 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4091
    • Profili Görüntüle
Her şey Lise 3'te başlayan hemcinslerinden farklı duygulara sahip olma hissî ile başlamıştı.
Tuhaf idi. Başlangıçta anımsayamadığım bir durumdu.
Evet, fizîken onlarlaydım.
Evet, en az onlar kadar her konuda konuşabiliyordum ama bir şeyler farklıydı.
O kadar güçlü değildim, korkaktım, dedim ya farklıydım.

Tabi esasında süregelen zorlu süreç lise son sınıfta baş göstermeye başladı.
Artık tamamıyla içe kapanık, bütünüyle yaşamdan soyutlanmış biriydim.
Ama Allah her dönemime bir kurtarıcı göndermeyi tercih ediyordu.
Edebiyat dersi öğretmenimin beni fark edişiyle beraber bir kırılma evresi geçirdim.
📌 İlk kez beni karşısına alıp dinleyen bir insan vardı.
 📌 İlk kez yüzüm o zaman güldü.
 📌 İçimdeki kuytuluğa ilk kez biri ses olmuştu.
Allah ondan razı olsun.
Önümüzdeki ay evleniyor.
Bana uzattığı zeytin dalının hakkını umarım yuvasında alır.
AMİN.

Biz devam edelim.
O dönemde kimseden hoşlandığım falan yoktu ama erkek arkadaşlarımla iletişim de kuramıyordum.
Kızlarla beraber vakit geçiriyordum.
Öyle ki sıra arkadaşım o dönemde hep kız olmuştur.
Önüm arkam da dahil.
Güvenli bölge gibiydi.

İnanın, benim gibi bir erkeğin heteroseksüel erkeklerle oturup kalkması o dönem zor zanaatti.
Bugünlerde sizinle konuşageldiğimiz 'bencil' olmaya dair durumum, yâni insanları önemsememeye yönelik tavrım o gün ne kadar etkiliydi bilemiyorum ama bugünkü gibi değildi.
Dindar bir insandım.
Farz ibadetleri ifâ etmek bir yanadursun kendimden nafile ibadet eklediğim zamanlardı.
Yâni yaratıcı ile bir irtibatım vardı.
Abdest alırsan geçer dediğim ve geçmekte olan acılara sahiptim.
Kolay değil zor ama burada yazar şunu demek istiyor,
"inancıma sarılıyordum."

Üniversiteye hazırlık sürecindeyim öte yandan.
O dönemde nasıl üniversiteye kapak attığımı bilemiyorum (bu kafayla) ama nihayetinde girmek nasip oldu.
İstanbul'dan uzaklaşmak gerekti.
Tercih listesine 1'e Giresun'u yazacakken babamın araya girmesiyle Kütahya'yı yazdık ve Kütahya geldi.
Evet, neler yaşayacağımı bilemeyeceğim bir şehre doğru yol alacaktım.
Burada biraz soluklanıyorum.
Zirâ aşılması güç hadiseler yaşadım.
✖️✖️✖️✖️✖️✖️✖️✖️✖️
Hiçbir yerde tutunamadım.
3 senede tam 5 ev-yurt değiştirdim.
Bu durum aslında pek çok şeyi ortaya koyuyor.
Çok uzar, konuştuk.

Tabi KYK yurdunda kalmaya hak kazandım. Odalar ağırlıklı 4 kişilik oluyor. Benimkinde olduğu gibi. Burada sadece bir gece kalabildim. Oysa henüz bir kişi dışında kimseyle tanışmamış, ayrılmak için somut bir neden bulamamıştım ancak
ERKEK ÖĞRENCİ YURDU ismi ile anılan bir yer bile ayrılmak için başlı başına bir nedendi.
Herkes bana duygusal anlamda tecavüz edebilirdi.
Açalım : Eşcinsel gibisin, aramıza katılamazsın.

Sadece bir gece barınabildiğim o yurttan sabahın ilk ışıklarında ev bakmaya çıktım.
Aslında bütün arayışlarım tam da bu noktada başlamıştı.
Uçsuz bucaksız bir arayış.
Adeta hayatla sek sek oynuyordum.
Ya da çekirge gibiyim mi demeliydim, her neyse.

Fakülteye daha uzak ama merkezî bir yerde olan bir ev tuttum.
KYK yurdundan tek farkı, sayıca daha az erkeklerle bir arada yaşayacak olmaktı.
Odalar bu kez 2'şer kişilik.
En azından bir yurt gibi saat kuralı yoktu.
Bağımsız hareket edebiliyordum.
Belirli bir saatten sonra erkeklerle aynı ortamda kalmak zorunda olacağım bir yerden kurtulmuştum.

