İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 89
16
BÖLÜM 8:

Yalanlarla dolu bir bölüme daha hoş geldiniz. İnternet üzerinden tanışıp İstanbul'da buluştuğum ve ardından fazlasıyla bağlandığım Alperen'le daha çok vakit geçirmek için İstanbul'da çok da iyi olmayan bir üniversiteyi kazanmaya çalışma çabalarımı, bunu gerçekleştirmek için kendime ve HK'ya söylediğim yalanları, ani ve büyük etkilere sahip değişimlerimi görmek için doğru yerdesiniz.

   Bazen bunlardan dolayı kendimden gerçekten utanıyorum. Bir insan hayatındaki keskin dönüşleri hiçbir şey olmamış gibi yapabilir mi? Çok kısa bir süre öncesine kadar hayatımın amacı ticaretken, bir bakıyorum ki tek amacım İstanbul'da okumak olmuş. Öyle ki önceki terapilerde iddia ettiğimin aksine HK'ya ticaretle uğraşmamın ne kadar saçma olacağından bahsetmişim. Peki "Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir." ifadesi bu sekilde mi uygulanmalıydı? Hayatımdaki her şeyi bir çırpıda değiştiriverdim çok kısa bir dönem aralığında. Değişmeyen tek şey ise "bendim". Galiba hata yaptığım nokta da bu oldu.

   Ticaret demişken, nereden başlayacağımı tam olarak bilmiyorum ama dayımdan başlasam iyi olur galiba. Dayım kumral, mavi gözlü, orta boyda yakışıklı denebilecek bir görünüşe sahip. Karizmatik bir duruşu vardır pozisyonunun da getirisiyle.  Dayım dağıtım işiyle uğraşıyor -gıda, temizlik vs. hemen hemen her kalemden ürünün dağıtımı. Bazı yaz tatillerinde şirkette çalışma imkanım oldu. Şirkete ilk olarak depodaki ayak işlerini yapmakla başladım. Malları araçlara yüklemeleri için dağıtımcılara yardım ediyordum. Dağıtıma çıktıklarında depoda Kur'an, hadis ve fıkıh dersleri çalışıyordum. Bu dersleri ilişkim olan kuzenimle beraber çalışıyordum. Dayım, oğluna nasıl davranıyorsa bana da öyle davranır, ayrım yapmazdı ama personel, patronun oğluna benden ayrı bir müsamaha ve sevgi gösterirdi. Benim canımı sıkan ve çalışma şevkimi bozup kıskançlığa iten sebepler bunlardı. Lanet işçiler ve pazarlamacılar! Bir de müdür vardı. Şirkette beni kanser edebilecek yegane adamdı. Diğer personelden de beterdi o! Yıldızımız hiç barışmadı onunla. Bana çöp muamelesi yaparken patronun oğluna kibarca davranıyordu.

   Zaman geçti, şirket büyüdü. Şirket büyüyünce daha büyük bir binaya taşındık. Büyük bir mutfağımız, ofislerimiz vardı artık. Sekreter odası, toplantı odası, muhasebe odaları... Şirket biraz daha kurumsallaşmıştı yani. Dağıtımcılık işinde de bulunduktan sonra yarı beyaz yakalılığa terfi etmiştim ve kuzenimin gölgesi altında değildim. Şirkette, mal kontrolü, iskonto ve prim hesaplamaları gibi işlemleri yapıyordum. Üretici şirketlerin oluşturduğu çevrimiçi ulusal bir sistem vardı. Satılan ürünün fatura fatura stoktan düşülmesi, iskonto bilgisinin girilmesi gibi birçok işlemi vardı. Bu işi ilk yapmaya başladığımda önümde binlerce fatura vardı ve bu da yetmezmiş gibi her gün yüzlercesi de üzerine ekleniyordu. Bu işin kolay bir yolu olmalıydı. Kısa bir sürede sadece klavye kullanarak çok hızlı bir şekilde veri girişi yapmaya başladım çünkü bir hafta içinde iki yüze yakın ürünün kodunu ezberlemiştim ve ezberden giriyordum. Böylece birikmiş tüm dokümanları bitirdim.

   Bazen, dayım ofisine çağırırdı beni ve benimle sohbet ederdi. Yeni binaya taşındığımız için ona bir tablo hediye etmiştim. Odaya girdiğimde hediyemin karşımda durduğunu görür gururlanırdım. Şirketle ilgili de konuşurduk, başka şeyler hakkında da. İşlerin nasıl yürüdüğünü görmek için işçiler ile sıkı ilişkiler kurardım. Dayım "İleride şirketi yönetirsin." gibi birçok şey söyledi. "Okulunu oku ve gel, sonra istiyorsan şirketin başına geçersin." dedi. Babamın bana bırakabileceği çok maddi şeyi yoktu. İlişkimiz de berbattı. Şirket hayali güzel geliyordu. Öyle ki altı ay boyunca terapiye gelmememin sebebi de şirkette çalışmamdı. HK'ya göre terapiye gelmemek için bahaneydi bu ve şirketi eşcinsel düşüncelerden uzaklaşmak için araç olarak kullanıyordum. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı elbette. İş hayatı iyi giderken tüm olumsuz düşüncelerimden uzaklaşıyordum, bu beni eşcinsellikten alıkoyuyordu. Ama bir şeyleri uzun süre bastırdığım için iş hayatında da benim sebep olduğum problemler çıkmaya başlıyordu. Bu sebeple, eşcinselliği bastırmak için başka şeyleri araç olarak kullanmak dibine kadar eşcinsel olmamı sağlayan şeylerin başında geliyordu. Şirkette çalışmamın uyuşturucu kullanmaktan ya da içki içmekten farkı yoktu.

-   Sen karıştırmış olmuyor musun hayatını?
-   Kendi isteğimle karıştırdım ben. (Bu yalanlar yüzünden öleceğim galiba bir gün.) Öyle ki bu sorunlarla yüzleşirken Çin'den mal getirmeye başladım. İlk partideki mallardan kar ettim ama ikinci parti hala elimde. Battım açıkçası.
-   Bunu niye yapıyor olduğunu konuşmuştuk seninle.
-   Güç.
-   Gücü biraz erken aramak değil mi bunlar?
-   Aslında güçten çok, biraz da uzaklaşmak için bunlar.
-   Neyden?
-   Eşcinsellik meselesinden. Hani kendimi ne kadar meşgul edersem o kadar uzaklaşırım diye düşünüyorum.
-   Atıyorum, bir kıza aşık oldun ve kız da seni terk etti. Onu unutmaya ya da ondan kurtulmaya çalışırsan başaramazsın. Uyutmaya çalışmayacaksın.
-   Yolda yürürken bir yakışıklı erkek geçtiği zaman ona bakıyorum ben mesela. Beni rahatsız ediyor bu durum.
-   Bir sorunu çözmek istiyorsan o soruna odaklanacaksın. Burada bir savaş gerekiyor diyelim, sen bunu bırakıyorsun ve unutarak çözmeye çalışmak adına bütün enerjini iş hayatına veriyorsun. Güç kazandığında kendine özgüven geliyor ama bir sorun çıktığında yine eşcinselliğe dönüyorsun. Kimileri ne yapıyor? Birilerine açılınca "Evlen, geçer." diyorlar. Doğru kadını bulursan ki o da çok düşük bir ihtimal yani yüzde bir, binde bir. Evlendin diyelim. İlk bir ay güzel geçiyor, eşiyle sevişiyor falan. Daha sonra bir çatışma çıktığında tekrar eşcinselliğe yöneliyor. Yani bunu çözmek adına başka bir kapıya gitmeyeceksin! İşte eşcinsellik! Evlen geçer. Hayır, geçmez! Namaza başla, geçer. Hayır, geçmez! İş hayatı... Güçlen, geçer. Hayır, geçmez! Bu eşcinselliğin nedeni, senin kendi kişilik problemin.
-   Evet.
-   Kökeninde ne var? Niye bu kadar güçlü olmaya çalışıyorsun? Kendine değer veriyor musun?
-   Hayır.

17
BÖLÜM 7:       

Bu terapide nedense aptalca bir mutluluğum vardı. En azından öyle söylüyordum ama daha rahat davrandığım çok bariz. Bence mutluluktan çok, boş vermişlik var artık. Biraz da aşırı özgüven. Tabii bu özgüven genelde olduğu gibi zeka ile alakalı olan şeylerde var sadece. Sınav stresi yaşamadığımdan, sınavda başarılı olacağımdan emin olduğumdan bahsetmişim özetlersek eğer. Boş vermişliğe gelirsek, umutsuzluk kaynaklı olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Çünkü başarmam gereken her şeyi başarmışım da yaşayacak başka anılar yokmuş gibi davranıyorum.


- Kötü şeyler var mı peki?
- Düşünüyorum da, kötü bir şey yok hocam. Hep iyiydi.
- Kötünün kalkması sana güç mü veriyor ya da güven mi?
- Bir korku var aslında içimde, kötü şeyler olmadan garip hissediyorum.
- Şaşırıyor musun yani buna?
- Yani, şaşırıyorum. Fazla iyi çünkü!
- Eskiden "Bir ayın üç haftası kötüydü, bir haftası iyiydi." diyelim. Şimdi dört hafta da iyi mi?
- Aynen öyle, size en son geldiğimden beri kötü bir şey olmadı.
- Bu sana ne kattı peki? Sorguluyor musun neden oldu bu diye?
- Benim kanaatime göre terapinin faydası bu.
- Faydası ne?
- Ben değişmiş olmalıyım ki insanlarla ilişkilerim daha düzgün yürüyor. İnsan ilişkileri tek taraflı değil neticede. Ben de diğerlerini değiştiriyorum.
- Bu terapi sana bir şeyler kattı ve sen de ailene ya da çevrene olumlu şeyler kattın yani.
- Aynen öyle.

Gerçekten diğer insanlara bir şeyler katmış mıydım veya gerçekten ilişkilerim daha sağlıklı mıydı? Bence hayır. Ama dünyaya daha beklentisiz bakıyordum sanki. İnsanlıktan bir umudum kalmamıştı. Tabii ki yukarıda da anlaşılabileceği gibi müthiş bir korku vardı. Hayatım boyunca bu kadar uzun süre boyunca sıkıntısız bir dönem geçirmemiştim. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm adeta. Bir insan sürekli sıkıntılar yaşamadan nasıl yaşayabilirdi? Bunu bilmiyordum henüz. Ayrıca huzurun ve mutluluğun ne olduğu bilmediğim de aşikar. Çünkü o zaman gerçekten mutlu ya da huzurlu değildim. Sadece mutsuz değildim ve diğer duyguları bilmediğimden dolayı ne hissettiğimi açıklamakta güçlük çekiyordum. Ama ne olursa olsun, mutsuz olmamak da iyi bir şeydi sonuçta. Bunu kaybetmekten korkuyordum fazlasıyla ve bu beni gerçekten huzurlu olmaktan alıkoyan şeylerin başında geliyordu. Düşünsenize, hayatınız boyunca kendinizi iyi hissettiğiniz bir an olmamış ve içinizde cılız bir umut yeşermiş. Ama o kadar yenisiniz ki bu hayata, ne yapacağınızı ya da ne düşüneceğinizi zerre kadar bilmiyorsunuz. Diyeceksiniz ki "Olur mu bu kadar abartı?" diye. Fakat bu bir abartı değil maalesef çünkü iyi hissettiğiniz bir anın ilerisinde kötü bir olayı seziyor ya da biliyorsanız, o iyi hissi yaşayamazsınız. Kelimenin tam anlamıyla böyle bir psikoloji içerisindeydim o gün.

- Bana göre babamın ailesinin de hepsi sorunlu. Bu yüzden çocukları da sorunlu.
- İlişkileri nasıl peki?
- İlişki yok denecek kadar az. Bayramdan bayrama belki görüşürler.

   Sorun aslında babamda değil yani. Adam nasıl iletişim kuracağını bilmiyor çünkü dedemin evlatlarıyla sağlıklı bir iletişimi olmamış. Babamı karşısına alıp da konuştuğu olmamış, olduğunda da ya tartışmışlar  ya da dedem ona şiddet uygulamış. Babam kendi babası gibi olmamak için bana bir fiske bile vurmadı ve çok yumuşak davrandı. Ama bu da sağlıklı bir iletişime neden olmadı. Asıl suçlu dedem de değil ama! Her şey Adem ile Havva'dan başladı. Kesin bir yanlışlık yaptılar çocuk eğitiminde de ondan geliyor başımıza bunlar. Böyle olmadıysa dahi yasak meyve olayı var değil mi?

- Biz toplantı yapmaya başladık, Berk'in babasıyla falan.
- Ne toplantısı?
- Dedemin vefatından sonra çocuklar dinden mahrum kalmasın diye cuma akşamları toplanıyoruz. Her şeyi kendimiz hazırlıyoruz ve büyükler müdahale etmiyor. Çocuklar sıkılmasın diye oyunlar da ekliyoruz.
- Büyükler kimler peki?
- Biri annemin erkek kardeşi, biri de teyzemin eşi.
- Babandan bağımsızlar bunlar ve babanı benimsemiyorlar değil mi?
- Evet.
- Kaynaşma oldu mu peki? Kalıcı olarak devam eder mi sence?
- Kalıcı olur kesinlikle. Gelemeyeceksek haber falan bile veriyoruz artık.
- Herkes de benimsedi. Orada bir benimseme, bir duygusal hava var yani.
- Evet, var.
- Bizimkinden daha faydalı olduğunu düşünüyorum açıkçası.
- Ben de onu soracaktım. Sizinkinde ne eksik o zaman?
- Sadece bir kişi anlatıyor.
- Dinleyen kişilerde ne eksik?
- Anlayamadığım şey şu, haydi ben oğlu olduğum için kendimi gitmek zorunda hissediyorum, canı sıkılmasın diye. Fakat dinleyen kişiler, babamın sürekli aynı şeyleri anlatmasına rağmen, neden sıkılmıyorlar anlamıyorum. Sıkılmamak için orada mutfağa gidiyorum. Allah'la dostça konuşuyorum.
- Ne demek bu yani?

