İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 78 79 [80] 81 82 ... 88
1186
Genel Tartışma / EŞCİNSEL ERKEK ÜÇÜN BİRİ Mİ OLMUŞTUR?
« : 25 Mayıs 2010, 01:55:59 ös »
Erkek olmak ya da üçün üçü olmak
 
oedipus öncesi dönemden ergenliğin sonuna kadar baba oğul ilişkisi

                                                                    TALAT PARMAN
                                                  

Kökenbilimsel hatırlatmalar

    Erkek sözcüğü ‘erk’ ten gelir: Erk/ek. Erk güç, iktidar demektir. Ancak buna bir de ‘ek’ vardır. Dilin dehası erkeği yalnızca erkle tanımlamamış yanına ‘ek’ koymuştur. Öyleyse, bireyi erkek olmaya götüren yol yalnızca erkten değil eklerinden de geçecektir.
    Erkeklik ise erkek olmak durumunu tanımlar. Erkek sözcüğünden türeyen erkeksilik ise tartışmalı bir sözcüktür. Ancak bu sözcüğün yol açtığı çağrışım zenginliği ilginçtir. Bu sözcüğü ‘erk/eksilik’ ya da ‘erkek/silik’ olarak okumak olasıdır. (1)

Psikanalitik hatırlatmalar

    Psikanaliz bir erkeğin ölümü ile doğar.(2) Ancak herhangi bir erkeğin değil, Sigmund Freud’un babası Jacob Freud’un. Babasının ölümü Sigmund’un otoanalizine ve düşlerini yorumlamasına özgül bir değer kazandırır. Babaya birincil özdeşleşmenin yanı sıra, ilk kavmin babasının öldürülmesi söylencesi toplumsal yapının olduğu kadar uygarlığın da doğuşu bir erkeğin ölümüne, babanın ölümüne bağladır.
    Freud’un toplumsal kimliği ilkel kavim söylencesine bağlaması ve ölümle şiddeti ve erkekliği bir arada ele alması düşündürücüdür. Erkekte penis, erki, gücü tasarımladığı kadar, öldürmeyi ve şiddeti de cağrıştıracaktır. Ancak bu noktada erkek kimliğinin çok önemli öğesi ‘babalık’ unutulmuş olmaktadır. Çünkü söylencede öldürülen erkek her hangi bir erkek değil, bir babadır.
    Öte yandan , cinsel organların ruhsal yaşamda taşıdıkları öneme hemen her seferinde geniş yer ayırır psikanaliz. Örneğin kadın cinsel organları meme, klitoris , uterus ve elbette vajinanın üzerinde ısrarla durulur. Erkek bedeni denildiğinde ise penis erkek cinselliğinin tek simgesi olmuştur. Oysa penis tek başına değildir; yanında (ya da altında!) testisler vardır. Testisler yalnızca erojen bölgeler olmakla kalmamaklı, erkekliğin en önemli işlevlerinden biri olan babalığı da sağlamaktadırlar. Penisin gönderme yaptığı fethedici, güçlü, meydan okuyan daha çok biyolojik erkek özelliğinin yanı sıra testisler toplumsal bağı, soy zincirini sağlayan özellikleri katarlar erkek olmaya. Bunlar aynı zamanda toplumsal nitelikler, yani mertlik, dürüstlük, güvenirlilik demektir.(3)

Anatomik ve fizyolojik hatırlatmalar

   Erkek cinsel organları Fransız dilinde ‘Les trois piéces’ olarak adlandırılır, yani üç parça. Dilimizde de peniste ‘ üçün biri ‘ olarak söz edilir. Evet, penis yalnızca üçün biridir. Peki ya üçün ikisi ? Onlar da testislerdir. Erkeklik bunların üçünün bir arada olmasıyla olur. Kastrasyon korkusu ve karmaşası yalnızca penisin kesilmesini değil, testislerinde burulmasını içerir. Öyleyse, erkeklik de ancak penis ve testislerle birlikte tanımlanmalıdır. Ancak, erkek cinselliğinde bu denli önemli rol oynayan testisler üzerine yazılmış çok az psikanalitik yazı olması şaşırtıcıdır.(4)
    Testisler asıl işlevlerin ergenlikle kavuşurlar. Erkek çocukta ergenliğin ilk belirtisi testislerin büyümesidir. Testislerdeki Leyding hücreleri erkeklik hormonu testesteronu salgılamaya başlar. Böylece bir yandan spermatogenez, yani sperm üretimi başlar ve üreme kapasitesi ortaya çıkar, bir yandan da cinse özgü ikincil cinsiyet özellikleri, kıllanma, ses kalınlaşması, kas dokusu gelişimi vb. ortaya çıkar. Aynı zamanda penisin uzaması ve çapının büyümesi de bu hormonun etkisiyle olacaktır.
    Öte yandan testisler erkeklerin özel duyarlılığı olan organlarıdır. Zedelenmeleri çok ağrıya neden olur. Duyarlı, kırılgan organlar olarak korunmaları ve kollanmaları gerekir.(5)
    Erişkin erkeğin cinsel boşalması yani orgazmı, testislerin boşalmasıdır. Orgazm erişkin erkekte ejakülasyonu da beraberinde getirir. Her boşalma fizyolojik olarak baba olma olasılığını gündeme getirecektir. Oysa kadın orgazmı eğer kadın yumurtlama döneminde değilse, döllenmeyi zorunlu kılmaz. Öyleyse cinsel doyum erkekte yalnızca bir sinirsel gerilimin doyurulmasıyla değil, aynı zamanda sperm boşalmasıyla olur. Ayrıca sperm boşalmasının erinlikle başladığını da anımsatmak gerekir.

Erkek olma sürecinde baba oğul ilişkisi

    Erkeklik yalnızca biyolojik olarak erkek cinsinden olma hali değildir. Erkeklik davranış ve tavırların, simgeleştirilmelerin ve anlatımların bir içsel sistem olarak bütünleşmesidir. Bu bütünleşme kendi içinde tutarlı kabul edilen her toplumsal yapının kendisine özgü ve tekil özelliklerini de yansıtırlar. Bu tanım erkekliğin toplumsal ve işlevsel yanının altını çizmektedir. Bu işlevsellik toplumsala özgü olanların ruhsal olarak içselleştirilmesi ile olanaklıdır. Cins (gender) bireyin kadın veya erkek olduğunun bilincinde olmasıyla ilgili ise, cinsiyet (sexe) bu bilincin hissedilmesi ve eylemlenmesi ile ilgilidir. Cins kimliği yaşamın ilk yıllarında oluşuyorsa, cinsiyet kimliği ergenlik sonunda oluşur.
    Bu saptamadan yola çıkarak babanın erkek çocuğun hem cins kimliği hem de cinsiyet kimliğinin oluşumunda oynadığı rol üzerinde durulması gerekir. Öyleyse erkek olmak babayla yaşanan bir süreçtir. Bu süreci doğumla başlatarak erişkin yaşamın başlangıcında, yani ergenliğin sonunda bitirebiliriz.(6)
    Erkeklik sürecinde bireyin annesiyle olan ilişkisi de elbette çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu konuyu bir başka yazıya bırakarak burada yalnızca babaoğul ilişkisi üzerinde durmak istiyorum.
    Öncelikle saptamamız gereken şudur: Hangi babadır söz konusu olan? Psikanalizin ruhsallığın yapılanmasında temel rol oynayan karmaşalardan biri olarak tanımladığı ödipal karmaşada baba, yasaklayan, sınır koyandır. Onun korkusuyla erkek çocuk ensest ve öldürme arzularından vazgeçer. Ancak burada baba üçlü (triadique) ilişkideki babadır. Peki psikanalizin Oedipus öncesi olarak adlandırıldığı dönemdeki baba kimdir ve oğluyla nasıl bir ilişki kurar?
    Oediopus sorunsalının cinslerin karşıtlığından yola çıkmak, baba-kız, anne-oğul çiftlerinin ilişkisini merkez aldığı açıktır. Yani karşıt cinsten bireylerin aralarındaki aşk şilişkisi alınmıştır. Burada aynı cinsten ebeveyn, öldürme  arzularının hedefi olan bir rakip konumundadır. Bu nedenle ödipal baba  tanım olarak yasaklayan, kısıtlayan, cezanlandırandır ve saldığı korkuyla onunla rekabet içindeki erkek çocuğun ensest ve öldürme arzularından vazgeçmesini sağlar. Oysa baba çocuk ilişkisi Oedipus döneminden önce de vardır; erkek çocuğun onunla özdeşleşmesinin bir göstergesidir, hem de baba için bir gurur kaynağıdır. Babayla ilişki küçük erkek çocuğu için kendilik ve nesne tasarımının oluşumunda tüm yaşamı boyu sürecek temel bir rol oynar. Anadolu folklorunun artık unutulmaya yüz tutan ‘’ oğlum göster pipini amcalara teyzelere !’’ geleneği böylesi gururun teşhir edilmesi değil midir? Bu gösteri çocuk için kimi zaman rahatsız edici olabilir, ancak baba için narsisistik fallik bir ‘’teşhir’’ olduğu ve doyum sağladığı açıktır. Oedipusun öncesinde var olan baba oğul arasındaki karşılıklı gurur ve güven ilişkisi Oedipus döneminde gölgelenecek ancak ergenlikten sonra erişkin yaşama geçildiğinde yeniden ortaya çıkacaktır.