İlk senemin ilk bir ayında İstanbul'a çok gel git yaptık bölüm arkadaşımla.
Evet, Mehmet.
Her ne kadar şu an irtibatı koparsak da o dönem iyi ki varmış dediğim arkadaşım.
Yediğimiz içtiğimizin ayrı gitmediği insan.
Tabi bir süre sonra ona da âşık oldum.
Arkadaşlığı koparma noktasına getirmeye çalışsam da o hep alttan aldı.
Süreci birlikte aştık.
Bir süre sonra ona karşı olan duygularım kendiliğinden kaybolunca bu sorun da çöpe atılmış oldu.
Bu kısmı da bitirdik.

Evet, ev diyorduk.
Evimin hemen yanı başında AGD'ye bağlı bir ev vardı.
Bildiğimiz komşu ev.
Oradaki insanlar dindar-muhazakâr olduğundan, anlaşabilmek açısından kullanabileceğim bir joker gibi orada duruyorlardı.
Barındığım evde ise insanlardan sadece yan odadaki arkadaşlarla anlaşabiliyordum.
Yaşça benden büyüklerdi.
Onlarla zaman geçirmek beni iyi hissettiriyordu.
Üzerimden hiç çıkarmadığım deri ceketli dönemlerimdi.
O ceket bana çok erkeksilik katıyordu.
Kimsenin ders saati birbiriyle çakışmadığından tam kadro olduğumuz zamanlar pek seyrekti. (Normâl Ö.-İkinci Ö)
Ben İkinci Öğretim öğrencisi idim.

Hâsılı, dönem bitmek üzereyken yan odadakiler benden önce evden çıkmak durumunda kaldılar.
Onların sınavları erken bitmişti.
Sadece o evrede biraz zorlandım.
Artık oradan da ayrılmak istiyordum ve nihayetinde ayrıldım.
Oda arkadaşımla yaşadığım sorunlara değinmek istemiyorum.
Gamsız bir insandı, kısaca.

Evet, uzaklaşmak üzere ayrıldığım İstanbul'daki evime geri dönmek her şeye rağmen beni mutlu ediyordu.
Annemin sıcak ve güzel yemekleri,
Bana ait olan odama kavuşmak vs. nedenler. 

İkinci senemde o evden ayrıldım.
AGD'ye bağlı bir yurda geçiş yaptım.
Hassasiyetlerimin aynîleştiği bir ortamda bulunmak bana iyi gelir diye düşünmüştüm.
Zaman zaman iyi de geldi.
Fakat fotoğrafa bakmak lâzım.
Onlar da nihayetinde bir erkekti ve iletişim kurmak zordu.
Bendeniz, teras katında en kuytu odada kalıyor idim.
Bir süre tek yaşadım o odada.
Ta ki benden yaşça çok büyük biri gelene dek.
(Yurttaki tek akranımız olmayan kişi )
Aslında bakılınca sorun insanlar değil, benim insanlara olan yaklaşımım/obsesyonlarım idi.
Bunu sezebiliyor ancak bilincinde olamıyordum.
Oğuzhan isimli bir arkadaşımla geçirdiğim zaman dışında beni memnun eden bir aktivite hemen hemen yok gibiydi.
Allah'tan siyaset ile ilgileniyor, Ankara'ya eğitim için gelgit yapabiliyordum.

Herkesin idareye muhalefet ettiği bir yurtta barınıyordum.
Yemekler son derece kötüydü.
Yurt, doğru düzgün ısınmıyordu bile.
Haricimdekiler yüksek sesle bu duruma itiraz ediyorlarken, ben otoriteyle barışık kalmaya çalışıyordum.
Neden biliyor musunuz,
"durumumu çaktırmamak için."
Hastalığın boyutuna bir bakınız...

Heyhât !
Buradan da bir an evvel ayrılmanın hesaplarını yapıyor ve bir sonraki sene barınacak başka bir yer bulmanın düşüncesi içine giriyordum.
O sene (ikinci sene) her şeye rağmen daha rahat bir yıldı benim için.
Yerleşik bir düzen vardı ve şehri tanıyordum artık.