18
BÖLÜM 6:

Her zamanki gibi "Nereden başlasak yine?" faslından sonra evden bir hafta kovulmamı anlatmaya başladım. Hayatımda ilk kez oluyordu ve o zamanki anlatış tarzıma ve tonlamalarıma baktığımda, bu durumla gurur duyduğumu fark ettim. Galiba "asi çocuk" olmak sevindirmişti beni

-   Evden uzaklaştırıldığın bir hafta ne kattı ve ne götürdü?
-   Bir şey götürdüğü söylenemez bence. Kuzenlerim falan da kaldı benimle birkaç gün, satranç  oynadık. Böyle devam ettik ve sonra eve döndüm. Farkına vardım ki babamı çok yanlış değerlendirmişim.
-   Enteresan! Babaya bir yöneliş mi var o halde bu durumda?
-   Yani...
-   Sana güç mü katıyor ya da duygusal bağ mı oluştu?
-   Duygusal bağ diyebiliriz.
-   Daha önce olmayan bir bağ yeni yeni mi oluşuyor?
-   Evet.
-   Tarif et bağı.
-   Mesela Merkez'e gittiğimde kimsenin benden istememesine rağmen çay falan yapıyorum. Hizmet ediyorum kısacası.
-   Eskiden olsa peki?
-   Yapmazdım.
-   Neden?
-   Gereksiz gelirdi herhalde.
-   Babandan mı kaynaklanıyor bu?
-   Olabilir, düşünceleri ve yaptıkları çok saçma geliyordu bana. Şu an öyle bakmıyorum pek.
-   Nasıldı bu düşünceler ve eylemler?
-   İnsanlardan uzak durması, insanlara farklı bakması gibi.
-   Ne gibi? Küçümseme mi?
-   Küçümseme değil de, yanlışlıklar... Ne bileyim yahu. Kendimi niye iyi ifade edemiyorum bugün? Ona hak veriyorum bu konuda. Ben onun sosyal olmamasından dolayı falan zannederken, bilinçli bir şekilde böyle davrandığını fark ettim.
-   Ruhu kirlenmesin diye mi yapmış böyle yani?
-   Yani, böyle diyebiliriz.
-   Bu kovulma işinden sonra anlayış sahibi mi oldun ona karşı?
-   Evet ben ona, o da bana. En azından itiraz etmeden dinliyorum onu.
-   Nasıl bir şeymiş itiraz etmeden dinlemek?
-   Yaptıkları biraz daha doğru gelmeye başladı onu biraz dinleyince.
-   Babana bir şans mı vermiş oluyorsun?

Terapi kayıtlarını dinledikçe görüyorum ki, aptalca kendinden emin, mesleki yaşamına karar vermiş biri gibi konuşuyorum, siyasetçiler gibi yani. Gerçekten de çok aptalmışım, o zaman söylediğim ve hedeflediğim şeyler şu an aklımın en ücra köşesinde bile yer almıyorlar. Demek ki neymiş? HK'nın da dediği gibi "Kendinle inatlaşmayacaksın ve kesin konuşmayacaksın. Çünkü yanılma ihtimalin çok yüksek."

-   Gelelim tiklerine.
-   Düşündüm geçen haftadan sonra. Şimdi diğerini geçirdim ama yenisi başladı.
-   Neyden kaynaklanıyor sence?
-   Stresli bir dönem geçiriyorum. Evde su tesisatı falan değişiyor, bu yüzden huzursuz oluyorum büyük ihtimalle.
-   Evdeki düzensizlik sende ne etki bırakıyor? Sende neyi çağrıştırıyor? Dağınıklık gözüne nasıl görünüyor?
-   Evde açık olan bir musluk oluyor mesela, duş almak falan işkence haline geliyor. Stabil olsun istiyorum her şey.
-   Bu da seni germiş mi oluyor?
-   Evet, eninde sonunda her şeyin yoluna gireceğini biliyorum ama yine de bu sürede gerginlik oluyor.
-   Bu yakın zamanda biriyle yakınlaşma oldu mu?
-   Evet oldu.
-   Dayı oğlu muydu?
-   Evet, yine o.
-   Kim başlattı?
-   Ben başlattım.
-   Neden ihtiyaç duyuyorsun?
-   Bilmiyorum.
-   Baş başasınız ve aklına cinsellik mi geliyor?
-   Evet.
-   Sonrasında ne oluyor? Pişmanlık mı?
-   Evet, hatta en son kendimizi cezalandırmak için birbirimize kemerle vurduk. Bir daha aklımıza geldiğinde bu acıyı hatırlayalım diye.
-   İradeyi baştan koymanız gerekmez mi? Sonradan cezalandırmak yerine anlaşsanız ve "Hangimiz başlatırsa diğeri onu durdursun." diye. Birisinin durdurması gerekmez mi kemerle vurmak yerine?
-   Mantıklı ama bence kemerle vurmak daha iyi oldu.
-   Tamam bekleyelim ve görelim. Ama cezalandırma ters de tepebilir. Bence anlaşmalısınız dediğim şekilde.
-   Onu denedik zaten. Hep konuşuyoruz bu iş bittikten sonra. "Şöyle yapalım, böyle yapmayalım." muhabbetleri geçip duruyor hep.
-   Birisinin durdurması lazım, tek çözüm bu. Seni orada tetikleyen şey babanın evden kovması olabilir belki. Gerginken stresini yöneltmiş olmuyor musun ona?
-   Evet.
-   Elinin altında hazır, hükmedebileceğin biri, gel dediğinde sana teslim olabilecek biri... Cinsellik ne demek? Ona sahip olmak, hükmetmek değil mi?
-   Evet.
-   Evden kovulmandan kaç gün sonra oldu bu olay?

19
BÖLÜM 5:

   Önceki terapiden bu yana bir aydan fazla süre geçmişti. Anlatacak çok şey vardı haliyle. Bence en önemli olan kısım terapinin düzenini bozmam. Terapinin düzenini bir kez bozduğunuzda, bir daha düzeltemiyorsunuz kolay kolay. Terapinin içeriğine geçmeden önce size daha önce bahsetmediğim ufak bir ayrıntıdan bahsetmem gerek. Çocukken minderlerle falan ev yapıp evcilik falan oynarsınız. Hah! İşte biz de onu oynuyorduk kuzenimle. Sonra minderleri kullanmamıza kızınca annem, biz de çarşafı aldık ve balkonun üstünü kaplayıp çadır gibi yaptık. Biraz oynadıktan sonra oyun oynamaktan yorulmuştuk ve biraz uzanmaya karar verdik. Sonra nasıl olduysa konu cinselliğe geldi. O günü hayal meyal hatırlıyorum. Birbirimizin penisini elledik ve üstümüzü çıkarıp sarıldık. Lakin henüz mastürbasyon yapmayı bile bilmiyordum, onun benden üç yaş küçük olmasını da göz önüne alırsak, o hiç bilmiyordu. Bu yüzden ilişkimiz birbirimize sürtünmeden öteye uzun süre geçemedi. Eşcinsellikte cinsellik günlerimin başlangıcı bu olmuştu ama psikolojik olarak çok daha önce eşcinsel olmuştum galiba.

- Çok şey geçti başımdan hocam.
- Ne oldu? Anlat.
- Geçmişte ilişki yaşadığım kuzenim vardı ya. İşte yeniden yaşamaya başladık.
- Sen mi başlattın yoksa o mu başlattı?
- Ben başlattım.
- Peki nasıl oldu?
- Bilmiyorum işte, oldu.
- Tamam da, hani buna sen mi gerek duydun?
- Evet.
- Bir can sıkıntısı mı veya bir arayış mı?
- Can sıkıntısı.

Daha terapinin ilk dakikalarındayken yalanlar havada uçuşmaya başladı. Bilinçaltım kendisini korumak için savunma mekanizmalarını acımasız bir şekilde kullanıyor. Hayır, neyin can sıkıntısı? İnsanlar can sıkıntısı yüzünden yanındaki kişiyle sevişmeye mi başlıyor hemen? Can sıkıntısı başka bir şeyler yaparak geçmiyor mu? Geçiyor elbette, fakat kolay cevabı vermek adına "can sıkıntısı" diyorum kısaca çünkü diğerini söyleseydim HK bana çok daha fazla soru soracaktı. Terapi sürecimin uzun olacağı buradan bile belli oluyor.

- Bu arada bayağı sorun çıktı.

Savunma mekanizmasının ikinci aşaması olan konu değiştirmeye şahit oluyorsunuz. Kuzenimle yaşadıklarımı örtbas etmek için daha büyük sorunların olduğu izlenimini verdim ve ebeveynim arasında geçen klasik kavgadan bahsettim. Ne kadar da olağandışı bir konu bulmuşum. Helal olsun bana!
-   "Siz kavganıza devam edin, ben gidiyorum" dedim. Onlar da "Otur önce. Konuşalım biraz." dediler. Ben de "Yahu siz başlı başına problemsiniz, neden boşanmıyorsunuz hala? Zaten en büyük hatanız da yıllar önce boşanmamış olmanız. Eğer boşanmıyorsanız huzurlu bir ortam sağlayın, yoksa ben gidiyorum." dedim.

-   Bunları daha çok babana mı söyledin, annene mi?
- Babama.
- Peki bugüne kadar boşanmak istemiş de boşanamamış mı?
- Boşanmak istememiş de boşanmamış. Bence işine geliyor böyle olması. Evi silen, süpüren var, yemeğini yapan var, çamaşırını yıkayan var. Bu yüzden boşanmıyorlar.
- Kendisi söylüyor mu bunu? Yoksa senin yorumun mu?
- Benim yorumum.
- Bu olay seni ne kadar gerdi peki?
- O günün içerisinde sinirlendim fakat ondan sonra geçti.

Gördüğünüz üzere kuzen muhabbetini sıradan bir olay için değiştirmiş oldum. Amacımın konuları saptırmak olduğu çok açık bence. Çünkü kendim hakkında neredeyse hiçbir şeyden bahsetmiyorum. Sürekli başkaları üzerinden konuşuyorum, başka olayları anlatıyorum.


-   Galiba üniversiteyi şehir dışında okusam iyi olacak. Yeni yeni tikler üreyip duruyor bende. Yaşadığım ortam beni harap ediyor.
-   Hazırlık yapıyor musun peki sınava?
-   Bir şeylere çok hazırlık yaptığım söylenemez pek. Rutinimi bozmuyorum.
-   Tamam da çalışman gerekmiyor mu?
-   Bizim bölüm pek ağır değil bence. Yapacağımı düşünüyorum
-   Şehir dışı olarak İstanbul'u düşünür müsün?
-   İstanbul'da okumayı düşünmüyorum hocam.
-   Neden?
-   Kalacak yer falan her şey hazır burada ama çok karışık geliyor İstanbul.
-   Karışıklık altı ay sürer maksimum, sonra buranın doğasına alışırsın. İstanbul'u yaz bir kenara.
-   Zaten düşünüyorum İstanbul'a gelmeyi. Eskiden Ankara'da okumak istiyordum, şu an sadece memleketimi ya da İstanbul'u tercih etmeyi düşünüyorum.

Bir insan yalan söyleyebilir ya da bir insanın fikri değişebilir. Ama bu kadar da değişken olunmaz ki! İstanbul'a gelmeyi düşünmediğimi söyleyeli daha bir dakika bile olmamışken fikrim nasıl da değişmiş hemencecik. Karşıdaki insana uyumlu ve iyi biri gibi gözükebilmek için bukalemun gibi değişebiliyorum.

20
BÖLÜM 4:

Babam bürosunda bir kadınla görüşüyordu ve kadının elini tutarken görmüştüm bir keresinde. Kadın geldiğinde babam beni bürodan çıkarıyordu. En sonunda "Babam bir kadınla görüşüyor." diyerek bunu anneme söyledim. Babam eve geldiğinde annem ona bu durumu sordu. Bunun üzerine hayatında ilk ve son kez bana vurma girişiminde bulundu. Karnıma doğru bir tekme attı fakat ıskaladı beni. 10 yaşındaydım, yanlış bir şey yapıp yapmadığımı dahi bilmiyordum halbuki. Şimdi tekrar düşündüğümde keşke hiç söylemeseymişim diyorum. Çünkü hem bir erkek kardeşim olabilirdi hem de anne-babam boşanmış olurdu ve belki de daha iyi bir hayatımız olurdu. Kafamdaki bir diğer olay da şuydu; annem ile babamın bu kadar yakın olduklarını hiç görmemiştim. Babamla başka bir kadının yakınlaştığını görmek bende tarif edemeyeceğim bir his oluşturmuştu. Çünkü ebeveynim yıllardır aynı yatakta bile yatmamışlardı. Bir hafta daha geçmesin ki ben yine bir terapiye gitmeyeyim. Bu sefer HK'nın verdiği ödevlerin bir kısmını yapmıştım. Bu yüzden içim daha rahat gittim.

-   Neden ayrı yattıklarını sordum hocam.
-   Eee nedenmiş peki?
-   Annemin bir rahatsızlığı varmış.
-   Sen buna inandın mı peki? Psikolojik miymiş cinsel miymiş?
-   Açıklamadı neden olduğunu. Çok inandırıcı gelmedi tabii.
-   Sonra?
-   Sonrası malum, konuyu saptırmak için din konusuna girdi yine. Zaten tartıştık sabahlara kadar.
-   Tartıştıktan sonra ne oldu? Aranız bozuldu mu? Küstünüz mü?
-   Hayır, tam tersi daha da yakınlaştık. Ertesi gün balığa gittik zaten beraber.
-   Gerekli miymiş yani? Sana bir şey katmış mı?
-   Gerekliymiş ve iletişim sorununa olumlu yönde etki etti.
-   O zaten uzak duruyordu, sen de uzak durmaya başlamıştın. Şimdi mesafeyi sen mi kapatmaya çalışmış oldun?
-   Evet.
-   Aramız iyi dedin, yani duygusal bir şeyler mi var?
-   Bilmiyorum.
-   Yani yakınlaştınız sonuçta, bu ne hissettirdi?
-   Güvende hissettirdi galiba.
-   Yani sorun babanla iletişim kopukluğuymuş. Çevreye karşı yalnız hisseden çocuktun sen. Bu sorun da babayla iletişim kopukluğu yüzünden olmuyor mu? Güvensiz hisseden kişinin insanlarla iletişimi sağlıklı olmaz. Umutsuzluk, karamsarlık kapsar içini.
-   Zor yolu tercih etmek nasıl bir şey?
-   Bir anlamda iyi bir şey ve daha net çözümleri de beraberinde getiriyor.
-   Zoru aştığını nereden anladın? İyi olduğunuzu nasıl anlıyorsun?
-   Kurallar koydu evde mesela. Otorite kurdu biraz en azından. Arkadaşımdan bir farkı yoktu önceden. Şu an baba-oğul olduk biraz da olsa. Otoriter olması daha hoş geliyor açıkçası. Dışarıda da otoritermiş onu gördüm.
-   Eskiden öyle değil miymiş?
-   Öyleymiş de ben hiç bakmıyordum ki.
-   Nasıl bir otoriteymiş mesela?
-   Ne bileyim insanlar sayıp seviyor. Saygı gösteriyorlar. Mafya babaları bile tanıyor onu. Mafya hikayesi gibi bir şeyleri varmış yaşadıkları hatta.
-   Neymiş? Anlat bakalım.
-   80'lerde Kürt ve Türk polis arkadaşlarıyla bir oluşum kurmuşlar. Hani devletin muallakta olduğu dönemde. "Robin Hood" çetesi gibi bir şey bunlar ama. Hani uyuşturucu kaçakçılığına savaş açıyorlar, mafyaları dize getiriyorlar. Hatta küçük bir hikaye de var bununla ilgili.
-   Onu da anlat.
-   Birgün bir adam dolandırılıyor. Bu çetecikten yardım istiyor. Bunlar da gidip dolandıran adamı bagaja tıkıyorlar. Adama, dolandırdığı miktar kadar senet imzalatıyorlar başına silah dayalı halde. Ne bir kuruş eksik ne de fazla.
-   Ne kadar sürdürmüş? Ne zaman bırakmış?
-   O kadar ayrıntılı bilmiyorum vallahi.