  Oedipus öncesi dönemde baba oğul ilişkisi
 
     Sigmund Freund 1925’de Oedipus öncesi dönemde baba oğul arasındaki sevgi dolu özdeşleşme ilişkisinin üzerinde durur, erken dönemde yaşanan baba tarafından sevilmek ve korunmak deneyiminin içselleştirildiği ve tüm yaşam boyu süren tehlikelerle ve korkularla dolu bu yaşama dayanabilme gücü sağladığını belirtir.
    Erken dönemde anne bedensel bütünlüğün oluşumunda ne denli vazgeçilmez bir yere sahipse, yine bu dönemde oluşan baba imgesi dış dünyanın tehlikelerine karşı varlıksal bütünlüğün sürdürülmesinde o denli dönemdir. 1927’de Freud şöyle der ‘Çocuklukta yaşanan medetsizlik duygusu korunmak, sevgiyle korunmak, baba tarafından sunulan sevgiyle korunmak gereksiniminin doğuşunu neden olur. ‘Bu dönem babanın idealleştirildiği dönemdir. Henüz rekabet ortaya çıkmamıştır ve bir çatışma söz konusu değildir. Babayla olan bu yakın ilişki çocuk büyüyüp 4-5 yaşlarına geldiğinde yerini Oedipus karmaşasının baskınlığına bırakır.
    Öyleyse, Oedipus öncesi dönemdeki ilişkilere eğilmek, ve çocuğun ödipal döneme ilerleyebilmek için babasına karşı duyduğu libidinal bağlılık duygularını çözümlemesi gerekir. Bu dönemde, çocuk öykünme, özdeşleşme, içselleştirme süreçleri yoluyla, kültürel cinsel modellere uygun değişmez ve kesin stereotipiler geliştirmiş olur. Burada önemli olan Oedipus öncesi dönemin ikili (dyadique) ilişkilerinden ödipal dönemin üçlü (tryadique) ilişkilerine geçmektir. Ancak bundan önce kendi cinsinden biri olan ikili ilişkiden, öteki cinsten biriyle olan ikili ilişkiye geçmek söz konusu olacaktır.
    Her şey ayrılma-özerkleşme dönemine girilmesiyle başlar. Çocuğun anneye olan fiziksel bağımlılığı biyolojik gelişime uygun olarak azalmaktadır. Artık, tek başına hareket edebilir, kendi gereksinimlerini az da olsa kendi kendine karşılayabilir hale gelmiştir. Burada baba bu ayrılma-özerkleşmeyi kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir, çünkü henüz ödipal kaygılar uyandıracak noktada değildir. Üstelik anne çocukla kurduğu o çok yakın, füzyonel ilişkiyle bu tür ilişkilerin tehlikelerini sunmakta, ayrılma ve özerkleşme zorunlu ve sağlıklı bir süreç olarak ortaya çıkmaktadır. Baba aynı zamanda anneyle olan füzyonel ilişkiye gerileme arzularının yarattığı tehlikelere karşı bir koruyucu olarak ortaya çıkar. Erkek çocuğun burada babayla aynı cinsten olduğunun farkına varması cins kimliği duygusunu geçişi sağlar. Cins kimliği duygusunun paylaşılması erkek çocuğun erkek olma halinin farkında olmasına yol açar, yani bir penis taşıdığının. Penis hem ideleştirilmiş bir nesne, hem de narsisistik libidonun taşıyıcısı olmaktadır. Anneyle olan birincil edilgenlik ilişkisinden kurtulan ve bağımlılık duygularını babasına yönlendiren erkek kurduğu ilişki geçer. Erken dönemde birincil anne tüm bağlılıkların tek nesnesi olarak iyi ve kötü nesne ayırımına neden olur. İşte bu anda baba farklı bir kişi, tavır, davranış ve duruşla ortaya çıkarsa erkek çocuğun bireyleşmesini hızlandıran bir güç sağlayacaktır. Bu ikili ilişki çocuun anne tarafından yutulması tehlikesinin önüne geçecektir. Baba anneyle olan ikili ilişkinin sahip olduğu yapışkanlığına sahip değildir. Bu dönemde de elbette nesneye tümüyle sahip olmak arzusunun yarattığı bir kıskançlık söz konusu olacaktır, ancak henüz cinsel kıskançlık, öldürme arzusu ve milleme korkusu ortada yoktur. Bunlar ödipal dönemin unsurlarıdır.
    Öte yandan, bu yeni nesneyle kurduğu ilişki anneyle olan ikili ilişkinin özelliklerini kısmen de olsa taşır. Yani çocuk onu da idealleştirecektir. Ancak yineleyelim; burada söz konusu olan ödipal baba değil, ikili ilişkide Oedipus öncesi babadır. Ödipal dönemdeki baba da elbette bir ölçüde idealleştirilir ancak o ilişki çifte değerli olmayan bir yakınlık söz konusudur. Oysa, Oedipus öncesi dönemde çifte değerli olmayan bir yakınlık söz konusudur. Baba oğul arasındaki olmayan bu yakınlık, erkekliğin en eski, en temel dayanaklarından birini oluşturur. Çocuğun erişkin yaşamında diğer erkeklerle çifte değerli olamayan yakınlıklar kurulabilmesinin temelle hiç şüphesiz bu dönemde atılır. Ancak, anneyle olan ilişkinin yakınlığından babayla olan ilişkinin yakınlığına geçiş, aşılması gereken ilk güçlüktür. Burada, babanın çocuğa gerektiği kadar yanıt vermesi durumunda, gelişimde bir duraklama olacaktır

    

1187
Genel Tartışma / MURATHAN MUNGAN VE EŞCİNSELLİK
« : 25 Mayıs 2010, 01:47:12 ös »
    Genç şairlerden,dramaturg ve yeni senaryo yazarı Murathan Mungan da son yıllarda eserleri içinde, eşcinselliğe ağırlıklı biçimde yer veriyor.Yeni eseri<<Son İstanbul>>buna örnek gösterilebilir.Sohbetimiz sırasında bomba gibi kitabından söz ediyor.<<Kitabında ben varmıyım?>>diyorum,<<Ehh… olabilir.Gerçekte ağırlıklı olarak kendimi anlatıyorum >>diye yanıt alıyorum.Türkiye’deki eşcinseller ve eşcinsel ilişkiler konusuna kısaca değinmesini istiyorum.Şunları belirtiyor;<<Türk eşcinsellerini azgelişmiş,cahil ve üslupsuz buluyorum.Bu halleriyle bir  ‘azınlık’ bilincine ve özgürlük hak ve taleplerine sahip olabileceklerini sanmıyorum.Birbirlerini sevmeyen ve birbirleriyle rekabet duygusunun dışında hiçbir doğru-düzgün ‘ilişki’ kuramayan bu kalabalığa batı ölçüleri içinde demokrasi ve eşitlik anlayışı için mücadele kuvveti diliyorum.>>

Dr Arslan YÜZGÜN “Eşcinsellik “ Hüryüz Yayıncılık 1986

1188
Toplumumuzda gözlenen saldırgan ve şiddet içeren davranışların bazıları cinsel boyutlar da içermekte. Tecavüz, çocuğa cinsel taciz ,ensest gibi davranışların sayısında belirgin bir artış var. Bunların önemli bölümü temeldeki ensest eğilimlerin çeşitli tezahürleri. Ensest birinci dereceden akrabalar arasında tek taraflı ya da karşılıklı yaşanan cinsel istek  ya da eylemleri tanımlar. Ve çoğu kültürde tabudur. Böyle bir eğilimi olan çoğu insan bu duygularının farkında değildir, ama bilinçaltına bastırılmış ensest isteklerinden kaynaklanan korkular davranışlarını dolaylı olarak etkiler. Son yıllarda basındaki haberler, ensestin tek yanlı olarak eyleme dönüştüğü olayların sayısında artış olduğu izlenimi vermekte . Tabiî bunlar sadece bize yansıyabilen durumlar. Spekülatif yorumlamalara açık bir konu olduğu için burada ensestin karmaşık psikodinamiklerini tartışmayacağım. Zaten başlı başlına bir metin konusu olur.

Ensestin temelinde kuşaktan kuşağa aktarılan sevgi eksikliği bulunur. Özerkli konusundaki tartışmamız hatırlanırsa , burada sevgisizlikten öncelikle kastedilen çocuğun kendi dünyası olan ayrı bir varlık olarak görülememesidir. Ebeveynin bu tutumunun gerisinde kendisinin de önceki kuşaktan tarafından karşılanamamış duygusal ihtiyaçları bulunur. Kızını cinsel bir obje olarak gören babanın kendi geçmişinde annesine yönelik bilinçaltı cinsel dürtüler taşımış olma olasılığı oldukça yüksektir; uzak, ilgisiz ya da farklı şekillerde “fazla ilgili” bir anne imgesi nedeniyle. Dolayısıyla  ensest çocukken karşılanmayan duygusal ihtiyaçların bedene yönelmesini tanımlar. Günümüzde giderek artan sayıda insan duygusal paylaşma ihtiyacını da cinsellikle gidermeye çalışıyor.

Ancak ensest de bu durum, karşı cins ebeveynden çocuğa,çocuktan ebeveyne , bazende kardeşler arası ilişkilere yöneliyor.toplumda zaten yaygın olarak bilinçaltında var olan bu eğilimler yaşanan regresyonla ve gölge arketipinin    kışkırtmalarıyla bilinçaltından hareket edip bilince ulaşarak eyleme dönüşme olasılığını arttırmış olabilir.

Anneleri tarafından üstü örtülü ya da doğrudan davranışlarla cinsel olarak tahrik edilmiş olan erkek çocuklarla ilgili örnekleri burada vermek istemiyorum. Bence hangi şekillerde gerçekleştirildiğinin önemi yok. Bu insanlar anneleri ile yaşadıkları bu tür olayları psikoterapi sürecine katılana dek kimseyle paylaşmamışlardı. Psikoterapi sürecinin de genellikle nispeten geç aşamalarında benimle paylaşabildiler. Tabii bir de bilinçaltının iyice derinliklerine itildikleri için hiç hatırlanamayanlarda olmalı.  Ve belki de anlatılmayanlar anne-oğul arasındaki fiziksel birleşme ile sonlanan y ada ona yakın davranışları içeren bir örnekle karşılaşmadım, hepsi kaçamak ya da dolaylı durumlardı. Bir erkeğin henüz çocuk yaştayken yaşadığı ensest travmalarının yetişkin hayattaki bazı sonuçları zaten tahmin edilebilir ancak bir de “maskelenmiş anne yoksunluğu” durumları da var. Yani ortada bir anne var ama annelik kimiliği ya çok yetersiz ya da çeşitli nedenlerle çocuğunu kabullenememiş, ya da çeşitli duygusal açlıklılarını oğluna yönelterek onun bunaltmış anneler. Böyle durumların, herhangi bir cinsel tahrik olmasa da yetişkin hayatta karşı cins ilişkilerini etkilemesi, istisnalar dışında, pek çok zaman kaçınılmaz oluyor. Genç erkek nüfüsunda eyleme dönüşmeyen ensest fantezilerinin oranını bilmek mümkün değil, ama çok da ender rastlanmadığı şeklinde bir izlenimim var.


Bu anneler neden oğullarına bu tür yaklaşımlarda bulunuyor ya da onlarla ilgili bilinçaltı fantezileri bazen bilinç düzeyine çıkarıveriyor?  Bu güne kadar hiçbir anne bana bu tür duygulardan bahsetmedi, bende kurcalamadım. Her şeyden önce bilinçte tutulması zor bir duygu olduğu için sürekli yadsınma ihtiyacı duyulan bir durum, üstelik bence zaten aslolan bu duygulara zemin hazırlayan yaşantılar. Eğer bunları paylaşılabilseydi bu anneler muhtemelen evliliklerinde aradıklarını bulamadıklarından ve kendilerini çok yalnız hissettiklerinde yakınacaklardı. Yine muhtemelen bu anneler kiminle evli olursa olsalar aynı şeylerden şikayet edeceklerdi, ama sanırım asıl sorun bu da değil . Bu annelerin kendi ebeveyni araştırıldığında , kendi babalarına yönelik ensest eğilimlerde de dahil karmaşık duygularla yüklü olmaları olasılığı yüksek.

Bu kadınların anneleri ya yetersizdir ya da erkeklere karşı hınçlı. Erkeklere olan hıncını kızlara aşılarken, bir yandan da oğullarını kayırıp onlara düşkün davranışlarda bulunmanın paradoksunu yaşarlar. Babalar anne tarafından soyutlandıklarından sıcak duygularını ifade etme şansından yoksun bırakılmışlardır. Dolayısıyla kız çocuk tarafından uzak ve ulaşılmaz olarak algılanırlar.

Bir diğer olasılık da babaların , kız çocuklarına karşı bilinçaltı duygularını da içeren bir düşkünlük yaşamaları ki bu da muhtemelen bir önceki kuşaktan yani kendi anneleri ile olan yaşantılarından taşıdıkları ensest eğilimlerini bir sonraki kuşağa aktarmalarıdır. Bu babaların kızların çok küçük yaştayken bazı bölgelerini kaçamak okşamalarından söz ettiklerine sadece birkaç kez tanık oldum. Ancak daha sonraki yıllarda kız çocuğu bluğ çağına ulaştığında babaların kızlarını diğer erkeklerden aşırı kıskanmaları gibi hoyrat davranışlar görülebiliyor. Kızlarına aşırı düşkün babaların mutlaka ensest eğilimleri taşıdıkları şeklinde bir genelleme doğru olmaz. Oğullarına düşkün anneler içinde öyle. Ancak aradaki sınır bazen belirsizleşebilir. Annelerden oğullara yönelen ensest eğilimlerin kaçamak da olsa eyleme dönüştüğü anlarda ,bunun çocuğun cinsel bölgesine yöneldiğine ilişkin hiçbir bilgiye sahip değilim. Ancak babadan kızına yönelik durumlarda bu farklı oluyor. Neredeyse hepimizin bilinç dışında yeniden anne rahmine dönme fantezileri ve istekleri bulunur. Ve bu,dolaylı olarak ve çeşitli biçimlerde yetişkin hayattaki bazı seçimlerimizi etkileyebilir. Başlı başına bir konu olduğu içinbu olgunun sadece bir yanına değineceğim. Bazı erkeklerin bilinçaltında cinsel ilişki ana rahminin sıcak ve koruyucu ortamına bir süre için dönüşün güvenliğini de simgeler.Bu nedenle cinsel arzulara anksiyete giderme boyutu da eklenebilir.Ancak buda genellikle sadece “Coitus(birleşme)” odaklı cinsellikle sınırlanır. Bazı erkekler kadın cinsel organına çeşitli anlamlar atfedebilir. Bunların arasında konumuzla ilgili olan , bu organın, “baştan çıkarıcı ve reddedici” olarak içselleştirilmiş kadın imgesinin odaklandığı yer olarak algılanması. Bu duygular ensest boyutunu da taşıyorsa , erkek çocuk ebeveynliğe ulaştığında babadan kıza bazen şiddette içeren cinsel istismara hatta tecavüze yol açabilir. Genel olarak , her türlü ensest eğilimler karmaşık düşmence duyguları içermekte .