Aaa bakınız es geçiyordum.
Bir de Fatih vardı.
Yurtta kalmaya başladığım ilk günden beri gönlüme kestirdiğim bir insandı.
O yıl, neredeyse ona karşı olan duygularımın faturasını ödemekle geçmişti.
Yurt odasında ders çalışacak sessiz bir ortamı olmadığından ona odamı açıyordum.
O karşımda ders çalışırken, ben de ona bakarak müzik dinliyor ve acı çekiyordum.
Beraber yürüyüş yapıyor, dertleştiğimiz zamanlar oluyordu.
Yine zor zamanlardandı.

İkinci senem de artık son bulmaya yüz tutmuştu.
Bu artık yurttan ayrılacağım anlamına geliyordu.
Tek başıma eve çıkabilecek imkâna sahip olamadığımdan elbette yine yanıma birkaç kişi bulmam gerekecekti.
Aradığım kişiyi bulmak için çok uzağa gitmeme gerek yoktu.
O kişi Fatih'in ta kendisiydi.

Dönem her ne kadar bitiyor olsa da bu sefer bir sonraki yıl kalacağım evi önceden belirlemiştim.
Belirlediler desem daha doğru olacaktı çünkü benim tek amacım Fatih'le aynı ortamda bulunmaktan başka bir şey değildi.
3+1 bir evde, ben dâhil 4 kişinin barındığı bir yerde kalıyordum.
Eğer bu yazıyı okurken yorulmadıysanız, o 4 kişiden biri nerede kalıyor, 3 oda var diyebilirsiniz.
O biri tabii ki benim ve Fatih'le beraber kalıyorduk.
Ama onunla da işler istediğim gibi gitmedi.
Yurttaki Fatih'le evdeki Fatih başkaydı.
Ya da aynıydı ama ben fark edememiştim.
Alınan eşyalar, yapılan yemekler, yıkanması gereken bulaşıklar ve sudan sebeplerden dolayı aramızda hep muhtelif hadiseler beliriyordu.

Artık orada da bulunmak istemiyor, tekrar çözüm yolları aramaya koyuluyordum.
Aralıklarla yaklaşık 1 ay veya daha fazla bir süre Otogar'da ve Otogar Mescidinde kalmaya başladım.
Bu duruma dair yaşadığım hissiyâtın tarifini yapmam mümkün değil.
Ama sizin anlayabilmeniz mümkün, bunu da anlarsınız diye düşünüyorum.

Evet, tutunamadım, bir gün ansızın bütün eşyalarımı yok pahasına bir nakliyeciye devrettim.
Geriye sadece odamın pencere kenarına bırakılmış bir ev anahtarı kaldı.
Kitaplığımı ve yüzlerce kitabımı üst komşumun yardımıyla çatı katına bırakıverdim.
Evin diğer üyelerinden habersiz ve hızlı bir şekilde bavulumu topladım ve artık bir daha dönmemek üzere Kütahya'yı terk ettim.

DEVAMI DAHA SONRA...
« Son Düzenleme: 24 Mayıs 2021, 07:30:41 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4091
    • Profili Görüntüle
Yazımıza kaldığımız yerden devam edelim. 
Evet, Kütahya'yı terk etmiştim. 
Yeniden İstanbul'a dönmek üzere Otogar'a hareket etmiş ve ilk seferle (gece saatleri) birlikte yola koyulmuştum.
Usul usul ilerleyen araçta, tekli koltukta ve doğal olarak pencere kenarında dertlerimi dağlara, taşlara, yollara yazmayı tercih ediyordum zirâ beni anlayabilecek canlı bir varlığın olmadığı gerçeğinin gayet farkındaydım.

Ne kadar acı,
Şimdi bir düşünün, sevgili okurlar.
Anneniz var,
Babanız var,
belki kardeşleriniz var ama bunların hiçbirinin sizi anlayabilmeleri ve size çare olabilmeleri mümkün değil.
Durun bir dakika, siz bu senaryoya hiç de uzak değilsiniz.
Siz beni çok iyi anlıyorsunuz.
Öyle ya! Bunun için anlatıyorum zaten bunları.
Hep birlikte anlaşılabilelim diye.
Amacım yaranızı kaşımak değil, aksine gerçekleri dile getirmek.

Nerede kalmıştık...
He evet, nihayetinde sabahın ilk saatlerinde İstanbul'a varmıştım.
Aylardan Mayıs,
Sabah saat 8 suları.
Her an patlayacakmış gibi ağzına kadar doldurulan valizimi ağır aksak bagajdan alıvermiştim, bu otobüsle şehirler arası son yolculuğumu yaptığımın farkında olarak.