Sınıftaki işleyişe geri dönelim isterseniz. Çünkü bahsettiğimiz konuyla sınıfta yaşananlar birbiriyle alakalı.  Sınıfta okuyan diğer öğrenciler bana tehditler savururken ''Abim şöyle, böyle.'', ''Babam şöyle, böyle.'' gibi şeyler söylerlerdi. Ben de bir "piç" gibi hiçbir karşı argümanda bulunamazdım. Korkardım onlardan ve bu yüzden de ezerlerdi beni. İşin garip tarafı şu ki bunları aileme hiç anlatmadım. Kendime güvenme konusunda bana destek vermek bir yana, beni daha da korkak biri yapmışlardı. Yaptıkları şeyden dolayı böyle bir yaşam sürdüm. Onların inşa ettiği hapishanedeki bir mahkumdum ve herkes bilir ki hapishanelerde tecavüze uğranabilir. Ben de bunun mağduru oldum ve onlara yaşadıklarımı anlatma gereğini duymadım. Ne oluyormuş demek ki? İletişim kurmak için geç de olsa, biraz patırtı ve gürültüden sonra iletişim kurulabiliyormuş. Hem de ilişki olumlu yönde  ilerleyebiliyormuş. Bu bana ne öğretti? Babam aslında çok otoriter bir insanmış ama bana karşı hiç uygulamamış bu otoriteyi. Çocukluğumda da bu otoriteyi sezseydim bu kadar korkak olmayabilirdim belki. Bu yüzden onları içten içe suçlamaktan vazgeçemiyorum. Lanet çocukluk yılları!

-   İş hayatım konusunda bile konuştuk.
-   Düşünceleri mi vardı geleceğinle ilgili?
-   Hayır, benim hayallerimi destekledi. Şirket kurma hayalimi.
-   Üniversite düşündün mü?
-   Evet, kendi şehrimde okumayı düşünüyorum.
-   Neden peki?
-   Okurken çalışmak istiyorum, ileriye yatırım yapmak istiyorum. İngilizce öğretmeni olmak gibi bir hayalim yok. Okul konusunda çok lakaytımdır ama iş konusunda çok prensipliyimdir. Girişimciyimdir, ticari konularda uzmanlaşmak için fazla çaba sarfediyorum. İhracat-ithalat işiyle uğraşmak istiyorum hatta.
-   Böyle hayali olan insanlar okulda da başarılı olmaya çalışır genelde.
-   Belki ama şansım yaver gitmedi. Lise beklediğim gibi değildi. Ben de ticarete yöneldim. Dayımın şirketinin yanında fabrika vardı. İşimi erken bitirdiğimde meyve suyu ve su tezgahı kurardım. Soğuturdum hepsini önce, sonra da satardım. Daha önce de böyle şeyler yapmışımdır. Babam Suriye'ye gider gelirdi. Gelirken getirdiği şeyleri Kur'an kursundaki çocuklara satardım.
-   Peki ne katıyor bunlar sana?
-   Zevk alıyorum satmaktan. İyi hissettiriyor, güçlü hissettiriyor.
-   Peki ya satamazsan ilerideki bir işte?
-   Satarım.
-   Ya satamazsan?
-   Satarım.
-   Velev ki?
-   Başka bir şeyle denerdim. Ama moral bozukluğu olmazdı.(Palavra)
-   Daha fazlasını istemenin sebebi fazlasıyla şımartılman olabilir mi sence? Herkesten

21
BÖLÜM 3:


   Geldiğim ilk iki terapide eniştemle beraberdim. Bu terapide ise yalnız başıma geldim. Bir şeyi kimseden yardım almadan yapmanın gururu vardı içimde. Hayatımda ilk defa kendimle gurur duymuştum belki de. Güzergahı öğrenmiştim artık ama kendime olan güvenimi daha da arttırabilmek için güzergaha farklılıklar katmalıydım.  Bunu gerçekleştirmek için, Mecidiyeköy'e ulaştığımda doğrudan HK'nın ofisine gitmek yerine önce çevreyi gezdim. Garip bir his vardı içimde ve daha önce bu hissi tatmıştım ben. Ailemle beraber gezerken onlardan uzaklaştığımda hissediyordum bu şekilde. İşte, aynısını bilmediğim yerleri gezerken de hissettim. Kendimi her ne kadar girişken bir insan olarak göstersem de aslında tam anlamıyla öyle olmadığını biliyordum. Bu duygu da kanıt niteliğindeydi. Çünkü bu, ailemden uzaklaşmanın beni ne kadar korkuttuğunu bir kez daha ispatlamıştı. Lanet savunma mekanizmaları!

   Çevreyi gezip dolaştıktan sonra HK'nın ofisine doğru yola koyuldum. HK'nın odasına girdiğimde farklı bir durum meydana geldi ve  bu sefer suskun bakışlar olmadı aramızda. Ne konuşacağımı biliyordum ve konuyu ben açtım hemen. Konuşmak istediğim konu stresli dönemlerimde ortaya çıkan ve yıllardır nüks eden tiklerimdi. Sürekli tekrar eden sekiz-on tane tikim vardı. Fakat dönemlere has olarak ortaya çıkan farklı tiklerim de olmuştu. Bir film repliğinde oyuncunun "Say ulan!" demesi gibi  HK da saymamı istedi aynı şekilde. HK'ya yaptığım gibi size de sayayım bari; boyun çatırdatma, omuz silkme, dudak yalama, burun çekme, dil ısırma, parmak çıtlatma, tırnak yeme ve diğer muadilleri... Kısacası say say bitmeyecek garip tiklerim olmuştu. Hepsi sıkıntıdan ve stresten... Bunları nasıl çözebileceğim konusunu gündeme getirme şansımız yoktu pek. Çünkü asıl sorunlarım çözülmeden bunların bitmesi de pek  muhtemel değildi. Ama üç aşağı beş yukarı bu tiklerin nereden çıktığını inceleyebiliriz. Öncelikle ev ortamımdan bahsetmem gerek. Bir odam yoktu, babamla aynı odada kalıyordum çünkü babam  neredeyse doğduğumdan beri annemle aynı yatakta yatmıyordu. Bundan dolayı benim de belirli bir düzenim yoktu maalesef. Sabaha kadar televizyon izlerdi, bu yüzden uyku düzenim oluşmadı bir türlü. Hatta ışıksız ve sessiz bir ortamda uyumak benim için hala işkenceden başka bir şey değil. Ayrıca ben de babam gibi geceleri uyuyamıyorum. Yani kısacası babamın kopyası olup çıktım. Sürekli aynı odadaydık ve sabaha kadar beraber oturuyorduk ama ne vardı biliyor musunuz? Birbirimizle hiç konuşmazdık. Hatta eşcinselliğimi öğrenmeden  önce benimle gezip dolaşmazdı da. Mesela balığa gidiyoruz arada sırada ama yine de pek muhabbet etmiyoruz. Bu mesele babamla çözülebilecek bir mesele de değil aslında. Adam nasıl iletişim kuracağını bilmiyor çünkü dedemin evlatlarıyla sağlıklı bir iletişimi olmamış. Babamı karşısına alıp da konuştuğu olmamış, olduğunda da ya tartışmışlar  ya da dedem ona şiddet uygulamış. Babam kendi babası gibi olmamak için bana bir fiske bile vurmadı ve çok yumuşak davrandı. Ama bu da sağlıklı bir iletişime neden olmadı. Lanet kelebek etkisi ve tahmin edilemeyecek kadar karmaşık olan sonuçları!

   En iyisi biz çekirdek ailemin ortamına geri dönelim. Hangi ebeveyn kendi aralarındaki sorunları çocuklarına anlatır ki? Ailedeki psikolog görevini üstlenmekten bir bıkkınlık oluştu elbette. Babam gelir ''Annen şöyle! Annen böyle!'' der. Annem gelir "Baban şöyle!! Baban böyle!'' der. Babama da anneme de "Haklısın." demekten başka ne çarem var ki benim? Çocuğum ulan ben! Bana ne sizin kendi aranızdaki problemlerden! Ne halt yapıyorsanız yapın kendi aranızda! Bu problem bir tek bende etki bırakmadı elbette. Bu problemin diğer çocuklarda nasıl sonuçlara neden olduğunu haydi hep beraber inceleyelim.

Zeynep: 30 yaşında, güzel olmasına ve birçok kişinin onu istemesine rağmen hala bekar olan kız. Evlenememesinden dolayı sürekli yakınır durur. Geceleri ağlar ve Tanrıya yakarışlarda bulunur genelde. Küçücük bir olaydan sonra hastalık derecesinde sinir krizleri geçirir ve ölü gibi gezmeye başlar. Duygusal yönden çok güçsüzdür.

Fulya: 28 yaşında, ne bahtsızlıktır ki o da bekar. Onun evlenememekten dolayı dışarıya yansıttığı bir sorunu olduğunu görmedim. Soğuk kanlıdır. Öyle soğuk kanlıdır ki bazen seri katil olduğunu düşünürüm. Duygularını okuyamam çünkü hayata mantık penceresi haricinde bir yerden bakmaz. Onun bu durumunu hala çözebilmiş değilim. Belki de sosyopattır.

Elif: 25 yaşında ve evli. Ailemizde psikolojisi en az bozuk olan kişidir herhalde. Bende olduğu gibi onun da öfkesi var tüm sülaleye karşı. Bunu da onlara karşı sergilediği hareketleriyle hissettirir. O da benim gibi bu sülaleye ait olmadığını hisseder.

22
BÖLÜM 2:

   Tekrar gelmeyi düşünmemiş olmama rağmen gelmiştim ikinci terapiye. Büyük ihtimalle eniştemin  terapiye gitmem için yoğun bir şekilde telkin etmesine uymuştum. Tabii ki birileriyle konuşup içimdekileri anlatmaya ihtiyacım da vardı. Terapinin açılışını HK'nın sözü bana bırakmasıyla yaptık:

-   Babama söyledim.
-   Ne zaman? Nasıl?
-   Buraya gelmeden birkaç gün önce söyledim.
-   Ne kadar sürdü konuşmanız?
-   Birkaç saat sürdü gece yarısından başlayarak.
-   O mu sordu sen mi söyleme ihtiyacı hissettin?
-   Babam sürekli ne sorunumun olduğunu sormaya başlamıştı. Israr etti ve ''Ben senin babanım, her şeyi anlatabilirsin bana.'' dedi. Ben de anlattım.
-   Sana nasıl yaklaştı peki söyledikten sonra?
-   Yakınlaştı bana ve "Beraber balığa gidelim, beraber gezelim." demeye başladı.
-   Babanın "Beraber takılalım." demesi senin için ne anlam ifade ediyor?
-   Gereksiz ve anlamsız bence. Çünkü zamanında bir şey yapmamışsın. Bu saatten sonra yaptıklarının benim için bir anlamı olmayacak ki.
-   Ne yapabilirdi peki sence?
-   Ne bileyim beraber bir şeyler yapmak işte. Babam sosyal bir insan değil. Akrabalarla dahi bayramdan bayrama görüşür. Beraber ne yapabiliriz bilmiyorum bu yüzden.
-   Yani affetmeyecek misin?
-   Affetmem için yapılabilecek bir şey yok ki.
-   Ona söylediğinde nasıl hissetti?
-   Şok oldu, ''Biz de seni evlendirecektik daha.'' dedi. Sonra psikolojisi daha da bozuldu.
-   Onun mutsuz olması sende nasıl bir his uyandırdı?
-   Sevindim aslında. ''Bu zamana kadar ben düşündüm, şimdi düşünme sırası onda.'' dedim.
-   Nasıl bir sevinç? Rahatlattı mı seni?
-   Evet, üstümden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim.
-   Yani, bu yük sende değil de onda mı olmalıymış?
-   Evet.
-   Yük onda devamlı mı kalmalı yoksa bir zaman sonra kalkmalı mı?
-   Kalkmalı bence. Çünkü ben ona bu sorundan kurtulmak için yükledim yükleri. Ben düzeldikten sonra onda kalmasının bir anlamı olmaz.
-   Peki bu intikam mıymış?
-   Ya aslında intikam da değil, çünkü bana yine yükler bindi. ''Aman oğlum kimseye söyleme, bu ortaya bir çıkarsa ailemizin adı lekelenir, ben de şehri terkederim.'' gibi şeyler söyledi bana.
-   Eee?
-   ''Vallahi benden hava hoş, hayat senin hayatın. Terketmek istiyorsan terket!'' dedim içimden.
-   Seni anlamadığını mı düşünüyorsun?
-   Evet anlamıyor beni. Olayın itibar meselesinden ibaret olduğunu düşünüyor. Dinden uzak kaldığımdan dolayı böyle bir şeyin ortaya çıktığını düşünüyor.
-   Dinle alakası yok yani.
-   Ben bu olay yüzünden dinden uzaklaştım zaten, tam tersi değil. Beş vakit namazında biriydim ama canıma tak etti. Hani inatlaşma gibi biraz. ''Sen bu sorunu kaldırmazsan ben de sana ibadet etmem.'' olayına getirdim işi.
-   Yani ona karşı da bir öfke mi var?
-   Gibi gibi. Bu sorunu o verdi sonuçta. Sizin videolarınızı izledim ne demeye çalıştığınızı anladım. Önce Tanrı'yla sorun...
-   Hayır yanlış görmüşsün o zaman. Önce babaya öfke başlıyor.


Babamın eşcinsel olduğumu ilk öğrendiğinde verdiği tepkiyi ve söylediği sözleri de anlatmazsam olmaz.