Buraya kadar ensest konusu ile ilgili bazı klasik bilgileri ve klinik yaşantılarımdan yıllar içinde edindiğim izlenimlerimi aktardım. Klinik deneyimlerim yüklü bir birikimi içermesine rağmen , yine de toplumun belirli kesimleri ile sınırlı. Bu nedenle , özellikle babadan kıza yönelik cinsel istismar olaylarının başka boyutlarının olup olmayacağı sorusuna karşılık veremiyorum. Önümde 4 ekim 2009 tarihli bir gazete haberi var. Hakkari üniversitesi tarafından düzenlenen KÜRT KADIN KONGRESİ’nde konuşan KAMER (kadın merkezi) başkanının yaptığı açıklamaları aktaran bir haber. Başkan yaptığı açıklamada ,doğu ve güney doğu Anadolu bölgelerinde kurdukları 23 kadın merkezinde başvuruda bulunan elli bin kadının yüzde 25 inin ensest ilişkiye maruz kaldığı belirtilmiş. Bu da dört evden birinde kadınlar ve kızların ensest ilişkiye zorlandığı anlamına geliyor. Bu da çok büyük bir rakam ve akla başka bir soruyu getiriyor. Bu olaylar kuşaktan kuşağa aktarılan başka bir soruyu getiriyor.

Bu olaylar  kuşaktan kuşağa aktarılan klasik ensest eğilimlerinden farklı bir davranış örüntüsü olabilir mi? Yani sadece ve sadece ,yeterince olgunlaşamamışlık sonucu ve gölge arketipinin hayvansı istekleri doğrultusunda ,güçlünün zayıfı ,büyüğün küçüğü,zaten elinin altında olduğu için istismar etmesini kastediyorum. Bu yönde bir klinik deneyimim ya da gözlemim olmadığından bu düşündürücü sorunun cevabını veremiyorum.

Korku ve şiddet ,neden –sonuç ilişkileri karışık bir ikilidir. Örneğin kadına ve çocuğa yönelik şiddetin gerisinde ,çoğu zaman yetersizlik duyguları ve baş edememe korkuları bulunur. Geçmiş klinik yaşantılarımda karşılaştığım bazı örnekler bunu doğrular nitelikte. Ensest eğilimlerinin bir başka sonucu da erkeklerde görülebilen kastrasyon  (hadımlaştırma) korkularıdır. Klasik psikanalize göre bu korku ,erkek çocuğun üç ila beş yaşlarındayken cinsiyet farkını sezmeye başlaması sırasında yaşanabilir. Çünkü bu dönemde çocuk annesine karşı henüz şekillenmemiş cinselliği de içeren taslak bir duygu geliştirir. Bu duyguya annenin asıl sahibi olan güçlü baba tarafından hadım edilerek cezalandırılma korkusu eşlik edebilir. Bu duygular yani henüz taslak cinsellik içeren istek ve cezalandırılma korkusu ,çocuk tarafından şekillenmemiş , dolayısıyla tanımlanmamış duygular olarak yaşanır. Olağan koşullarda zamanı gelince nötralize edilir ve çocuğun ilgisi başka alanlara yönelir. Çoğunuzun bildiği gibi oedipal dönem denen bu evre ,çocuğun yetişkin cinselliğinin taslağını oluşturmasını sağlayan doğal bir süreçtir. Ne var ki , bu dönemde ebeveyn –çocuk ilişkilerinde yaşanabilecek sorunlar , çocuğun ileriki yaşamındaki karşı cins ilişkileri yönünden bazı kalıcı izler bırakabilir.

Kastrasyon korkusunun ,daha güçlü olarak algılanan erkeklerin var olduğu ortamlarda yaşanması şart değildir. Trafikte sizi sollayıp geçerek geride bırakan bir sürücü de kastrasyon  anksiyetesini aktive edebilir, sürücüyü tanımadığınız ve onun nasıl biri olduğunu bilmediğiniz halde. Eskiden bu anksiyeteye karşı kabadayı ve bıçkın tavırlar geliştirilirdi,şimdilerde daha çok silah taşınıyor. Tabii ki silah taşıyanların tümünü kastetmiyorum. Annenin ürkütücü ,saldırgan ya da dişiliğini empoze eden biri olması da kadın cinsel organına karşı kastrasyon korkuları yaratabilir. Bazı psikanalistler ,tecavüz olgusunu “ baştan çıkaran ve reddeden anneyi dize getirme” olarak yorumlamışlardı. Bu görünüşün klinik deneyimleri sonucu mu yoksa varsayım mı olduğunu bilmiyorum. “var ama yok anne” gibi daha geniş anlamlı bir ifade kullanıldığında “baştan çıkaran anne” imgesi de yelpazedeki yerini bulabilir diye düşünüyorum.

Yıllar önce bir kış akşamüzeri  bana gelmekte olan öğretim üyesi genç  bir hanım ,yanından geçmekte olan bir gencin ,havanın erken kararmasından ve o yıllarda Ankara’daki hava kirliliğinin yarattığı puslu ortamdan da yararlanarak ,aniden kalçasını sıkıştırıp sonra da hızla kaçtığını anlatmış, ardından da “ bunun anlamı nedir?” diye sormuştu.Hiç düşünmeden “  hırsızlık yapmış”  cevabını vermiştim. Çünkü kadınlara yönelik cinsel saldırganlıkta “nasıl olsa beni kabul etmezler , bende zorla alırım” varsayımının güçlü bir etmen  olduğunu düşünüyorum. Bir başka olgu da bir kadının kapalı olması beklenen bir beden bölgesinin kazara görünür hale gelmesinin , bikinili bir kadından daha heyecan verici bulunması. Yani yasak bir bölgenin bir an için görünüvermesi ya da durumun kameralara yansıması , argo dilimizde “frikik” dene durumlar. Karşı tarafın haberi olmaksızın onun mahremiyetine girmenin yarattığı güç ve üstünlük duygusunu da taşıyan bir hal. Bir yasağı delme niteliğinden ötürü bunun oedipal dönemin bir kalıntısı da olduğu düşünülebilir,tabi görüntülerden tahrik olunuyorsa. Örneğin anne figürü algılanma olasılığı dışında , Almanya başbakanı Angela MERKEL ‘in internette yayınlanan göğüs dekolteli fotoğrafının neden dünyada en çok tıklanan fotoğraf olduğunu anlayabilmiş değilim. Birine sordum. “Önemli olan göğüs çatalı” diye açıkladı. İyi de neden Frau MERKEL ‘in göğüs çatalı ? bu olgunun diğer kültürlerde ne denli yaygın olduğunu bilmiyorum. Ya da kadının fazla örtülü olduğu ve kolay ulaşılmaz konumda olduğu toplumlarda daha yaygın olup olmadığını da. Ancak sevgiye duyulan özlemin bazen karşı cinsin belirli bir beden bölgesine yönelmesinin toplumumuzda   yaygın olduğu izlenimini taşıyorum. Çünkü çıplaklıkla erotizmin karıştırıldığı bir kültürümüz var.

 
engin geçtan/zamane/ensest ilişki/ syf. 84-90

27 Mart 2011 Pazar akşamı TV5 Ana Haber Bültenindeki söyleşide
"eşcinsellik hakkında"
gündemdeki eşcinsel parti adaylarının varlığını konu alarak konuşma yaptı.


http://www.youtube.com/user/escinselterapi tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#

1189
Eşcinsel  kimliğin oluşumu,kişinin kendisi ile ilgili olarak ödipal dönemde yaptığı bir tanımdır.Bu tanıma göre çocuk gelecekte dürtülerini kendi cinsi ile yaşamaya karar vermiştir.Dürtüleri kendi cinsine yöneldiği için onlara aşık olmakta ve cinsel sevgi kendi cinsiyetinden kişiler ile yaşanmaktadır.Biseksüellik ise, zevk alabiliyorsa,cinsiyet ayırmadan cinsellik yaşamaya çalışan bir tutumdur.Karakterin daha bebeksi oluştuğunu,kişinin cinsel nesneleri meme gibi bir haz nesnesi olarak algıladığını,kimliğin gevşek bir biçimde bölgede yoğun olarak kaldığını gösterir.

Erkek eşcinselliği ödipal çatışmanın çözüm yollarından birisidir.Erkek çocuk annesinin oluşturduğu çekimden dürtüleri babasına veya sorun babanın eksikliğinden kaynaklanıyorsa,kendi cinsine yönelterek kurtulmayı seçer.Ödipal ortamda çocuk için annesinin çekimini baş edilemez yapan sebepler şunlar olabilir:

Anne çocuğa fazla düşkündür ve onun dış dünyaya yönelmenin engelleme eğilimleri yüksektir.Çocuk dürtülerini anneden çekemeyeceğini hissettikçe babasından korkusu artar ve son çare olarak dürtülerini erkeklere yönlendirir.Dürtüsel sevgi nesnesi olarak kendi cinsini seçmeye karar verir.Böylece dürtülerini annesinden çekebilmiş olur.

Anne aile sisteminde çok güçlüdür,sistemi o yönetmektedir.Çocuk omnipotansı anneden çekip babaya aktarmamaktandır .Babaya şefkat duyguları fazladır,baba ile arzulanan yakınlık ancak dürtüsel yatırım ile mümkün olmaktadır.Annenin omnipotan olması,çocuğun onu ilahlaştırmasına ve aralarında kategorik bir fark oluşturmasına  yol açmaktadır.Bu durumda çocuğun dürtülerini annesinden tutması onun kendisine tahakküm etmesini kabullenmesine de yol açacaktır;o zaman çocuk “mazoşist”bir çözüme yöneltecektir,sapkın bir yapı geliştirecektir.Diğer bir çözüm ise eşcinsel bir seçim yapmak ve şefkatle sevilen babayı dürtü nesnesi yapmaktır.Böylece çocuk sapkın olmaktansa eşcinsel ve sevebilen olmayı becermiş olur.Eşcinsel kişilik yapılanması itibarı ile bir sevgi ilişkisini,mazoşist ise bir tahakküm ilişkisini işaret eder.Eşcinsellik daha gelişkin bir kişilik örgütlenmesidir.Baba ortamda yoktur.Babanın fizik olarak ortamda bulunmaması,çocuğun annesini ve kendisini tanımlayabilmesi zorlaştırır.Anne ile baba ayrılmış olabilirler ve çocuk babayı görmüyor olabilir,baba çok fazla seyahatlere gidiyor olabilir.”Çocuk annesinin en yakını mıdır (eşi midir ) çocuğu mudur?”anne bu tanımı kendisi net olarak yapamıyorsa,bu tanımı doğru yapabilmek için çocuğun babaya ihtiyacı fazla olur.Çocuk,kendisinin “annesinin kocası mı yoksa onun oğlu mu ?”olduğu sorusuna,dürtülerini uzaktaki babaya veya erkek cinsine yönlendirerek cevap bulmaya kayar.Annenin kendi cinsini seven oğlu olur.Böylece annenin çekiminden kurtulabilmek için çocuk eşcinsel olmaya karar verir.

Baba çok korkulan bir imgedir.Babanın öfkesinden duyulan korku,çocuğun annesine yönelebilecek dürtülerini bir an önce babasına yönlendirerek tehlikeden kurtulma arayışına sokar.Dürtülerin babaya kaymış olması garantili bir çözüm oluşturur.Böylece çocuk babası  ile rakip olacağına,onu sevgili olmaya karar vermiş olur ve onun dürtüsel sevgi nesnesi olarak onun gücünden de yararlanmış olur.Ayrıca çoğu zaman babadan çok korkulan bir ortamda,anne çok ezilmiş yenilmiş ve arka plana çekilmiş olabilir.Annenin yaşadığı ortamda çok değersizleştirilmiş olması çocuk annenin çekiciliğinin azalmasına da yol açabilir.