Biliyorum, yolculuğu uzun tuttum ama ben böyleyim işte.
Her anı ve zamanı betimlemeyi seviyorum.
Acılarımı, sevinçlerimi yoğurmayı seviyorum.
Sevinç mi dedim ben, o da nesi ?
TDK :"İstenen ya da hoşa giden bir şeyin olmasıyla duyulan duygu."
(Anlayacağınız o duygunun yabancısıyız)

Biz devam edelim.
Cebinde o gün geçer akçesi olmayan bendenizin, evine varmak için kredi kartından başka bir dayanağı yoktu.
Fakat bir gerçek daha var ki limitim de yoktu. (Ayıkla pirincin taşını)
Babamı aramıştım, beni almasını söylemek için.
O ise bir otobüse bin gel demekle yetinmişti.
Şimdi daha da çaresizdim zirâ elimdeki valizle taksi dışında hiçbir vasıtaya binemezdim ya da kendimi bu şekilde şartlandırmıştım.

İnanır mısınız, evime uzaklığı bir saatten fazla olan o yolu elimdeki o ağır valizle birlikte tepmek durumunda kalmıştım.
Biliyorum, valizimin ağırlığından o kadar çok söz ettim ki artık sıkmaya başladı.
Tam da bu noktada bu yolculuğa dair cümlelerime ara vererek nefes almanızı istiyorum.

Özünde size bunları niye anlatıyorum biliyor musunuz ?
Bu köşede yazan bendenizin bu hayattan çektiği kadar en az siz de çektiniz.
Anımsıyorum sizi.
Tutmak istiyorum ellerinizden, siz de bu satırları okurken avuçlarınızda bana da yer açın ve tutunuz ellerimden, lütfen.
Rica ederim, görevim.

Ve yine farkında mısınız, bendeniz konuyu uzattıkça uzatıyorum.
(Bu noktada gözlerim doldu, yer yer gözüyaşlı.)
Nedenini birazdan anlatmak isterim.
Sabredip, asıl gelmek istediğim noktayı biraz sonra sizlerle paylaşmak istiyorum.

Konudan ayrılmadan arayı sonlandırıp devam etmek isterim. Eve varmıştım.
Sizlere annemden, babamdan bahsedecek ya da onlara  Kütahya'yı neden terk ettiğime dair anlattıklarımı ve buna karşılık olarak ne tepki verdiklerini  anlatacak değilim.
Çünkü anne babalarımızın ne dediklerinin, ne tepki verdiklerinin yine bizim için ne önemi olabilir ki!
Hiçbir acıda ve kederde bizimle beraber gözyaşı dökmeyenlerin hattâ acılarla dolu hayatımıza doğrudan doğruya senaristlik yapanların Allah aşkına bizim için ne önemi olabilir ki !

Evet, eve artık yerleşmiştim.
Hiç kimseye bir şey söylemedim, zaten son dönemde eve sıklıkla gelgit yapıyor olmamdan duruma alışkın olmaya başlamışlardı.
Konuyu hızlandırıyorum.
Mayıs ayından yeni eğitim dönemine kadar (Eylül) toparlanmaya çalıştım.
O gün gelip çattığında yâni Kütahya'ya tekrar dönmem gerektiğinde artık bu gömleğin bu bedene dar geldiğini ve adıma bir şeylerin değişmesi lazım geldiğine inanmam gerekmişti.
Başka da bir seçeneğim yoktu.
Babama durumumu açıp yeni bir yol çizmem gerekti.
Mesaj atmaya karar verdim.
Cinsellikle ilgili sorunlarımı açmak zorundaydım.
Karnıma ağrılar giriyor, yazmış olduğum mesajı iletmek için cesaretimi toplayacağım o anı bekliyordum ve nihayetinde mesajı iletecek iradeyi ortaya koyabilmiştim.
Tepki o kadar mâkul, o kadar sağlıklı idi ki yıllardır ben bunun için mi acı çekmişim diye içten içe hayıflanmıştım.
Sevindim ama buruk bir sevinç!

Yazımı yazdığım şu dakikalarda 1 saati devirmiş bulunmaktayım.
Şu an sabah ezanı okunuyor.
Rabbim hepimizin yardımcısı olsun (AMİN) diyerek tekrar devam edelim.