-   Baba ben eşcinselim, erkeklerden hoşlanıyorum.
Uzunca bir duraksamadan sonra söyledikleri can alıcıydı(!).

-   İslamda böyle olanlara ne yapılır biliyor musun?
-   Evet biliyorum.
-   Bir oğlum var diye düşünüyordum, o da yokmuş...
-   Ben hala senin oğlunum.
-   Ne yapacaksın gidip köprü altlarında kendini mi becerttireceksin?
-   Yahu ne alaka? Benimkisi duygusal.
-   Ne halin varsa gör.

Görebileceğiniz üzere bir patlama yaşadı baba figürümüz. Bunu yapmakla bana değer vermesinin tek nedeninin erkek olmam olduğunu anlıyoruz.

-   Geçen hafta bahsettiklerimize baktın mı?
-   Evet, galiba sınır kişilik bozukluğuna daha yakınım. Hani İbrahim mevzusunu göz önüne alırsak...
-   Kendini cezalandırma mevzusu? Oyunlar oynama?
-   İbrahim'den sonra koluma sigara basma, kalem batırma gibi şeyler vardı sonuçta. Bu yüzden sınır kişilik bozukluğuna daha yakınım tanrımı kaybettiğim için.
-   İbrahim'e söylemeseydin ne olurdu peki?
-   Şu an çok iyi dost olarak kalırdık.
-   Pişman mısın peki?
-   Hayır değilim. En fazla bir yıl daha sürdürebilirdik dostluğumuzu bence. Sonra üniversite falan var nihayetinde. Ağır laflar da söyledi zaten sonradan.
-   Ne söyledi?
-   Yani aslında sert laflar etmezdi o ama ben biraz paranoyak olduğumdan sert olarak algılıyorum lafları.
-   Ne söyledi tam olarak?
-   Dost olabileceğimizi ama eskisi gibi dost olamayacağımızı söyledi. Ben sınır tanımayan biriyim. Bir ilişkim olacaksa sınırı olmamalı. "Sınırı olacaksa hiç olmasın." diye düşünüp ilişkiyi sonlandırırım.

23
ÖNSÖZ

   Her şey nerede başladı? Bu kitabı nasıl yazdım? Uzun bir hikayenin başlangıcını yapmayı nasıl başardım? "Ne var ki bunu yapmakta?" diye düşünebilirsiniz belki. Fakat burada önemli olan şey, benim gibi hayatının her dönemecinde kolay yolları seçen birisinin bir şeyler başarmış olması. Sürekli kestirme yolları seçip neredeyse hiç emek sarf etmeden buralara kadan gelen ben ve benim gibi insanlar tembelliğin ne demek olduğunu gayet iyi bilirler. Tembelliğimi büyük ölçüde yenip bir adım attım ve bu kitabı yazmaya başladım. Kitap yazmanın bu zorluğunu bir kenara koyarsak, yazdığınız kitabı okuyucunun beğenip beğenmemesini de düşünmek insanı kitap yazmaktan alıkoyacak güçlükte engeller. Kitabı yazma amacınızın ne olduğuna bağlı gerçi bu. Kendim için bahsedersek eğer, bu kitabı maddi kazanç için mi , şöhret için mi ya da insanlar için mi yazdım? Hepsi için biraz yazdım galiba. Bir yandan insanlara ulaştırabileceğim yararı düşünürken, bir yandan da ortaya koyduğum emeği düşünmeden edemiyorum.

   Bazen bir günde tek bir satır yazamazken bazen de sayfalarca yazıyı saatlere indirgeyebildim. Kimi yazarlar ilham için içkiye, kumara veyahut diğer ilham kaynaklarına başvururlar. Ben de o yazarlar gibi ilham için çeşitli kaynaklara başvurdum ama en önemlisi ilhamımı bizzat kendi hayatımdan çıkardım. Bu kita,p bir masalın uydurulmuş sözlerinden oluşmuyor ya da yaşanılabilecek olayları ele alan bir roman da değil.  Yaşanılan şeylerin verdiği ızdırapla ve daha birçok duyguyla bezenmiş uzun bir hikaye... "Ne için yazdım ben bu kitabı?" diye kendi kendime sormuştum hani. Galiba en ağır basan sebep, insanların yüzlerine karşı anlatamadığım şeyleri özgürce yazarak anlatabilmenin verdiği ferahlığı tatmak oldu.

   HK gittiğim ilk terapide bana "Yazı yazmalısın." demişti ve ne yazık ki benim ilk yazımı yazmam neredeyse bir yıl sonra oldu. Yazıyı bitirdiğimde anladım ki "Düşünceleri kelimelerden daha iyi ifade edebilecek ne var ki?" İnsanlar için ifade yöntemleri çeşit çeşittir. Kalemi elime alıp, hiç kimseye anlatamadığım şeyleri, neredeyse duraklamadan yazdığımızı gördüğümde, sözler, mimikler veya jestler benim için anlamsız hale geliyor. Adeta somut dünyadan soyut dünyaya açılan bir pencere keşfettiğimi düşünüyorum.

   Kitap yazmanın belli kuralları falan vardır ya, hepsinin canı cehenneme! Eğer yazdığım kitabın kurallarını belirleyebilme gibi basit bir inisiyatife sahip değilsem, o halde yazdıklarım nasıl bana ait olur? Konuları kronolojik olarak ele almaya çalışmış olsam da konudan konuya hızlı geçişler de olduğunu fark edeceksiniz. Bu tarzımdan kafanız karışırsa gayet normaldir. Çünkü amacım, kendi dünyamın ve zihnimin nasıl işlediğini, bütün karışıklıkları, oyunları, duyguları ile olduğu gibi aktarmaya çalışmaktı.

   Kitap okumaktan, hele ki önsöz okumaktan bir hayli muaf olan toplumumuzun affına sığınarak bu önsözün yeterince uzun olduğuna kanaat getiriyor ve sözü hayat hikayelerime bırakıyorum.

   









BÖLÜM 1:



1994 yılının bir Eylül akşamı kendisinden önce doğan üç kızın ardından doğan çocuk; Emre Furkan Saraç. Babasındaki sevinç ve bilhassa gurur görülmeye değerdir bence. Emre, gelecekte başından geçecek kötü durumlardan haberi olmayan beyaz tenli, ipek gibi sapsarı saçlarla donanmış yeşil gözlü bir çocuktu. O günlere dönüp o çocuğu doyasıya kucaklamak, bir saniyeliğine bile yanımdan ayırmamak için gerçekten sahip olduğum ya da olacağım her şeyi verirdim. Bu çocuk  masumiyetimi anımsatan bir anı, belki de arayışında olduğum kişinin geçmişten yansımasıdır ama her halükarda kendime acıma duygusunun fikirlere dönüşmüş halinden başka bir şey değil. Normal insanlar geçmişlerine baktıklarında gördükleri kişiyi farklı bir insan olarak addetmezler. Lakin, ben geçmişe baktığımda olduğum kişiyi farklı karakterler olarak görmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hepsine teker teker acıyorum, doyasıya sarılmak ve ağlamak istiyorum. Hem de her saniye! Adeta onları sığınma limanım yapmak istiyorum. Çünkü kendimi diğer karakterlerimle beraber hayal edince asla yalnız hissetmiyorum. İşte bu, "Benden bir tane daha olsa ne olurdu?" sorusunun cevabını çok iyi veriyor. Kesinlikle aşık olurdum ama bu kusursuz olduğumu düşündüğümden olmazdı. Sebebi, aşık olmaya değecek ve değerimi yeterince kavrayacak insanların olmadığını düşündüğümden olurdu. Gerçek potansiyelimi görebilecek tek kişi benden başkası olamaz. Belki  fazla kibirliyim ama en azından bunu itiraf edebiliyorum. Hayatımda defalarca yalan söylemiş olabilirim ve belki de hayatım yalanlar üzerine kuruludur. Fakat duygularım hakkında yalan söyleyemem, iki yüzlülük yapamam ama kendimi aldatmama kendim de inanıyorsam bu bir yalan sayılmaz. Genelde de böyle olmuyor mı zaten? Hep inanıyorum, her şeyime, her duygu müsveddesine.

   Biraz da kendimi çözümleme işine nasıl başladığımı, daha doğrusu bu işe beni kimin ve nasıl sevk ettiğinden bahsetmemde fayda var. Aslında her şey ablamın benim eşcinsel olmamı öğrenmesi ve beni eniştemle konuşmak için ikna etmesiyle başladı. Eniştemle konuşmamın ardından Eniştem, Hüseyin Kaçın adında psikolog olan bir zatın yanına gitmemin faydalı olacağı kanaatine vardı. "Kanaatine vardı." diyorum çünkü hayat benim pek de umurumda değildi o sıralar. Sadece kaybedecek bir şeyim kalmamıştı ve "Gitmemem için ne sebep var ki?" diye düşündüm.

   Birinci terapi bir korku filmini yaşamak gibiydi benim için. Hem İstanbul'a ilk defa gidiyor olmamdan dolayı bir merak hem de dünyadan kaçmak istercesine çabalayan zihnim vardı. Üstelik HK'nın yanına gitmekle alakalı endişelerim oluşmaya başlamıştı. Ayaklarım gerisin geriye yürümeye çalışıyordu. İlk defa uçağa binmiştim. Biraz da ürkeklik vardı içimde ama bir yanım uçaktan atlamayı düşünüyordu. Yükseklik korkumdan dolayı atlamamın pek de mümkün olmayacağına karar verdim. Ama ne vardı biliyor musunuz? Uçağın düşmesi için dua eden bir tek ben vardım herhalde koca uçakta. Çok "havalı" bir ölüm olurdu. Ben bunları düşünüp ölümle ilgili güzel hayaller kurarken gözüm bir adama takıldı. Bir insan koltuğuna oturduktan hemen sonra ağzını "hipopotam" gibi açıp uyur mu yahu? Ağzına baktığınızda bağırsaklarındaki yemek kalıntılarını görebilirdiniz neredeyse. O görüntüye bir daha şahit olmak istemiyorum. Betimleme yapmayı seven biri değilimdir. Bu yüzden uçağın havada nasıl süzüldüğünü, kanatların genişliğini ağdalı bir dille betimlemeyeceğim size. Kısaca “Uçak kalktı ve indi.” diye uçak macerasını özetlesek kâfidir. İstanbul'u ikimiz de bilmiyorduk. Bu yüzden İstanbul'a gelmeden evvel Google Haritalar ile bütün güzergahımızı çıkardık. Öncelikle Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan çıktık ve Havaş'a bindik. O zamanlar Havaş'ın İstanbul'da çalışma izni henüz vardı. Yaklaşık 1 saat 45 dakikalık yolculuğun ardından Havaş’ın son durağı olan Taksim’e vardık. Oradan metroya bindik ve iki durak sonra Mecidiyeköy’e  ulaştık. HK'nın ofisini bulmak için etrafa bakındık bir müddet. Ama çok da zamanımızı almadı, nihayetinde işimizi kolaylaştırmak açısından haritanın çıktısını dahi aldık. İçeriye adım attığımız an, yolculuğa çıkmadan önce başlayan  korku hissim üç dört kat artıverdi. Bu adama ne anlatacaktım ki ben? HK'nın odasına girerken kendimi idam sehpasına giden bir mahkum gibi görüyordum hayal dünyamda. Son anlarımı yaşıyormuşçasına dilim tutulmaya başladı. Ağzım kuruyordu. Elimi sıktı ve kaba sesiyle ''Hoşgeldin.'' dedi. Ardından beni sorguya çekmeye başladı. "Adın ne, kaç yaşındasın?" gibi birçok soruyu sorduktan sonra sadede gelmeye başlamıştık. İlk terapi adeta çorba gibiydi, birbirinden alakalı alakasız demeden içimi döktüm ona. İbrahim'e karşı hissettiklerimi anlattım mesela. Kendimle ilgili birçok övgüde bulundum olması gerektiği gibi. Ticarette ne kadar iyi olduğumu, ne kadar zeki olduğumu söyledim ona. O da boş durmuyordu tabii, konuşmak istemediğim konulara yönlendirmeyi başarıyordu. Annemle aramdaki ilişkiyi sordu önce, daha sonra da babamla aramdakini, kısacası tüm aileyi sordu.

-   İntikam benim için gerçekten çok önemli.
-   Peki ne yapıyorsun? Hemen mi intikam alıyorsun yoksa planlar mı tasarlıyorsun?
-   Aylarca sürebilir duruma göre. Mesela Furkan vardı ya bir ara. Başka birileriyle problemi olmuştu ama acısını benden çıkarmıştı. Üç aydır konuşmuyorduk hatta. Birgün Almanca yazılısı olmak için bizim sınıfa geldi. Sınıfımızda bir bilgisayar vardı. Oraya oturdu ve yazılıya başladı Furkan. Almanca hocamız pek bakmazdı yazılı olan kişiye. O da anlamadığı Almanca kelimeye internetten bakmaya başladı. Bir şeyler yapmalıydım onu mahvetmek için. Ben de bilgisayarın şalterini indirdim. Böylece düşük not almasına neden oldum.
-   O senin yaptığını biliyor muydu peki?

24
Zoom üzerinden yine bir tecavüz mağduruyla görüşeceğim. Bilgisayarın koca ekranında kocaman gülen bir yüzle karşılaştığımda yaşadığım şaşkınlığı es geçeceğim ama rahatlığı ve ilk sözleriyle nasıl ters köşe yaptığını anlatmadan geçemem.
Enerjisi ekrandan bana geçiyor o kadar diyeyim size; başladı seri biçimde anlatmaya; “Ben sizi tanıyorum ama siz beni tanımıyorsunuz, yani bir sıfır öndeyim. Arama motorlarını doğruluk açısından sıkıntılı bulduğum için sizi oradan sorgulasam da bu sadece bir ön bilgi edinme, bir ufak merak giderme çabasıydı. O çetrefilli sürecinizi de bizzat sizden dinlemeyi çok istiyorum. Siyasete ya da medyaya ilgisiz gençlerden değilim.

Bak sen! Pazarlık yapıyor benimle, çok hoşuma gitti, gerçekten çok hoşuma gitti bu rahat ve samimi hali, hadi hayırlısı bakalım.
Bir İklim Hanım vardı Ergenekon’dan yargılanan ama sağdan sola her cepheden vurgun yedi, hatta iş linçe kadar vardı. Sonra kayboldu İklim Hanım. Şimdi de ben onunla hayatımı konuşacağım, bu çok acayip heyecan verici, benim açımdan çok özel bir durum. Şimdi bugün A’dan Z’ye beni konuşalım, zaten çok gönüllüyüm size detaylarıyla uzun uzun anlatmaya ama söz verin bir başka müsait gün de ben sizi dinlemek istiyorum.