Bu durumdan birisi veya bir kaçı bir arada bulunduğunda,erkek çocuk pipisinin kesilmesi veya aile dışına  atılmak,sapkın olmak yerine sevgi nesnesini değiştirerek durumuna çözüm bulmuş olur.Bu çözüm karşı cins yerine kendi cinsini cinsel sevgi nesnesi yapmak olur.Elbette üç-beş yaş arası bir çocuk eşcinsel olmanın gelecekte onun hayatını nasıl etkileyebileceğini bilemez.Buna anne babasının nasıl bir tepki verebileceğini düşünemez.Ona göre dürtülerini annesi yerine babasına kaydırıyordur,babası da sevilmeyecek birisi değildir.Annenin sevilecek memeleri varsa,babanın da meme yerine geçecek pipisi vardır.Gerçekten eşcinsel erkeklerde penise duyulan büyük ilgi dikkat çekicidir.Neredeyse,”anne memesi”ile “babanın penisi”arasında bir seçim yapılmış ve erkek çocuk “babanın penisi”ni tercih etmiştir.

Kız çocukların eşcinsel seçimi erkeklerinki kadar sık değildir.Kadın eşcinselliğine daha seyrek rastlanır.Kadın eşcinselliğinde babanın kız çocuk için yeterince çekim oluşturamadığına ve kız çocuğunun dürtülerinin babaya yönelemediğini,annede kaldığını görürüz.Aslında çocuk annenin sisteminde kalmıştır.Bunun sebebi babanın fiziksel veya psikoloji yokluğu olabileceği gibi,annenin çocukla fazla bütünleşmesi de olabilir.Kız çocuğu kendisinin pipisiz olduğunu keşfettiğinde,babası ile veya pipisi olanlara tamamlanma ihtiyacı yüksektir.Genellikle erkekleri yücelten,kendi cinsini ve kendini beğenmeyen,eksik bulan bir eğilimi vardır.Annenin aile ortamına katkıları ve babanın silikliği  bu eğilimleri dengelediğinde,kadın eşcinselliği için zemin oluşur.Kız çocuğun annesini ile dokuz ay içerisinde,bütünleşme dönemini bitirmeden veya omnipotansını annesine aktardığı sırada kaybetmesi de gelecekte kadınların sevgi ve dürtü nesnesi yapma arzusu oluşturulabilir.Bu durumda deneyimlenmiş ve öğrenilmiş tek ilişki bütünleşme ilişkisidir ve o da kendi cinsi ile yaşanmıştır.Birbirine  benziyor olmak bütünleşmeyi kolaylaştırır.


1190
Neden ve nasıl başlayacağımı bilemiyorum ama çok zor durumdayım. Söyleyemediğim için yazmak zorunda kaldım. Benim şikayetim şu : Ben hemcinslerime karşı ilgi duyuyorum. Acaba eşcinsel miyim  veya gay miyim diye düşünüyorum.  Bu durum benim hayatımı alt üst etti. Hayatı yaşanmaz hale getirdi. Bana bir çıkış yolu gösterirseniz, bana yardımcı olursanız ömür boyu dua ederim size.



Hayat gittikçe benim için yaşanılmaz hale geldi. Çünkü hemcinslerimle ilişkiye giriyorum ve ben artık bu saatten sonra buna engel olamıyorum. Hastalık gibi bir şey vazgeçemiyorum. Daha önceleri vardı bir şeyler ama bu kadar sık değildi. Sadece düşüncede kalıyordu. Ama şu an faaliyete dönüştü hem aktif hem pasif  olarak. Ben iğreniyorum, utanıyorum kendimden. Çoğu kez intiharı bile düşündüm ama yapamadım.



Ben dinime sadık bir insanım, inançlı bir insanım. Dinimizde ise böyle bir şeyin yeri asla yok.  Ben kendime yakıştıramıyorum bu durumu. Çünkü ben böyle bir insan değilim. Kabullenemiyorum bir türlü ama kendime de hakim olamıyorum.  O an hiç bir şey düşünemiyorum. Hayat umurumda bile olmuyor.



Ne olur yardım edin bana. Ne yapacağımı bilmiyorum.  Bir çok ilaç kullandım. Bir çok psikologa, psikiyatra gittim ama fayda etmedi. Son umudum sizsiniz kurtarın beni bu bataklıktan Allah rızası için.



Not: Bu okuduklarınızı kimse bilmiyor.Ailem öğrenirse bu durumu bu uatnçla yaşayamam. İçinde bulunduğum durumdan rahatsız olmasaydım Tedaviye başvurmazdım.



Ben burda öğrenciyim ailemin maddi durumu hiç iyi değil. Normalde böyle bir tedavi için maddi imkanım yok benim ama tedavi olmak zorunda olduğum için tedavi olmam lazım.   

1191
Medya / Amsterdam mı İstanbul mu?
« : 12 Mayıs 2010, 09:57:42 öö »
Amsterdam mı İstanbul mu?

Birkaç arkadaşım geçen hafta Amsterdam'a gitti. Amsterdam'a gitmenin tüm gerekliliklerini yerine getiren bu ekipten aldığım iki bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum:

* Amsterdam, gördüğüm en uygar Avrupa şehri.

* Amsterdam'da neredeyse her şey özgürce yapılabilirken sokaklarda bi tane apaçi ya da it kopuk yoktu.

Peki İstanbul'un Amsterdam'dan ne eksiği var? Çoğu insanın 'Dünyanın en yozlaşmış şehri' olarak gördüğü Amsterdam gerçekten de çok güzel bi şehir. İnanmıyorsanız internetten bikaç Amsterdam fotoğrafına bakın. Efendi gibi caddeler, insan ölçeğinde binalar, alçak kaldırımlar, insan gibi insanlar, bol turist, Rönesans, falan filan. Amsterdam'a bok atan kafalara birkaç şey söylemek lazım.
Amsterdam'ı savunmuyorum, çok da sevmiyorum, ama İstanbul, açıkçası bu haliyle Avrupa 2010 Kültür Başkenti'yken bile çok afedersiniz Kadıköy'den biraz ufak olan Amsterdam'ın yanında patates gibi bi şehir kalıyor. Bi kere o her yerde fuhuş var denilen Amsterdam'da sokaklarda bi tane bile hayat kadını göremiyorsunuz. Gelelim İstanbul'a, saat akşam 7 oldu mu bir Cumhuriyet Caddesi'ne, Bağdat Caddesi'ne çıkın bakalım, yol kenarında ne göreceksiniz? Evet, siz de kadın göremiyorsunuz, çünkü her yerde travestiler müşterilerle pazarlık yapıyor (Travestilere karşı değilim ama gün ortasında da olacak iş var, olmayacak iş var, sonunda travesti severler bırakın sevsinler, bize/size giren çıkan yok). Sabah işe mi gideceksiniz, Taksim Meyda'nında saat 8.30-9 gibi geceden çalışmış eskort kızlar, hayat kızları, tele kızlar, tele erkekler taksilerden iniyor.
Şimdi gelelim zurnanın isttt dediği noktaya. İstanbul'da çocuk yetiştirdiğinizde mi çocuğunuzu istenmeyen içerikten daha uzun süre uzak tutabilirsiniz, yoksa fuhuşun çok net olarak sadece tek bir noktada yapılabildiği Amsterdam'da mı? Bir de olayın sarhoş-esrarkeş kafası var ki, hiç sormayın.


http://m.radikal.com.tr/ArticleDetail.aspx?ArticleID=36507&Continue=1

1192
Genel Tartışma / EŞCİNSELLİĞİN NEDENLERİ NEDİR?
« : 30 Nisan 2010, 12:52:34 öö »
Eşcinselliğin nedenleri

Zor ve acı dolu bir süreç sonunda oluyor.

Eşcinselliğin uzun yıllar, bir kimlik bozukluğu, hastalık veya sapıklık olarak
algılandığına dikkat çeken uzmanlar ”1974 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği ve daha sonra 1992 yılında Avrupalılar (ICD) eşcinselliğin sapıklık/sapkınlık olmadığı kararını almışlar ve bu kavramı hastalık sınıflandırmalarından çıkarmışlar, ancak anormal bir davranış olmadığını söylememişlerdir. Yani "eşcinsellik normal dışı bir davranıştır, sapkınlık değildir" demişlerdir. Bu nedenle eşcinsellik halkta, politikacılar arasında ve bilim çevrelerinde hala tartışılmaktadır. Çünkü cinsel sapkınlık; cinsel açıdan sağlıklı olmama ve dolayısıyla normal olandan sapma durumudur, yani küçük çocuklara karşı hissedilen cinsel istek, her tür fetişizm, kişinin birlikte olduğu kişinin idrarını içmesi yahut dışkısını yemesi ve tüm bunların cinsel haz uğruna yapılması vb. durumların genel ismidir.

Ruhsal bozukluk veya anormal davranış ise, göreceli kavramlardır. Zira öncelikle normalin tarif edilmesi gerekir. Yaşadığı toplumdaki kişilerin çoğunluğunun değer yargılarını benimseyen ve toplumun geneline uygun davranan birey normal, aykırı hareket eden birey ise anormal olarak adlandırılabilir. Bu açıdan bakıldığında eşcinsellik anormal bir davranış olarak görülebilir. Ancak ruhsal bozukluk olup olmadığını belirleyen en önemli etken ise; kişinin kendini nasıl hissettiğidir. Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur. Yani ruhuna ve benliğine aykırı olduğu halde eşcinsel eylemlerini sürdürmek zorunda kalmak veya dürtüyü kontrol edememek kişide ruhsal sıkıntı yaratabilir. Ayrıca eşcinsellik; özgür bir tercihin değil, çocuklukta yaşanan travmaların bir sonucudur.

Bu açıdan baktığımızda da, eşcinsellik ruhsal bir bozukluktur, bir cinsel eğilim
bozukluğudur, bir cinsel kimlik bozukluğudur." dedi.

"AKLA DAR BLUE JEAN GİYEN ERKEKLER GELİYOR"

Eşcinsellik kavramının birçok farklı eğilimi veya tanımı içinde barındırabildiğini
ifade eden uzmanlar; "Türkiye'de eşcinsel denince, çoğu kişinin aklına ağır makyajlı şarkıcılar, travestiler, kırıtarak yürüyen ve kadınsı giyinip konuşan, dar blucinli genç erkekler geliyor. Tabi bu durum bir kavram karmaşasını da beraberinde getiriyor: "Travesti ve eşcinselin farkı nedir?" vb. Eşcinsellikle transseksüellik aynı değildir, farklı kavramlardır. Eşcinsel; kendi cinsine ilgi duyan kişidir. Biseksüel; her iki cinse de ilgi duyan kişidir. Heteroseksüel; karşı cinse ilgi duyan kişidir. Lezbiyen; eşcinsel kadındır. Gay ise; eşcinsel erkektir. Travesti; kendi biyolojik cinsiyetinden memnun olan ve karşı cinsin giysilerini giymekten hoşlanan kişidir. Transseksüel ise; kendi biyolojik cinsiyetinden memnun olmayıp karşı cinse geçmek isteyen ya da geçmiş kişidir. Homofobi; eşcinsellere yönelik kaygı, korkuya da nefret olarak tanımlanabilir. Efemine ise; türkçede kadınsı anlamındaki kullanılan bir sıfattır ve bir erkeğe ait kadınsı nitelikleri betimlemek için kullanılır. Yani efemine olmak eşcinsellik değildir." dedi.

EŞCİNSELLİĞİN NEDENLERİ NEDİR?