Babam durumu kabullenmiş, özel bir hastane için randevu aldığını ve psikolog ve psikiyatrist gözetiminde iyileşebileceğime inanmaya başlamıştı.
Yaklaşık 20 terapi psikolog'a gittim.
1,5 sene gibi bir süre içinde ilaçlar kullandım.
(Allah bir daha muhtaç etmesin, daha da hasta etti)
Psikolog sadece günü kurtarıyor, asıl meselelerime hiç dokunulmuyordu.
Zaman kaybından başka bir şey ifade etmeyen bu süreç, beni başka arayışlara itmeye mecbur kılmıştı.
Aradığım kişiyi bulmuştum.
O kişi Hüseyin Kaçın'dan başkası değildi.
5 yıl önce art arda 3 terapiye gelip sonrasında bıraktığım zamanlarda Sayın Kaçın, çözüm olarak gördüğüm son ve tek adresti.

Kendisiyle yeniden iletişime geçmiş ve terapilere yeniden başlamak istediğimi iletmiştim.
Başladık ama bu süreç hiç de kolay ilerlemeyeceği benziyordu.
Öyle de oldu.
1 gün evvelden terapi için kendisini arıyor, belirlenen saat için anlaşıyor ama ertesi gün gitmiyordum/gidemiyordum.

Bu arada resmen Kütahya'daki serüvenim bitiyor ve İstanbul'a yatay geçiş yapıyordum.
(Terapilerden önce oldu bu hadise)

Evet, 1 hafta gidiyor, 2-3 hafta ortadan kayboluyordum.
Bunu birkaç kere tekrarladım.
O psikoloji ile bunların yaşanıyor olmasını yadırgıyor değilim ama oldu işte.
Tahammül eden Sayın Kaçın'a teşekkür ediyorum.

Zaman zaman 1-2 kez anne babam da eşlik etti terapilere.
Babamla yüzleşebilmek adına Hüseyin Bey, terapilerde bana yardımcı oluyor ancak ben karşılık veremiyordum.
Ben yorgun,
Ben güçsüz,
Ben ürkektim.

Terapilerde en büyük sorunumun esasında obsesyonlarımın olduğu konusunda birleştik.
Mesele babaaanne imiş.
Şeytan ayrıntıda gizli.
Aynı binada kalıyoruz.
Karşılıklı dairelerde.
Detaya girecek değilim, sorun o, bunu anlamanız yeterli.

Tam 10 terapi, yanına şeytanın dahi uğramadığı o kadının hakkından gelmek mümkün olmadı.
Ta ki bir gün akşam vaktine kadar.
29 Aralık 2020.
Resti çekmiş ve onu evden kovmuştum.
O günden bu yana evimize adım atamıyor.
Evet kurtulmuştuk.
İlk kez gücümü hissetmeye başlamıştım.
Sonrasında yarım yamalak da olsa babama da hesap sormaya başladım.
Her şey çorap söküğü gibi gelişmeye başlamıştı.
Ve annem...
Onunla sadece duygu yüklü bağlarımı koparmak yeterliydi.
Onun bilinçli bir şekilde yapılmış bir hatası yoktu.
O sadece ezildi, hor görüldü. Başka bir şey değil.

Bu sıralarda yatay geçiş yaptığım üniversitede bir sınıf arkadaşıma âşık olmuştum.
Öküz olduğunu bilmiyordum çünkü geviş getirmiyordu.
Özelimi açtığımda kavradım, tibet öküzü olduğunu.
Uzak olsun, anlatmak bile istemiyorum. 

Bir süre sonra bir başkasına aşık olmuş ama onunla da yıldızlarımız barışmamıştı.
En azından kendisini nefretle anmıyorum.
Beni bir nebze anlayan biriydi.
Allah selamet versin.

Evet, yatay geçiş yapmış olduğum üniversite'den devam edelim.
Burada muafiyet sorunları yaşıyor ve sorunu çözmeyen bir idareyle karşı karşıya kalıyordum.
Sorunu çözemeyince tekrar başka bir üniversiteye (şehir dışı) geçiş yapmak durumunda kaldım ve muafiyet sorununu çözdüm.

Eveeeet.
Yazımın ortasında beni gözüyaşlı kılan bir durumdan söz etmiş ve sebebini anlatacağımı ifade etmiştim.
Ama o konuya dair anlatacaklarım başlı başına bir yazının konusu.
Dolayısıyla beni hoş görün, olur mu 😞 

Adına şiirler yazdığım, çok güçlü hisler beslediğim ve hatta meslekî anlamda bana kendimi keşfettiren birini anlatmak için gerçekten zamana ihtiyaç var.
Bu yazıyı 2 saatin sonunda sizlerle paylaşıyorum.
Devamı bir sonraki köşemde sizlerle olacak.

Hoşçabakın zatınıza...