Söz verdim tabi ki. Vermez miyim, bu kadar içten bir isteği nasıl geri çeviririm.

ELİF BUNU GERÇEKTEN DEDİ AMA BENİ YENİ TANIYAN GENÇ OKURA GEÇMİŞ MAZİMİ HATIRLATMAK OLMUYOR MU BU YAPTIĞIM, YANİ ÇOCUĞUN DEDİĞİ HER ŞEYİ YAZMA ZORUNLULUĞU YOK YAZARIN AMA YAZMIŞIM. NE YAPSAK SİLSEK Mİ BU KISMI NE DERSİN FİKRİNİ SÖYLE OKURKEN BU SATIRLARI?

Bu görüşme biraz farklı olacak, özel ve güçlü bir genç var karşımda, yaşından çok daha olgun. Benim tüm görüşmelerin tanışma faslında söylediğim kalıplaşmış kelimelerim var; biri “Bazı sorularıma şimdiki aklınla, terapi görmüş halinle değil o küçücük yaşlardaki ruh halinle cevap ver lütfen” diye rica ederim ama okuyunca anlayacaksınız ne kadar özgüvenli ve tüm kalbiyle kendini ortaya koyduğunu.  Diğer kalıplaşmış kelimemi de ilk defa ben söylemeden Zahit bana söyledi; çıkış yolumuz sadece iyilik, tek isteğimiz; iyilik. Yani bağcı dövmek değil üzüm yemek derdindeyiz.

O da iyi gelsin istiyor hikâyesi okuyanlara. Acıyı değil, geçilen yolu örnek alsınlar istiyor. Çok fazla önemsiyor çocukları.  Karşılıklı planladık, onun yaşam öyküsünü iki kısımda ele alacağız; terapi öncesi ve sonrası.  Böyle aktarırsa çok daha verimli olacağına ikna etti beni. İşim zor, karşımda duygularını çok güzel anlatan bir genç var, kendine vakıf. Yani ıkına sıkıla irdelediğim, soru sormaya çekindiğim, geçmişi çok deşersem kırarım üzerim diye kılı kırk yardığım bir görüşme olmayacak belli. Çok araya girmeyeceğim, pazarlık etti resmen; o anlatacak, ben dinleyeceğim; anlaşmamız böyle. Bu bölümün dümeninde Zahit var, biz onun rüzgârı nereye götürürse oraya savrulacağız, sıkı tutunun, başlıyoruz.
Kolay kolay insanlarla tanışabilen biri değildim, onca berbat şey yaşamışım, gelin tanışalım, anlatayım demek imkânsızdı. Bu rahatlığa uzun zamandır yaşadıklarımı terapilerde düzenli olarak anlattığım için ulaştım. Benim için aşırı rahatsızlık veren bir duygu; taciz ve tecavüz!

- Hikâyeni özellikle sansürsüz yazmam için gönüllü hatta ısrarcı olmanın sebebini çok merak ediyorum, önce bunu açıklar mısın? Kaldı ki bunu yapmayacağım biliyorsun, konuştuk. Yani kurumlar, gerçek isimler, ikamet yerleri ve benzeri gerçekler kişisel tercihimle bu kitapta yer almıyor. Görüştüğüm insanların benden dolayı zerre kadar zarar görmesini istemediğimi ve sebeplerini uzunca konuşmuştuk, anlaştık seninle. Neydi; “bağcı dövmek değil üzüm yemek isteğimiz.”
Yeter ki bu kitaba bir faydam olsun İklim Hanım, saklanmak gizlenmek gibi bir derdim yok çünkü tecavüz olayıyla ilgili dava açıldığı için adli kayıtlara girdim. Linç yedim, aşağılandım; sırf buna tepki olsun diye her şeyi açıkça konuşmaya başladım epey zamandır çevremde. Tek derdim ihtiyacı olanlar yaşadıklarımdan pay çıkarsın.
- Tecavüz gibi korkunç bir olayın, bir de davası içinde bulunmak çok zor olmalı, genelde psikoloğa anlatmakta bile zorlanıyorsunuz, nasıl bu kadar cesur oldun?
Dava açma kısmı biraz doğaçlama gelişti aslında. Benim cesaretim değildi açıkçası, olamazdı da. Hukuk sürecinde yaşadığım adaletsizliklerden sonra kayış kopardım, cesaret sonra kendiliğinden geldi. Haksızlığa uğramanın ne olduğunu iyi bilirsiniz, haklılığın getirdiği çok sesliliğe cesaret diyor birileri, oysa insanda olması gereken bir özellik değil midir; dilsiz şeytan olmamak... Tek istediğim yaşadıklarım örnek ve ibret olsun, birileri uyansın, toplum kendiyle yüzleşsin.
- Dava açmak doğaçlama gelişti ne demek? Hiçbir şey oluşmadı kafamda bu cümlene dair, açar mısın?
Baştan anlatayım. Her zamanki gibi tartışma yaşandığım bir gün, üç beş eşya ile kendimi sokakta buldum. Ailem resmen evden attı, sokakta kaldım, sokak çocuklarının takıldığı bilinen bir yere gittim. Bir süre sonra orası tehlikeli oldu, tuhaf bir sürü insan geldi, garip garip baktılar, laf attılar, çok korktum ve polisi aradım. Ekip geldi, beni oradan aldı, çocuk şubeye götürdü; anlamsız biçimde nezarethanede geçirdim iki geceyi. Sonra yurda yerleştirmeye kalktılar ve mecburen ailemi aradılar. Bizimkiler tabi ki yine umursamıyor. Ailemden sağlıklı bir tepki görmeyen memur bana bilgi veriyor: “Seni yurda yerleştirdikten sonra, bakmakla yükümlü oldukları halde sana bakmadıkları için ailene devlet olarak biz kamu davası açacağız, hatta dilersen sen bile yüklü tazminat davası açabilirsin” şeklinde. Tabi o anlarda bu söylenenin zerre karşılığı yok bende, söylenenleri algılamadığımı net görüyorum geriye dönük baktığımda.
Ertesi gün sevk dosyamı hazırlarken son bir kere daha aramışlar ailemi ve bunları onlara da söylemişler. İşte o zaman babam apar topar gelmiş, hele “Tazminat davası” lafını duyunca gerçekten uçarak gelmiş. Sonra memur “Niye çocuğunuzu dışarıya attınız?” diye sorular sorup ifade alıyordu. Babam nasıl faka bastı bilmiyorum ama orada tüm sakladıklarını ortaya döktü. “Benim çocuğum tecavüze uğramış ve bu yüzden çok sorunlu oldu, çok kızdırıyor beni, o yüzden attım evden ve evlatlıktan reddedeceğim” dedi.
O sırada komiser, “Şu an bu söylediklerinizi tutanağa geçirmek ve kamu davasına döndürmekle yükümlüyüm”  Memur babama fırça attı. “Sen çocuğunun tecavüze uğradığını sakladın, devlete bildirmedin, üstüne evden attın ve bunları ifaden alınırken ikrar ettin” dedi.
Babam şeriatçı biri; dava işine girmez, inancından dolayı devlet mahkemeleriyle hatta devletin hiçbir kurumuyla muhatap olmaz. Allah büyük işte, güya polislere beni şeytanlaştırıp kötüleyerek kendisini savunurken Rabbim ona hata yaptırdı. O an aklına kamu davası veya mahkeme ihtimali gelse asla anlatmazdı. Tecavüz olayımı ona ilk söylediğimde, kurumu şikâyet etmek bir kenara, kurumdan hesap dahi sormadılar! Bu konu hiç konuşulmadı evde, hatta aralarında karar aldılar; “Konu komşu duymayacak, hiçbir Allah’ın kulu duymayacak, ilahi adalete bırakacağız” dedi de başka bir şey demediler!

- Sen tecavüze uğradığını söyledin ve konu ev içinde kapandı öyle mi?
Evet, ama şimdi dava sürecini anlatayım, bu sorunuzun cevabı zaten kendiliğinden çıkacak ortaya.
- Peki, öyle olsun, söz verdik bir kere uslu bir dinleyici olacağımıza, susuyorum anlat istediğin gibi.
Neyse işte o gün resmi işlemler yapıldı, evraklar savcılığa, oradan mahkemeye gitti. Sonra üç defa canlandırmalı ifadem alındı. Bu kısım şahane, dikkatle dinleyin İklim Hanım, böylesini duymamışsınızdır. Ayarlarınızla oynayacağım birazcık, artık idare edin?
Belli geliyor gelmekte olan, bu çocuk aklımı alacak, hissediyorum,  hadi hayırlısı.

Ev adresine gelen resmi mahkeme davetiyle çağırıyorlar, tıpış tıpış gidiyorum. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi çocuk bölümünde bir oda var, siyah camlı, filmlerde ki sorgu odalarına benzeyen boş bir oda. Camekânın arkasında kâtip, savcı ve psikiyatrist bulunuyor. Yaşadığın tecavüz olayının gerektirdiği kadar kişi getiriyorlar o boş, siyah, soğuk odaya. Bunlar bildiğiniz oyuncu, figüran kişiler; çok affedersiniz İklim Hanım, orada bana şöyle tecavüz ettiler, beni böyle becerdiler şeklinde bayağı açık, net, birebir pozisyonlarıyla göstererek detay detay anlatıyorsunuz.
Yaşadığınız o korkunç anı, bir nevi yetkililerin önünde oynuyorsunuz, yeniden fiziksel ve sözlü olarak canlandırıyorsunuz. En ince ayrıntısına kadar anlatmak zorundasınız, eğer kem küm ederseniz, sorular yükseliyor mikrofonik sesten, odaya o ses yayılıyor ansızın, yani sizin zorlandığınız ya da onların yeterli bulmadığı anlarda açık seçik sorular sorarak daha net anlatmanız bekleniyor.
Bu çok aşağılayıcı bir durum, buna rağmen çok zorlanarak bu işkenceye katlandım, verdim canlandırmalı ve sözlü ifademi.
Aradan beş ay geçti adliye kaleminden aradılar; “Sizin dosyanın içi boş, ifade kayıtlarınız yok, tekrar gelmeniz lazım”
Girdik bir yola artık dönüş yok, kaçışı da yok babamın, akıl aldığı avukat arkadaşı da “Olmuş bir hata, insanlık hali kaybolmuş işte evraklar, tekrar gitmeniz lazım” deyince. “Bu da beni bulmuş, şansıma tüküreyim” diyerek, ya sabır çeke çeke gittim. Tekrar aynı şeyler. Yetkililer geldi, figüranlar geldi, tabi ki başrol oyuncusu, büyük aktör bendeniz hazır ve nazır bulundum, sahne ışıkları yandı. Dekor hazır; soğuk, kara, büyük camlı, tozlu bir oda ve iki sandalye.
Yönetmen siyah camın arkasında, bir iki üç kayıt sesi duyuldu. Ben başladım oynamaya, Allah için bu defa figüranların hakkını yememek lazım daha bir tecrübeliydiler; sen arkama geç, sen şöyle ağzımı kapa, sen önümde dur demeden kendileri leb demeden leblebiyi anlıyordu, bayağı yardımcı oldular sağ olsunlar. Bakmayın şimdi böyle deliliğe vurmama; iğrenç detaylarıyla, dakikalarca saçma sorulara, yeniden gerçek cevaplar vererek ne kadar çöktüğümü, yorulduğumu tekrar etmeyeyim, şu an size de kıyamam. Der demez, bir de siz yormayın aktörü diyerek gülmeye başladı Zahit.
Sinirinden gülmüyor çok net bayağı gülüyor, sinirden gülümseyen benim. Öte yandan Zahidin kıkırdamasını, anlatışındaki film benzetmesini de garipsiyordum ki meseleye niye öyle yaklaştığını anladım. Çünkü bu rezil senaryoyu yedi ay sonra üçüncü kere oynaması için çağırılmanın verdiği yıkılmayla, yani çocuk artık delirmemek ya da adliyeyi yakmamak için dalgaya vurmuş durumunu.
İklim Hanım şok kelimesi yetersiz, nasıl olabilir yani devletin kurumunda yetkililer kendi düzenledikleri bir evrakı koruyamaz! Adliye içinde alınmış, yok benim dosya, sanki bir gizli el tarafından yürütülmüş. “Yasal bir dosyaya sahip çıkamıyorsanız ben ne yapabilirim” dedim ve gitmedim tekrar çağırdıklarında.
O an orada bulunan herkes günlük para alıyor bu hizmetten ama ben 8 yaşında yaşadığım o korkunç olayı yeniden, yıllar sonra tıpkı o an yaşadığım gibi anlatmak, bir nevi yaşamak zorunda bırakılıyorum. Hem de defalarca. İşkence gibi değil mi bu?
Savcının arada absürt sorularına cevap veriyorum. Kâtip böyle ekşi yüzle, o kadar tiksinerek bakıyor ki inanın o bakışı hiçbir insan unutmaz. Aşağılayıcı şeyler söyleniyor aslında, soru sormak adı altında. Bu yasal süreç iğrenç bir deneyimdi, mağdursunuz dibine kadar ama bir de hukuk tarafından da mağdur ediliyorsunuz.
Ve sürekli bu evrak kayboluyor, mahkeme kaleminin numarasından dördüncü kere aradıklarında telefonlarını bile açmadım.
İfadeler ve savcı kısmı böyleyse mahkemeye zaten hiç gitmek istemedim. Kendime bu kötülüğü yapamazdım. Avukat gitti, psikolog gitti. Şahitlik ve bilirkişilik eden psikolog ve avukat; “Hâkim senin davanda resmen sesi açık olarak telefonunda oyun oynuyordu. Yüzümüze bile bakmadı, duruşma 10 dakika bile sürmedi” dedi bana.
Bunu ben yaşamamışım gibi, sanki dizi film ya da roman kahramanıymışçasına, kendimden ayırarak algılamayı seçtim, bu normal yaşamımı bir nebze kolaylaştırıyordu. “O anı yaşayan ben değildim” gibi inandırdım yıllarca kendimi. Ben zaten o mahkeme kısmını da hiç yaşamamış saymak istediğim için en son duruşmaya gitmedim, dosyamı bile almadım.
Dava sürecini de hiç takip etmedim; ne oldu, ne bitti, babama bir geri bildirim oldu mu mahkemeden bilmiyorum. Ben reşit değildim, ailem de bu süreçten kendini tamamen soyutladı. Allah biliyor ya bu dosyanın sürekli kaybolması, mahkemenin önemsiz bir alacak verecek davasına bakar gibi olan tutumu ve bu kadar uzun yıl alması zaten içime kurt düşürmüştü. “Babamla tecavüzcülerim birlik olup davanın gidişine etki etmiştir” noktasına kadar gelince paranoyalarım pes ettim, etmesem kaç yazardı. O dakikadan sonra süreçle ilgili tek eylemim, eylemsizlik oldu.
“Anksiyete” ya da “huzursuz bağırsak sendromu”nu bilirsiniz, sanki roller coaster’a bindiğinizde içiniz çekilir gibi olur ya, işte o hissin fiziksel olarak hiç bitmediğini hissedin, sürekli iç organlarınız çekiliyormuş gibi yaşadım o süreçte.
Sekiz yaşında cinselliğin C’si hakkında bir bilgim, bir keşfim yoktu, şartlar gereği olamazdı zaten. Şeriatçı bir ailede bu konulardan zerre haberdar olamazsınız. Duyduğum, gördüğüm, hissettiğim bir konu değildi. Sıfır his, sıfır eğitim, sıfır bilgi.
Dehşet vericiydi, o gün bunu algılamam mümkün değildi. Grup mastürbasyonuna dönüşen, ancak fuhuş çetelerinin yapabileceği bir şeydi o günlerde yaşadıklarım, bugün bakınca geriye görünen tablo bu.
- Zahit, ailenden başlamalıydık ama kaptırdın gitti. Seni özgür bırakacaktım, çok fazla soru sormayacaktım ama bence burada gerçekten bir aile özeti yapmanın zamanı geldi, en azından benim seni daha iyi anlayabilmem için.
Eyvallah İklim Hanım, uyar oğluyuz, sizi kıran taş olur.
Kendi içinde boğulan baskın bir anneyle, içine kapanık ve depresyondan hiç çıkamayan, kendi çapında baskın, sinirli, öfke patlamaları yaşayan bir babanın ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. İkisi de ülkemizde iyi bilinen, güzide üniversiteden mezun birer mühendis.
Annem yönetmeye çok alışmış ve olaylar kontrolünün dışına çıktığında çok sinirlenen bir insan, bize göre fazla mükemmeliyetçi ve uçlardaydı, ona göre ise tam olması gerektiği gibi bir anneydi. Babama karşı kendini hiç korumayan kadın, bana gelince panter kesilirdi. Annem sürekli mutlu etmek istediğim bir insandı, uydusuydum onun, oksijen maskemdi.
Sekiz yaşıma kadar evin tek çocuğuydum, gözler üzerimdeydi. Babamla hiç sağlıklı bir iletişimim olmadı; ya şiddet uygular, ya da sessiz sedasız etrafta gezerdi. Ben hep annemleydim. Saatlerce konuşurdum, o yemek yaparken, ev işi yaparken etrafında oynardım. Akşamları babam işten eve gelince annemin içine giresim gelirdi, babamdan saklanmak için, yok olmak için. Kızardım ona, bir nevi gelip de annemi benden alıyormuş gibi hissederdim, öte yandan çocuk kitapları okur, babası ile balığa çıkan çocukları kıskanırdım. Dışarıya çıktığımızda nerede ebeveynleri ile mutlu mutlu oyun oynayan bir çocuk görsem kıskanırdım. Yalnızdım, bir tek iletişim kurduğum insan annem ve babaannemdi. Aslında annemle iletişimim tek taraflıydı. Ben konuşurken o dinler ama hiç müdahil olmazdı. Resim yapardım, çevremizdekiler resim yeteneğime hayran kalırlardı.