Eşcinselliğin çoğunlukla zor ve acı dolu bir sürecin sonunda oluşan bir durum olduğunu ifade eden uzmanlar ;

"Eşcinselliğin nedenlerini anlamamız çok önemlidir. Çünkü önemli olan
yaygınlaşmasının önlenmesidir. Eşcinselliğin nedenleri şunlardır: Rol modellerin yanlış alınması, hormonsal bozukluklar, çocukluk döneminde şiddete maruz kalmak, tacize ve tecavüze uğramak, çocuklukta karşı cinsle ilgili yaşanmış kötü bir deneyim, ciddi aile sorunları, aşırı otoriter bir babanın varlığı, baba veya figürlerinin çocuğun hayatında olmaması, aşırı duygusal veya içine kapalı bir yapıya sahip olunması, erken boşalma, iktidarsızlık, vajinismus veya disparoni gibi cinsel işlev bozuklukları nedeniyle yaşanan başarısız ve aşırı sorunlu cinsel deneyimler, genetik yatkınlık, yanlış yetiştirilme yani erkek çocukların kız gibi, kız çocuklarında erkek gibi yetiştirilmesi, ebeveynler başta olmak üzere yakın çevrede eşcinsel eğilimleri olan kişi veya kişilerin modellenmesi ve örnek alınması, kızların daha yumuşak tavırları olan erkekleri, erkeklerin ise daha erkeksi tavırları olan kızları aralarına alma eğilimleri, yazılı ve görsel medyanın eşcinselliği özendirici yayınları, vb. Eşcinsellik ailenin baskısına bir tepki sonucu da meydana gelebilir. Yaptığımız çalışmalarda ve literatür bilgilerinde, sağlıklı ve mutlu bir aile ortamında yetişmiş ve herhangi bir travmaya maruz kalmamış ama eşcinsel bir yaşantı süren bir kişiye hiç rastlamadım. Çünkü eğer bir kişide eşcinsel bir yönelim varsa; mutlaka sağlıksız bir aile yapısı, sorunlu bir
çocukluk ve cinsel travma mutlaka vardır." dedi.



Yalancı eşcinsellik tedavi edilebiliyor

Eşcinsellik; bir cinsel yönelim bozukluğudur, kişinin yaşadıklarını ve duygularını anlatmasıyla ve ayrıntılı cinsel öykü alınmasıyla bir cinsel terapist tarafından tanısı konulabilir. Daha çok ergenlik veya erken erişkinlik dönemlerinde fark edilen eşcinselliğin çeşitli tipleri vardır. Eşcinsel eğilim; dürtü, duygu ve davranışlarından acı çeken, bunaltı duyan, benliğe yabancı eşcinselliği olan kişilere 'yalancı eşcinsel' denir. Eşcinselliğin, karşı cinse ilgi duyulması durumuna dönüşme isteği ile ilgili bazı analitik cinsel terapiler mevcuttur. Bu nedenle yalancı eşcinseller tedavi olabilirler. Ancak esas olan eşcinsel kişinin değişime olan inancı ve istediğidir. Bu konuda görüşeceğiniz ve kendinizi açıklıkla anlatacağınız bir cinsel terapist ihtiyacınız olacak tedaviyi uygulayacaktır.




1193
Şiir / GÖNÜL - Hüseyin Kaçın
« : 22 Nisan 2010, 03:00:23 öö »
GÖNÜL

                 
Gönül sarayında
Kimsesizlerin kimsesi olsam
Senin adını zikreden
Bin dervişten bir  dervişte ben  olsam
Gizlensem saklansam
kimseler bilmese
Kimseler görmese
Kimseler duymadan
Kanat çırpmadan
Sana uçsam
Sana gelsem
Göklerin kapısı bana açılsa
Hu hu desem
Aşka kanat çırpsam
Kimsesiz bir kimsem olsa
Uçsam uçsam
Senin dağlarına konsam
Hep sana gelsem



22 Nisan 2010
03 00


1194
EŞCİNSEL TEDAVİ
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91

27 Mart 2011 Pazar akşamı TV5 Ana Haber Bültenindeki söyleşide
"eşcinsellik hakkında"
gündemdeki eşcinsel parti adaylarının varlığını konu alarak konuşma yaptı.


http://www.youtube.com/user/escinselterapi tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#




Murat ÇELİK

I. TERAPİ

Hüseyin Kaçın’ la görüşmeye gittiğimde kafamda bir sürü soru işareti vardı açıkçası, öncelikle tedavi olabileceğime inanmıyordum. Bundan sekiz sene önce de tedavi olmayı denemiş ama sadece sahtekar bir doktora para kazandırmaktan öteye gidememiştim. Hüseyin Bey’in tedavi ücretinde indirim yapması da açıkçası beni kıllandırmıştı. Hüseyin Beyle daha önce telefonda konuştuğumuzda şu anki ekonomik şartlarımda terapi ücretini ödeyemeyeceğimi söylemiştim. Hiç ummadığım bir tavırla Hüseyin Bey ödemelerde indirim yapabileceğini söylemişti. Yaşı otuzun üstün de olan biri olarak kimsenin kimseye karşılıksız iyilik yapmayacağını az çok görerek öğrenmiş olduğumdan içimde kuşku tohumları yeşermişti. Ulan bu adam bana yardım etmeye neden  bu kadar  istekli ki diyordum içimden. Muayenehaneye giderken aklımdan geçen şey şuydu (Hüseyin Bey  beni affedin ) bu adam bana şantaj yapacak. Buna rağmen  cumartesi sabahı randevuya gitmek için uyandığımda içimde bayramlıklarını giymek için sabırsızlanan bir çocuğun heyecanı vardı. Belki tedavi olamayacaktım ama iyileşmenin hayali bile güzeldi doğrusu.Nihayet muayenehanede Hüseyin Beyle karşılıklı oturup konuştuğumuzda ona aklıma takılanları sordum.Konuştukça anladım ki sorunum psikolojik.Çocukluğum da babam ve annemle olan yanlış etkileşimlerin  sonucu her şey.Tedavi nasıl sonuçlanır  bilmiyorum şu an için açıkçası  ama en azından Hüseyin Beyin tedavi konusundaki bilgisi ve samimiyetine inanıyorum.

1195
Şiir / BABA - Hüseyin Kaçın (şiir, msn konuşması)
« : 15 Nisan 2010, 01:25:26 öö »
yaşın kaç olursa olsun
alnından ter akan bir baban olsun yanında  dostum
gözyaşında kalbi çarpan ama asla ağlamayan
senin için bileği bükülmeyen bir sevdadır o
gecelerine güneşler taşıyanda o
sabrını değirmen taşında kuşanırken
bir karınca sükunetinde
şükürlerini kara topraklara taşır babalar
kimsenin bilmediği dağlarda gezer
ceketini alır gider
kimsenin görmediği cennete koşar
bir sır olur bir Allah bilir
bir şarkıdır gibidir dostum onlar
gönlümüzün kandili
dilimizin duası
Allah'ın nurudur onlar dostum
elini öpsek yetmeyen
kalplerine sarılsak hakkı ödenmeyen
alıp başını cehennem alevine gitse
seni de beni de cennetin kapısına götürendir
yüreklerine aklar düşerken
bir secde olur
bir dua olur
bir sır olur
kimselere sormadan
kimselere görünmeden
ceketini alır gider babalar

gün doğsa da gün batsa da
siyah yazan bir kalem kalır elinde dostum
alınyazısıdır evlatlar babalarının
kara toprak kara yazı
bir mezar taşıdır hayat
bir evlat ağladıkça
babalar dua olur
ilk hecemiz gibi
nur olur
sır olur
bir olur
babam
dağ gibi


göz açıp kapayınca kadar
yanı başımıza
dostum
hep ama hep
kim gelir ?

ba
ba
m





14 04 2010

1196
'Eşcinsel, tedavi olmak isterse o zaman hasta olur'

Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın 'Eşcinsellik bir hastalıktır' açıklamasının ardından başlayan tartışmalar sürerken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 'Eğer kişi eşcinsel eğilimlerinin hastalık olduğunu kabul edip, bunu düzeltmek istiyorsa o zaman bu 'hastalık' olarak kabul edilir' dedi.
Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın “Eşcinsellik bir hastalıktır” açıklamasının ardından başlayan tartışmalar sürerken, İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Eğer kişi eşcinsel eğilimlerinin hastalık olduğunu kabul edip, bunu düzeltmek istiyorsa o zaman bu ‘hastalık’ olarak kabul edilir” dedi.

Bakan Kavaf'ın sözlerinin ardından başlayan tartışmalar sürerken, Prof. Dr. Tarhan eşcinselliğin iki kategoride değerlendirilmesi gerektiğini ve sadece bir türünün hastalık olarak kabul edildiğini söyledi. Prof. Dr. Tarhan hastalık bağlamında nasıl bir ayrıma gittiklerini ise şöyle anlattı:

“Birincisi kişi eşcinsel eğilimlerini fark eder bunun hastalık olduğunu ve insanın biyolojik doğasına uygun olmadığını anlar ve düzeltmek ister. Bu durumda tedavisi vardır ve hastalık olarak kabul edilir. İkincisi kişi eşcinsel eğilimlerini cinsel tercih olarak kabul eder düzeltmek istemez. Bu durum psikiyatride DSM sınıflandırmasında hastalık olmaktan çıkarılmıştır.”

Homofilinin (eşcinselliğe sempati duyma), insanın biyolojik ve psikolojik doğasına uygun olduğuna dair hiçbir psikiyatrik tez olmadığını belirten Prof. Dr. Tarhan, yaptığı açıklamada kişisel görüşünü, sosyal yardımda başarısız ve yetersiz kalan bazı özgürlük akımlarının bu cinsel tercihi legal alana taşıdığını dile getirdi.

Zoofili ve fetişizm ne kadar legal ise eşcinselliğin de o kadar legal olması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, cinsel tercih olarak onaylanmasını gerektirecek hiçbir bilimsel kanıt olmadığını da sözlerine ekledi. Eşcinselliği kodlayan bir gen tanımlanmadığını hatırlatan Prof. Dr. Tarhan sözlerine şöyle devam etti:

“Esrar kullanımı ne kadar sosyal olarak onaylanırsa eşcinsellik ancak o kadar sosyal olarak onaylanmalıdır. Homofobi yani eşcinseli değersizleştirmek doğru değildir. Bu tercihte olan insanlara saygı gösterelim ama onaylamadığımızı da belirtmeliyiz. Bu sebeple gelecek kuşaklar arasında eşcinsellerin artmaması için sağlık ve eğitim politikalarında doğru duruş gösterilmelidir.”

http://www.haber7.com/haber/20100310/Escinsel-tedavi-olmak-isterse-o-zaman-hasta-olur.php

1197
Genel Tartışma / İslami Perspektiften Eşcinsellik Olgusu
« : 06 Nisan 2010, 11:49:05 ös »
İslami Perspektiften Eşcinsellik Olgusu
 
eşcinsellikle ilgili tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde bir çok uzman konuya farklı açıdan yaklaşıyor. Konunun güncelliğine binaen daha sitemizde yayımlanmış bu çalışmayı tekrar yayımlıyoruz...
13 Mart 2010 00:30   

Haksozhaber.net sitesinde Bülent Şahin Erdeğer İmzasıyla "Eşcinselliği Anlamak ve Çözüm Yolları Aramak" başlıklı makalede eşcinsellik olgusu farklı bir yaklaşımla değerlendirildi. Makalede İslamın eşcinselliğe bakış açısı geleneksel ve bilinenin aksine farklı bir perspektiften ve oldukça önemli tespitlere yer verilerek ele alınıyor. Sitede yer alan makalenin ayrıntıları şöyle:

Bülent Şahin Erdeğer / haksozhaber.com


--------------------------------------------------------------------------------


Eşcinselliği Anlamak ve Çözüm Yolları Aramak

Eşcinsellik realitesi insanlık tarihinin en eski vakıalarından biridir. İnsanın olduğu her ortamda ortaya çıkabilecek olan bu eğilimin doğal düzenle uyumlu olup olmamakla alaksı vardır. Doğal düzenin ahenginde ikili bir yapı bulunmaktadır. Bu açıdan çiftli dengeler halinde işleyen ekolojik yapıda karşıcinslerin etkileşimi doğal iken eşcinslerin cinsel birlikteliği eğilimi doğaldışı-özürlü bir durumdur.