25
17 yaşında kıvırcık,şişman, hakettiği
mutluluğu arayan, genel olarak pozitif sevgi pıtırcığı ama bir yandan içi kan ağlayan yolunu kaybetmiş ne yaptığını
bilmeyen bir çocuğum. İstanbul'da yaşıyorum. Eşcinsel kimliği taşıyorum ve rolüm PASİF EŞCİNSEL. Aslında biseksuelim. Yani hem kadınlardan( yani karşı cinsten) hem de erkeklerden(hem cinsimden) hoşlanıyorum. Ancak
pasif kimliğim daha baskın.
Normal yurtta kalıyorum. Kaldığım yurt dini bir yurt. Orada İslam ilimlerini öğreniyorum. İslam ilimlerini öğrenmeyi seviyorum. Nede olsa bu hayata Allah'ı tanımaya onun istediği bir biçimde yaşamaya geldik. O ne isterse o. Bizler kullar olarak onun isteğini yerine getirmekle yükümlüyüz. Bu dünya geçicidir; nimetleri, zevkleri, kendisi...
Şu kısacık ömrü Allah bize onun istediği şekilde yaşamak için bahşetmiş. O yüzden olabildiğince dünyadan yüz çevirmeli ve ahiret hayatına yönelmeliyiz. Ama nefsimiz öyle zorlarki bizi yapamayız ve yüz çeviremeyiz. İşte tam da o dönemimi yaşıyorum.
Ailem dindar ve muhafezakardır. 6 yaşımda normal ilkokula başladım ve 4 yıl tamamladım. Sonrasında babamın bana tavsiyesi ve istemesi üzerine, aynı şekilde benimde istemem üzerine 10 yaşımda ilkokul dönemimin bitisinin ardından 1 yıl sonra hafızlık kursuna basladim. Ondan önce şunu söylemek gerekirse biz evde babaannem ve dedem ile birlikte yaşıyorduk. Ben 4 kardeşim 1 ablam 2 tane de kız kardeşim var  ve ben tek erkek çocuğuyum. 2015 yılında dedem geberdi. Geberdi diyorum çünkü ondan nefret ediyorum. Bunun sebebi ise küçükken bana yasattiklari.... Benim erkek ortamim yoktu aynı diğer eşcinseller gibi. Hep kızlarla oynar ve onlarla bir şekilde anlasirdim. Çünkü etrafımda ya pek erkek yoktu yada ben istemiyordum işte. Bunun farkına varan ailem bana hep baskı yaptı en temeli de dedemdir. Dedem erkekler yerine kızlarla oynadığımı görünce bana hep kızardı hatta azarlardi ibne bile demiştir belki. Dovmuste olabilir ama ben tam hatırlamıyorum en net hatırladığım üzerime titrediği. Babaminda aklını celip bir şekilde bana kizmasina beni azarlamasina vesile olurdu. Babam sinirli bir insandır gözü karardimi ağzından çıkanı kulağı duymaz. Bana herhangi bir konuda kızıp "ibne" pezevenk rediği olmuştur. Aynı onun babasida öyleydi. Dedem yönetmeyi seven bir adamdı. Babam onun piyonuydu ve ona istediğini yaptırdı. Dedem ablama karşı çok yumuşak bana gelince çok sertti. Hep ibne olmamdan korkarlardı. Ben çoktan olmuştumda haberleri ve benimde haberim yoktu. Konuşma tarzim ve davranışlarım kız gibiydi.
Babam arada bir mahalledeki çocuklara tembih eder ve benimle top oynamalarını söylerdi. Ben hiç oynamaz ve hicde sevmezdim futbolu ki hala öyledir. Onlarda babamı severlerdi ve benimle top oynarlardı. Ama ben bir şekilde yine kızlarla kaynaşmayı bildim. Ama babam bunu fark etmişse(yani bu gidişle  eşcinsel olacağımı sezmişse)
Benimle özel ilgilenmeli benimle başbaşa vakit gecirmeliydi. Bunu da bana psikoloğum söyledi. Eğer kaygilanmişsa özellikle benimle balık tutmalı veya beni maça götürmeliydi. Yani fiziksel bir aktivite yapmalıydı ama o yapmadı. Ne dedem ne o.... Hiçbiri......
Sadece kızmayı yeri geldim azarlamayı bildiler. Bunu sezen babam beni ilkokul bitiminde yatılı kursa verdi. Ben de razı geldim ve gevesliydim. Bakalım hafızlık kursunda neler yaşamışım ........

Devam edecek ...🎞️

26
“Felaketler bilimsizliğin ve eğitimsizliğin ister ilahi ister dünyevi bir dışavurumudur. Koronavirüsten ve depremden eğitimsiz kalan bir neslin ruhsal sorunlarının toplumsal yansıması eninde sonunda peşimizi bırakmayacaktır. Eğitim gerek şartsa eğer, bilim olmazsa olmaz yeter şarttır. Türk milleti acı bir tecrübeyle öğrendi ki bilimsizlik felaket doğururmuş. Bilim adamları Hakk'a ve halka hizmet etmek açısından hakikati haykırmadıkça halk felaha kavuşamayacaktır.”

Psikolog Hüseyin Kaçın bunları demiş, bu uyarıları yapmış…

https://www.milligazete.com.tr/makale/14053173/resat-nuri-erol/iza-zulziletil-erdu-zilzaleha-zelzele-suresi-13

https://www.youtube.com/watch?v=KkC0fJbuH4c&list=PLAABaL9f17rX11VATx98ruU7_iIuzgOZK&index=1

27
Yeşil Prens ile Hamas'ın İmtihanı - Arz ı Mev'ud, Siyonizm ve Yahudi Kimliğinin Dönüşümü

https://www.youtube.com/watch?v=KkC0fJbuH4c&list=PLAABaL9f17rX11VATx98ruU7_iIuzgOZK



Etrafımızdaki "Yeşil Prens"ler


https://www.youtube.com/watch?v=YyiJLbP7S0A&list=PLAABaL9f17rX11VATx98ruU7_iIuzgOZK&index=2

28
Serpil hanım ile konuşacağım bugün. Annelerle konuşmak geçmişe gidip kendi anneliğime göz atmamı sağladığı için daha yorucu oluyor, gönlüm daha bir burkuluyor. Sinirleneceğim bir şey duyduğumda kendi yaptığım hatalar aklıma geliyor ve sakinliyorum. Buna rağmen bu kitap çalışması dâhilinde yaptığım tüm görüşmelerin içerik toplamına baktığımda; çok net olarak çocuklardan yanayım diyebilirim. Yani tarafım ben, çocukların tarafındayım. Kendime ve görüştüğüm annelere eleştirel yaklaştığım, hatta kimi zaman içimden kızgın olduğum doğrudur. Sevgili Psikolog Hüseyin Kaçın’ın deneyimleri sonucunda anneler ile ilgili bir hezeyanı bir tespiti var ki katılır mısınız bilmiyorum.
:
HOCAM BURAYA EKLEYİN SİZ ŞU ANNELERLE İLGİLİ ÇOK UÇ ÇOK İTİCİ GELEN AMA BENCE COK DOGRU OLAN GORUSLERİİNİZ. TESEKKURLER. EN SON OKUMADA BURAYA AYAR ÇEKERİZ SİZ LÜTFEN GEREKEN EKLEMEYİ YAPIN İSTEDİĞİNİZ KADAR.
Serpil hanım tipik Ege insanı. İçten, samimi, sıcak ve dobra. Görüşme süresince git geller yaşasa da rahattı, kendine karşı bu düzeyde özeleştiri de bulunan tek anne oydu diyebilirim.
Serpil hanımın dilinden, kendine özgü anlatımıyla dinleyin bakalım oğlunun çocukluğunu, kendisinin anneliğini. Bakalım sizlerde de geriye dönük bir benzerlik olacak mı, sorgulatacak mı ebeveynliğinizi?
15 yaşına yeni girdi evlatlarım. İkizi var. Biri kız biri erkek. Oğlum on aydır düzenli terapiye gidiyor ayda bir defa.
Oğlum çocukluğundan beri benimle içli dışlıydı, çok yakındık, babayla mesafeliydi. Babamız içine kapanık, çekingen, girişimci olmayan ama çok çalışkan, melek gibi bir adamdır.
İkizler düşkünler birbirlerine, iyi anlaşırlar hatta ikisi bir olur bana cephe alırlar, hiç sorunları yok aralarında sevgi bağı çok güçlü. Kızım mesela oğluma göre daha kendini koruyabilen daha sert bir çocuktur. Kızımla sorunum yok hep iyiydi aramız, her şeyini anlatır bana.
Çocukken de çok usluydu oğlum, kavga dövüş hiç yaşatmadı. Sokakta ya da site içinde çok geç saatlere kadar sokakta oynayan, bisiklet süren, paten kayan bir çocuktu. Yani o çocukken erkek çocuklarıyla oynardı. Sonra ilkokula başladığında uzaklaştı erkek çocuklarından.
Babamız daha pasif evin içinde ben daha otoriterim. Kuralcıyım.  Apartmanda görüştüğümüz herkesin kızı var, erkek çocuk hiç yok. Hatta sülaledeki tek erkek çocuk benim oğlumdur. Kardeşlerimin hep ikişer tane kızı var. Amcalarının da öyle. Oğlum bebekliğinden beri etrafında hep kızlarla, kadınlarla büyüdü.
Aile bağlarımız, akraba ilişkilerimiz çok yoğundur, aynı apartmanda aynı mahalledeyiz sülalece. Cıvır cıvıl kızların içinde geçti yaşamı. Şimdi bile her gün 6 kız içinde bir erkek bizimkisi.
İlkokul 2 ci sınıfa kadar bizimle uyudu zaten, ayrı odaları vardı ama gece tuvalete kalkınca yanımıza gelirdiler, birlikte uyurduk.
İlkokula başladığından beri her gün okuldan gelince soyup kontrol ederdim ikizleri, okulda bir şey olmuş mu, başlarına bir iş gelmiş mi diye. Yani ben hep çok dikkatli bir anneydim, doktorla göre de çok kontrolcü bir anneymişim.



HOCAM BURAYA BİR KUCUK EKLEME YAPIN BENİM AĞZIMDAN, YADA KENDI AGZINIZDAN NASIL UYGUN GORURSENIZ. ANNE DOKTORLARA LAF ATIYOR SON KELIMESINDE. PSIKOLEJIYE TERS BIR SEY YAZMIYIM BEN  YANI DİKKATLİ OLMAKLA KONTROLCÜ OLMAK ARASINDAKI FARKI NET ORTAYA KOYAN BIR KISA ETKIN TANIM LAZIM BANA. YADA SIZ NE DERSENIZ O BELKIDE KADININ HERGUN COCUKLARINI SOYUP KONTROL ETMESININ NE DENLİ ABSURT OLDUGUNUN ALTINI CIZMEK ONEMLI. BİLEMEDİM SIZE BIRAKIYORUMM.