Eşcinsellik realitesi bir hastalık- doğal düzeninin işlerliğindeki bir sancı olarak değerlendirilmelidir. Annelerinden işitme engelli doğan ya da otistik yaşayan insanları veyahut Nükleer bir felaket sonucu bedensel/zihinsel olarak sakat kalan insanları nasıl baştan mahkum edemezsek eşcinselliği de baştan mahkum edemeyiz. Ancak bu mahkum edememezlik durumu onu normal, doğal ve sağlıklı kabul etmemi gerekir sonucunu da doğurmamalıdır. Sorunu sorun olarak görmek ve çözüm yolları aramak başka bir şey, sorunu sorun değil olması gereken olarak görmek ve çözümü terk etmek başka bir şeydir.

Narsisistik kişiliğin ana teması büyüklük duyguları, başkalarını anlayamama ve başkalarının değerlendirmelerine aşırı duyarlılıktır. Narsistik örgütlenmenin cinsellikle bağlantısı doğrudan eşcinsellikle ilgilidir. Freud narsizm ile eşcinsellik arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu düşünmüştü. Narsist kendisine yaptığı libidinal yatırımı, kendisine benzettiğine yani hemcinsine yöneltebilir, bunun sonucunda ortaya eşcinsel bir ilgi çıkabilir. Psikoloji kuramcılarından Kernberg (1995) bu duruma “eşcinsel ikiz” adını verir. Freud’un narsistik aşk ile ilgili söylediklerinde bu “kendisi gibi olma” tek boyut değildir.

Narsistik yatırım, kişinin olmak istediği gibi olana, bir zamanlar olduğu gibi olana, vs. yönelebilir. Bu bakış açısını da ihmal etmeyen Kernberg sadece “eşcinsel ikiz”den değil, “heteroseksüel ikiz”den de söz eder. Narsistik karakterin kendi bünyesine katmak istediği özelliklere sahip olan bir karşı cins te narsistik yatırımın nesnesi olabilir. “Eşcinsel ikiz” ile “hetreroseksüel ikiz” arasında her zaman toprak altı bir bağlantı mevcuttur. İşte bu mevcudiyet eşcinselliğin aslında psikolojik bir sorun olduğunu da göstermektedir. Ancak unutulmaması gereken nokta sorunu yoksaymak ya da yangına körükle gitmek değil, en az zararla en uygun çözüm yollarını aramak gerektiğidir.

Eşcinsellik probleminin iki ayağı bulunmaktadır. Doğuştan engelli olarak eşcinsel olarak doğan insanlar hormonal yapıları dolayısıyla cinsel kimlik bunalımı yaşamaktalar. Bu kimlik bunalımını psikolojik tedavi yöntemleriyle ve İnanç metodlarıyla aşabilme yolları aranmalıdır.

Judeo-Hristiyan kültürünün anlamaya yönelik değil yargılamaya ve yok etmeye yönelik aşırı tutumu dolayısıyla bu soruna yönelik bir katkısı olamaz. Engizisyon sabıkası dolayısıyla kirlenmiş bir kurum olan kilisenin eşcinsellik sorununu bırakın anlaması onu kösteklemesi ve dogmatik yasakçılığı dolayısıyla tersinden de olsa Eşcinselliği beslemesi hristiyan kültürünün de sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Kilise’nin bu tutumu kendi içinde çalkantılara yol açmış, dinadamları ve rahibeler arasında eşcinsellik yaygınlaşmış, çocuklara taciz skandalları ise artık sıradan hale gelmiştir.

Batı Kültürünün fikirsel aşırılıkları ve kilisenin terbiye edici değil bizzat diktatoryal tavrı karşı tepki olarak eşcinsellik vakıasını bir sorun olarak görmekten uzaklaştırıp bir özgürlük mücadelesi haline getirmiş, çözülmesi gereken bir engellilik kurtarılması gereken bir hakmışcasına savunulur hale gelmiştir. Doğu kültürlerinde eşcinselliğin kimi zaman idealize edilmesi ve doğal-dışı bir eğilimin meşrulaştırılması eşcinsellik probleminin çözülmemesinde etkili olan başka bir problemdir. Özellikle Budizm ve Sufizmin bazı söylemlerinde bunu gözlemlemek mümkündür. Buna karşılık hadis rivayetleriyle şekillenmiş bazı hukuki metinlerde eşcinsellik sorununu çözmek yerine katı şiddet politikalarının uygulandığını ve bu şiddetin sufîzm çatısı altında eşcinselliği tepkisel olarak beslediğini görmekteyiz.

İslam’ın meşrû referansı olan Kur’ân’a bakıldığında insanın cinsel kimliğinin bir “tercih” değil bir “doğallık” olduğuna ve bu doğallığın fıtrî olan olduğuna dikkat çekilir. Kur’ân insanların kimliklerini tercih edemeyecekleri faktörlerle tanımlamalarını kabul etmez.

Örneğin türklük, ermenilik ya da kürtlük bu bağlamda bir kimlik tanımlaması olamaz. Çünkü tercihen ulaşılmış bir düşünsel aşama değildir. Tıpkı bunun gibi Kur’an’a göre cinsellik te doğal bir belirlenim olduğundan erkek-egemen ya da feminist kimlik tanımlamaları gerçekdışıdır, kurgusaldır ve meşru değildir.

İnsanın ancak kendi emeğinin karşılığıyla kendini tanımlaması tutarlıdır. Kur’an bunu “Taqva” kavramıyla açıklar. Dolayısıyla etnik ve cinsel kimlikler insanı tanımlayan üst-kimlikler olmaktan uzaktır. İnsanı insan yapan kimlik onun ahlakî konumlanışıdır. Ahlakî konumlanış tümüyle doğal düzenle olan uyumuyla doğru orantılıdır. Kur’an cinselliğin doğallığını karşıcinslerin birbirleriyle uyumu olarak belirler. Kadın ve Erkek birbirini tamamlar ve biribirini anlamlandırır. Bu bütünselliğin bozulması ise bunalım ve kimlik çatışmasına yol açar.

Eşcinsellikler arasında ayrım yapabilmek: Hunsa, Militan Eşcinseller ve şifa arayanlar

Bundan dolayı Lut peygamberin mesajı ve Sodom-Gomarra örneğinde olduğu gibi irade kullanılarak teşvik edilen eşcinsellik engellenmelidir. Toplumsal ve Ekolojik düzeni iradeli biçimde temelden sarsan eşcinsel militarizmine karşı geliştirilecek önlemlerle bireysel kimlik bunalımlarına geliştirilecek çözüm yolları farklıdır. Kur’an nasslarından bu konu hakkında eşcinseller için özel rehabilitasyon merkezleri önerisi içtihadi olarak çıkarılabilir. Kimlik bunalımından kurtuluncaya kadar eşcinseller için özel mekanlar oluşturulabilir.

İslam hukukunda doğuştan çiftcinsellik ile doğan insanlara ise “Hunsâ” adı verilmekte bu insanların insani hakları koruma altına alınmaktadır. Ayrıca hormonal bozukluklardan kaynaklanana eşcinsel eğilimler diğer sağlık problemleri gibi değerlendirilmektedir. Soruna savaş açılmamakta çözüm yolları aranarak rehabilite imkanları aranmaktadır.

Militan Eşcinsel Hareket ve Hastaliklarına Şifa Arayan Eşcinseller Arasindaki Fark

Homoseksüelliği bir kimlik olarak benimsemiş "gay" ile homoseksüel eğilimlerinden kurtulmak isteyen "gay olmayan homoseksüel" arasında büyük bir fark vardır. Hunsa olmayan Eşcinsellik doğuştan gelmez. Baba yoksunluğu başta olmak üzere aile dinamiklerinin kişi üzerindeki etkisi sonucu gelişir.

Homoseksüeller ilk gençlik yıllarında yaşadıkları "erkeklerden savunmacı kopma"  nedeniyle hemcinslerini ya gerçekçi olmayan bir şekilde yüceltir veyahut aşağılarlar. Kinaye ve iğneleyici konuşma tarzı, homoseksüel erkeğin tipik özelliklerindendir.

 Homoseksüellikle pornografi arasında yakın bir ilişki vardır. Birçok yetişkin erkek, zedelenmiş erkeklik ve güç arayışı ile pornografiye ve homoseksüelliğe yönelir. "Homoseksüel eğilimlerinin üstesinden gelmeye çalışan erkekler"  dünyada hızla yayılan "Gay Hakları Hareketi" tarafından görmezden gelinmektedir. Hiç de azımsanmayacak sayıdaki "tedavi olmak isteyen homoseksüel eğilimliler", destek alma veya terapi görme imkânlarından mahrum bırakılmaktadırlar.

Konuyla ilgili kapsamlı bir araştırma geçenlerde “Homosexueller için Onarım Terapisi” başlığıyla Türkçe’ye kazandırıldı. Kitabın yazarı Dr. Joseph Nicolosi, ABD'deki NARTH (National Association for Reasearch and Therapy) Eşcinsellik Üzerine Araştırma ve Tedavi Birliğinin başkanı. Merkezi Üsküdar'daki Türkiye Benötesi Psikoloji Derneği ile işbirliği içerisinde olan Dr. Nicolosi, onarım terapisi gören yüzlerce erkekle 25 yılı aşkındır sürdürdüğü seansların ışığında bu kitabı kaleme almış.

Eşcinsellik bir İnsan Hakkı mıdır?

Hiçbir doğal-dışı realitenin irademizle teşvik edilmesi ve beslenmesi insanî hak içine giremez. Aksine bu insanın doğasına ve toplumsal düzene yapılmış bir saldırıdır. Mutasyon ürünü ortaya çıkartılan virüslerin beslenmesi nasıl bir hak değilse eşcinselliğin de meşrû görülmesi ve teşvik edilmesi bir hak değildir. Hak olmayan ama bir gerçeklik olan eşcinselliğin doğal uyuma zarar veremeyecek yöntemlerle en aza indirilmesi ve eşcinsellerin kimlik bunalımlarından kurtarılmaları ise insanî bir sorumluluktur. Uyuşturucu bağımlılığı gerçeğini bir “insan hakkı” olarak görmediğimiz ama göz ardı da edemediğimiz gibi, tüm bağımlıları gaz odalarına tıkmadığımız gibi eşcinsellik sorununa da dengeli bir tavır geliştirmeliyiz. Faşizm ve Siyonizm gibi toplumsal düzenleri tehdit eden doğal-dışı eğilimler gibi homosexuellik, lezbiyenlik, transsexuellik gibi kimlik bunalımları da insan haklarına yönelik tehditler/çatışmalar/bunalımlar sınıfında değerlendirilmeli, bu gibi sorunlara yönelik sorun oldukları bilinciyle metodlar geliştirilmelidir. İnsanlığın karşısında bulunduğu sorunların temel kaynağında, emperyalizmin sömürüsünün sadece ekonomik ve siyasal değil varoluşsal boyutlarının da olduğu vurgulanmalıdır.

Sömürü yabancılaşma sorununu beslemekte yabancılaşma insanı insan olarak tanımlayan alt argümanlarda tahribatlara yol açmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Narsist hastalıklar modern çarpık insan anlayışının idealize edilmesiyle artmıştır. Eşcinselliğin hormonal bir bozukluk olmasının yanı sıra modern insan nezdinde bu denli idealize edilmeye çalışılmasına bencil-hırslı insan tipinin önplana çıkartılamnın da payı vardır. Hormonal hastalıkların psikolojik sapmalar dolayısıyla teşviki doğal-dışı bir sorun olan eşcinselliği canlı tutmaktadır.

Dengesizliklerin hüküm sürdüğü toplumlarda eşcinselliğe çözüm üretmek yerine onu da daha da tepkiselleştirerek palazlandıran şiddet eğilimlerinden de kaçınmak gerekmektedir. Eşcinsellere yapılan insanlık dışı muamelelere karşı da mücadele edilmelidir. Ancak dengenin gerçekten çok zor kurulabileceği anlaşılan bu hassas konuda ilkeli davranmanın gerekliliği her zaman vurgulanmalıdır.