Çocukken sadece mutfak oyuncakları, yemek pişirme aparatları aldık. Çünkü çok isterdi, yemek yapar mutfak oyuncaklarıyla çok vakit geçirirdi. Dayısı aşçılık yapıyor, ona heves etmiş olabilir diye düşündük. Dayısıyla arası da çok iyiydi. Dayının yaptığı yemekleri izler sever taklit ederdi.  Ama şimdiki aklım olsa bu tarz oyuncakları almazdım. Daha dikkatli davranırdım. Çocukken sürekli benle mutfakta vakit geçirmesine izin vermezdim. O kadar çok yanımda eteğimde tutmazdım çocuğumu.
Aslında düşünüyorum her tür istediği oyuncaklarda alındı; tabanca, tren yolu, araba seti, hayvan setleri hepsini istedi çocuğumuz, biz de aldık, hepsiyle oynadı aslında. Ne isterse aldık. Paten, bisiklet, atari, tablet hepsini.
En önemli hatamız bu 4 artı 4 eğitim sisteminden kaynaklı oldu. Çünkü anaokuluna gitmeden direk birinci sınıfa başladılar. Çok bocaladılar ikiz oldukları için, tabi biz de bocaladık.
Hüseyın Bey; ‘’özgüven eksikliği’’ var diyor ve bence direk birinci sınıfa başladığı için oldu bu durum. Öğretmenleri hep ‘’bunlar küçük başladı, geriden geliyorlar, anaokuluna göndermeden ilkokula başlatmışsınız’’ diyerek sıkça fırça attı bana, ben de çocuklara sıkça fırça attım, ne yalan söyleyeyim çok baskı kurdum.
Yaşıtlarıyla araları açılmasın onlardan geri kalmasınlar diye üzerlerine çok gittim, çok kızdım; salak mısınız siz, ezik misiniz diye çok baskı yaptım, dayak bile attım yetişemeyeceksiniz sınıftakilere diye. Bence o en büyük hatamız bunlar oldu. Arkadaşlarıyla kıyaslama yaptım hep, onun dışında inanın düşünüyorum başka hata bulamıyorum.
Nerde hata yaptık diye çok çok düşünüyorum şimdilerde İklim Hanım.
Serpil hanımcığım konuşmaya başladığımızdan beri ‘’Babamız melek gibiydi ben çok serttim, çok bağırırdım’’ dediniz, sizce bu bir hata değil mi? Melek gibi bir baba değil otorite kuran bir baba, dominant olmayan sevgi dolu bir anneye ihtiyaçları var çocukların; şefkat anneden kurallar, otorite babadan olmalı diyor uzmanlar. Oysa sizin ailenizde her tür ihtiyacı karşılamak sizdeymiş; tüm konularda izin alma, onaylanma, kontrol, para ve harçlık meseleleri, kurallar, bağırmak çağırmak sizdeymiş. Baba  da etkisiz eleman, akşamdan akşama gelen misafir gibi. Yanlış anlamadım anlattıklarınızı değil mi? Lütfen düzeltin beni.
Aynen öyle İklim hanım çok güzel özetlediniz, bizim evde işler aynen böyleydi. Dahası da var.
 
Babayla hiçbir konuda yüz göz olmadıkları gibi hiçbir konuda yüz yüze bir tartışmaları ya da ters düşmeleri de olmadı çocukların, çünkü baba en zor isteklerini bile yerine getirdi. İstekleri hiç bitmezdi çocukların, en pahalı oyuncakları isteyen çocuktu oğlum ve babamız hiç ikiletmezdi, çok çalışırdı. En marka giysiler yedi yaşından beri hayatımızdaydı. Çocuğu hiçbir istediğinden mahrum bırakmadı ve bir tokat bile atmadan sesini yükseltmeden büyüttü. Ben öyle değilim. Sinirlendirdiklerinde tokat atıp bağırıp çığırmışlığım çok oldu, dayak çok değil ama bağırmak, azarlamak sık yaptığım şeydi. Tabi son 2 yıldır zaten şiddet kalktı ama evde hep bağırgan bir anne var.
Evde çalışıyorum, çalışan ailelerin çocuklarına bakıyorum, aile bütçesine katkı sunmak için. Bunun payı büyük tabi hep evdeyim, o yüzden iç içeyiz çocuklarla.
İlk nasıl fark ettiniz ya da oğlunuz mu size açıldı?
Ben fark ettim, iki yıl önceydi. Çarşıya pazara çıkınca insanlar bir tuhaf bakmaya başladı çocuğuma ve çoğu zaman onu kız çocuğu sanıyorlardı. Çok rahatsız oluyordum. ‘’Güzel kız sen ne istersin’’ diye sordu bir keresinde mesela garson sipariş alırken. Ben hemen yakışıklı çocuk demek istediniz sanırım, o bir delikanlı çünkü diye düzetme ihtiyacı duyuyordum.
‘’Neden kız gibi davranıyorsun, sinir oluyorum senin bu hareketlerine’’ dedim bir gün, çok sert bir tavırla. Ağlamaya başladı oğlum, boynuma sarıldı ‘’anne ben hastayım ve bunun tedavisi yok, böyleyim işte, sen niye beni böyle sevmiyorsun’’ dedi. Çok afalladım, çok acıdım, ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırdım. Hiç beklemediğim bir tepkiydi.
Ben 45 yaşındayım çevremde hiç bu konu konuşulmamış, hiçbir şey bilmiyorum. Bu tarz şeyleri ne görmüşüm ne duymuşum, akraba veya eş dost çevremde şakası bile edilmeyen bir konu bu. Örfümüzde âdetimizde görülmüş şey değil.
Hal ve hareketlerin değişiyor, dikkat çekiyorsun, hep kızlarla gezdiğin için oluyor, düzelt kendini diyebildim. Başkaca bir şey de anlamadım zaten, hele öyle LBGT falan hiç canlanmadı kafamda, bakın şimdi bile söyleyemedim düzgünce harflerini bile.
Zerre aklıma bu işler gelmedi. Meğerse o bunu kabullenmiş bile. Ben sürekli uyarırdım ergenlikten beri hareketlerine dikkat et diye kaç defa rahatsızlığımı söyledim ama benim anlayacağım şekilde bir açıklama yapmadı.
Neydi o hareketleri sizi uyarmaya iten, rahatsız eden?
Çok fazla el hareketiyle konuşuyordu, mimikleri çoktu, kıvırarak yürürdü, bazen çok aşırı kibar davranışlar yapardı. Apartmanda, okulda, kızlarla bir saatten fazla vakit geçirsin direk daha abartılı oluyordu bu halleri.
İşte o gün telefonunda arkadaşlarıyla mesajlaşırken yakaladım. Bu konuları yazışıyorlardı. Zaten çocukluktan beri kız arkadaşları daha çoktu onlarla oynamayı seçiyordu, samimi olduğu bir erkek arkadaşı yoktu.
Serpil hanım geç bir farkındalık yaşamışsınız, aslında çok fazla sinyal vermiş çocuğunuz ama siz sanırım gözünüzle görmeden konduramamışsınız, o açık seçik mesajları okumak ne hissettirdi size?
Çok büyük hayal kırıklığı yaşadım öğrendiğimde, yıkıldım aslında ama hayatta kalıp savaşmaya çalışıyorum, ona yön vermek için ayakta olmak zorundayım,  yıkılmaya hakkım yok ki. İçim çürüdü, ciğerim yandı günlerce ateşler içinde yandım.
En yakınlarımla bile yani hiç kimseyle paylaşamayacağım korkunç sırrım vardı artık. Düşünsenize başka kimsenin duymasını asla istemediğim bir büyük sorunum vardı. Yaşamım bundan tedirgin olarak geçecekti. Son nefesime kadar bu endişe ile yaşamaya mahkûm olmuştuk eşimle.
Görüştüğüm herkeste olduğu gibi Serpil hanımda da deşifre olma korkusu hat safhadaydı. Bu korku zaten ilk etapta farkındalığı etkileyen. Yani çocuklar sıkıntılarını içsel karmaşalarını ailenin gözüne gözüne soksalar bile korkudan yüzleşmemek için irdelemiyorlar.
Oğlunuzun kendi hikâyesi nasıl anlattı size, kendi içinde yaşadığı farkındalığı o ne zaman ve nasıl keşfetmiş?
Hüseyin hocaya da bana da anlattığı hikâye aynı. İlk defa ortaokulda bir erkek çocuğunu çok beğenmiş takıntı haline getirmiş ama sonra sevgilisi olduğunu öğrenmiş ve çok yıkılmış. Çok acı çekmiş. Neden ben bu çocuktan bu kadar hoşlanıyorum, ona aşk duyuyorum diye çok merak etmiş.
Kendi kendine ben böyle miyim, şöyle miyim diye sorgulamış internetten. Araştırmaya girişmiş ve LGBT ile tanışmış. Onlardan bilgi almış ve öyle olduğuna ikna olmuş. Bence internet çocuğu etkisi altına almış. Böyle doğduğuna inanıyor, bu konuda çok iddiacı, hatta hiç değişmeyeceğine inanıyor, terapinin işe yarayacağını düşünmüyor, benim isteğimle gidiyor.
O mesajları okuduğunuz güne geri dönelim Semra hanım. Ne yaptınız o gün?
Bu kadar aleni yazışmaları okumanın paniğiyle hemen babasını eve çağırdım.
Ben yakaladım, ortaya çıkardım, babasına duyurdum diye bana ‘’hayatımı mahvettin’’ diyor. Baba benden öğrendi, o yüzden çok tepkili. Öfke saçtı bana babası gelene kadar.
Sırf ben söylediğim için doğru bulduğu bir şeyi bile yapmaz, inatlaşır benle çünkü babaya bu olayı duyuran olduğum için artık eskisi gibi değil bana karşı tavırları. Düşman gibi. Didişiyoruz. Ak dediğime kara diyor.
Ne yaptı babası durumu ona ilk söylediğinizde?
Eşim ilk öğrenince şok oldu. Üç saat odasına kapattı kendini düşündü tarttı herhalde. Sonra oğlumuzla konuştu sakince sordu ona; doğrumu annenden duyduklarım diyerekten. İtiraz etti tabi, asla itiraf etmedi babaya. Yazışmaları gözlerimle okumuş olsam da babaya karşı beni yalanladı. Tabi gördüğüm mesajları da silmiş. Tertemiz etmiş telefonunu.
Ben başka kime söyledin, kime yazdın, kim biliyor bu konuyu çevremizden diye üzerine yürüdüm. Şiddet göstereceğimi düşündü. O zaman az da olsa konuşmaya, itiraf etmeye başladı.
O gece babası bana göre daha mülayimdi, her zaman olduğu gibi asla otorite göstermedi. Ben kimse bilmeyecek duymayacak dedim, çok sert biçimde. Sonra ailecek hep birlikte konuşup yıpranmamak için evimiz dışında kimseye söylenmeyecek bu iş diye karar aldık.
Ertesi gün bulunduğumuz ilde ergen psikoloğuna götürdük. Oda yüzümüze pat diye ‘’çocuğunuz eşcinsel olduğunu savunuyor, bunu kabul etmelisiniz, bu bir cinsel tercihtir, kendisi tercihini kullanıyor saygı duyun’’ dedi.
O an bu duyduklarımızın bizi nasıl çarptığını anlatamam size. Derman bulmaya gidip, buz gibi cevaplar alınca sudan çıkmış balığa döndük. Neyse bu şok olma kısmını tahmin edersiniz siz İklim hanım çok dinlemişsinizdir. Asıl vahim olanı çocuk bu söylemden yüz buldu. Şimdi hala papağan gibi aynı sözleri tekrar ediyor. Aslında cinsel seçiminden emin olacak yaşta değil. Bir sürü etken var. Bir sürü dışardan edinilmiş kirli bilgi ve algı altına alınmışlık var çocuğun üzerinde. Yani sağlıklı bir düşünmeyle ruh haliyle aldığı bir karar değil.
Sonra işte aldım oğlumu hastaneye götürdüm; hormon testi ve yapılması gereken tüm diğer tersleri yaptırdım ama sonuçlar normal çıktı. Kendisi de yanımdaydı öğrendi işin sadece psikolojik olduğunu. Ben araştırmaya devam edince Hüseyin beyi buldum, başka şehir de olmasına rağmen hemen götürdüm oğlumu ama o ilk psikoloğun verdiği tepkiyi kendine o kadar kalkan edindi ki şimdi bu önyargısını yıkmak çok zor oluyor.


29
Yazıyı yazarken önce çocukluğumu anlatmak istiyorum başında mutlu fakat sonrasında üzeri siyah mürekkep ile karalanmış çocukluğumu.Çocukluğuma dair pek anım yok aslında hatırladıklarımise hep iyi şeyler zihnimi bu konuda çok seviyorum hayatımdaki kötü anıları bana unutturur. Hatırladığım yalnızca birkaç kötü anı var onlar da bende derinyaralar açan yaralar ilki ben tahmini 4 yaşımdayken yaşanmış bir olay çoğu kişiye dört yaşımdan birşeyler hatırlıyorum desem inanmaz fakat ben çok net şekilde hatırlıyorum.

30
Bülent 22 buçuk yaşındayım diyor sanki elli yaş edasıyla. Olgun, ağır başlı, saygılı bir genç. Üç saate yakın geçen görüşmemizde toplumun feminen diye tanımlayabileceği hiçbir şey dikkatimi çekmedi.

Tıp fakültesi öğrencisi.  Zeki olduğu her halinden belli, özellikle gözlerinden fışkırıyor. Tus sonucuna göre branş seçecek, nöroloji, sinir bilimi düşünüyor. Tıp öğrencisi olması bir yana çok aktif hobileri ve kursları olduğu için benimle zaman konusunda baya pazarlık etti randevulaşmak için yazışırken. O yüzden vakit kıymetli hemen konuya girdik.
Baba asker anne ev hanımı 1 abisi var. Babanın işi gereği Bülent 8 aylıkken Manisaya taşınılıyor. Okula orada başlıyor 4 cü sınıfa kadar orada okuyor.

‘’Manisa kapalı bir toplumdu sadece lojman içinde yaşadık dışarıyla alakamız yoktu.  Kopuş noktam orasıydı diye düşünüyorum son yıllarda, çünkü benim o döneme dair hiç anım yok. Çocukların olur hatırladıkları ama benim yok.  Topluma şehre insanlara dair bir anım yok. ‘’ diye özetliyor o dönemi.

Ardından Batman,  5 yıl da orada yaşamış. Oraya dair hatırladığı tek anı; ‘’karşı komşumuzun çocuğuyla birbirimize dokunduğumuzu, bedenimizi tanımak keşfetmek için bir birimize çıplakken ellediğimizi hatırlıyorum. Öncesi yok oradan başlıyor her şey. En erken hatırladığım bu. Birkaç defa olmuştu hepsi o kadar.

Ailesinin çocukluğuna dair anlattıkları arasında 4 yaşında komşunun kızıyla çok fazla oynarmış hatta öpmüş kızı bir iki defa ve bu evde gündem olmuş. Hatta resimleri varmış o kızla. Ama Bülent bunları da hatırlamıyor.

Biraz anlatır mısın hatırladığın kadarıyla çocukluğunu ve aileni?

Geleneksel bir mahalledeydik. Batman da ev sahiplerimizle aynı apartmandaydık ve herkes orda komşuluktan öte akraba gibiydi. Ama annem yine de eve erken gelmem gerektiği konusunda üzerimde ciddi baskı kurardı.
Alt komşunun oğlu 18 yaşındaydı ve annem beni hep onunla korkuturdu. Bak İsmet seni döver eve erken gel!  Şiddet içeren bir korku vardı üzerimde yıllarca süren.
İsmet sarışın açık mavi gözlü iri yarıydı. Ben şu yaşta hala çok açık mavi gözlü birine bakamam, hele göz teması hiç kuramam.
Çocukluğum ondan korkarak geçti, sokakta oynayan bir çocuktum ama eve hep en erken dönen bendim. Hep bir İsmete yakalanmama korkusu.

Hemcinslerimle iletişim kurmakta zorlanmaz, onlarla her tür oyunu oynardım ama daha az tercih ederdim. Erkek gruplarının içinde rahat edemezdim ama yakın arkadaşlarım hep erkekti. Futbolu oldum olası sevmedim ilgi duymadım ama abim ve babam çok severdi, ben beceremediğim içinde beni oynatmazlardı zaten.

Çekirdek aile olarak yaşadık hep kalabalık akraba içinde değildik. Bayram seyran bir araya gelinirdi akrabalarla.
Narsizst biri babam, beş kardeşler ama ailesinin içinde en az fark edileni babamdır.

Ailede birisi okumuş diye sevilmiş, biri en küçük olduğu için çok sevilmiş, birisi çok iyi eş seçtiği için çok sevilmiş ve öne çıkmışlar ama babam ailesinde en fark edilmeyen en etkisiz eleman gibiydi ve bunun bilincindeydi. İstisna da olsa babaannemle konuştuktan sonra bir iki defa tüm narsizliğine rağmen bu sıkıntısını dışa vuran sitemler etmiştir. O yüzden sürekli bir şeyler ispatlamak üzerineydi sohbetleri, her lafa s her sözüne ben ben diye başlardı hep babam.

Ailesinin gözünde kendini gösterip onay alabileceği bir meziyeti olmadığını hissettiği içinde evde bize karşı ne yaparsa yapsın yine de kabul edilme, onaylanma, ya da hep kendini öne çıkarma isteği geliştirmişti. Bunu bize dayatırdı. Bazen bir konuda abimle ya da onun arkadaşlarıyla kıyasıya tartışırdı. Komşularla birlikte olduğumuzda da babam hep ortamın en çok konuşanı en çok ben diyeni olurdu. Ben şöyleyim ben böyleyim ben onu da bilirim bunu da bilirim. Büyüdükçe babamın insanlara ne kadar itici geldiğini daha net görüyordum.
Annem de aşırı baskı kurar hep eleştirirdi babamı, hep eleştiri alan babam sesini yükseltir bu durum kavgaya dönüşürdü. En çok da para üzerine dönen kavgalar hiç eksik olmazdı. Aslında sürekli her şey için kavga ederlerdi.
Mesleki bir tahakküm kurmadı üzerimizde, yani askeri disiplin uygulamadı bize ama işte o yine narsiztliğinden dolayı bizimle yarışır her konuda illaki tartışırdı.

Ya annen?
Annem şükür eden ama hep evhamlı yapıdadır. Evi o çekip çevirir. Hayatı ezikti aslında annemin, istemediği bir evliliğe zorlamış dedem. 20 yaşında hiç tanımadığı ve Iğdır da yaşayan babama vermiş. Kayseri de ailesiyle yaşayan 20 yaşında bir kız olarak hiç tanımadığı bir adama gitmiş annem. Sonra hamileliğinde taravmatik şeyler yaşamış, hep mücadele etmek zorunda kalmış. Babam sosyal biri hep dışarda, ya da iş yerinde. Yıllarca annem çok yalnız kalmış oralarda. Doğru dürüst duygusal ihtiyaçlarını karşılamayan bir koca ile ömür geçirmiş bir kadın işte benim annem.
Ben çok küçük yaşlardan beri annemin derdini anlattığı içini döktüğü çöp kutusuydum. Yani bilmek, duymak isteyip istemediğimi düşünmeksizin bana yalnızlığını, mutsuzluğunu aktardı. Sanki kız kardeşi, kız çocuğuymuşum gibi dertleşti benimle hem de her konuda.
İlkokul 5 de çıkış zili çalsın bir an önce annemin yanına eve gidiyim diye ağladığımı hatırlıyorum, önceleri hep sokakta oynayan bir çocuktum ama Batman’da kültürel bir şok yaşadım, her şey farklıydı herkes farklıydı ve ben okuldan çıkıp koşarak eve döneceğim saati beklerdim dört gözle. Hep evde olayım, çok yemek yiyeyim, çok okuyayım tek odağım bunlardı. Çok kilo aldım o dönem ve bu durumlar beni hemcinslerimden uzak tutmaya başladı.
Annem günlere götürürdü. Sevilen uslu, sakin, söz dinleyen çocuktum herkesin gözünde.
Senin kızın yok ama Bülent var derdi kolu komşu hep. Övünürdü, sevinirdi annem bunu duyunca. Bu telkinlerle çok karşılaştım ben. Kızın yok ama bak sana yardım eden, hiç seni üzmeyen Bülentin var.
Neydi sebep böyle denmesinde? Ne hissederdin anımsıyor musun?
Ben anneme temizlik işinde, mutfakta yardım ederdim. Geleneksel bir toplumdaydık ya erkek para kazanır, evi kadınlar çekip çevirirdi ya ama ben aslında hiç öyle düşünmezdim. Anneme yardım olarak bakardım olaya, zaten babam onu hep üzüyordu ben hep evdeydim nasılsa, boş zamanımda annemi mutlu etmek için yardım ederdim.
Sonrasında da kendimi eşitlikçi gördüğüm için yapıyorum sanıyordum. Onların ne sandığını bilmiyorum. Bizim ailede bu tavrım bir cinsiyet rolü olarak görüldüğü için sanki ben bu eşitlikten yana olunca kadın rolünü benimsemişim gibi davranılıyordu ve buda benim erkekliğimin ezildiğini hissettiriyordu ve beni rahatsız ediyordu çünkü abimden böyle bir şey beklenmezken benden beklenmesi garip geliyordu. Yani abime bir çay koy demezlerdi ama bana derlerdi. Abin toplamamış hadi sen odanızı yatağınızı topla denirdi. Hala bile annem ne zaman mutfakta olsa gel şunu ayıkla yardım et diye seslenir bana.
Abimde şimdilerde yardım ediyor ama bunu bir yetişkin olarak kendi isteğiyle yapıyor ama bana çocukluğumdan beri bu empoze edildi, benden bu hep istendi. Aklı başında yetişkin biri olarak eşine annesine yardım etmesi ayrı benim gibi cinsiyet kimliği gibi üzerime bu işlerin yıkılması ayrı. Yani annemin bu davranışı resmen yanlışmış. Ben sessiz sakin uslu çocuğum diye anneme acıyorum onu sevindirmek istiyorum diye, ailemi üzmüyorum sorun çıkarmıyorum, çalışkanım diye mi yaşadım bunları bilmiyorum.
Şimdilerden geriye bakınca o dönemlerinde hareket ve tavır açısından kendini feminenleşmiş hissediyor musun?
Geçen gün bir video izledim o yıllara dair, hareketlerimde bir şey yoktu ama konuşmam biraz feminendi.  Çocuk sesi aslında ama bana şuan ki farkındalığımla biraz feminen geldi.
Annen ya da yakınların buna dair bir bildirim yapmışlar mıydı sana? Yani senin fark ettiğin bu hafif feminenlik onlar tarafından fark edildi mi o yıllarda?
Ailede fark edilmemiş demek ki. Hiç ima da bulunmadılar bir tepkileri olmadı.  Ama akranlarımın arasında oluyordu. Sen erkek misin top çeviremiyorsun, maç edemiyorsun denirdi bazen.
Annemin bunu fark etmemesini önemsemiyorum. Ben annemle yakın değildim, annem benle yakınmış, şimdi bakınca geriye ben anneme dertlerimi açabilirim diye düşündüğümü hiç hatırlamıyorum, açamadım da zaten hiçbir derdimi. Annemdi dertlerini açan taraf, ben hep onu dinleyen ve üzmeyendim.
Bu durum ergenlikten sonra kendini bastırılmış hissettiriyor ve patlamalara sebep oluyordu çok kavga ettik bir dönem. Annemin istediği çocuk olmaya çalışırken kendimi bastırmam içten içe beni rahatsız ediyordu sonra alakasız küçücük bir şeyden patlıyordum. Dengesiz biri oldum bu yüzden. Babam da makul bir adam olarak görünmezdi bana. Keşke o beni fark etse yanımda olsaydı. O bana erkek olmayı öğretseydi. Abim kadar beni de teşvik etseydi keşke erkeksi konulara ve aktivitelere.
Şimdilerde bu durumuma bakınca çok travmatik geliyor. Sanki aralarında çocukları paylaşmışlar babam abimi almış annem beni. Babamın beni bir yerlere götürdüğünü hiç hatırlamam. Abime ısrar ettiği gibi bana da futbol oynamam konusunda ısrar etseydi belki çok farklı gelişirdim.
Bülent 18 yaşına gelmiş, okuyor başka ilde ve tatil de ailesinin yanına gidince hala anneyle uyuyormuş. Çocukluğunda babasının nöbette olduğu zamanlarda onunla uyumasına onay veren annesi, yaşı 18 olmuş ama birlikte uyumaya bir son vermemiş. Şimdi bilinç düzeyi yüksek ve terapi gören haliyle 22 yaşındaki Bülent bakın neler hissediyor bu konuda:
Annem sanırım sezgisel olarak evlatları arasında onun duygularını anlayıp ona destek olabileceğimi düşündüğü için bilerek kurdu benimle bu fazla yakın bağı. Çocukken duygusaldım evet çok sessizdim, artık değilim ama o zaman öyleymişim.
Annem o yalnızlığının o duygusal boşluğunun içinde bu halimi sanırım kendine yakın buldu. Beni farkında olmadan özellikle seçti annem ve duygusal olarak kocasında göremediği şeyleri benle besledi. Onu üzmeyen, hep sevindiren, onun için iyilik yapan, onu dinleyen ondan sıkılmayandım onun gözünde. Bir nevi farkında olmadan duygusal istismar yapmış oldu.
Neden annesi abisine böyle davranmadı da Bülent’e böyle davrandı diye düşündüm bir an. Abisi babacıydı, Bülent anneci, abi babayla büyümüştü. Babanın ilk evladıydı, üstelik erkek evlattı, baba o heyecanla fazla mesai yapmıştı oğluyla. Abi babayı örneklemişti, özellikle futbol üzerinden, kavga dövüş filmleri üzerinden, siyaset üzerinden. Abi komşu oğlu İsmet ten korkmayandı, hiç evde durmaz sürekli gezerdi, söz dinleyip eve erken gelmezdi. Anne ile değil babayla çok zaman geçirmiş, çok ortak yön geliştirmişti.
Babamla çok paylaşımım yoktu nasıl olsun ki zaten, annemin babamı hep kötülemesiyle babaya karşı soğuk biri olmuştum yıllar içinde. Ne zaman annemle çok kavga etse ağlatsa annemi içimden bir gün büyüyeceğim seni öldüreceğim diye düşünürdüm çocukken, ilerleyen yaşlarda elime bıçak almışlığım var. Yani, bunlar hep yaşandı bizim evde iklim hanım.
Oysa babam beni topu topu bir iki kere dövmüştür o kadar. Hiç şiddet görmedim güllük gülistanlıktı diyemem ama öyle çok fazla ve sürekli de diyemem. Yaşadığım şiddet çoğu zaman annemi korumak isterken arada kalarak gördüğüm şiddetti. Kişisel yaramazlıktan dolayı değildi.
Ailede durum böyle devam ederken içinde neler oldu. Komşu çocuğuyla ilk keşiften sonra cinselliğin nasıl ilerledi neler hissedip neler yaşadın?
Komşumuzun çocuğuyla bedensel keşfimiz fiziksel değildi, dedim ya çok da net hatırlamıyorum. Birkaç kere dokunmuştuk birbirimize.
12 yaşıma kadar aslında erkek olmakla bir derdim yoktu, kendimi kabullenmiştim, sorun yoktu bende. Sadece erkeklerin arasında onlarla aynı mıyım, işte bu soruyu çok sorar cevap arardım kendimce. Kadın olmadığımı biliyordum ama sürekli kadınların içindeydim. Bu biraz rahatsız etmeye başlamıştı o yaşlarda. Büyük erkeklerle iletişim kurmayı sevmezdim, sürekli futbol ya da siyaset konuşulurdu. Ben anlamazdım bir şey zaten. Aramızda sadece 3 yaş fark olması bana az gibi gelirdi ama buna rağmen abim çok erkekti ben çok çocuktum, böyle hissederdim.
Kadınların yanında daha rahat hissediyordum evet ama kendi tanımıma göre kadınların yanında da bir erkek olarak iyi hissediyordum. Ben bir erkektim ama erkeklerle rahat iletişim kuramazken kadınlarla daha rahat konuşuyordum, böyleydi yani sorun yoktu aslında benim içimde.

Abım babacı ben anacıydım. Mesele bu kadar basitti. Sadece akranlarım sınıf maçı olunca beni oynatmıyordu ama akıllı ve çalışkan çocuğum diye beni hakem yapıyorlardı. Yine sorun yoktu yani benim açımdan.
Beden derslerinde maç yapmaz ya kızlarla oynar ya da test çözerdim. Bir gariplik yoktu, kendimce böyle zevk alıyordum ve zaten ben çalışkandım her fırsatta ders yapmamda sıkıntı yoktu.
Futbol oynadığımı hiç hatırlamıyorum. Sevmiyordum öyle vahşi olmayı, çelme takmayı bağırıp çağırmayı. Futbol oynayanları kaba saba, öküz gibiler diye aşağılıyordum, hem benden üstünler gibi hissediyordum. Tüm bu kafa karışıklığımı çokta düşünmeden devam ettim yaşamıma.

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 89