Ekolojik sisteme ayak uydurduğumuz ve Ahlakî erdemleri ön plana çıkarttığımız sürece hastalıklara da şifa aramaya devam etmiş olacağız. Ama hastalığa hastalık dediğimiz sürece…

1198
Medya / İslâm ve eşcinsellik meselesi
« : 06 Nisan 2010, 11:43:38 ös »
Taraf Gazetesi Yazarlarından Hilâl Kaplan, eşcinsellikle ilgili müslüman toplumun, STK'ların ve Seküler kurumların yaklaşımını farklı bir bakış açısıyla değerlendirdi.
3 Nisan 2010 17:25   

Taraf Gazetesi Yazarlarından Hilâl Kaplan, eşcinsellikle ilgili müslüman toplumun, STK'ların ve Seküler kurumların düşüncelerini farklı bir bakış açısıyla köşesine taşıdı... İslami kurumların eşcinselliğe yaklaşımındaki sorunları ve islamı referans alarak yapılması gerekenleri değerlendiren Hilal Kaplan, seküler kurumların her türlü eşcinsellikle ilgili olumsuz eleştiriyi homofobi diyerek eleştirmesininde olgunun anlaşılması ve tartışılmasına hizmet etmediğini vurguladı. Kaplan'ın önemli tespitlere yer verdiği köşe yazısının ayrıntıları şöyle:

Hilal KAPLAN / Taraf Gazetesi


--------------------------------------------------------------------------------
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence” sözleri büyük tartışma yarattı. Önce eşcinselliği siyasal bir kimlik olarak savunan dernekler başta olmak üzere pek çok seküler kurum Kavaf aleyhine metinler yayımladı,”hastalık değildir” minvalinde protesto yaptı. Ardından Müslüman temsili olan STK’lar metinler yayınladı, “hastalıktır” diyerek Kavaf’ın sözlerine destek verdi. Hatta bir internet sitesiyle eşcinselliğin hastalık olduğunu tasdik eden bir imza kampanyası bile başlatıldı (www.escinsellikhastaliktir.blogspo t.com).


Nüfusunun %99’unun Müslüman olduğu sıklıkla hatırlatılan ülkemizde sanırım tarihsel olarak laiklikle travmatik bir ilişki kurduğumuzdan olsa gerek genelde toplumsal meselelere dair pek fazla İslâmî söylem üretilmiyor. Bu yazıda Müslüman bir sosyal bilimci olarak mevzubahis tekil hadiseyi İslâm ve eşcinsellik meselesinin bir ‘semptomu’ olarak ele alıp irdelemeye çalışacağım. Konu üzerine söyleyebileceğim çok daha fazla sözüm olmasına rağmen yer darlığından dolayı sadece hem Müslümanların hem de ‘seküler’lerin mevzuyla ilgili ürettiği söylemler hakkındaki tenkitlerimi dile getirmekle yetineceğim.

Günâha hastalık demek
Müslümanlar Batı kaynaklı bilgi ve söylemlere ekseriyetle eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Hatta daha ileri gidip Batılı/seküler herhangi bir kavram üzerinden dünyayı anlamaya ve açıklamaya çalışan Müslümanlara “liberal, kompleksli, yaranmaya çalışan” gibi kötü sıfatlar yakıştırmakta beis görmeyen başka Müslümanlar bile vardır. Ancak Batılı kavramsallaştırmalara dair bu eleştirel ve şüpheci tavırlarına rağmen Müslümanların eşcinsellik meselesinde hemen “hastalıktır” sonucuna atlayarak Batılı terminolojiyi sahiplenmelerini ilginç ve üzerine düşünmeye değer buluyorum.

Öncelikle belirtmek gerekir ki seküler bilim dalları olan psikoloji ve psikiyatrinin “norm” belirlediği vâki değildir. Onlar genelde sadece norm olmayanın yani anormal/patolojik olanın ne olduğunu vazederler ve tedavi etmeye çalışırlar. Mevzubahis bilgi üretimi ise hiçbir zaman iktidar ilişkilerinden münezzeh değildir. Bu yüzden bir zamanlar iktidar ilişkileri açısından sorun yaratabilecek potansiyelde görülen eşcinsellik, hem tıp alanında eşcinsel doktorların gittikçe güç kazanmasıyla hem de eşcinsel yaşam pratiklerini toplumsal hayata katmanın kapitalist üretim biçimine ve iktidar ilişkilerine herhangi bir tehdit unsuru oluşturmadığının anlaşılmasıyla anormal/patolojik olan kategorisinden çıkarılabilmiştir. Dolayısıyla eşcinselliğin “hastalık” olarak adlandırılması da bu kategoriden çıkarılması da iktidara sahip olanın anormal/patolojik olanı belirlemekteki keyfiyetinden öteye gitmez. O yüzden maruz kaldığımız muhtelif tanımlamaları veya sınıflandırmaları kabul etmeden önce bu bilginin neşet ettiği bilgiiktidar ilişkileri ağını da mutlaka sorgulamak gerekir.

İslâm’a göre eşcinselliğin “fıtrat-ı selîm”e yani güzel fıtrata aykırı olduğu doğrudur. Ancak bir olgunun “hastalık” olduğunu iddia edebilmek için fıtrata uymadığını söylemek kâfi değildir çünkü fıtrata uygun olmayan her şey zaten hastalık değildir, günâhtır. Müslümanlar ne zamandan beri fıtrata aykırı olan her davranışı “hastalık” olarak nitelendiriyorlar? Günâh olan her şeye hastalık diyeceksek neden zina yapanlara da “hasta” demiyoruz mesela? Peki içki içenler? Ya faiz yiyenler? Kavimler sadece eşcinsellik yüzünden helâk olmadı ya, neden bu günâhları da “hasta” kategorisine sokmayalım? Ama bir dakika, Batı’da bir şekilde bunların hiçbiri “hastalık” olarak görülmedi diye mi böyle yapıyoruz? Ya da bu günâhları sekülerleşen toplumla beraber biz de mi normalize ediyoruz acaba? “Günâh” kavramının ağırlığı ve/veya açtığı söylemsel meşruiyet alanı mı bize kâfî gelmiyor yoksa?

Eşcinsellik İslâm hukukuna göre günâhtır ve sapkınlıktır. Ancak hangi ‘norm’dan bir sapma olduğuna tutarlı bir cevap vermek istiyorsak cevabımızı İslâm’ın içinden temellendirmek zorundayız. Zira ya inandığımız dinin özgün diline sadık kalıp onun içinden konuşacağız ya da seküler dünya için bir tür ‘günâh’ tanımı olan “hastalık” kavramının üzerine bina edilen kaygan zemine tutunmaya çalışacağız. Bunların ikisi arasında bir yol yok maalesef ve Müslümanlar için dinin dilinden vazgeçmek gibi bir ‘lüksün’ olmadığı da sanırım çok açık.

Kaldı ki bir Müslümanın, insanların eşcinselliğe temayülü olmasını içkiye, kumara ve özellikle de zinaya temayülü olmasından daha infialle karşılamalarını da anlayabilmiş değilim. Zira on beş asırlık İslâm hukuku (fıkıh) geleneğinde eşcinselliğin (literatürdeki adıyla “livata” ya da “sihâk”) hükmü zinayla aynı görülmüştür (Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “Livâta”, cilt: 27, s. 198). Evli olmayan iki insanın beraber olmasından farklı bir hükme tâbi kılınmamıştır. Yani eşcinsellik zinanın bir veçhesi olarak ele alınmıştır. Bu anlamda nasıl insanın içinde karşı cinsiyle zina yapmaya dair bir temayül varsa, hemcinsiyle zina yapmaya dair de bir temayül vardır. Bu temayül olduğu için İslâm hukukuna göre kadınların ve erkeklerin hemcinsleriyle beraberken bile uyması zorunlu olan tesettür kuralları vardır.

Eğer İslâm bir hususta kural koyuyorsa, oradaki günâha meyletme potansiyelinin kuvveden fiile geçmesini önlemek için koyuyordur. Ayetin “zina yapmayın” değil, “zinaya yaklaşmayın” şeklinde hüküm bildirmesi de bu yüzdendir. Zinaya giden tüm yolların bertaraf edilmesi içindir. Her insanın içinde olabilecek fıtrata aykırı dürtüler eşcinsellik için de geçerlidir ve Müslümanlar bu dürtülere yol açabilecek yolların söylemsel ve fiili olarak kapalı olması için mücadele ederler. Ancak bu mücadeleyi de yine İslâm’ın öngördüğü söylemsel düzenle çelişmeden yapmaları gerekir. Bu minvalde eşcinsellik bir hastalık değil, günâhtır; günâh olması onun toplumsallaşması ve meşrulaşması ile mücadele etmeye yeter delildir. Kaldı ki eşcinselliğin “günâh” oluşunda ısrar etmek, eşcinselliğinden şikâyeti olan insanların psikolog ve psikiyatristlerden yardım almasına engel değildir, bu zaten isteyene açık olan bir kapı. Bence Müslümanların bu noktada esas vurgulaması gereken eşcinselliğin nefsî bir dürtü olduğu ve Müslümanların bununla mücadele etmesinin yanında olduklarıdır. Ancak eşcinselliğe “hastalık” ibaresi gibi gayri İslamî, küçültücü ve dışlayıcı bir kavramsallaştırmayla yaklaşmak inanan ama günâhtan kaçmakta zaaf gösteren Müslümanları da uzaklaştırmaz mı? Müslümanların “bizden uzak olsun” demek gibi bir seçenekleri var mı?

Mazlum eşcinsel olursa…
Müslümanların mevzuya dair yayınladıkları bildirilerde eşcinsellerin uğradığı hak ihlallerinden hiç bahsedilmemesi hatta Özgür-Der’in bildirisinde “eğer homoseksüellerle ilgili bir şiddet veya cinayet varsa genelde bu şiddet veya cinayetin arkasında ya bir başka homoseksüelin ya da bu homoseksüellerle ilgili bir başka sapkın karakterin olduğunu görmüyor değiliz” denmesiyse ayrı bir vahamet. Bu tavırlar Müslümanların ya bir insanın eşcinsel olması sebebiyle başına gelenleri umursamadığını ya da eşcinsellere yapılan haksızlıklara “su testisi su yolunda kırılır” mantığıyla yaklaştıklarını gösteriyor ki ikisi de Müslüman ahlâkıyla bağdaştırılamayacak duruşlardır.

Eşcinseller polis şiddetinden öldürülmeye kadar pek çok zulme maruz kalıyorlar. Örneğin fuhuş yapmamak için garsonluktan fal bakmaya kadar pek çok iş dalında tutunmaya çalışan Esmeray travesti olduğu için sırf görünümünden dolayı keyfî bir biçimde polisler tarafından dövülüp hastanelik edilebiliyor. Ya da eşcinsel olduğu için sokak ortasında öldürülen Ahmet Yıldız gibi insanlar var. Şimdi Veda Hutbesi’nde Efendimiz’in kutsal olduğunu ilan ettiği “can, mal ve namus” kavramlarını biz de kutsal kabul ediyorsak bu hadiseleri umursamamamız ya da “hak etti” diye düşünmemiz İslâmî bir duruş olabilir mi? Bunun iyiliği emretmek ve kötülüğü men etmek ile nasıl bir alakası var? Ne zamandır polis dayağını ve cinayeti “kötülükten men etmek” kategorisinden görür olduk? Eğer biz böyle görüyorsak, İslâm düşmanı birilerinin de Müslümanları emniyette dövmesine (ki geçenlerde bu tür bir hadise yaşandı) ya da katletmesine hangi ahlâkî gerekçeyle karşı çıkacağız? Peki fıkha göre eşcinsellikle aynı hükme tâbi olan zina günâhına girenlerin de öldürülmesine taraf mıyız? Böylesi bir yaklaşımla adaleti ve merhameti korumaya kararlı olduğumuza önce kendimizi inandırabilir miyiz acaba? “Kim olursa olsun mazlumdan yana” olmak bu mudur?

Açıkçası onlarca İslâmî kuruluşun mevzubahis eşcinsellik olunca biraraya gelmesi bana şu soruyu sordurdu: “Bir insanın haksız yere öldürülmesi, tüm insanlığın öldürülmesi gibidir” diye buyuran Hz. Peygamber’in ümmetinden olan bu kuruluşların üyeleri 2007’de katledilen Hrant Dink’in ruhunun huzur, ailesinin adalet bulması için de biraraya gelebilecek mi? Geç de olsa O’nun için de bir bildiri yayınlayıp tüm üyelerini 19 Ocak’larda Agos’un önünde buluşturabilecek mi? Cinayet, en az eşcinsellik kadar ağır bir günâh değil mi yoksa?

Hülasa, hem kendi nefsimden hem de toplumdan neşet eden her tür kötülüğü dert etmeye çalışan bir Müslüman olarak eşcinsellerin vatandaşlık hakkı diye talep ettiği ve eşcinselliğin meşruiyet kazanmasına sebep olacak her tür girişime karşıyım. Ancak yine tam da bu sebeple bir insanın sırf eşcinsel olduğu için malına, canına ve namusuna halel gelmesine de karşıyım. Buraya kadar olan argümanların hepsini İslâm içerisinden temellendirdiğim için cevap vermek isteyenlerin beni “liberal, kompleksli, vb.” olarak nitelendirmeden aynı benim yapmaya çalıştığım gibi yine İslâm içerisinden cevap vermelerini bekliyorum. Allah her şeyin doğrusunu bilendir…

“Müslümanlar gölge etmesin” ne demektir?
‘Seküler’lerin, Müslümanların eşcinsellikle alakalı duruşlarına dair yaklaşımlarına gelelim. Genelde iki tutum söz konusu. Ya eşcinsellik aleyhine Müslümanların tüm yapıp ettiklerini “homofobi” kavramı altında ele alıp dışlayıcı ve tahkir edici bir yaklaşım var, ya da Müslümanların toplumsal değişim ve demokratikleşmedeki hayatî rollerine binaen “tamam karşı olsunlar ama fazla da ses etmesinler” diye özetleyebileceğimiz bir yaklaşım var.

Anlamaya yönelik herhangi bir çaba taşımayan, sadece muhalefet etmek üzerinden kendini gerçekleştiren bir tutumu içerdiğinden ve açıkçası Allah’ın emrine karşı gelmektense “homofobik” olarak adlandırılmayı tercih ettiğimizden birinci yaklaşım üzerinde durmayacağım. İkinci yaklaşımı bir analojiyle irdeleyelim. Malûmunuz sosyalistlerin iyi, doğru ve güzel bildikleri genelde liberal politikalarla çelişir ve bu yüzden liberalizmin yozlaştırdığını hissettikleri her alanda muhalefet ederler. Toplumsal adaleti çok önemseyen bir Müslüman olarak bu minvalde yapılan sol muhalefet beni genelde mutlu eden bir muhalefet biçimidir. Peki, mevzuyu bir de Müslümanlar açısından düşünelim. Müslümanların da iyi, doğru ve güzel saydıklarını, yozlaşma potansiyeli olarak gördükleri hususlarda dillendirerek muhalefet etmeleri hakları değil midir? Sosyalistlere “şu anda liberal hegemonya altında yaşıyoruz, sosyalistler gölge etmesin başka ihsan istemez” demek ne kadar haksızsa, Müslümanlara da “şu anda seküler hegemonya altında yaşıyoruz, Müslümanlar gölge etmesin başka ihsan istemez” demek de o kadar haksızdır.

Katıldığım bir panelde şöyle sorulmuştu: İslâm’ın toplum düzenine dair getirdiği kuralları Müslümanlar destekledikleri sürece otoriter laikliğin uygulanması şart değil midir? Ben de bu soruyu -bir kısmını devrimcilerin/sosyalistlerin doldurduğu salona hitaben- bir soruyla şöyle cevaplamıştım: Devrimci sosyalizmin toplum düzenine dair getirdiği kuralları devrimciler destekledikleri sürece otoriter faşizmin uygulanması şart değil midir? Bu nokta-ı nazardan bakacak olursak görünen manzara şudur: Kemalistler Müslümanların hemen hiçbir mevzuda İslâm’dan neşet eden bir söylemle ses çıkarmamalarını isterken; anti- Kemalist olduğunu iddia eden ve sosyalizm, liberalizm, anarşizm, feminizm, vb. seküler ideolojilere angaje olan insanlar da kendi fikirleriyle uyuşmadığımız noktalarda pek ses çıkarmamızı istemiyorlar. Örneğin milliyetçilik, ırkçılık, kapitalizm, devletçilik gibi kendileriyle Müslümanların paralel düşünebileceği temel meselelerdeki biraradalığımızdan çok hoşnutken eşcinsellik gibi farklı düşündüğümüz mevzularda susmamız, “gölge etmememiz” isteniyor. O halde Kemalistlerin ideal Müslüman tahayyülü ile ‘anti-Kemalist’ (“latent-Kemalist” de diyebiliriz) seküler insanların ideal Müslüman tahayyülü arasında mahiyet bakımından aslında pek bir fark yok. Olsa olsa sadece sınır çizme açısından bir fark var diyebiliriz. O yüzden bence herkes önce ne kadar “anti- Kemalist” olduğunu bir gözden geçirse fena olmayacak. Zira Müslümanların pek susmaya niyeti yok, benden söylemesi…

Eşcinsellik meselesinde karma gruplarda en çok vurgulanan argümanlardan birisi de şudur: Eşcinseller başörtüsüne özgürlüğü savunuyorlarken siz neden onların özgürlüğünü savunmuyorsunuz? Açıkçası bu argüman kendi içinde bir çelişki taşıyor. Başörtülü kadınlar örtülerini çıkarmayı reddederek hem öğrenim hayatından hem de çalışma hayatından dışlanıyorlar. Ancak tüm bunları göze alarak direniyorlar. Bunun tek sebebiyse topluma/devlete itaat etmektense Allah’a itaat etmeyi seçmeleri. Başörtülü kadınlara “eşcinsel haklarını savun” demekse “Allah’a karşı gel” demekten farksız. Zira hem Kur’an’da hem de Sünnette eşcinselliğin günâh oluşuna dair pek çok delil mevcut. Şimdi başörtülü bir kadın, Allah’a itaat etmek için pek çok zulme göğüs gerecek ama eşcinseller başörtüsü yasağına karşı olduğundan ötürü onların özgürlüğünü savunup Allah’a isyan edecek. Sizce de bu talebin kendisinde bir çelişki yok mu? Bu talebe ‘arz’ eden başörtülü kadın zaten metaforik olarak başörtüsünü ‘çıkarmış’ olmuyor mu?

Son olarak benim “şantajcı demokratlık” diye adlandırmayı uygun gördüğüm bir tavırdan söz etmek istiyorum. Toplumda demokrat kimliğiyle tanınan bazı aydınlarımız, başörtüsü yasaklarıyla ilgili bir metne imza vermeden ya da basın açıklamasına katılmadan evvel “siz eşcinsellerin haklarını savunursanız imza veririm/ katılırım” diyebiliyorlar. Örneğin Alevilik meselesinde “siz de başörtülü kadınların haklarını savunursanız” önşartını koşmak aklına bile gelmeyen aydınlar, başörtülü kadınların hakkını böylesi gayri ahlâkî bir biçimde pazarlığa tabi tutabiliyorlarsa bırakın demokratlıklarını insanlıklarından şüphe etmek gerekir sanırım.

Birarada yaşamanın yolunu aramak
Kemalist hegemonyaya karşı Türkiye’de pek çok farklı grup bir araya gelip karşı-hegemonya mücadelesi veriyor. Biraraya gelmeler çoğaldıkça aramızdaki “uzlaştırılamaz farklılıklar”ı da keşfediyoruz. Bu anlamda mevcut tartışmayı çok faydalı bulduğumu söylemem gerek. Ancak uzlaşamadığımız her noktada bir diğerini suçlamak veya susturmak bana fazlasıyla totaliter bir tutum gibi geliyor. Kaldı ki kendi doğrularını başkasına dikte ederek “yok birbirimizden farkımız” anlayışını tesis etmenin totaliter rejimlerin bir hülyâsı olduğunu söylememe bilmem gerek var mı? O yüzden “var birbirimizden farkımız”ı vurgulamanın ve bu farklılıklar dahilinde nasıl bir toplumsallık inşa edeceğimizi tartışmanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Zira farklılıkları yok etmeye/es geçmeye çalışarak bir yere varılmadığını sanırım en iyi bizim bilmemiz gerekiyor.


Yazar

hasiralti@gmail.com

1199
Eşcinsel eğilimlerinin üstesinden gelmeye çalışan kişiler  dünyada hızla yayılan eşcinsel hakları hareketleri tarafından görmezden gelinmektedir. Hiç de azımsanmayacak sayıdaki tedavi olmak isteyen eşcinseller, destek alma veya terapi görme imkânlarından mahrum bırakılmaktadırlar. Hatta bazı hekimler ve cinsel terapistler, yaşadıklarından rahatsızlık duyan ve tedavi arayışına giren eşcinsel hastaları "bu sizin cinsel tercihiniz, değiştiremeyiz veya eşcinselliğin tedavisi yok" diyerek geri çevirmektedir. Ayrıca en temel insan hakları meselelerinden biri olan sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma hakkı da çiğnenmektedir. Çok yanlış bir şekilde eşcinselliği tek bir yapı olarak ele alan bu kişiler; eşcinsel lobinin baskısıyla ABD ve Avrupa Birliği buyurduğu için; tıp adına, bilim adına, etik değerler adına, binlerce genci ziyan etmişlerdir, onları içinden çıkılmaz çelişkilere ve acılara yönlendirmişlerdir. Normal bir hayat yaşayabilecek gençleri, yanlış bilgilendirmeler ve yönlendirmelerle sıkıntılarla dolu bir sürecin içine sürüklemişlerdir. Avrupa Birliği fonlarıyla desteklenen bu tavır, Türk aile yapısına yapılan ciddi bir saldırıdır. Ancak bunlara rağmen, eşcinsel eğilim, dürtü, duygu ve davranışlarından acı çeken, bunaltı duyan ve tedavi olmak isteyen kişilerin, her geçen gün daha fazla artan bir oranla, tedavi olma arayışına girdiğini görüyoruz. Ruhen ve bedenen sağlıklı olmak doğal bir insan hakkıdır. Ancak herkes bilerek ya da bilmeyerek yaptığı bazı davranışlar da dâhil birçok etken yüzünden ruh sağlığını ve sağlıklılık halini yitirebilir, hastalanabilir ve tedavi olmak isteyebilir. "Tedavi olma hakkı" evrensel bir insan hakları meselesidir. Bu aşamada eşcinsel dernekler ve organizasyonların, tedavi arayışındaki ve tedavi sürecindeki kişileri dışlamaması ve "hain evlat ökkeş" olarak deşifre etmemesi; eşcinsel hakları mücadelesini meşrulaştırmak ve toplumsal destek bulabilmeleri için yapacakları önemli bir katkıdır.

www.escinsellik.net

1200
Genel Tartışma / Eşcinsel Terapi
« : 04 Nisan 2010, 09:00:02 ös »
Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur. Yani ruhuna ve benliğine aykırı olduğu halde eşcinsel eylemlerini sürdürmek zorunda kalmak veya dürtüyü kontrol edememek kişide ruhsal sıkıntı yaratabilir. Ayrıca eşcinsellik; özgür bir tercihin değil,  genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve (anne-baba) ihmallerin bir sonucu gelişen bir durumdur. Bu açıdan baktığımızda da eşcinsellik ruhsal bir bozukluktur, bir cinsel eğilim bozukluğudur, bir cinsel kimlik bozukluğudur. Bu neden psikoloji biliminin eşcinsel yaşam tarzının ve toplumsal kimliğin sağlıklı olup olmadığını ayrıştırma, eşcinselliğin nedenini, yapısını ve tedavisini araştırmaya devam etme sorumluluğu vardır, olmalıdır, olacaktır. Bu bağlamda, kendi özgür seçimi ile eşcinsellikten kurtulmak isteyenlere tedavi imkanı sağlamamak, “bu tedavi edilebilen bir hastalık değildir” demek gerçekte eşcinselleri küçük düşüren ve ahlaki olmayan bir tutumdur.

www.escinselterapi.net

Sayfa: 1 ... 78 79 [80] 81 82 ... 88